bütün alt hikayesi ismine yüklenmiş fasarya film. bütün dillerin ve tek tanrılı dinlerin çıkış noktası olarak kabul ediliyormuş babil. konuşup anlaşamayan farklı uluslardan insanlarla böyle bir bağıntısı var sanırım isminin.
görünen hikaye 20 dakikalık bir montajla hiçbir kesintiye uğratılmadan aktarılabilir aslında (feci spoiler): "bir japon avcının, faslı bir rehbere hediye ettiği tüfekle, çocuklarını meksikalı bir bakıcıya bırakarak tatile çıkan amerikalı bir çiftin kadın olanın vurulması."
filmdeki uzuuuuuun sekanslarda o kadar çok vakit bırakmış ki yönetmen izleyicisine, o araya bir sürü hikaye doldurulabilir. kelebek etkisi mesela: attığınız her adım, dünyanın çok uzağında inanılmaz etkiler yaratabilir. o japon baba hediye ettiği tüfekle, bir dünya savaşına bile yol açabilirdi biraz daha zorlansaydı senaryo.
o sağır ve konuşamayan japon kızın varlığından yola çıkarak, filmin isminin göndermesini de teslim alarak asıl mesaj şöyledir de denebilir: "konuşabiliyorsunuz diye anlaşabildiğinizi mi sanıyorsunuz?" özellikle konuşanlar iki karşı cinsse mesela (amerikalı çift, japon kızla babası gibi) anlaşamadan içinize gömmeye alışın diyor.
kişisel çıkarımım en güzeli ama: hangi yola çıkarsanız çıkın, isteksiz birini almayın yanınıza, burnunuzdan getirir. yol, oyun, aşk... hepsi hayat bunların. "varmak" neredeyse imkansızken, hiç değilse yolda mutlu olmak için arkadaşınızı iyi seçin.
postwatchscript: x2 forwardla izleyin, hiçbir şey kaybetmezsiniz. (tembel yönetmenleri slowmotion kınıyorum)
sosyolojinin toplum dediğine, bazı terbiyesiz antropologlar kitle der. kitleler düşünmeden, içgüdüleriyle hareket eden ilkel bir organizmaya da benzetilebilirler. toplumun beyni neden-sonuç ilişkisi kurabilir, uzun vadeli plan yapabilir.
toplumun kolektif davranışları ile kitlenin sürü davranışlarının en temel farklılığı aslında süredir. belli bir ortak tavır zaman içinde, önceki yaşantılarla biçimlenerek olgunlaşır ve yine akıl kavramından uzak düşünülmediği için belirleyicisi rasyonalite olur.
korku, öfke, nefret, açlık gibi mağara adamı güdüleriyle hareket eden grupları hakaret etmek isteyenler güruh, kimseyi sallamayan antropologlar kitle olarak adlandırıyor. yozgat'ta içinde insan var diye ev, araba, madımakta içindeki 'öteki' insanlarla birlikte otel yakanlarla, maraş'ta 'alevi' oldukları için insan kesenler bunlara örnektir. bir statta yakıp yıkan, kişisel hiçbir husumeti olmayan birine, yanındaki yapıyor diye koltuk fırlatanlar da bu gruptandır.
kitleyi korkuyla kontrol etmek baskıyla kitlenin yoğunluğunu arttıracağından, kontrol etmek amacı güdenler tarafından kullanılmaz. korku sadece kaos yaratmak isteyenlerin kullandığı bir yöntemdir. toplumlar dünyanın lezzetli yerlerinde adalet duygusuyla, sıradan yerlerde dez/mezenfermasyonla yönetilir. (kontrol edilmez, çünkü toplumun kontrol edilmeye ihtiyacı yoktur. kontrol altında tutulana güruh denir, kitle denir, sürü denir.)
yıllar geçerken sadece izlememek, kendine, insana, dünyaya bakmak, inanmak ve değer yaratmak. cesur ve akıllı insan işidir. bu yüzden bin yaşında "küçük"lerle doludur dünya (kendimden biliyorum).
sadece büyümek ancak bir kanser hücresinin derdi olabilir.
sözlüklerde spoilerı bol olanlardan. bin jip yönetmeni filmi diye standdan çekip alıp, hevesle sonuna kadar bekledim, hala bekliyorum...
ama hakkını yemeyelim tümüyle, enfes görüntüler var. sonbahar bu kadar mı güzel olur; en az 17 renk yaprak saydım. uzakdoğulu yönetmenlerin renkleri başka oluyor. (belki holywood'un bilmediği kameraları vardır)
filmi yazan da kim ki duk'muş. senaryo kendine ait olunca sık sık fikir değiştirmiş gibi geldi bana. freudyen bir arkadaşın babayı yorumlamasını çok isterdim.
(bu entry bin jip'i görmenizi engelleyecekse sakın okumayın!)
nezaret, hastane, bar üçgeninde evin yolunu bulamamış erkeğin sevgilisine durum izahı şarkısı. oğlanın hikayesi biraz abartılı olduğu için, daha önce gerçeği başkasından duyduysa diye endişeli, o yüzden ikide bir "biliyosan anlatmiim" diyor.
her şeyi önemsiz kılmak için de sevdiğini söylüyor, ama dikkatini yalan olması muhtemel cuma gecesi hikayesinden çekebilmek için de herzamankinden biraz az sevdiğini sıkıştırıyor.
hiç yalan söylemeyen birine inanmak kolay olduğundan sevgilisini banyoya sokuyor, geceyi akıtıyor üzerinden, uyutuyor klibinde kız.
kor'general. önyargısız ve bir cahil olarak okuduğum kitaplarında çalışkanlığına, aydın sorumluluğu taşıyan havasına hasta ederdi. korktuğum başıma geldi. her kanalda, her gazetede yazıyor, konuşuyor olmasını taraf olmama prensibine bağlamıştık. şimdi anlıyoruz saçaklı mantığı diline dolamasının nedenini. bir aydından beklenmeyecek kadar pelesenk ettiği 'vicdan' rahatlatması içinmiş. oysa biz muğlak'ı mutlak'a galip getirme çabasını savunuyor sanmıştık. düşüncesi kafatasına bol gelenlere verdiği nizami ayarları gülümseyerek okumuş, ontolojiyi milletler seviyesine taşımasına disiplinler arası slalom denemesi diye bakmıştık. hep hür irade görmek isteyen aptal gözlerimizin suçu.
gücün kitle yönetmekteki acımasız yöntemlerini yok sayıyor değiliz. biz de komple komplo teorisyeni sayabiliriz kendimizi. ancak düşünme yetisinden yoksun biz zavallıların duygularıyla da böyle oynanmaz. üniversitede gay kulübü kurulmuş, onu da oryantalizme bağlamış. sonuçtan sebebe giden, eşitliğin sağ tarafına her zaman "oryantalizm" yazan acaip bir matematik yöntemi geliştirmiş. fiziği bir kedinin kuyruğuna*, sonra iki çift turnanın kanadına* bağladığında esprili ve akıllı inanılmaz kadındı. şimdi ezber bozmayı kafa bozmaya indirgeyen, yaygın cehalet denizinde mezenfermasyondan sorumlu derince devletin sütun bacaklı neferi.
her parlayanı münevver bilmek aptallığımızdan değil, iyi bakarsak iyi olur'a inanmaktandı. mürid istememiştim, şimdi mürşid de istemiyorum. boş geldim, dolmadan gideceğim, kendimi aşka vereceğim.
sarı saçlarından sen suçlusun! artık sevmeyeceğim.
öyle dingildek temeller üzerine kurulu ki değerler, kedi osuruğunda sallanıyor her şey.
asker yetişmesine rağmen sivil ruh taşıyan iki liderden biriydi atatürk. (diğeri de gaul) cepheden döner dönmez çıkardığı üniformayı şık mı bulmuyordu acaba kendisi? yoksa demokrasi denen şeyin apoletlerden yansıyan ışıkla gözlerinin kamaşacağını mi biliyordu?
hukuk devleti dediğimizden ne anlamamız gerekiyor bizim. muhtırada sözü edilen hususlar kanuna aykırı şeyler ise cumhuriyet savcılarının işi nedir? yasama, yürütme, yargı tümüyle iflas mı etti? dışişleri bakanlığı yapmış biri cumhurbaşkanı seçilecek diye mi oluyor bunlar? seçim yasası yapılırken nerdeydi herkeslerin aklı? mecliste birileri temsil edilmesin diye göz yumduğunuz her yan'lış muhakkak başka yanlışlar da doğurur, göremiyor muydunuz o kadarını?
anayasa dediğimiz şey üzerinden calculus problemleri çözmeye çalışılmaya başladığında ben anlamıştım bunun geleceğini. kuran bile bu kadar yoruma açık yazılmadı. ama anayasa yazmışlığı olanının bile içinden çıkamadığı konuyu okuma yazması olmayan adama çözdürme çabalarının sonuçları bunlar.
alçakça oyunlar oynayın siz yukarda... sonra canınız sıkılınca yanına yaklaşmaktan korktuğunuz halkı önce sokaklara dökün, yürütün, olmadı süngüyle arkadan dürtün.
tanklar dünyanın her yerinde demir yığını, konvansiyonel silahlar müzelik oldu benim cumhuriyetle yönetilen ülkemin sahibi hala kışlada kışlıyor.
ama bundan daha acısı da var; bütün sözlükleri dolaştım. haki yeşil themeler hakim geceye.
Ne harika şey. bi yandan milyon tane refugee çocuğa yardım ederken, küresel ısınma karşıtı gösterilere destek veriyorum, körfeze sıkışmış balinaları süngerle ıslatırken bi yandan aids araştırmasına katkıda bulunuyorum. Süferman bok yemiş. O dönsün dursun dünyanın etrafında; ben bunları pc başından kıpraşmadan yapabiliyorum. Emesende i'm diyerek hem de. Tanrıyla aramdaki fark gün geçtikçe kapanıyor.
Kabala halt etsin. Nickimin yanına kız çocuğu koyuyorum; yüzlercesi ensestten kurtuluyor, okula gidip çocuk oluyor yeniden. Böyle acaip bir gücüm var. Üstelik clark kent gibi bağa çerçeveli modası geçmiş bir gözlüğün arkasına gizlenmeden yapıyorum. "ol" demiyorum, özgürlükçü ve sorumluluğunun bilincinde bir bireysellik kattım kendime milenyumla birlikte; "i'm" diyorum, yetiyor.
Posta bürünmüş modernitenin bok yediğini görüyorum, Microsoft bunun için bir icon yaratsın diye bekliyorum.
bütün ömrünü yurtdışında geçirmiş, bütün bilimsel çalışmalarını da orada yapmış, posasını emekli paşa havasında ülkesinde geçirmeye karar vermiş tuhaf insan. muhteşem zekasının ürünlerini ülkesinde sadece anadilin kullanımıyla sınırlayarak vermesini çok büyük bir "komiklik" diye algılıyorum ben. bilimadamlığını yetiştiği ülkeye layık görüp, ülkesine "türkçe konuşun" demeyi yeterli görmesi mi daha komik, nihal atsız'la kankalık etmesi mi hala düşünüyorum.
belki gri hücreleri abd'de çok kullanılmaktan tükenmiştir, bize de sadece bu kadarı kalmıştır. sözlüklerde moderasyonluk yapmasını öneriyorum kendisine. binlerce türk gencine bundan iyi hizmet olmaz.
ama, ülkesine birgün hizmet etmemiş, bir tek akademik çalışmasını türkçe yayınlamamış bu büyük dehanın, romanlarını türkçe yazarak nobel ödülü almış orhan pamuk kadar katkısı olmadığını biliyorum. söyleyin, o dolma parmaklarını başöğretmen edasıyla burnumuza burnumuza sallayıp durmasın; dedikleri yaptıklarından olmayanlara illet oluyorum.
jeff'in, keane'nin, muse'un, moz'un sesi bana hep sevgilimi hatırlatır. travis'de öyle çıktı. tek başına büyük şarkı değil. sevimli, iddiasız, küçük bir şarkı -ama sevgilin söylemiyorsa-. o söylediğinde der ki:
"yakınıma, dibime, kucağıma
yaslan bana
seni bırakmam."
i've had enough, of this parade.
i'm thinking of, the words to say.
we open up, unfinished parts,
broken up, its so mellow.
and when i see you then i know it will be next to me
and when i need you then i know you will be there with me
ill never leave you...
just need to get closer,
lean on me now.
keep waking up (waking up), without you here (without you here).
another day (another day), another year (another year).
i seek the truth (seek the truth), we set apart (we set apart)
thingking of a second chance (a second chance).
Aşk şarkısı, hakikat'e aşkın şarkısı. Öyle ki, çağdaşı olsaydı, mevlananın şebbi aruz'unda kösle, ney'le çalınırdı, tim'le angelo siyah tennureler giyerek dans ederlerdi. God is love diyenin 'tanrıdan başka yoktur tapacak' diyenden, aşka aşık sufiden farkı nedir?
Seyr-i suluk olmadığını kim iddia edebilir anlatması güç yolculuğun. Hakikat bu kadar enginken, sığındığın bedenin zerre olduğunu söyleyen bu sözleri duyduğunda dil yabancı gelir mi? Spin derken whirling dervish'lerden haberdar olmadığını düşünebilir misin? Spin, rotating, wheel, rolling, dancing around the fire, gezegenler, rasgele seçilmiş, tesadüfen bir araya gelmiş kelimeler mi? (tesadüf yok, mucizeye inanıyoruz.)
"Gözlerim açılmadan görebilir miyim içimde olup biteni, ya da kendimi bilmeden güneşe dikebilir miyim gözlerimi? Kendimden vazgeçmeden aşk'a katılabilir miyim, bir olabilir miyim seninle terk etmeden tenimi?
Yıldızların altında yeni hiçbir şey yok; bir beden içinde hem kadın hem erkeğim. Bölünmüşlüğün savaşını üstlenmiş beynim ve kalbim. Somutun diktasına direniyor hakikati hatırlayan yüreğim. Zahir, görünene sıkışmış duygularımı hırpalıyor.
Öyle çok sallandım ki, patlamaya hazırım artık. Zıtlıklar üzerine kuruyorlar gerçekliğimi, ama bu tuzağa karşılık bir öpücükle prense dönüşebileceğimi de söylediler uyutmadan hemen önce. Geceyi gündüzden, aydınlığı karanlıktan farklı görmeyi kabullenirsem tükeneceğim.
Tanrım, ol'madım belki ama al beni, kendine kat. Yükselmek bu mudur bilmiyorum ama uçabilirdim kanatlarım olsa. Ete kana bürünüp hapsolduğum bu bedenden kurtar beni, sana döneyim.
Taş gibiyim, herkes gibiyim ama kanatlar büyütüyorum. fark ettiğim anda yitirdim bekaretimi. Aşkı tanrım seçtim, aşka verdim. Onun kollarında hem kendimden hem dünyadan geçme ateşiyle yanıyorum.
Gel bu ateşin etrafında danset benimle, göksele gücü yetmeyen yapmacık melekliğimin kösnül duygularını tatmin et. Belli ki daha buradayım, hazır değilim yitmeye. Senin bedeninde ona tapayım. Kısa sarhoşluklarla dünyamı kandırayım.
Çiğliğimle ona erişemedim, ama seninle yetinecek kadar masum da değilim."
Hammış, pişmiş ama yanmamış daha. Masum değil, melek değil, kötü de değil. Bekaretini kaybetmiş, kanatlı, kötü bir melek. Sevgilisine hazır; Sevgilisi değil!
Gün doğarken baktın mı?
Her yer kan içinde kalır
Gökyüzü her gün yeniden yırtılırken
Küçük oyunların hevesli insanları
Hüzünlü banliyö evlerinde
Hayal içinde rüyalara kalır
Ninniyle yaşatıyorlar hayatı, daha uyu sen!
Her şey akar dediler duymadın mı sen?
Gece olunca bitecek mi sandın?
Duracak mıydı dünya?
Ne şirinler değil mi
Işıklar altında koştururken
Arabalar, kadınlar, atlar, köpekler
Ama bulutlar hızla geçerken üzerinden
Kaybetmiyorsun belki, ama üzgünüm kazanmıyorsun.
Akıyor gerçekten her şey, fark etmiyorsun!
Ağırlıklarından kurtul, seni mıhlayan çivilerinden.
Akana katıl, tutsun ellerinden
Dönen her şey yuvarlak; dünya, zaman, ruhun.
Başın başladığı yer sonun, sonun önü başın.
Değişmezlik erdem değil aymazlık
Ya da korkaklığın
Akana katılmazsan
Yalnızlıktan donacaksın
Tanrı bekliyor seni düşürdüğü yerde
Kendi karanlığına gömülmüş aptal kadınların şanslı olanlarına ilahi gücün tayin ettiği meleklerin* şarkısı sanki.
"Dizlerimin üzerinde didiniyorsam
Acıdan başka verecek şeyi yokken bile
Ona hiç ihtiyacım yokken
Günümü gecemi ona vakfediyorsam
Tekrar gülsün diye sadece
Öyle tuhaf bir dünyası var ki
Hor bile göremiyor insan
Dizlerimin üzerinde didiniyorsam
O bunu istemezken bile
Kendimi ona adadıysam
Canın yanmasına dayanamıyorum da ondan
Kavgası dinsin, şafak atsın hayatında
Bir şey istemiyorum ondan"
Son iki cümle gönül gözünden perdenin kalkmasına tekabül ediyor, ödül vaad ediyor. (tercümeye aktarmadım kıskançlığımdan)
"Kelimeler kifayetsiz, başka cümle de kuramıyorum bu yitik halimle.
'Seni seviyorum'a güveniyorum. Ama bakalım kelimeler sana da aynı şeyi söyler mi? Nefesimi tüketmekten korkmam senin için ama söylemeye kaldıysa bitmiştir işim.
Ölümden korkmadığım kadar korkuyorum anlatamamaktan.
Onunla daha mutlu olduğunu söyle, tatmini onda bulduğunu; dert değil!
Ona da soyun, onu da soy, benimle yaptığın gibi.
Ben unutmam ama seni.
Seni ben istiyorum, ve bu hissi öldürene kadar sen
istemekten öleceğim seni."
diyor adam. Sadece şair erkekler kelimelere çok anlam yükler, bu doğrudan söylemiş.
Bir düğün şarkısı olmasına gelince; acaip bir 'öbür adam'san, 'bu adam'ı guest of honor da yaparsın sen.
Hangi açıdan ele alınırsa alınsın büyük bir riyakarlık örneğidir buna vahlanmak. Kilosu 5 liraya çıkınca mıyırdadığımız hamsinin günahını sorarım. Boyu küçük diye mi sallanmıyor hamsinin katliamı, yoksa yüzlerinde default bir smiley olmadığı için mi?*
Japon balıkçısı mevsimi gelince idris reis gibi açılıyor, yakalıyor. Evet o hayvan yarı-amfibik olduğu için tekneye çekip boğulmasını beklemiyorlar. Vahşet dediğiniz kan akmasıyla ölçülüyorsa mezbaha ziyareti öneriyorum, ya da bir tavuk işleme fabrikasının kesimanesini.
Adam (Japon) inek, koyun yetiştiremiyor küçük topraklarında, yerine yunus yiyor. Yıllardır koparılan bu yaygaranın menşei de Kanada ve abd. her yıl yavru fok katliamı suçlamalarını iplemeyip, kontr-suçlama olarak ortaya sürdüğü bu kolpa "acıma" dalgasını dizilerinde ufaktan ufaktan, late nite Showlarda doğrudan dürtüyorlar, biz de sıçrıyoruz.
iki sopayla, küçük bir kasede yunus yiyen japona, 3 santimden incesini biftekten saymayan ortalama 90 kiloluk Amerikalının lafıyla "lanet herif" demem ben.
Hem "Denizden babam çıksa yerim" bir Japon atasözü değil ki?
schopenhauer'in çaresizliğinin belgesidir bu kitap. darvin'in tekamül nazariyesini desteklemekten öteye gitmez, akla yakın geldiği için okuyana kendini onaylatır ama yeni hiçbir şey söylemez. böyle lezzetli tespitleri ayşe arman yıllardır yapıyor yayıldığı köşelerde.
schopi abi kendine bakmamak için gözünü başkalarının ilişkisine diken sıradan bir korkak sadece. johana'ya olan kızgınlığının kadını meta ve fiziksel incelemeye itmediğine ikna etsin önce o bizi. kitabın adı hedefin aşk değil kadın olduğunu söyler bir kere. çünkü erkek burnunun ve çükünün dikine giden bir cins olarak aşkla da ilgilenmez, kadının bu işe ne isim koyduğuyla da.
annesine aşık, bu aşktan kaynaklı suçluluk duygusuyla hırçın ve onun 40'ından sonra ev hanımlığından yazar oluşuyla kıskançlıktan kuduran schopi, hayatındaki en yakın kadın örneğinin, bu kitaptaki herhangi bir tespite uygunluğunu test etme cesaretini bile gösterememiştir.
korkak bir tespitçiden metafiziğini okuyacağınıza, bir manyaktan çıplak felsefesini okuyun derim.
bütün malzemelerim hazırdı, seni benim yapacaktım. soğuk taşa uzattım, kaftanımın bol kollarına sakladığım uzun tırnaklı parmaklarımı hançerine doladım. dudaklarıma diktin gözlerini, "söz"ler dökülecekti ve sen yok olacaktın.
hataydı gözlerine bakmam! "söz"lerimi unuttum. "seviyorum" dedin ve çarpıldım.
ama korkmuyorum. zamana direnemiyor bu "söz"le yapılanı. gözlerinden kurtulunca kulağına fısıldayacağım abrakadabra'mı.
yazdıklarının toplu gösterisi olarak yazarlara çok fena kapak olacak bir düzenleme olmuş. (çakalsın zall)
olacakları öngörebiliyorum:
sayfasına şöyle bir bakanlar, kalabalık entryler arasında yitip giden abuk sabuk, anlamsız, saçma ve anlık keyif veren sikindirik bkz.'larla başbaşa kalacaklar. linklerini arkadaşına gururla vermek için deli gibi bir entry silme hareketi başlayacak. (yaptım ordan biliyorum)
işe yaramaz bir özellik olduğunu düşünenlere de çok şaşıyorum. yazdıklarıyla karşılaşmaktan korkanlara göre değil tabi... zeki müren de bizi görebiliyor artık.
başlık yanındaki sayılar entrynin okunma sayısını gösteriyorsa pek çok yazarın merakına da ilaç olmuş hem.
kast sistemini tu kaka diye anlatan, hintlilere aptal esmerler diye bakanların kitaplarında anlatılır. gücünü güçten alanların yüceltildiği bir tuhaf çarpıtmadır.
bilim disiplinlerinin birbirlerinden bağımsız incelenmemesi, insana dair her şeyin birbiriyle ilişkilendirilmesi gerekliliğinden dem vuranlar, atomu parçalayan einstein'ın naif şaşkınlığını yaşıyorlar şimdi.
dahası var; geliyor, hazırlanın. psikolojik darwinizm var. belki de roma'lılar haklıydı, topluma yük olandan kurtulmak lazım... sonrasını da sonra düşünürler artık. doğum lekesi olanlara çöp toplatırlar... altı parmaklı olanları da garson yapsınlar, tepsi daha dengeli taşınır.
danteconvito'sunda yaşamı böldüğü dört ülküsel aşamanın en verimlisi diye tanımlıyor yirmi beş yaşına kadar uzanan bu çağı. erdemleri de kendisi gibi vaat edici; itaat, tatlılık, utanca karşı duyarlılık ve gövdenin görkemi.
dante'nin asıl endişesi neydi bilemem ama uyarısını ciddiye almak erdemlerimden birine uyuyor: "bu yaşamın dolaşık ormanlarına giren delikanlı eğer büyüklerince gösterilmezse doğru yolu tutmayı bilemez."
dante dede belki de, gözünü traş bıçağından uzak kalmış kıllı erkekler arasında parıldayan yeniyetmelere diktiğinden, inferno'yu yazmak zorunda kalmıştır. yine de hocanın talkımına uyulmalı; ve yine kendi sınıflandırmasıyla "yetişkin"ler arasından doğru yolu tutturacaklar seçilmeli. ne olsa "cins-i latif"de dedenin tanımlamalarından.
"ruhun en derin ve en gizli oyuklarına açılan gizli, küçük kapıdır. daha ego bilinci yokken ki ve ego bilinci ne kadar gelişirse gelişsin ruhun varlığını sürdürdüğü zamanlardaki kozmik geceye açılır ruh rüyada. bilinç ayırt edicidir." demiş, freud'un 'cinselliğe bağlayamadığımı tanımlayamam' tavrından fenalık geçirdiği zamanlarda jung.
evrensel, gerçek ve ilk gecenin karanlığında yaşayan ezeli -ve muhtemelen ebedi- insanla temas kurduğumuz yerdir rüyalar. (aslanım jung)
bütün biçimlendirmelere direnmeyi başarmış "ilkel"imizin tenefüsüdür. ve malesef her sabah çalan zille karanlığa döneriz. yazık ki zil her zaman kurtarmaz.
Ne sıkıntılı şarkıymış. iki saat harcadım, hiçbir şey anlamadım.
"Dur orda, gülümsediğini göreyim yeter. Mucizeye giden yolda mesafeyi ayırt edemiyorum." diyor, ıslıklardan, yuhalanmaktan bahsediyor kedileri alet ederek, "kafam karışık" diyor; "gel" mi diyor, "yaklaşma" mı, anlaşılmıyor.
Açık açık söylediği, en sık tekrarladığı tek şey var şarkının: "aşkımı asla ortalığa dökemeyeceksin" Ama şarkı adı "you could never" engellemesini kaldırmış; "kurcalarsan söylerim" diyordur belki... belki ironi yapıyordur. (Korkuyor mu yoksa?)
globalization'dan tercüme edilirken yapılan hatanın bilinçli olduğuna inanmak için ille de komplo teorisyeni olmak gerekmez; globalization küreselleşme değil küreselleştirme demektir.
Hareketi başlatan merkezine kendisini koyduğu dünyayı büyük bir yuvarlağa çevirmek için doğru kelimeyi seçmiştir muhtemelen. Hedeftekilerden Türkçe konuşanlar edilgen taraf olduklarını baştan kabullenişle, doğrudan, hiç kıvırmadan küreselleşme olarak kabul etmişler. Avrupa Birliği Anayasasını dört günde kusursuz tercüme eden Dışişleri Bakanlığının bu galat'ın meşhurlaştırılmasında payını bilemem. Ben işin o kısmıyla ilgilenmiyorum.
Yeri gelmişken dto'nun açılımını da söyleyeyim size. "Dünya Türk Olsun" diyorlar sandınız ama yanıldınız. Türk, emperyalist altyapıya sahip olmadığını bilir, soyunmaz o işe. dto yaratıcı beşiktaş taraftarının google earth'ü hacklediğinde uncle sam'in ağzından çıkardığı balona yazdığı komik quoteun kısaltmasıdır;
"dünya, topsun olm!"
sibel'in (samimiyetten değil, belki de yazanlar içinde kızın deliklerini görmeyen bir ben varım. memelerini gördüm ama ödüllü filminde, çok da güzeldi -film-) günahları yüzünden konuşmaya hakkı olmadığından başka şey söyleyen olması şaşırtıcı olsun diye ben yazıyorum.
Saadet partisinden geçen gün gelen açıklamayı es geçti sözlük.(#1383488) Oysa sibelinkiyle peşpeşe olması bile ilginçti. iki uç noktadan aynı konuya gönderilen, yuvarlak topluma sivri gelebilecek açıklamalar birleştirilmeliydi. Bir türlü öğrenemedik "big picture"a bakmayı. (ingilizce evet) Sibel de, saadet partisinden açıklama yapan beyefendi de aynı konuya değindiler. Feodalitenin, kadını 'mal'laştırabileceğini söylediler. Söyleyen islamcı bir erkek olunca sesi çıkmadı sözlüğün. Belki onun da akp'li belediye başkanıyla çekilmiş hardcore filmleri olsa dikkat çekerdi.
islamiyet ve kadın'dan bahsetmesi gereken biri varsa bu first lady'miz olmamalı elbette. onun kurbanlık bir durumu yok. Sibel demiş ki; "türkiye'de islamiyet fedodal yapıdadır. Evlerinde hapis hayatı yaşayan kadınlar var." Yok mu? Ayda iki kez temizliğe gelip, her akşam yevmiyesini "imam nikahlı" kocasına götürüp üstüne dayak yiyen semra da var dedi, inandım ben.
Terbiyesiz sibel bir de demiş ki; "Ben de erkek olsaydım feodal yapıya karşı mücadele etmezdim." Saadetli abi de demişti ki; "talep olmasa arzı kim sallar?" (üf ne kelime oyunu var son cümlede.)
Müslüman erkekler porno izlemiyor olsalardı iyi olacaktı ama; kadın ağzını açtığında bazı arkadaşların kıymetlilerini içine tıkma arzusu ne söylediğini bastırdı.
Magdalalı Meryem'i hatırladım eski hikeyelere meraklı biri olarak; ve kuran'ın sözleri canımı yaktı. Ne yazık ki başka Peygamber gelmeyecek artık, kimse sibel'in önüne geçip "ilk taşı günahı olmayan atsın!" diyemeyecek. Tanrının bağışlayıcılığından dem vuranlar onun adına, onun kullarını saçlarından sürüklemekten vazgeçmeyecek.
Bütün erkek çocukları sünnet yerine hadım etsek, islamiyet selamete erer miydi acaba?
saadet partisinin liberal ekonominin temel esasların çözmüş ve kullanır olduğunu biliyorduk ama toplumun ahlak yapısını düzenleme konusunda disiplinleri birlikte kullandığı postmodern bir yaklaşıma hazır değildik.
tuhaf bir ülkede yaşıyoruz. dünyanın başka her yerinde solculuk emekçi, fakir adamın işiyken, biz de aileden zengin elitlerin işidir mesela. kadının meta olarak görünmesinden en rahatsız olan grubun da yine sol tandanslı aydın gruptan gelmesini beklemekten sıkılmışken, sebebi "erkek"e bağlayan erkek egemen bir gruptan gelmesi ilginç oldu. arz-talep dengesinde talebi kaldırırsanız arsızlar arzetmez dedi. konu bitti.
chp kadın kolları konu ile ilgili olarak 8 mart günü kadıköyde vapurdan inip, elindeki adrese kendini arzetmeye giden kadınlara kırmızı karanfilin yanında bir de içine prezervatif koyduğu "çalışma özgürlüğünüz engellenemez" broşürü ekleyecekmiş.
aydınlanma güç iş, bilgi ağır şey. seyr-i suluk tek başına yürünecek yol değil. hallac-ı mansur ona görünür olanın parlaklığıyla gözleri kamaşmış bir çaylaktı aslında. hakikatin parlak ışığı gözlerini o kadar kör etti ki, bu kadar göz önünde bulunanı etrafındakilerin anlamayışını anlayamadı.
ene-l hak diye bağırmak cesaret işi değildi yani, cehalet işiydi. pazar yerindekilerin "bu beden zahiridir, ben aslında bütünün zerresiyim, varlığım varlık'a armağan olsun" demek istediğini anlamayacaklarını bilemeyecek kadar "uçmuş"tu. susup hocalarının yanında "hakikat"i nasıl anlatacağını öğrenmesi gerekiyordu, yapmadı. yola girenin ilk aşamasını bile yerine getirmedi, konuşma orucunu tutmadı.
bilgiyi ilk farkedenin düştüğü büyük hatadan kurtaramadı yani kendini. hazır olmayana aktarılmayacağını düşünemedi. veli olabilirdi, deli oldu. tanrılık iddiasında olduğunu düşünen tanrı koruyucuları da kendi algı seviyelerinin gereğini yerine getirdiler.
demek ki neymiş; ne kadar anlatırsan anlat, karşındakinin anlayacağı kadarından fazlasını aktaramazsın. yunus emre manyak mıydı, dergahına kırk yıl odun taşıdı.
normal wear&tear durumu var cihaz sigorta poliçelerinde. cihazın hiçbir riske uğramadan kullanılması, sadece zamanın etkilerine maruz kalması, kendi kendine eskimiş olmasını anlatır. Her halde hem garanti, hem sigorta kapsamı dışındadır. Korkaklara gösterilecek toleransı yok dünyanın.
Garantici insan da böyledir; riske atılmaz, elletmez, kırdırmaz, bozdurmaz kendini. Düşüncelerini kafatasının içinde kendine saklar, kalbini plastiklere sarar, ruhunu öyle derinlere sokmuştur ki, kendine bile ulaşılmaz kılar.
Bazıları için "kullanılmak" genel kanının aksine pozitif anlamlıdır. Onlar kullanıldıklarında işe yarar hissederler kendilerini. Dünyadan geldikleri gibi; yıpranmadan, dokunulmadan, kullanılmadan giderlerse yaşamamış olacaklarını bilirler.
Belki "kalite" ile ilgili bir konudur; ucuz malzemeden, özensiz üretilmişlerin korkusudur... kullanıldıklarında elde kalacaklarını bilmek kaynaklı.
I don't know how to love him.
What to do, how to move him.
I've been changed, yes really changed.
In these past few days, when I've seen myself,
I seem like someone else.
I don't know how to take this.
I don't see why he moves me.
He's a man. He's just a man.
And I've had so many men before,
In very many ways,
He's just one more.
Should I bring him down?
Should I scream and shout?
Should I speak of love,
Let my feelings out?
I never thought I'd come to this.
What's it all about?
Don't you think it's rather funny,
I should be in this position.
I'm the one who's always been
So calm, so cool, no lover's fool,
Running every show.
He scares me so.
I never thought I'd come to this.
What's it all about?
Yet, if he said he loved me,
I'd be lost. I'd be frightened.
I couldn't cope, just couldn't cope.
I'd turn my head. I'd back away.
I wouldn't want to know.
He scares me so.
I want him so.
I love him so.