"Siz insanların aklının almayacağı şeyler gördüm. Orion'un yamaçlarında yanan hücum gemileri, Tannhauser geçidinin yakınında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını seyrettim. Tüm o anlar zamanla kaybolacaklar, tıpkı yağmurdaki gözyaşları gibi. Ölmek zamanı... " ve "Onun yaşamayacak olması çok kötü! Zaten, kim yaşıyor ki? " gibi etkileyici replikleri olan 1982 yapımı bilimkurgu filmi.
Genellemeler yaparak insanları ötekileştirmeye çalışan kişilerin tespiti olduğunu düşündüğüm genelleme. Tıp okuyan biri olarak çevremde başlıktaki tarzda tipler yok diyemeyeceğim. Ama bu kişilik meselesi arkadaşım. Götü kalkık olan sadece diğer fakültelerde okuyanlara karşı götü kalkık değil, yanında oturan tıpçıya da öyle davranıyordur emin olun. Ben arkadaşlarım arasında gayet mütevazi birçok kişi sayabilirim. Olay 2 yıl okumak yada 6 yıl okumak değil, olay sen neysen onu ortaya koyabilmek. 6 yıl okudun diye adam olmadığın gibi 6 yıl okuyorsun diye otomatikman götün de kalkmıyor. Birkaç olumsuz davranış gördünüz diye herkese önyargı ile yaklaşmanın alemi yok.
adını dahi gördüğümde içimi hüzün kaplayan, oturup karşılıklı birşeyler içip sohbet etmek istediğim irlandalı sanatçı. adam öyle sözler yazıyor, öyle yorumluyor ki benim için neredeyse tüm şarkıları durduk yere adamın a.ına koyan şarkılar kategorisinde. ah be güzel adam seni kim bu kadar üzdü diyesim geliyor ama kendisine bu melankolik hal o kadar yakışıyor, birçokların duygularını öyle güzel ifade ediyor ki hiç ses edemiyorum ya bu sesten mahrum kalsaydım korkusuyla. lisa hannigan ile beraber şarkı söylemek için yaratılmış gibiler. melanie laurent ile şu düetlerini çok sevdiğimi söylemeden geçemeyeceğim;
öyle bir boşluk içerisindeyim ki canım derdimi buraya yazmak dahi istemiyor. sürekli itiraflardan kaçıyorum. yalnızca itiraflardan değil, canımı acıtacağını düşündüğüm herşeyden, herkesten. sanırım bu yüzden ya canım acır korkusuyla yada mutlu olacağıma inancım olmamasından mutlu olamıyorum. bilemiyorum. şu sıralar tek yaptığım hüzünlü filmler izleyip, dokunaklı şarkılar dinleyip, birkaç güzel dize şiir okuyup kendime yapay acılar yaratmak. çünkü ben acı çekmesini bile bilmiyorum sözlük.
instagramda gezinirken gördüm bu filmi ve soundtrackı. açtım hemen dinledim ve müptelası oldum sonra da tabi. Son bir haftadır da sürekli lili dinler oldum. final haftam olduğundan oturup izleyememiştim, bu akşama kısmetmiş. bundan sonra yazacaklarım spoiler içerebilir.
--spoiler--
abisine çok düşkün biri olduğumdan ve şu sıralar ailemin abime ufak kırgınlıkları olması nedeniyle film beni hemencecik içine çekti. başta izlerken herşey çok yüzeysel geldi, çok sade. içimi bir hüzün kapladı ama ağlamadım. zaten öyle film izlerken ağlayabilen biri değilim ama final sahnesini izledim ve film bitti ya işte o zaman içimi kaplayan o hüzün büyüdü büyüdü ve mideme oturuverdi herşeyi tekrardan düşününce, bütün olayları kafamda yerine koyunca. işte o zaman anlayabildim oyunculukların mükemmelliklerini. o acı, daha doğrusu yaşanamayan, bastırılan o acı, pişmanlık hissi, keşke'ler, diğer evladını koruma isteği. ayrıca filmin sonunda lili'nin bunu bana nasıl söylemezsiniz tarzı bir isyan moduna girmemesine memnun oldum. film biteli yarım saat oldu ama ben hala etkisindeyim. bu naif filmi tüm sevdiklerime tek tek tavsiye edeceğim. ayrıca filmin sonunda lili'nin bunu bana nasıl söylemezsiniz tarzı bir isyan moduna girmemesine memnun oldum.
--spoiler--
mutsuzluk dereceme göre değişir. ama genelde gerçekten mutsuzsam ve ağlayabildiğim bir dönemdeysem oturur ağlarım. hem de içimde duygu kırıntısı kalmayana kadar, yorulup uyku için can atana kadar ağlarım. biraz öncesinde yaşadığım duygu patlamasını yaşamamışcasına uyumaya koyulurum sonra. uykuya dalmadan o kısacık süre içinde bir boşluk kaplar içimi. ama şu sürekli şikayet ettiğim boşluktan değil. daha farklı, sanki duygularım yokmuş gibi. sanki toplumun bana atfettiği tüm sıfatlara sahip değilmişim gibi, sanki kalbim atmıyormuş, nefes almıyormuşum gibi, sanki hiç üzülmemiş, hiç gülmemiş gibi, hiç var olmamışım gibi bir boşluk, bir hafifleme hissi ve ardından hiçbir şey olmamış gibi davranacağım bir güne uyanmak üzere daldığım uyku.
bir nevi kişinin kendini koruma mekanizmasıdır. peki ama kişi kendini neyden korur? güçsüz olmaktan mı, insanların veya olayların onu üzmesinden, kırmasından mı? bastırır duygularını hiçbir şey canını acıtamaz gibi gelir, kimse üzemez, ağlatamaz onu. peki o kırılma noktası geldiğinde ne olacak sözlük? iki damla yaş geldiğinde gözümden, bastırdığım tüm duygular açığa çıktığında nasıl susturacağım kendimi, nereye tutunacağım?
uzayda aşk var adlı bir şarkısı varmış kendisinin. şarkıyı dinledim kulaklarım kanadı, klibi izledim korneam daha fazla izlemeyi reddetti. hani yanlışlıkla şu jürisi olduğu saçma sapan yarışmada olsam, bu adam benim üzerime yürüdüğü an dalga geçmek için derim ki uzayda aşk var kemal bey. gerçi dokundurmayı da anlayabileceğinden şüpheliyim de neyse en azından kendi kendime eğlenirdim.
dün akşam canlı performansını izleme fırsatı yakaladığım ve geniş oktav aralığındaki sesiyle, müthiş yorumlarıyla, her alkışın ardından mütevazı ve karizmatik ''çok teşekkürler'' deyişiyle beni kendisine aşık etmiş sanatçıdır. sürekli kaçtığım o içimdeki boşluk hissini hissettirdi bana şarkılarıyla yeniden. garip bir huzura kavuşturdu tuz kral.
Bir süre önce benim de sık sık gördüğüm lucid rüya olarak adlandırılan rüya türüdür. Rüya görürken rüyada olduğumun farkındaydım ve olayları hoşuma gidecek şekilde yönlendiriyordum. Baktım ki bir ara kontrolü elimden kaybediyorum, olaylar istediğim gibi gitmiyor neyse bunlar zaten gerçek değil rüyadayım diyordum. Bu aralar pek başıma geldi. Değil rüyayı yönlendirmek uyandığımda rüya gördüm mü onu bile hatırlamıyorum.
Özgecanın katil zanlılarının avukatının yaptığı bu savunma ile mideme birşeyler oturdu, bir hüzün çöktü üstüme bir tiksinti. Türkiye cumhuriyetinde boş dolmuşa binen bir kadın binemez eğer binerse tecavüze uğrar diye bir beyan mı var da biz bilmiyoruz. Bu nasıl bir zihniyet, nasıl bir müslümanlık, nasıl bir sapkınlık anlayabilmiş değilim. Anlamak da istemiyorum ve özgecanı katleden o itlerin de bu olayı meşrulaştıran şerefsizlerin de bu dünyada da diğer dünyada da cezalarını çekmelerini diliyorum. Özgecanın ailesine ve sevenlerine de Allah sabır versin. Diyecek başka söz yok.
Bazen direk insan denen varlığa katlanamıyorum kendim de dahil olmak üzere. Ama benim için en dayanılmaz olanlar insanların fikirleri olmadan zikirleri olması, ben her şeyi bilirim tavırları, ego, kibir, insanın insanı sınıflandırma çabaları ve yemek yerken ağız şapırdatılması.
artık kendimde görmek istediğim belirtilerdir. eminim bunu istediğim için ileride pişman olacağım ama bunlar hiç de tatmadığım duygular arkadaş. insan kendinde iki duygu belirtisi görsün istiyor, midesinde kelebekler uçuşsun, onu görünce içi bir hoş olsun, eli ayağı titresin istiyor, sevsin istiyor, sevilsin istiyor. seveni arıyorum sözlük belli oldu.
esprilerinin gerçekten kaliteli olduğunu düşündüğüm sitcom. bütün karakterler birbirinden orijinal ve marjinal. genelde edebiyata, sanata, sinemaya da çeşitli göndermeler yapmaları işi daha da kaliteleştiriyor. yıllar geçtikçe espri kalitesi düşer daha da güldürmez diyorum ama. bence 6. sezonda çıtayı biraz daha arttırdılar. bu sezonunu düzenli takip edemedim ama ne olursa olsun friendsten sonra benim için en iyi sitcomdur kendisi.
adalet, eşitlik ve ırkçılık gibi kavramları işleyen üstelik yazarın bunları küçük bir kız çocuğunun diliyle anlattığı şaheser. her yaştan insan okuması gereken bir kitap. keşke çocukken de okusaydım da şu an okuduğumda bu kavramların bende hissettirdikleri ile o zamankileri karşılaştırabilseydim, büyüdükçe dünyamın ne kadar daraldığını görebilirdim belki. ayrıca kitap çocuğa adalet,eşitlik ve doğruluk kavramlarıyla çocuğun kişiliğinin yapı taşlarını nasıl oluşturulacağı hakkında tam bir kılavuz niteliğinde. bir gün çocuk sahibi olmayı düşünürsem kitabı tekrardan okuyup, atticus karakterini örnek almak isterim. zaten harper lee'nin atticus karakteri ile kendi babasını anlattığı söyleniyor. eğer doğruysa ne mükemmel bir baba o öyle? geçen gün 55 yılın ardından kitabın devamı niteliğinde bir kitap çıktığını duymam da ayrı heyecanlandırdı.
dinlemekten replay tuşunu bozmama az kalan adele şarkısı. bir insan bu kadar güzel 'hello from the outside' diyebilir mi? yüreğime dokundu vallahi. dertsizken dertlendim bak triplere girdim yine yok yere. zaten klibini de Xavier Dolan çekmiş. o nedenle ayrı bir beğendim.
kendisiyle fotoğraf çekinmek isteyen insanlarla beş karış bir suratla fotoğraf çektirip ardından da bunu sosyal medyada paylaşarak yazdığı birtakım sözlerle o insanları aşağılayan sanatçı. hayır çoğunluğun müslüman olduğu bir ülkede başı kapalı kadınlarımızı görmek neden bu kadar şaşırtıcı ve rahatsız edici olsun? medeniyet başının açık olup olmamasıyla mı belirleniyor? şahsen kapalı olup öyle çarşafımsı değil de gayet modern giyinen ve modern düşünce yapısına sahip bir sürü tanıdığım var. ne zaman insanları kıyafetleri ve düşünceleri yüzünden ötekileştirmeyi bırakacağız bilmiyorum. zaten medeniyet doğuda, ilim batıda derler. bu tür şeylere kafa yoracağımıza biraz batının ilmini bilmini almaya çalışsak keşke. melek baykalın da yaptığı işler hakkında bir bilgim yok. kendisini sadece cennet mahallesinden bilirim ki bence kendisi yozgatta karşılaştığı görüntüye üzüleceğine kendisinin de oynadığı tarzdaki kalitesiz yapımlara oturup üzülsün. daha faydalı olur.
görünce ciddi anlamda şok oldum. hayır ak-itin nasıl bir medya kuruluşu olduğunu biliyoruz ama bu kadarı da fazla. senin televizyonda bir ölü hakkında böyle bir hakarette bulunma hakkın nasıl olabiliyor anlamıyorum. bu mu düşünce özgürlüğü? hayır buysa sen düşünme arkadaşım. insanları da bu zehirli, pis, ölüye dahi hakaret edebilecek düşünlerine alet etme. ki bu hakaret ülkenin kurucusuyla alakalı. insanların buna yeterli tepki göstermemesi de ayrı bir dava. ne olursa olsun ak-it bunun hesabını yargı önünde vermeli.
nedenleri kısaca şöyle sıralanabilir: başkalarının bizim yerimize düşünmesine bayılıyoruz. bir konuda kafa patlatmayı, sorgulamayı asla sevmiyoruz. bu yüzden de genel geçer yargıları kabul ediyor, toplumda ne kabul görülüyorsa, ne alkışlanırsa hiçbir fikrimiz olmasa dahi onu savunuyor gözüküyoruz. sorgulamaya başladığımızda ayıplanıyor, engelleniyor, düşüncelerimizi ifade etmeye kalktığımızda ise birbirimizin üzerine etiketler yapıştırıveriyoruz.
''siz ak sarayınızda bizim çoluk çocuğumuzun rızkı ile yaşarken biz böyle 2 kömüre 2 makarnaya razıyız, ülkeyi satın, bölün, kardeşi kardeşe düşürün, ihmalsizlikleriniz nedeniyle yüzlerce kişi ölsün, eğitim sistemini mahvetmeye devam edin, mümkünse teknolojiyi takip etmeyelim, gelişemeyelim, insanımız insanlarımız ölmeye devam etsin, ne yapalım biz de bundan zevk alıyoruz'' olduğunu düşündüğümdür.