ispanya'nın Granada'sında yer alan devasa saray.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, eğer sarayı gezmek istiyorsanız mutlaka 1 gün öncesinden bilet almanızda fayda var, zira elininiz boş dönebilirsiniz, çünkü ilk girişte içeriye belli sayıda insan alıyorlar. (bkz: La Caixa)isimli bankaların, saray için bilet satan otomatik makinesi var, veya şehrin belli yerlerde sarayın resmi dükkanları mevcut, ordan da bilet satın alabiliyorsunuz, fiyatları da aynı her ikisinde de. ( Temmuz'da 14 euro gibi bişi ödemiştim).O nedenle işinizi şansa bırakmayın ve bu yerlerden birinden bir sonraki güne bileti temin edin derim ben.
Bilet fiyatları da görmek istediğiniz alanlara göre değişmekte, misal sadece bahçelerini gezmek istiyorum veya bütün sarayı gezmek istiyorum gibi seçenekleri var.Biletlerin üzerinde (bkz: Nasrid's Palace) 'de olmanız gereken saatler yazıyor ve o anda mutlaka orda bulunmalısınız çünkü orda yazan saate göre alım yapıyorlar eğer ki gecikir iseniz, işiniz yaş o nedenle dikkat!
Şehrin merkezindeki katedraldan kalkan otobüslerle ulaşım sağlanıyor zira, El Hamra şehrin epeyce yükseğinde konumlanmış.Yanlış hatırlamıyor isem, saraya 3 ana giriş kapısı var, otobüsten giriş yapacağınız kapıya göre inebiliyorsunuz.
Saray, gerçekten de epey geniş ve girdiğiniz her bölüm mutlaka bir bahçeye veya başka bir bölüme geçişi sağlıyor.Duvarlarda Arapça yazılar, aşina olduğumuz türden dualar, süslemeler mevcut.Bir de simetri çok önemli imiş o dönemki eserlerde.Tepeden eski şehri izlemek keyifli, manzarası da garantisi.Epeyce bahçesi var sarayın ve de cidden görkemliler hatta bahçeler binalarından daha görkemli diyebilirim, bir de su kaynaklarına çok önem vermişler, bahçelerde mutlaka havuz yer alıyor ve bazen saray içlerinden bahçe havuzuna ulaşan, yerden bağlantıları var.
Tepeye vardığınızda, diğer kulelerini de görebiliyorsunuz. Her yeri tarih ve yaşanmışlıklarla bezeli bu kentte her an Prince of Persia veya Assasin's Creed sahnesini yaşabilirmişim gibi hissettim.
Saray çıkısında da otobüs yerine yürümeyi tercih ettik biz, tepeden aşağıya kadarki kalan arada ormanımsı bir alan var, biraz dönemeçli ama bir sürü ağacın içinden geçerek mis gibi kokular eşliğinde şehre inmek, size yorgunluğunuzu unutturacak düzeyde.
Endülüs ' e yolunuz düşerse, ne yapın ne edin bilet alıp gezin bu sarayı.Türkiye'de sarayın ve mimarinin alası mevcut ama burda başka bir tat var.
Tarih ile çok alakası olmayan birinin bile sıkılmadan izlebileceği filmdir.Aslında bir belgesel havası taşımıyor değil ,amerikan tarihi hakkında fazla bilgisi olmayan birinin bile, ilgisini çeker diyebilirim. Herkesin de belirttiği gibi, filmin geneli köleliğin kaldırılması hakkında, daha da fazla bişi beklemeden izleyin. Müzikleri ve her daim loşluğu, 2.5 saat boyunca filme çok yakışmış.
Bir de Lincoln'un, filmin bir sahnesinde, mühendis gençten bir adamla ile konuşurken, Öklid'in geometrisine selam çakması, filmi izlerkenki ruh halimi başka alemlere daldırıp çıkardı :''Aynı şeye eşit olan şeyler birbirlerine de eşittirler.''
Fazla beklenti ile izlenmemesi tavsiye edilir.
deniz kıyısında yürüyüş yaparken, rüzgar etkisiyle çarpan dalgaların üstüme gelmesi, tuzlu suyu tenimde hissetmek., hatta tadını almak .bildiğimiz kahkaha attım...(hızlı tempoda yürürken tek başına gülen bir tip, eminim dışardan pek dehayra alamet değildir) seviyorum uleeyn bu şehri.
şehre gelişimin zamanları. üniversite için şehir değiştirmişim bi nevi köyden indim kenti durumu.( birazcık abartıyım caaanııım) ilk zamanlar malum tanıdık arkadaş da yok bi de hani kenti keşfetme arzusundayım filan... ders biteer ben hoooop alsancak semalarındayım.eskiden beridir hobi haline geldi kitapçı gezmek, hiçbir şey almasam dahi mutlaka bir yarım saat geçirmek iyi gelir ruhuma. kaldı ki büyüdüğüm şehirde böyle büyük çaplarda kitapevleri de yoktu.o yüzden büyülenir gibi tek başıma gezinmeyi pek severdim.( aslında hala öyleyim )
kitapçılardaki kitap dizilimi, mekan kullanım biçimi beni acayip etkiler, yakın kitapevi de işte öyle bir yer. bir kere ferah mekan, geniş alanından dolayı içim sıkılmadan vaktim de varsa en az 1 saat gezinebilirim. maalesef ki izmirlillerce yeteri kadar kıymeti bilinmiyor bence, sadece meraklısına hitap etmekle kalıyor sanırım ama sahibi/sahiplerinin bu durumu da taktıkları yok gibi gibi.çalışanları da cidden yardımsever ve kitaptan anlayan cinsten, bu iş zaten bir merak, bir ilgi işi.
Hiç üşenmeden bilgisayarımda var olan (nerdeyse) bütün albümlere tek tek baktım.
O anki ruh hallerimi hatırlamaya çalıştım, giydiğim kıyafetleri inceledim, o karelerin olduğu yerleri hatırlamaya çabaladım, fotoğrafın hangi tarihte çekildiğini hesaplama çalıştım, o zaman diliminde kimlerle neler yaptığımı & hangi anıları paylaştığımı hatırlamaya çalıştım...
Ve farkettim ki sanki ben eskiden daha bi mutluymuşum, sanki daha farklı bakan gözler, daha eğlenceli filan...Hem saçlarım da epey çokmuş o zaman son 3 - 4 yılda epey azaldılar ...
Üniversite bitimine yakın ve daha sonra çekilmiş fotoğraflarımda, sanki ben daha bi hüzünlüyüm, sanki keder taşıyorum içimde, bakışlarım donuklaşmış, saçlarım eksilmiş, artık beyazlamaya da başladılar zaten, hani derler ya sanki üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi , tam da o ruh halimdeyim gibi gibi...
Okul bitti, aşık oldum, ayrıldım, çalışmaya başladım,ayrıldım... nolduysam oldum ama artık cidden ''aslıma'' geri dönmek istiyorum ((:
ilk kez yamulmuyor isem (bkz: testesteron)da izlemiştim.Geçtiğimiz aylarda, Oyun Atölyesi'nin Antonius ile Kleopatra'sında izledim.
Oyunda nasıl oluyor da oluyorsa, 2 saat boyunca dimdik, tabiri caizse sopa yutmuş gibi duruşu ve oturuşuyla dikkat çekmiştir, ayrıca ses tonu gerçekten çok güzel...Kelimeleri kullanış şekli, tok sesiyle birleşince bu adam hep konuşsun diyorsunuz, bir de bu oyunda o kadar çok yüksek sesle konuştu hatta yeri geldiğinde avaz avaz bağırdı ( rol gereği tabiki) ki, adamın ses tellerine bir şey olmasından endişeliyim :( Şaka bir yana, cidden nefes & ses eğitiminin ne kadar da önemli ve gerekli olduğunu anlıyorsunuz...
Ayrıca öyle ahım şahım bi tipi yok hani ergen kızlara sesleniyorum ammavelakin adam karizmatik...
bir zamanlar böyle bir yarışma programı vardı, suratsız kısacık biçimli kesilmiş saçları ve kemik gözlüğü ile yarışmayı sunan hatun ise hala gözümün önünde... lise yıllarımızda bize gani gani malzeme olmuşluğu vardır.
sadece 1 kez canlı izleme fırsatı buldum.. yanılmıyor isem, birkaç ay önce izmirde (bkz: opus) adlı mekanda idiler. o gece ya mekanda bir ses sorunu vardı ya da grupta bir sıkıntı vardı artık bilemicem resmen ne söyledikleri anlaşılmıyordu. hani sözleri bilmesem dicem ki bunlar ne diyo yahuu...
Gene de severek dinlemeye devam ama hani artık yeni bişiler yapsalar...
çoğu şeye aklıyla yaklaşmaya çalışanların sık karşılaştığı durumdur. içten hissedilen ile beynin söz düellosuna tutuşması gibi bişi, karmaşık olmaktır.
bilenler bilir izmir de her sene tiyatro festivali olur, istanbuldan birçok özel tiyato gelir oyunlarını sergilemeye.işte o 10 gün içerisinde tiyatro görmemişler gibi saldırırız biletlere, zira biletler hem çok ucuz hem de kaliteli oyunlardan dolayı, ilk birkaç gün içerisinde birçok oyuna bilet kalmamış olur.
işte o festivalin 2009 yılındakinde izlemiştim oyunu.Emre karayel mert fırat ... gibi oyuncu kadrosu vardı, o kadar eğlendiğimi, çılgınlar gibi alkış aldıklarını, yapılan açık saçık esprilerin, edilen küfürlerin cuk oturduğunu hala hatırlıyorum. Geçen gün gazetenin ekinde aynı oyunun halen daha farklı kadro ile oynandığını okudum, keşke tekrar izmir'de izleme fırsatımız olsa...
Yakın zaman içerisinde izleme fırsatım oldu.
öncelikle rutkay aziz ve taner barlas ın oyun içindeki paslaşmaları güzel olmuş, birbirlerine söyledikleri tatlı-sert lafları oyuna, sanki bir sohbetteymişiz havası vermiş ki kimileri bunu sevmez, bence yakışmış.
Temsili 500 ler meclisi, din & kilise & bilim üçlemesi hepsi çok güzel aktarılmış, aynı zamanda sokrates idamından tam 2411 yıl sonra Atına 'da kurulan temsili mahkeme tarafından suçsuz bulunmuş. ayrıntılar için (bkz: ) http://www.ntvmsnbc.com/id/25352718/
Her bölümden sonra ''Adalet, Sizsiniz'' vurguları da cuk oturmuş.
nicedir izlemek istediğim filmdi, yeni izlemiş biri olarak taze taze sözlüğe de yazıyım istedim. Klasik, en baştan en sonunu bildiğimiz filmlerden evet...Ama yine de ben hiç sıkılmadan izledim. Pat ın eşini yeniden kazanmak için delileri gibi kitap okuması, sürekli koşup durması ve alyansını hiç çıkarmamış olması ( sürekli diğer insanlara da gösterek aslında evli olduğunu eşiyle arasında mükemmel bir kimya olduğunu iddia etmesi ) takdire şayan.Tam bir romantik ideal erkek profili ki kadınlar böyle tiplere bayılırlar. Tiffany nin de eşini saçma bir kazada kaybetmesi ancak duruma alışamaması ve kaderin ağlarını örmesi falan filan....
Sıcacık güzel bir film olmuş, bir de insanı dansa özendirmesi yok mu *
Bir de Tiffany,adamın okuduğu (bkz: sineklerin tanrısı) (adamın eşiyle ilgisi var tabi kitabın) adlı kitabı öyle bir ezdi ki, yapma etme diyesim geldi, bi de sonra tuttu kapıdan dışarıya fırlattı .
hiç bilmediğin bir yere yolculuk, yurt dışına olursa daha keyifli olabilir.doğuya veya batıya olmasının hiçbir önemi yok, yeter ki yeni olsun, keşfedilmeyi beklesin.
Akşam internetten nereleri görmem gerekiyor güzelce planladıktan sonra, sabah elimde haritam, rahat kıyafetlerim & güneş gözlüğüm & foto. makinem, cadde isimlerini takip ederek, haritamla da teyit ederek, kaybolarak,ve tabi ki ona buna sora sora varacağım yere ulaşma başarım... sonaki hedef bir diğer görmem gereken yer.Arada tabi bi yerlerde durup soluklanmak da lazım, yerel içeçekler veya duruma göre sütlü neskafe yanında tatlısıyla.Her yere yürüyerek gitme arzusu, günün sonunda yorgun beden ama çok mutlu bir ruh, kocaman bir gülümseme ile uykuya dalma, uyanmak yeniden hevesle yeni yerlere gitme telaşıyla....
Dakik trenle yetişmek için hızlı adımlar, yine harita önümde açık...Kalacak uygun bir yer arama telaşı ücretsiz bir kablosuz bağlantısı olan bir kafeden...Gidilen yerlerde karşılaştığım ama hiç bilmediğim , araştırılacak kategorisine aldığım notlarım...
Yolculuk yapmak istiyorum yepyeni bir yere, hiç görmediğim, benim için keşfedilmeyi bekleyen...
Yanımda kimse olmasa da olur ama hayalim sevgili ile birlikte keşfetmek.
Evet, ucuza uçak biletleri bakıyorum, özellikle vizesiz giribileceğim ülkelere. Turist hayatı özledim ve yine yeniden yaşamak ,tatmak istiyorum...
elimde şarabım, yanımda çerezim durmadan dinliorum, neden bu kadar geç kalmışım diye de hayıflanmadan edemeden. çok da pozitif sımsıcak bir enerjisi var, o zaman sarsın her tarafı...
18 yaşıma kadar okuduğum ege şehrinde, o dönemde 1 tane fen lisesi ve sadece 2 tane anadolu lisesi olması nedeniyle bir anadolu liseli olmak ayrıcalıktı, itibarlıydı, ben de bir anadolu liseli olarak 7 yıl orda olmaktan kendimce gururlanırdım..Kaldı ki, mezunları epey iyi üniversitelerin, gene epey iyi bölümlerine yerleşmişlerdir, hatta ve hatta bi ara ilk onda her sene mutlaka yer alan öğrencileri bile vardı. Ancak gel zaman git zaman, bizim oralarda her düz liseyi anadolu lisesi kapsamına almışlar, kabak tadı misali.
Özetle artık anadolu liseli olmanın bir esprisi yok,bunun artarak artan düz liseden bozma okul sayısı ile ilgisi olduğu kadar, hızla düşen eğitim kalitesi ( öğrenci ve öğretmen hepsi birlikte bence ele alınmalı) ile de alakası epeyce fazladır.
80 ler çocuğu iseniz, kesinlikle ilkokulda gözlemlediğiniz küçük ve basit ev deneyidir.Her gün gelişimini izlediğimiz fasulyeciği,en sonunda çürümüş halde bulup, tarihin tozlu sayfalarına gömmüşlüğümüz vardır.
sevdiğim birinin taptığı bir kitap olduğunu öğrenince,hediye etmek istenmiş ancak bulunamamıştır. bulunduğum şehirdeki kitapçılara, internetteki kitap sitelerine, her sene yapılan tüyap stantlarındaki görevlilere de sorulmasına rağmen sonuç fiyasko olmuş,kitabın baskının artık yapılmadığı,eğer ki şanslı isek 2.el kitapçılarda bulunabileceği öğrenilmiştir. hediye işi de böylece yatmıştır.
ps: kitabı duyan bilen& bulabilen varsa mesaj atabilir.
eskiden kimse kimsenin ne yiyip ne içtiğini bilmezdi, bilinmesi de ayıptı.öylee bir hal ki, eve taşınan yiyecek erzakları koyu renk torbalarda veya koyu renk kartonlarda evlere taşınır, içinde ne olduğunu konu komşu kimseciklerdi görmezdi.şimdiyse ödenen hesaplar, facebookta yenen yemekler&tatlılar ve bilimum güzel tatlar herşey aleni.biz böyle yetiştik böyle gördük ailemizden.ödenen para, yenilen yiyecekler dışarıya uluorta söylenmez, evet hala savunuyorum bunu.eski kafalıyım ve bunda da ısrarcıyım.
ne istediğini bilmeyen insan türünün yegane hissettiğidir.Çünkü ne istedğini bilmiyor isen elindekinin kıymetini de bilemiyor ve hep ıskaladığını düşünerek vah vah triplerinde dolaşıyorsun.
Asıl adı Hikmet Süreyya Kanıpak' tır. O kadar yalın bir dille anlatır ki sanki muhabbet arasında söylenmiş alalede sözcüklerdir.Yaşamı boyunca epey ödül olan şair, tüm bunlara zerre kadar önem vermemekte hatta ve hatta artık ödüllerini bile almaya gitmemektedir.(Maalesef ki, hakkında ödülü az bulduğundan dolayı kabul etmediğine dair söylentiler de çıkmıştır.) Oysa ki adam o kadar rahat ki, ne ödülü taktığı var ne de büyük bir şair olmayı, kendi halinde yasayip giden bir şahsiyet.
Güzel bir tesadüf sonrasında kendisi ile tanışmışlığım oldu bir tanıdık vasıtasıyla ve şöyle dediğine şahit oldum : ''Şiirin ne olduğunu anladığım gün vallahi yazmayı bırakıcam.''
Çok sevdiği Foça'dan taşınmış, yaklaşık 7 senedir Urla 'da yaşamaktadır.
Okunmalı, okutturulmalı...
NOT: Sanırım artik ilköğretimdeki ders kitaplarında şairler arasında yer almaktadır.Bizim zamanımızda yoktu.
yıllar önce bir arkadaşımın tavsiyesi ile haberdar oldum bu kitaptan.her kitapçıya uğradığımda, ki bu nerdeyse her hafta olan klasik hobimdir, sayfalarını karıştırıp yerine bırakmakla yetindim, nedendir bilinmez bir türlü almaya elim varmadı.Neden sonra yine bir klasik kitapsan(izmir de kıbris şehitlerinde bir kitapçı) gezintimde, kitabı kaptığım gibi kendimi kasada buldum, her şeyin gerçekten de bir zamanı var, anlam bütünlüğü sonradan bir yapboz gibi tamamlanıyor.Hayatımda kötü bir dönem geçirdiğim, bir şekilde desteğe ihityacım olduğu bir anda okumaya başlamamıştım.Bilindik kişisel gelişim kitapları gibi değil, daha farklı bir algılama biçimi var.Yalnız bana gereksiz yere kalınmış gibi geliyor, sonuçta anlatılmak istenenler yarı kitapta da toplanabilirmiş.
paraf kartı (bankanın yeni kredi kartı olur kendisi) bugün itibariyle elime geçmiş ve hayal kırıklığı yaratmıştır.bi kere çok basit bir tasarım kullanmışlar madem banka kendi yarattığı kartıyla devam kararı aldı, şöyle afilli bişi yapsaydı iyiydi.Ayrıca, kalite olarak da kart vasat sanki her an kırılabilecek gibi duruyor.Marketlerin alışveriş için verdiği kartlara benzettim ben.