vuvuzela sesi 90 dakika, sokak düğünü 4 saat sürüyor. sokak düğünü yasaklansın aga, ne menem bir ritüeldir 4 saat sürer mi arkadaş. bizimki de örs, bizimki de üzengi.
ismail y.k.'dan feysbuk şarksı dilime dolandı, zurnanın sesi aklıma kazındı.
sosyo ekonomik seviye diye başlamayın ayranı yok içmeye, 'kına, düğün, nişan' üçlüsü yapar her gece derim. o parayla gidin tatil neyin yapın, hanimun'a çıkın, yeter bizi s**tiğiniz.
örgütlenmenin önemine değinmeyeceğim, yaz haşhaş... korkma ihtiyar, otur otur şaka. bence diye başlarsam anketörlük olacak, bence:
1) minibüsçülük, otobüsçülük (haklarını kesin alıyolar, enteresan?!)
2) dersanecilik (sistemin kaymağını yiyolar, nasıl bitsinler sağlamdalar.)
3) özel eğitim kurumları (bilumum, ehliyettir, kpss'dir, sınavdır, testtir...)
aklıma ilk üçte bunlar geliyor. hep de matrix'de bir bug'ı dolduran meslekler mi ne?..
azimle işeyen duvarı deler atasözünü hayata geçiren genç sivillerin geçen yıl 1 Mayıs yasağını delmesi sayesinde Taksim'e çıkabildiğinizin bilmiyoruz farkında mısınız? Çiçek çikolata beklemiyorduk ama kuru bir teşekkürü çok görmeyin.
rpg jargonu kullanmak uygun olacak, çünkü o gün o pankartta bir spell seziyordum...
geçen senenin 1 mayıs'ında genç siviller taksim'de otelden pankart 'sallandırdılar'. kanımca o gün 1 mayısquest'i için 2 mage, 2 warrior ve 1 rouge katılmıştı. sallandırdıkları pankart ise öyle bir area effect yarattı ki o günden itibaren adeta paralysis ve disorienteffect yaşayan devlet ve hükümet görevlileri taksim'i kutlamalara açtılar.
genç siviller amme hizmetine devam ederek, sol gruplara o item'ı hangi boss'u keserek düşürdüklerini, nerde enchant ettirdiklerini söylerlerse çok büyük experience kazanırlar.
ama ben de bencil bir insan değilim, ben de öss merkezlerinden birine gidip pankartı kullanarak change the fking education system görevini tamamlayabilirim. sonra o pankartı başkasına veririm, o da and justice for all görevini yaparak mahkemelerde işleyişi düzeltir ve experience'larına experience katabilir. evet sevgili okur, gelelim oyunun sonuna...
genç siviller geçen sene yaptığınız eylem gerçekten birçok kişide farklı düşünceler, pencereler açmıştır, iyi niyetli bir eylemdi. ama diğer muhalif gruplar veya sendikalar üzerinden prim yapmaya çalışmak en iyi ifadeyle yakışık almaz...
zira 77'den beri verilen emekte de bir büyü etkisi olduğunu, oyunu kimin hard'da, kimin easy'de oynadığını hatırlayın.
sözlerime başlamadan önce yaptığınız işe, bilime olan katkılarınıza ne kadar saygı duyduğumu anlatamam. gerek bilim çevrelerindeki efendi duruşunuzu gerekse gençlerimize bilimi sevdirmeye yönelik çabalarınızı hep takdir etmişimdir. bugüne kadar hakkınızda ne magazin basınında ne de new york times'da bir cümle olumsuz yazı okumadım, denk gelmedim.
gelgelelim son günlerde basında karşıma çıkan bir haberi kah üzüntü kah şaşkınlıka karşıladım. bu haber asparagastır, feyktir diye kendimi avuttum. sabahtan beri düşünceler dolaşıyor kafamda, yemek yiyemedim. sonra da duyarlı bir dünyalı olarak gezegen barışı için ne yapabilirim dedim ve bu mektubu yazmaya karar verdim... neydi beni düşüncelere götüren, gastrointestinal sistemimi altüst eden şey derseniz o yaptığınız açıklama, yani şuydu: eğer uzaylı görürseniz konuşmayın !..
sayın hawking, ben her şeyden önce bir dünya insanı olarak eğer bu açıklama doğruysa sizi kınıyorum. açık ve net... uzaylılarla konuşmayın demenizin altındaki motivasyonu merak etmekteyim, zira uzaylı gelip 'merhaba dünyalı' derse, 'hello' derse ben kendi adıma selam veririm, bir kafa sallarım selam babında. anadolu'da analarımız bizi böyle yetiştirdi sayın hawking! ayıptır bu yaptığınız!
biraz gerildim, tansiyonum yükseldi... ama açıklamanız gerçek ise çok üzülürüm, bilesiniz ki hayal kırıklığı yaşarım... bak yine sinir geldi. uzaylı gelip de 'selamın aleyküm' derse n'olacak? 'aleyküm selam' deyip bir yayık ayranı ikram etmeyecek miyiz?.. çok afedersiniz 'sktr git' deyip taş mı atalım, bunu mu istiyorsunuz? geçmişte bunlar yaşandı, hala ders almadık mı sayın hawking, nedir bu savaş çığırtkanlığı?.. yani gezegenler savaşı çıkarsa bu işten kazancınız ne olacak, yoksa babanız silah tekeli mi, tylium kaçakçılığından vurgun mu yapacaksınız? nedir işin aslı sorarım size...
ben bir dünya vatandaşı olarak böylesine ırkçı, gezegenci, şoven yaklaşımları reddediyorum! uzaylı kardeşlerimizle yıllardır sürdürdüğümüz dostluk ve barış ortamını bozmaya yönelik bu tarz açıklamaları da esefle kınıyorum. umarım hatanızdan dönersiniz, en yakın zamanda gezegeninizin adamı olursunuz.
ha diğer taraftan düşünelim, eğer uzaylı savaş niyetiyle geldiyse ve biz de konuşma yoluna gitmezsek n'olacak?.. daha kötü olmaz mı sayın hawking, daha kötü olmaz mı konuşmamak?.. adamlar demez mi bunlar diyaloga da yanaşmıyor, verin aq lazeri, verin death starı... şimdi savaş niyetiyle bile olsa bir zealot gelip de cümleten en taro adun derse biz aval aval mı bakalım, yine geçmişteki gibi taş mı atalım yani n'apalım? size kalsa konuşmayın diyosunuz, adam sonra yapacağı yoksa da templar'ları toplayıp basmaz mı gezegeni, sorarım size. biz, her şeye rağmen aleyküm selam diyecez sayın hawking! bize lazer sıkana biz diğer yanağımızı çevireceğiz!..
son cümlelerime gelirken bu linklerdeki haberlerin asparagas, adınız üzerinden prim yapmaya yönelik haberler olduğunu söyleyin de ben ve benim gibi başka bir galaksinin mümkün olabileceğini düşünenler geceleri rahat uyuyalım. yok eğer o sözleri gerçekten sarf ettinizse olası bir gezegenler savaşının vebali büyük olur, bunu da bilesiniz sayın profesör.
tabii ki bu düşünceyi ilk ortaya koyan ben değilim. 12 eylül darbesi uygulama olarak bitti, ancak izleri de zihniyeti bugün devam etmekte.
12 eylül zihniyetinin devam ettiğini gösteren örnekler vereceğim, bunlar çoğaltılabilir. bu örnekleri okuyunca birçoğunuz 'ama nasıl olur, bu normal bir durum, bu örnekteki olay aynen devam etmelidir, eleştirilemez.' tepkisi verecektir, bundan adım kadar eminim. çünkü tahsil hayatımız boyunca bize 12 eylül zihniyetinin yanlışları doğruymuş, normalmiş gibi aşılandı.
tarihten ve teoriden bahsetmeden gündelik hayattan otoriter, totaliter, militarist zihniyete dair örnekler:
ilkokulda andımızı okumamız.
okullarda saç uzatmanın yasak olması.
kızlar ve erkeklerin cinsiyet rolünü derinleştiren, yani insanları kalıba sokan uygulamalar.(kızlarımız çorap giyecek, saçları şöyle olacak, erkeklerimiz asker tıraşı yapacak...)
okulların eğitim ve bilimden çıkıp cezaevleri gibi kontrol altında tutulması (güvenlik kameraları, duvarlar, teller, işkence olarak da müdürler ve yardımcıların psikolojik baskısı) (cezaevlerinin durumuna değinmedim)
10 kasım, 23 nisan, 19 mayıs gibi önemli günlerde öğrencilerin zorla törene katılımının istenmesi, hava şartları uygun olmasa da ayakta tutulmaları vs...
özel günlerin başına konan 'atatürk'ü anma' ifadesinin aslında masum olmaması, darbeciler tarafından konmuş olması, yani atatürk zamanında olmaması. sonuçta atatürk'ü kullanarak gençlik ve çocuk bayramlarına militarist bir bakış açısı kazandırmak.
her bürokratik işlem için ankara'ya gitmek zorunda olmak. (merkeziyetçiliğin dibine vurmak.)
atatürk'ün söylemediği sözleri kamu kuruluşlarında çok rahatça kullanarak toplumu otoriteye itaate zorlamak.
sorunları siyasiler yerine ordunun çözebileceği inancının yerleştirilmesi, askerlerin sürekli medyaya siyasi demeçler vermeleri.
okullarda siyaseti yasaklamak, öcü gibi göstermek. aslında o kadar omursuz bir yasaklama ki resmi ideoloji ve eğitim sistemi babalar gibi milliyetçi, ırkçı, yobaz, ayrılıkçı ve toplumu bölücü bir eğitim sistemi dayatırken diğer taraftan kimsenin siyasetle ilgilenmemesini istiyor okullarda. yani vaziyete karşı söz söylediğinizde yaftalanmanız, dışlanmanız, anormal ilan edilmeniz başka bir örnek.
okullarda, kamu kuruluşlarında itaatin, otoriteye koşulsuz saygının artık tavan yapması. bir müdürün yanına girerken on takla atıp, amuda kalkmak, ceket iliklemek, 45 kere sayın müdürüm demek, emredersinizi ağızdan eksik etmemek. yani müdür aslında devleti temsil ettiği için (devletin müdürü) toplum genelinde otoriteye başkaldırının istenmemesi.
toplumun kendi kendisinin jandarması haline gelmesi. yani 'zararlı' düşünceleri olanların ne söylüyor diye dinlenmeye bile gerek duymadan hemen yaftalanarak dışlanmaları.
haberlerde magazine ayrılan sürenin onda birinin 12 eylül darbesine ayrılmamış olması.
posta'nın, hürriyet'in türkiye'nin en çok satılan, okunan gazeteleri olması.
...
biz milliyetçilik, militarizm ve totalitarizmle kendi kendimizin jandarması olup beynimizin büyük kısmını ve enerjimizi bunlara ayırırken dünyadan müze ve tarihi eser manzaraları:
- bu müzeleri, eserleri neden koydun?
- insanlık tarihiyle yüzleşip ders alıyor, birikim sağlıyor. bi de beynimizi hamasetten başka şeylere ayırmanın faydasını göstermeye çabalamak.
The Iosif Stalin tank (or IS tank, named after the Soviet leader Joseph Stalin), was a heavy tank developed by the Soviet Union during World War II. The tanks in the series are also sometimes called JS tanks.
The heavy tank was designed with thick armour to counter the German 88 mm guns, and sported a main gun that was capable of defeating the German Tiger and Panther tanks. It was mainly a breakthrough tank, firing a heavy high-explosive shell that was useful against entrenchments and bunkers. The IS-2 was put into service in April 1944, and was used as a spearhead in the Battle for Berlin by the Red Army in the final stage of the war.
Iosef Stalin (diğer adları IS, JS) tankı Sovyet yapımı ağır savaş tankı. Almanların 88mm'lik toplarına dayanması ve Almanların Panther(Panter) ve Tiger(Taygır Kaplan) tanklarını yok etmesi için tasarlanmıştır. Berlin saldırısında Rusların öncül tankı görevini üstlenmiştir.
S-1 1943 yılında 85mm'lik topla donatılmıştır. Bunlar sonra IS-2'lerin 122mm'lik topu ile donatılmıştır.
IS-100 - 100mm'lik IS prototibi. IS-122 ile kıyaslanmak için üretilmiştir. Testler sonrasında IS-100'ün daha iyi zırh delme özelliğine sahip olduğunu göstermiştir ama diğer IS-122 diğer özellikleriyle IS-100'ü geçince IS-122 kullanılmıştır.
IS-2 1943 yapımı model. A-19 122mm'lik topla donatılmıştır
IS-2 model 1944 (diğer adı "IS-2m") 1944 yapımı. Ön taraf geliştirilmiş ve D25-T marka 122mm'lik toplar konulmuştur. Bu toplar yeni atış kontrol sistemine ve daha hızlı mermi yükleme özelliğine sahipti.
IS-3 1944 yapımı. Yeni tasarlanmış zırha, yuvarlak namluya, açılı ön gövdeye sahiptir. Savaş sırasında 350 tane yapılmıştır.
IS-4 1944 yapımı, IS-3'den daha uzun bir gövdeye ve daha kalın bir zırha sahiptir. 250 tane yapılmıştır.
IS-10 1952 yapımı. Daha uzun bir gövdeye, altı yerine yedi tekerleğe, geliştirilmiş dizel motora, geliştirilmiş zırha ve duman çıkışlı bir namluya sahiptir. Sonra adı T-10 olarak ismi değiştirilmiştir.
Not: IS'ler KV serisi tankların şasisi üzerine kurulmuştur.
- şimdi size soruyorum biz kimiz? biz kimiz?
* fakat...fatih terim?
- biz kimiz ulan?
* sayit tünaydın abii.*
- biz ahmet'iz, biz ayşe'yiz, fatma'yız, osman'ız. biz biriz, biri birilerine baka baka kararırız. yüzlerde gurur, yüreklerde damar tıkanlıklığııı, midede öz suyuyuz. biz takımız, tarafız. yetmiş milyonun bayramı, yetmişş milyonun bayrağıyız. biz milletiz, biz memleketiz, biiiizz... şimdi sahaya biz gibi çıkacaaaz ve diyeceez ki zencilerinki büyükse... yok... 'dünya büyükse biiiğğğğeezz de büyüğüüüzzzzz.'
türk futbolunun bir numaralı destekçisi türkiye'nin turkcell'i milli tamının yanında... sonuna kadar.
- evet siz de oy alın, verin sözlüğe can verin. siz aldıkça sözlük canlanır, oy verdiğiniz yazarlar coşar. yazar coştukça seks hayatı.. yazar coştukça sözlükte iyi başlık açar, iyi entari girer. iyi entariler de iyi oyları getirir. sözlük de böylece canlanır.
sözlük canlanınca da sonuçta yazar kardeşler bana niye oy verilmiyor diye ağlamaz, motive olurlar, onlar da başkasına verirler.
dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
devlet, bu tanımlama ile halka yani kendisini meydana getiren insanlara görevlerini unutup, onlar üzerinde baskı uygulayan bir sistem haline gelmiştir. evet dostlar, yazarlar, vatandaşlar! devlet bize hizmet etmek zorundadır, biz devlete değil. ancak devlet baba vatandaşa karşı sorumluluklarının hiçbirini bugün yerine getirmemektedir. bkz: eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklar adeta lüks gibi sunulmaktadır. sinema, tiyatro gibi kültürel faaliyetleri zaten saymıyorum bile, onlar büyük lütuf.
devletin vatandaşlarına hizmet etmesi gereken, onları kollaması gereken bir yapı olduğu ne yazık ki bu ifadenin vücut bulduğu zihniyette yer almamaktadır. 12 elül darbesi zihniyeti halkın baskı altına alınarak aslında vatandaşın devlete karşı sorumluluğu olduğunu dayatmaktadır. çünkü devletin milleti vardır, milletin devleti değildir o.
netekim hep duyduğumuz her şeyi devletten beklememek lazım esprisinin altında yatan totaliter devletçi zihniyet belki de bu görüşün yansımasıdır. aynı karnı tok zihniyet sağlık, barınma, eğitim, kültürel hakların korunması gibi temel sorunları gündeme getirmemektedir. yani vatandaş(lar) eğer açsa bu devletin sorunu değildir, yolunu bulan aç kalmaz neticede bu kapitalist sistemde.
bu yapılanmayı koruyan, kollayan silahlı güçler her ülkede olduğu gibi bizde de vardır. evet doğru, ancak esas olarak bu yapılanmanın ve 12 eylül sürecinin kendini sürekli yeniden üretmesinin sebebi kanımca halkın örgütsüzlüğü, kopuk bir şekilde gidişatı eleştirme çabasıdır.
bu düzeni eleştir(e)meyen halkın diğer kısmı ise salla başını al maaşını düşünce yapısıyla yaşamını olumsuz şartlara rağmen allah'a şükrederek idame ettirmeye çalışmaktadır.
uzun lafın kısası halklar devletlerinden değil, devletler halklarından korkmalıdır. ancak bu mümkün olduğunda devlet, halkın üstünde baskıcı otoriter bir sopa değil, bağlı bulunduğu halka karşı sorumluluklarını yerine getiren şeffaf bir yapılanma olabilir.
bu kaykayla süs havuzlarının üstünde uçmak artık hayal değil!
(30 gün içinde kaykayla giderken düşüp kafanızı kırarsanız hastane ücretlerinizi ödüyoruz.)
arayın sizi donduralım ve istediğiniz dünyada çözelim.
hızlı geçen altyazı: firmamız dondurma işleminde yaşanacak ölüm, sakatlık gibi aksaklıklar ve gönderilen yılda dünyanın vadedilen gibi olmamasından sorumlu değildir. fka derin doncurucu ve mikroçözücü hizmet ltd aş kampanyalarda değişiklik yapma hakkını saklı tutar.
konser denilince akla pahalı, 'halk' için lüks sayılabilecek eğlence ve sanat ortamı geliyor olabilir. ancak 'herkes için ulaşılabilir sanat' görüşündeki sanatçılarımız da yok değil. bu sanatçılar verdikleri 'halk' konserleriyle sağolsunlar fakir halkı da arada düşünüyorlar. yani konser lükstür, herkes sanata para ayıramaz algısını kırıyorlar 'bu toprakların yetiştirdiği bu duyarlı insanlarımız'.
hatta halktan kopuk olmadıklarının en güzel örneği bence kaldıkları otellerde çiğ köfte ve mangal yapmalarıdır. işte gerçek 'halk kahramanları'...
bunları yapmayıp konsere gittikleri yerlerde dinleyicileriyle sohbet edenler, yönettiği filmde oyuncularıyla yakın ilişki kuranlar var. ama ben bunlara gerçek sanatçı demem arkadaş, gerçek bir sanatçı en aşağı hilton'da mangal yapandır. bilemedin miami beach'de tabladan midye yiyendir, olmadı mısır.
bu kadar oy alması da fantastik bir tim burton filmi gibi. ya da türkiye'de yaşamak böyle bir şey.
beyaz gömlekli, mavi gözlü, hitabet dersleri almış, mitinglerde para ve kabap dağıtan bir parti lideri geliyor ve ½3 oy alabiliyor. ab'de belki de meclise girebilirdi. orda yerler miydi peki bunları?..(-abi kebabı çok seviyorlar, yerlerdi.)
efenim istatistikler doğru ise haritanın altına gelip mouse'umuzun tekerlek diye tabir edilen orta tuşuynan aşağı indiğimiz takdirde partilerin oy dağılımları görülecektir:
Atatürk'ün heykeli Havana'nın en gözde mekânlarından olan, turistlerin uğrak yeri tarihi semtindeki Puerto Caddesi'ne dikildi...
Türk heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılan Atatürk büstü Küba'nın başkenti Havana'ya dikildi.
Küba'nın ulusal kahramanı Jose Marti'nin Ankara'da Çankaya parkında açılan heykelinin ardından, şimdi de Havana'nın tarihi semtindeki Puerto Caddesi'ne Mustafa Kemal Atatürk'ün büstü dikildi. Ankara'daki ve Havana'daki her iki heykel de Türk heykeltıraş Metin Yurdanur'un eseri.
Atatürk büstünün açılışı için önceki gün düzenlenen törene, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Haydar Berk, Küba Büyükelçisi Şanıvar Kızıldeli, Havana kent tarihçisi Dr. Eusebio Leal Spengler, Küba Dışişleri Bakanlığı ve Küba Halklarla Dostluk Kurumu ve Havana Şehri Halk Gücü Eyalet Meclisi mensupları katıldı.
Tören sırasında konuşmacılar, Atatürk'ün 'Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' çağrısını yineledi. Dışişleri Müsteşarı Berk, açılışta yaptığı konuşmada, bu heykelin Türk ve Küba Halkları arasındaki dostluğun ve sevginin bir sembolü olarak iki ülkenin gelecekteki jenerasyonları için bir ilham olacağını söyledi.
Kent tarihçisi Dr. Eusebio Leal'se şunları söyledi: 'Atatürk heykeli en iyi insanlık idealini oluşturmaya yardımcı olan, erdemli adam ve kadın olmak, millet olmak ve kültürlü olmak için daimi görevlerin ortaya çıkması hususundaki mütalaa telkinlerinin verildiği Havana'nın kalbinde yer alan yere konuldu. Yeni bir geleceği zorlamayı bilen, hümanist, yenilmez asi ve bir büyük öğretmeni getirdiği için Türkiye'ye teşekkür ederiz.'
NASIL BiR TÜRKiYE iSTiYORUZ başlıklı bu taslak, 29 Mart 2009 yerel seçimleri sonucu Alevi Bektaşi Federasyonu'nun (ABF) siyasal süreci değerlendirmesi ve halkımız için, umut ışığı olabilecek sol-sosyal demokrat bir toplumsal muhalefeti birlikte oluşturmak, önümüzde bir görev olarak durmaktadır" tespitini yapmasından sonra, yapılan toplantılar, görüşmeler sonucu şekillenmiştir.
Kapitalizmin krizi; bütün dünyada; yoksulluk ile zenginlik arasındaki makası giderek açıyor. Dünyadaki yoksul nüfusu giderek büyütüyor.
Küresel bütünlük içindeki sermaye; adalet, eşitlik, özgürlük gibi evrensel kavramların yerine; adaletsizliği, eşitsizliği, yoksulluğu ve tutsaklığı yerleştiriyor.
1980'lerin sonunda 'Reel Sosyalizmin' çökmesiyle, yalnızlaşan ve rakipsiz kalan kapitalist sistem; 'SOSYAL DEVLETi tümüyle ortadan kaldırıyor. Kamu mülkiyetini özelleştirmesinin yanı sıra, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçları karşılayan kurumları ve hizmetleri de özelleştiriyor.
Dini, imanı, milliyeti olmayan sermaye; ülkeler ve bölgeler düzeyinde, milliyetçiliği, ırkçılığı ve gericiliği örgütlüyor. Bölgesel ve ülkesel düzeyde; kimlikler, kültürler, inançlar ve etnik yapılar arasında ayrımcılığı, terörü ve savaşı körüklüyor.
'Komünizm tehlikesi' iddiası ile yıllarca yürütülen 'soğuk savaş', ABD eliyle 'etnik ve dini savaşlar' olarak devam ediliyor. 'Siyasal terör' uluslararası sermaye tarafından besleniyor.
Doğa ve çevre sürekli tahrip edilerek, ekolojik denge alt üst ediliyor. Doğanın tahribi, insanlığı tehdit edecek boyutlara yükseliyor.
Dünyadaki bu gelişmeler; Türkiye'ye daha da ağırlaşmış bir şekilde yansıyor. Küresel kriz, etkisini her alanda açıkça gösteriyor. işsizlik oranı sürekli yükseliyor, her açıklanan işsizlik sayısı bir öncekini aşıyor. Açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların sayısı bugün ülke nüfusunun dörtte üçünü oluşturuyor.
Kamu mallarının bir çoğu 'yok pahasına' satılıp özelleştirildi. Hayatın her alanına, özelleştirme giriyor. Belediyelerin, bir kamu hizmet olarak yapmak zorunda olduğu, doğal gaz ve su gibi temel hizmetler bile özelleştiriliyor. Karayolları satılıyor.
Rüşvet ve yolsuzluk her yerde olağan hale getiriliyor. Yeni bir talan düzeni kuruluyor.
Siyasal ve ekonomik açıdan ülke hızla siyasal islam'ın kontrolüne giriyor. 'Yeşil Sermaye' denilen yeni bir zenginler sınıfı yaratıldı. Siyasal islamcı sermaye ülke ekonomisindeki ağırlığını sürekli arttırıyor.
Devlet eliyle büyütülen muhafazakârlık, ülkenin siyasal ve kültürel dokusunu hızla değiştiriyor.
Devlet destekli 'Mahalle Baskısı' kendine benzemeyen 'öteki'nin yaşam alanını sürekli daraltıyor.
Komşu ülkeler ve toplumun kimi kesimleri üzerinden ırkçı dalga körükleniyor.
Yasama, yürütme ve yargı arasındaki 'güçler ayrılığ' ilkesi; tek parti yönetiminin yarattığı siyasal ve psikolojik atmosferin hegemonyası altındaki kadrolaşma ile hızla ortadan kaldırılıyor.
Adaletsizlik aleni ve olağan bir hale dönüşüyor.
Faili meçhul binlerce cinayet ısrarla karanlıkta tutuluyor.
12 Eylül darbeci generallerinin yargılanmaması için Anayasa'nın 'geçici 15. madde'si kaldırılmıyor.
Bütün değişikliklere rağmen, mevcut Anayasa; 12 Eylül rejiminin ruhunu ve kurumlarını içinde barındırmaya devam ediyor.
Seçim ve siyasi partiler yasası ile temsilde adalet engelleniyor.
On binlerce insanın ölümüne ve trilyonlarca liraya mal olan Kürt Meselesi'nin demokratik çözümü ısrarla engelleniyor.
'işkenceye sıfır tolerans' açıklamalarına rağmen, siyasi irade işkencecileri koruyor, işkencede insanlar öldürülmeye devam ediliyor.
..
...
Genelkurmay Başkanı ilker Başbuğ, Büyük Taarruz'un 87. yıl dönümünde Afyon'daki şehitlik ziyaretinde; mezarları yan yana olan Ağrılı, Erzurumlu, Muğlalı, Bingöllü askerleri görünce duygulanıyor ve günümüze dönüp; 'Kürt Açılımı' ile ilgili yapılan tartışmalara gönderme yapıyor: 'işte Türk milleti bu; Kulplusu Edirnelisi Afyonlusu da milletin parçası. Burada beraber yatıyorlar, yan yanalar. Kardeşlik bu. Bunu bozmaya kalkanlara kimse olanak tanımamalı' diyor Genelkurmay başkanı.
Evet, Anadolu halkları, özellikle de Kürtler ve Türkler; Kurtuluş Savaşı'nın her cephesinde birlikte savaştılar. Çünkü onlar, yeni Türkiye' Türklerin, Kürtlerin, tüm Anadolu halklarının ortak, hak eşitliği temelinde kurulan, halkların kardeş olduğu bir ülke olmasını umuyorlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları da daha Kurtuluş Savaşı fikrini öne sürmeden, Türk-Kürt kardeşliği amacını ortaya koymuş; kurtuluş için onları 'siper kardeşliği'ne çağırmıştı.
işte, Kurtuluş Savaşı'nın son etabı sayılan o Büyük Taarruz'un başladığı gün, zaferi görmeden yaşamını yitiren, Anadolu'nun her yanından gelen askerler, ne padişahın çağrısıyla ne de oluşmuş bir devletin baskısıyla gelmişlerdi. Onlar, gelecek güzel günleri görmek; herkesin kardeşçe yaşadığı, Kürt ve Türkün eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye için çarpıştalar ve öldüler. Onlar için 'siper kardeşliği', bugün gördüğümüz bir 'mezar kardeşliği' ile sonuçlanmıştır.
Ama sağ kalanlar; bütün halklara kurtuluş, özgürlük, kardeşlik vaat eden genç Türkiye; Kurtuluş Savaşı'ndan 87 yıl sonra 'Kürt Açılımı mı', 'Demokratik Açılım mı', yoksa 'Milli Birlik Projesi mi' tartışması yapıyor; yapmak zorunda kalıyor. Ve hâlâ 'sivil' ve 'üniformalı' generaller, 'üniter devleti tehdit altında' görmeye devam ediyor; Kürtler, Türklerle eşit haklara sahip olma hakkı için mücadele etmek zorunda kalıyorsa; ülkeyi yönetenler açıkça ya da üstü kapalı 'Evet, bir Kürt sorunu var' diyorsa, Genelkurmay başkanı bugün 'birlik ve bütünlük' için 87 yıl öncesini mezar taşlarını göstererek kanıtlamak ihtiyacı duyuyorsa, bu, bugünkü durumun 87 yıl öncesinin gerisinde olduğunun kabulü anlamına gelmektedir.
...
ülkemizin geçmişten gelen devlet geleneğidir. türkçe dışında tüm dillerde bu siyaset uygulanmıştır.
kürtçe'den bahsedecem, çünkü türkçe'den sonra en çok kullanılan dillerden ülkemizde. ayrıca kürtçe özelinde yazmamın diğer sebebi asimilasyon politikasının tutmamış olmasındandır. ne yazık ki diğer diller ve kültürler zaten çok büyük oranda azalmıştır.
kürtçe'nin hala dil olmadığını iddia eden kimseler var. hoş geçmişte kürt yok diyorlardı, şimdi kürt var, kürtçe yok seviyesindeyiz. tamam hadi diyelim ki belki bilimsel olarak dil değil. tüm dünyada dilbilimciler bu dil değil diyor. eyvallah.
ama arkadaş o kadar insan konuşuyor, çocuğuna ninni söylüyor, ağıtlar yakıyor bu dilde. sevgisini kürtçeyle ifade ediyor yavuklusuna, kürtçe sövüyor tuttuğu takım yenilince.
hala yok ordan bozma, burdan kelime araklama karışık bir şey diyorsunuz. kardeşim insanlar kendi arasında bunla anlaşıyor, bunu kullanıyorlar. bu dille sanat eserlerini yaratıyorlar.
insanlar (hadi yüzlerce insan bile olmuş olsalar yani az sayıda bugün afrika'daki bazı dilleri kullananlar gibi) bu dili kullanıyorsa, duygularını bu şekilde ifade ediyorsa sana ne kardeşim. herkes kendini türkçe ifade etmek zorunda mı?
edebiyatı, müziği yokmuş! kardeşim senin türkçe sanattan, müzikten bile haberin yok ki kürtçe edebiyatıdan nerde haberin olsun. hayatında şiir okudun mu? sen mevlana'yı bilir misin? senin bildiğin petek dinçöz'dür, ibrahim tatlıses'dir, güllü'dür.
türkçe'ye geldim şimdi. bugün azeri türkçe'siyle t*şak geçiyorsun kardeşim sonra çıkıp vaaay bizim türkçe'miz şöyledir, türkçe'miz böyledir. ulan türkçe kelime mi bıraktın, kullanılan kelime sayısı her geçen gün azalıyor. milletin dilinden sana ne? sen kendi dilini koru, adam gibi yaşat! sevgiline i love you demeyi, abuk sabuk yhok yazmayı bırak önce.
ingilizce nick'lerinizle, faşist bilinçsiz beyinlerinizle geleceğe bi b*k bırakamayacaksınız. tarihte hiçbirinizin adı herhangi bir sanatsal, bilimsel etkinlikte geçmeyecek. ama hangi dilde olursa olsun sanat eserleri, edebi eserler unutulmayacak.
lazca'ya geldim. lazca konuşan bugün çok az insan kalmıştır. horon tepmek de lazca konuşmak da kültürdür, değerdir korunmalıdır. [kolbastıyı geç sımaylisi]
bugün ülkede ermeni, rum kalmamıştır. nerde hak getire.. müslüman da değiller büyük oranda, 'kast sisteminde' en aşağıdalar yani...
bırakın artık lan, bırakın şu insanların kültürünü, dilini! o savurduğunuz küfürleriniz de gelecekte insanlığa hiçbir şey katmayacak. ancak küfür ediyorsunuz, insanların konuşarak anlaştığını unutmayın.
yok öyle bir inkar, herkes dilini konuşuyor, kimse karışmıyor, öyle olmasaydı bu yazıyı yazamazdın bidi bidi...diye geyiğe başlamayın, sıktı artık.
önce kendi ülkenizin siyasi tarihini bilin. sonra özendiğiniz hitler'in ve faşizmin ne olduğunu öğrenin.
en son da bitirirken: geçmişle yüzleşmek ve devlet politikalarını eleştirmek vatansever olmaya engel değildir!