bugün

entry'ler (39)

insanı kötü olmaya iten sebepler

Tek sebebi istemektir. Daha doğrusu, istediğinin olmasını istemektir. Geri kalan tüm sebep belirten olgular, fikirler ve düşünceler, kişinin arzusunun kılıfından öte değildir.

Kim ne sebep belirtiyorsa dönüp bakın. onun nazarında ya isteğinin engelidir, ya da istediğidir.

hayaller ve gerçeklerin çok farklı olması

Değişken bir bahis.

Kurulan hayallerin, duygulara olan açlığın, beklentilerin farklılığı kişiye göre değişiyor. Her şeyi geçelim, insanın kurduğu hayaller bile nevilerden meydana gelir. Doğaüstü, gerçekliğe uymayan ve insan olmanın dışında yasalar gerektirenleri vardır. Tam tersi, var olan ihtimaller içerisinde beğendiğimiz senaryomsu hülyalar da vardır. Gerçekliğin dışındakilere yapacak bir şey yok. O yüzden olabilme ihtimali taşıyanlar üzerinden konuşacağım.

Çocukluğumdan beri kurduğum türlü hayalleri hatırlayan birisiyim. Yaşımı almaya başlayıp üniversitede ihtisasa başladığım dönemde hayallere küsmüştüm. Tutunacak tek dalım olmasına rağmen, beni kaçınılmaz şekilde yüzüstü bırakacaklarını düşünmüştüm. Her ne kadar makul bir zeminde tasavvur etsem dahi, canlandırmalarımın ihtimali çok uzak görünüyordu.

Mesela içinde başka birinin bulunduğu bir olay tasarlıyordum ve bu olayda söylediğim sözler, karşımdakine etkileri ve duygusal sonuçlarını gözetiyordum. Ancak bunu hayatın içerisinde gerçekleştirmeye çalışmayı denediğim vakit her şey dağılıyor ve kurduğum senaryoyla alakası kalmıyordu. Uzun süre sonra fark ettiğim ilk şey, hayallerimdeki ben ile yaşayan benin birbirinden farklı kişiler olmasıydı. Gururum vardı, sanrılarım ve komplekslerim had safhadaydı. Yapmaktan utanacağım, korkacağım eylemler ve söylemekten geri duracağım kelimeler, cümleler vardı. Hayalimdeki kişi değildim. O çok daha duruydu, az ve özdü. Hal böyle olunca kendimi budadım, yeşermeye başladım. Hayallerimin gerçekleşmesi için yegane gereklilik olan, hayalimdeki bana ulaşmaya çalıştım.

Bu nasıl bir şey diyecek olan birisine; zihnindeki tasavvurda epik davranışlar içeren birisini düşünmesini söylerim. Sınıfa giren silahlı adamı dövüp herkesi kurtaran ve ağzından çıkan her sözle meftun eden o hayali vakıaya bakalım. Bu senaryoyu düşleyen kişilerden kim yaşadı bunu? Önüne böyle bir fırsat çıktığında kim atılabildi ve zafer sonrası o düşlediği cümleleri kurabildi? Neredeyse hiç kimse. Sebebi, hayalindeki kişinin kendisi olmamasından ötürüydü. Aslında gerçekleşmesi acayip olacak bir durum değil. Gayet gerçekleşmesi olası bir senaryo. Fakat herkesin zihninde imkansız olarak kazınmış bir senaryo. Bu örneği verme sebebim, çoğu kişinin benzer minvalde bir tasarısının olmasından mütevellit.

Küçük bir deneme yapmak isterseniz tersten gidin derim. Olmayı düşlediğiniz kişi yerine, zaten olduğunuz kişi üzerinden hayaller kurun. Göreceksiniz, hepsi yaşadığınız ve yaşayacağınız şeyler olacak.

O yüzden bana göre hayaller ile gerçekler, sanılanın aksine uzak değillerdir. Kim olduğunuzu bildiğiniz vakit gerisi gerçekleşmeyi bekleyen hülyalardır. Asıl uzak olan insan olmanın ötesindeki arzularımızdır. Yanlış açıkladım. Uzak kelimesi yakınlık belirtiyor. Ulaşılamaz, imkansız arzular da vardır diyelim.

geçim derdi

Karmaşık bir bahistir. Ne açıdan müşevveş olduğuna gelirsek; bana göre insanoğlu, dünyasını ifrat derecede büyülttüğünden kaynaklı bu hususun düğüm haline gelmesindendir. Geçim derdi denen şey avcılık döneminden beri süregelir ve süregidecektir. Fakat zaman zaman bazı insanlar veya topluluklar bunu sorun addetmekten geri durmuştur. Bu, kaderine razı gelmek anlamında değildir. Sadece durumu kabullenip yaşayarak ve silsilesinin ef'alinde var olan halini gözeterek ilerler. Gördüğüm kadarıyla pek kişi beceremiyor böylesini. Yaptığı her iş ve fiili büyültmesinden, kendini feriştahlığa yakıştırma ihtiyacından ötürü duvara tosluyor. Haddine olmayarak, kocaman tuvale minicik bir figür çizmeye çalışıyor.

Bir işe gireceğim zaman, sadece hevalarımı göz önünde bulundurdum. Ticaret yapmak istedim, temiz ve güzel bir şeyler istihsal etmek ve satmak istedim ve mumda karar kıldım. Mum satmak için şirkete ihtiyacım vardı, ben de gidip şirket kurdum. Şirket kurmayı bilmiyordum, kurmak istediğimi söyleyince beni yönlendirdiler. Herkes birbirine yönlendirdi ve sevk edile edile şirket kurdum ve bu süreçte öğrendim. Ardından satacak mum bulmak istedim, bir müşteri olarak kendimin almak istediklerini satmak istedim. Tek yaptığım beğendiğim tarzda mum satan bir dükkana gidip konuşmak oldu. Akabinde elimde onlarca tedarikçi oldu. Seçtim, beğendim, aldım ve sattım. Keyif aldığım için bir yandan öğrenmeye devam ettim. Hiçbir şeyi büyütmedim, hiçbir zaman zorlanmadım, eğlendim ve sıkılmadım, en mühimi ise bir tane bile engelle karşılaşmadım.

Neydi ehem olan? Karnımı doyurmak mı? Gıpta ettiğim varlıklara sahip olmak mı? Mutlu olmak veya hayallerime ulaşmak mı? Bence tüm bu mühimlerin ehemi, istemekti. Ben bu oyuncağı istiyorum dedim. Bana şunu yaparsan oyuncağı alabilirsin dediler yaptım. Alayişli bir beyin fırtınasına gerek kaldı mı? Kalmadı. Dünyaları bırak, kendi dünyamı kasıp kavurdum mu? Kavurmadım. Altı üstü mum üreteceğim veya satacağım. tantanaya lüzum yok.

Geçinemezken de dimağımı zelil etmemiştim. Canım ne yapmak isterse anlattığım şekilde yapıyorum. Geceleri kafada döndürülen senaryoymuş gibi safi. Hayatımdaki fiillerde gereksiz gürültü yapmıyorum. Şuurumu yormuyorum.

Kolay mı derseniz ne zor ne kolay. Bana göre bu düsturun uygulanışı, idraktan öte bir şey değil. Sözün özü, açım diye ağlayacak düsturdaysan dediklerimin bir önemi yok. Esas gereklilik öleceğinin idrakidir. Bana göre, ölümün istinasından kurtulmadıkça; "idrak" etmedikçe, insan dediğimiz mahluk hayallerini yaşayamayacaktır. Ölüm denince "aynen, hıhım, evet öleceğiz bu doğru, abi ölümü düşündüm kafayı yiyecektim" gibi içi boş dalkavuk sözleri yerine, kendini kandırmak yerine, halisane bir şekilde ölümle iç içe olmak gerekiyor. Daha nasıl söylenir bilmiyorum. Ölüm diye bağırsam öleceğimizi fark eder miyiz? Sanmıyorum. Suç kapsamına girmesinden endişe duymasam intiharı kısmi olarak tatmayı, ölümle burun buruna gelmeyi tavsiye ederdim ancak böyle bir şeyi tabii ki yapmayacağım. Gerçi çocukken yapılan bir şey, büyüyünce kötü sayılıyor. Neyse uzatmayayım.

sevmek ve değer vermek aynı şey midir

Fi tarihinden beri insanların zihninde "değer vermek" küçültülmüştür ve Sevgi değere havidir zannı, düşüncelere ket vurmuştur. Halbuki Bu tıpkı adalet tarafından yutulmuş eşitlik gibidir. Birbirinden bağımsızdır ancak patates ile köfte gibidir.

Her ne kadar bu uyum ve ahenk birbirine yakışsa da, tezahürü şart değildir. Geçmişimde bu husustaki kavram karmaşası yüzünden insanların pas tutmuş düşünceleri tarafından tahakküm edilip yanlış anlaşılmalardan çektiğim oldu. Zamanla aştım ve insanları sevsem de kendimi onların gözlerinde "beni seviyor" dedirtmek yerine "beni tanıyor" dedikleri bir tanıdığa evirdim.

Halbuki tüm canlıları sevdiğim gibi insanları da seviyorum fakat değer verdiğim manasına çıkmıyor. Bir kediyi de sevebilirim lakin onu beslemek zorunda veya ona bakmak zorunda hissetmem. insanları sevdiğim gerçeği, onlara değer vereceğim ve fayda sağlamaya çalışacağım anlamına gelmiyor. Gözümün önünde birisi kaza yapsa veya ciddi bir sağlık sorunu olsa bile yardım etmek zorunda hissetmem. Toplumun içerisinde yaşıyor olduğum gerçeği bana toplum kurallarına uyma zorunluluğu getirse de, normlara uymam konusunda hukuki şartlar yok. Zorunda değilim. iyi veya kötü olmak zorunda değilim. Kurallar başkalarının mutluluğuna zarar vermemi engelliyor ve bunu destekliyorum. Fakat aynı kurallar başkalarının hayatını kurtarma zorunluluğu getirmemişler. Tam tersi devlet yapıları, zaruret halinde başkalarını kurtarmaya izin verir konumdadır. Öncelik benimdir, sensindir. Gerisi tercihtir ve tercihin kurtarmaksa devlet buna müsaade eder, o kadar.

Tabii derdim kurallar değil. Benim derdim değer verdiklerimdir. Sevip değer verdiğim yegane insanlar ailemdir. Dışarıdan olmak suretiyle aileden olarak gördüğüm insan ise yoktur. Benimle hiçbir bağı olmayan, hayatımı güzelleştiren ve renk katan ancak, etkileşime girebildiğim bir manzaradan başka bir şey olmayan canlıları severim ama değer veremem. Onlara vereceğim her değer zerresi, zamanın boşa harcanmasıdır. Ayriyeten herkesin dilrubası kendinedir ve ben elimde ne varsa güzel görünen bir kanyona feda etmek yerine, dokunup tadını alabildiğim ve gerçekten sevdiğim, kanım canım olanlara sarf etmek isterim.

Son olarak, sevgi kelimesi haddinden fazla mahiyeti kapsamaya çalışıyor. Belki kısaca "aşık olan değer verir" denebilir. Bilemem.

beynelmilel reklam kuşağı

En sevdiklerim arasında gezinirken rastladım.

миниатюрный
кассетный
магнитофон

https://youtu.be/Z_RQ_2M88HA?si=v2bRt-a_Cdf_wSCB

Ürünün markasını merak eden olursa "Radiotehnika". Anlaşılacağı üzere bir sovyet markasıdır ve menşei letonya'dır. Günümüzde hala cihazlar üretmektedir.

Reklamdaki ürün ise Radiotehnika'nın AMFiTON MC adlı ürünü.

amerikan evleri

Beton zemin üstüne ahşap desteklerin oturtulmasından sonra tercihen OSB levha veya kontrplak ile binanın iskeleti giydirilir. Baninin fiyat, kalite gibi tercihlerinden sonra bu malzemeler seçilir.

Kontrplak, ikinci cihan harbiyle arız olan ve uzunca süre kullanılan malzemedir. Papel adı verilen ağaç kağıtları diyebileceğimiz; yerine göre metrelerce uzunluktaki birkaç milimlik sayfaların, sıcaklık ve basıncın etkisiyle birbirine yapıştırılmasıyla oluşur. Çok sağlamdır ve fiyatı uygundur.

Fakat osb daha da ucuzdur ve piyasaya girişi de bu yüzdendir. Tertipli kağıt yapraklarının üst üste bastırılması yerine, geniş talaş parçalarının üstünden geçen demir silindirli araçların presiyle oluşur denebilir. Kontrplağa nazaran ince, dayanıksız ve rutubete karşı zayıftır. Fırtınalarda uçuşan evlerin duvarları bu malzemeden yapılmaktadır.

işin mütehassısı değilim ancak erbabın tetkik ve tenkidinden az çok bildiklerim bunlar.

beynelmilel reklam kuşağı

Dünyanın muhtelif ülkelerinden türlü reklamın paylaşıldığı başlıktır. Uzun süredir sahip olduğum hobimin getirilerini paylaşacağım.

Bidayeten yedi dakikalık bir japon reklam kuşağı sunmak istiyorum. Sonraki paylaşımlarımı tekli yaparım diye düşünüyorum.

https://youtu.be/uZ_OrrC0Big?si=ivC_xrRkq_IPF_aN

kendinden ödün vermek

Dün, eşimin arkadaşı misafirliğe geldi. Kocası da bir süre sonra onu almaya gelince içeri buyur ettik. Sigara içmek istediğini belirtince ikimiz terasa geçtik ve sohbet etmeye başladık. hal ve hatır sormalardan sonra samimi bir konuşmaya başladık.

Adam iki ay önce annesini kaybetmiş. Anlatımında kayıtsızlık vardı ama laf arasında, şart olmamasına rağmen bu bilgiyi bana verdi. Normalde huyum değildir fakat adam farkında olmadan annesi hakkında konuşmak istiyor diye düşündüm ve ben de bir buçuk sene evvel kaybettiğimi söyledim. Ne zaman özlesem, onun en sevdiği şarkıyı açtığımı söyledim. Tam ona soru soracakken adam gülmeye başladı. O kadar içli güldü ki artık ağlamaya döndü ve sonrasında arkasını dönüp kendini sıkarak ağlamaya başladı. Söz konuşu kişi yeni tanıştığım biri olduğu için nasıl davranmam gerektiğine karar veremedim ve masanın üstüne peçete koyup "lavaboya gidiyorum, istediğin kadar rahat olabilirsin" deyip terastan çıkıp mutfağa geçtim. Eşim ve arkadaşının yanına da geçmedim oturdum belli bir süre bekledim ve ardından kapıyı tıklatıp içeri girdim. Adamın yanına oturdum ve bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordum. Teşekkür etti, akabindeki sessizlikten sonra bana açıklama borçluymuşçasına durumu anlattı.

Annesinin en sevdiği şarkıyı bilmiyormuş. Bu farkındalığın gelmesiyle diğer düşünceleri alevlenmiş ve annesiyle yeterince vakit geçiremediğini idrak etmiş. Onun bir gün bile rahat bir şekilde oturup keyfine baktığını hatırlamadığını söyledi. Varsa bile hiçbir hayalini, hobisini, arzusunu yerine getirmeye fırsatı olmadığından bahsetti. Bir ömür boyu çocuklarının geleceği için çabaladığını, fakat sonunda çocukları için arzuladığı hayat standartları yerine gelmiş olsa bile çocuklarının; yani adamın ve kardeşlerinin, annelerini hayatlarına dahil etmediklerini anlattı. Bir keresinde annesine, kardeşinin ailesi ve kendi ailesiyle kapadokya'ya gideceğini söylemiş. Bana, "kapadokya'ya annem gitmek istiyordu." dedi. o sırada adamın aklına gelmediğinden veya umursamadığından mı bilmiyorum annesini çağırmamış. Kadıncağız da "güle güle gidin, benim yerime de gezin." demiş. "Siktiğimin kapadokya'sına bile götürmedim." dedi. Diyecek bir şeyim yoktu, sessiz kaldım.

Muhabbet değişti, vakit geçti derken kalktılar ve gittiler. Yatmadan evvel uzanırken olayı eşime anlattım. Anlatırken gözlerimin dolduğunu fark ettim. Adamın anlattıklarına üzüldüğüm için, veya kendimi onun gibi suçladığım için ağlamadım. Annemin anne olmasına ağladım. Annemi sevdiğimden dolayı bir hayvanmışçasına doğurup, bakıp, ölmesi içimi yaraladı. Annem de o adamın annesi gibi hayatını, üremenin bedeliyle harcamıştı. Tabii ki her üreyen insan bu bedelleri ödemiyor. Daha farklı kültürler var fakat annem için öyle değildi. O sadece şanssızdı, diğer yandan ise sevgiyle zincirlenmişti. Duygular değişik şeyler. Öyle ki sevilmek bile insanın canını yakabiliyor.

evden başka hiç bir yerin rahat olmaması

Mana olarak katıldığım, fakat kelime anlamı olarak katılmadığımdır. Pek tabii öznel bir durum ve benim öznelliğimde bana her yer rahat geliyor. Çünkü hiçbir yere ait değilim, kendi vücuduma bile. Ancak, nerede huzurlusun diye sorsanız ev derim.

Her insanın kendi sonsuzluk tasviri vardır. Bazısı bu tasavvurun bilincindedir, bazısı henüz ayırdına varmamıştır. insanların kare kare oluşan anlarından meydana gelen hayatlarının sadece bir anı sonsuzluğa hasrettir bana göre. Bu an benim için evimde eşim ve çocuklarımla olan en sıradan halimizdir. iyi bir şey olmuyordur fakat her şey o kadar iyidir ki hiçbir şey sonsuza kadar değişmesin isterim.

Sonradan düşündüm, bu sadece benim için mi böyle dedim. Kendimi kaç farklı kişinin yerine koyarsam koyayım neredeyse herkesin arzuladığı o sonsuzluk anının tadı benimki gibiydi. Neden acaba? merak ediyorum.

sözü uzatmak

Maalesef esiri olduğum durum.

Gençken sözü uzatsam da dolu olduğunu sanıyordum. Her dediğimin mühim bir şey olduğunu düşünüyor, karşımdakine konuştuğumu zannederek kendime konuşuyordum. Sözün özü bir eşektim. Karşımda ha dişi eşek ha kabak olsun, bana fark etmezdi. Maksat konuşuyor olmaktı.

Yaş aldıkça ayırdına varmaya başladım. Karşımdakine konuşacaksam konuşur, yoksa susardım. Yahu tamam bir seviye atladım ama bu sefer söyleyeceğim iki cümlelik şeyi aktarmaya çalışırken bir bakardım beş dakika boş boş konuşmuşum. Bu böyle olmaz diyerek kelime haznemi geliştirdim ama bu sefer karşıdaki kişi beni anlamamaya başladı. E tabi, sözlükle dolaşacak değil kimse. Akabinde dil kullanımında ergenlikte olduğuma kanaat getirdim. Dilim büyüme çağındaydı ancak letafetten uzaktı.

Şimdilerde ise oturttum. Karşımdakine göre konuşmayı, anlatmak istediğimi ona aktarmak için doğru kelimeleri kullanmayı becerir oldum. Geriye kaldı yazması. Eyvallah, konuşurken kişiye uygun dilim dönüyor ama topluluğa uygun şekilde bir metin yazmayı hedefliyorsam, işte o henüz olmuyor. Görelim bakalım ileride neler olacak.

reid the genius

Gördüğüm kadarıyla nazik ve kıymetli bir insan. Kendisinin üslubunu samimi görüyorum. Tarzı ve tavırları da benim karakterime zıt düşmüyor, zihnimi yormuyor. Samimi fikrim, sadece internet mecrasında böyle olmadığı yönünde. Yüz yüze ilişkilerinde eminim karşıdaki insanı ruhen güvende ve rahat tutmaya çalışan bir yapısı vardır. Bahsimi devam ettireceğim. Kendisini yoracağı ve ziyan olacağı raddede, karşıdaki insanı huzurda tutmaya çalışıyordur.

Bana göre insan denilen varlık, tüm güzellikleri hak eden bir varlık. Fakat bazıları sanki daha çok hak ediyor. Bence sen de öyle birisin.

isteksizliğin üzerine gitmek

Onlarca senedir çevremdekilerden tek bir çözümünü gördüm. Herhangi bir şeye karşı sarsılmaz inanç gerekiyor. ister tanrıyı seçin, ister kendinizi, ister başka bir insanı. Varlıktan ziyade kavramlar ya da ideolojiler de olabilir. Yine uzattım. Sözün özü bir şeye iman etmeniz gerekiyor.

intihar düşüncesi

Hayalperest varlıklarız. Kafamızda senaryo yazıp onu izlemeyi, çevremizdekilere istediğimiz şeyleri düşündürmeyi, bir nevi tanrıcılık oynamayı, kendi istediğimiz gibi görülmeyi ve sevilmeyi arzu ederiz. intihar düşüncelerinin geneli budur. Kafada bir ölüm kurgulanır ve çevremizdeki insanları ölümümüze göre şekillendiririz. Düşünce olduğu için, kafamızda teşebbüste bulunup ölsek bile, hayalimiz bizim ölümümüzle son bulmuyor. Bizden sonrasını düşlemeye devam ediyoruz. Bana göre intihar düşüncelerinin çoğu zaman zararsız olmalarındaki sebep bu. Çocukken, yetişkinleri dövüp ailemizi veya sınıfımızı kurtardığımız hayallere benzer bir masumiyete sahip olmalarındaki benzerlik bu.

insanların farkında olmadan sürekli iletişim oyunları oynadığını düşünen birisiyim. Bana göre insanın tüm hayatı başka insanlarla iletişim oyunları oynamakla geçiyor. Bu oyunları şekillendiren örf, adet, gelenek, norm, etik, ahlak gibi kurallar ve unsurlar bazen kişiler tarafından yine oyun içerisinde kullanılabiliyor. Uzatmayayım.

Bence intihar düşünceleri, iki arkadaşın günlük sohbeti kadar basit ve zararsız bir şeydir. insan dediğimiz şeyin ölümden kaçma gibi bir şansı yok ve buna rağmen her gün ölümü bir kez olsun hatırlamadan yaşayabilecek kabiliyete sahip. intiharı bir kenara koyuyorum. insan, her an öleceği gerçeğini göz ardı ederek yaşayabiliyorken, kafayı sıyırmıyorken; intihar düşüncelerine sahip olan bireyin durumunun kötü veya kritik gözükmesi bana garip geliyor. Kendisinin ölümünü ve çevresindekilerin üzüntüsünü veya üzülmeyişini tasavvur edecek. Ölümünden sonrasını düşlemeye çalışacak, fakat düşlerinde kendisinin varlığı azalmaya başladığı için çok da abartmayacak. Çünkü kendisinden geçemeyecek. Ne var bunlarda? Bu kadar da mı ölümü düşünmesin insan? Ayrıca niye yaşadığını bilmeyen insanlığın, yaşamak için yaşayan hatta bundan da öte ve belki aşağıda "yaşayan" insanların intiharı yorumlaması da ayrıca garip geliyor.

Bana göre bu intihar düşüncelerini ciddi hale getiren tek bir şey var. O da insanın hayalinin ölüm olması. Fakat öyle birine kolay kolay rastlanılmaz. Sevmek, sevilmek, zengin olmak, beklentilerindeki hayata kavuşma hayaliyle yanıp tutuşmak varken kimse tadını bilmediği ölümün hayalini kurmak için sıraya girmiyor. intihar düşünceleri ise; nereye çıktığı bilinmeyen bir kapıdan geçtikten sonra "acaba geride kalanlar o sırada ne yapıyor?" düşlemesinden ibaret kalıyor.

engelleri aşmak

Çok uzun süredir aşina olmadığım bir durum. Artık hiçbir şeyi engel olarak görmüyorum, dolayısıyla aşmamı gerektiren bir şey kalmadı.

Şimdi düşünüyorum da, gençliğimde durum tam tersiydi. Her şey bir engeldi. Öyle ki şu an o gözle bakmaya çalıştığımda tüm dünyayı bir engel olarak gördüğümü fark ettim. Engel aşmak zevkli mi değil mi yorum yapamam fakat engelleri aşmak yorucu mu diye sorsanız yorucu derdim. Okul bir engel, yemek yemek, çalışmak, öğrenmek, sevmek ve sevilmek hepsi aşılması gereken bir engel gibiydi. Birisini seversiniz ve düşünürsünüz o da beni seviyor mu diye. Beni, onu sevdiğim kadar seviyor mu? Beni sevmiyorsa kendimi nasıl sevdiririm? Sevmek gibi basit bir şeyde bile durum bu hale gelebiliyor.

Mutlu olmak için engeller belirlenir ve o engeller aşılırsa mutlu olunacağı sanılır. Çok yorucu. E o halde engeller aşılıp mutluluğa ulaşılamayınca yeni engeller mi koyulacak mutluluğa erişmek için? Birçok olasılık çıkar bu düşüncelerden fakat şahsen engellerden zevk almayı hayatımın zemini yapacağıma hiçbir şeyi engel olarak görmem ve minik, kısa yaşam serüvenimin her anından zevk alırım.

Bence insanın düşünce yapısı bir çocuğunkine benzemelidir. Daha doğrusu insan hala bir çocuk gibi düşündüğünü kabul etmelidir demeliyim. "Bunu istiyorum" dediyse istiyordur, neden istediğinin önemi olmaması gerekir. Bir şeyi yapmaktan niye keyif aldığımızı derinlemesine düşünmek yerine o şeyi yapmaya devam edebiliriz, başkasının keyfini bozmadığımız sürece.

Mutluluk çok garip bir şey. insan çocukken hiç mutluluk aramaz, büyümeye başladıkça mutluluğun ne olduğunu öğrenir. Öğrendikten sonra onun peşinden koşmaya başlar ve ölene kadar durmaz. Halbuki mutluluğun ne olduğunu bilmeden önce mutluydu. Mutluluk diye öğretilen şey mutluluk mu değildi, yoksa çocuk mutluluğu dile dökmeyi öğrendiğinden dolayı özünü mü bozmuştu? Tıpkı denizi elindeki bir tasa sığdırmaya çalışmak gibi. Uzattım. Demek istediğim, bence engelleri aşmak yapay bir şeydir. Şayet bir engel varsa, engelin ta kendisidir.

genç kalmak için yapılabilecekler

Zihnen genç kalmak için yapılabilecek birkaç şey söylemek isterim.

Eğer zihninizin genç kalmasını istiyorsanız; fikirlere, düşüncelere, değişim ve yeniliklere gebe olmaya devam etmeyi arzuluyorsanız ve hep eleştirdiğiniz o yaşlılara dönüşmek istemiyorsanız yapabileceğiniz birkaç şey var. Tıynetinize göre zor gelebilir ancak etkisini göreceksiniz.

Her şeyi olduğu gibi kabul etmeye çalışın. Anda olduğunuzun idrakinde olun. Geçmiş veya geleceğin ehemmiyeti yok, sonuçta hepsi birer şimdi. Elinizdeki lahzadan feragat edip gelecekteki lahzadan endişe duymaya veya geçmişteki bir anda kalmaya lüzum yok. Bir şey değişmişse gerektiği için değişmiştir. Gereksiz bir gereklilik de olabilir ve bu lüzumsuzluk gibi görünen şeyleri kabul etsek de etmesek de insanların ihtiyaçlarından şekillenir. Tamam, bazen insanlar ihtiyaçları olmayan şeyleri ihtiyaç addedebilirler ancak dediğim gibi; gereksiz bir gereklilik böyle bir şeydir.

Bu değişen şey bir insan da olabilir. Sevdiğiniz bir insan değişmişse bunu da kabul edin. Hayat, değişimlere ayak uyduramadan yitip gidebiliyor. Böyle ziyan olmasını istemeyiz. Eğer o insan değiştikten sonra yeni bir sinerji oluşturamazsanız durumu kabullenin.

Bu tavsiyemin, akla gelen gençlerin davranışlarının tam zıttı olduğunun farkına varmışsınızdır. Bu da türkçenin esnekliğinden ötürü. Benim bahsettiğim gençler çocuklardı.

90 ların samimiyeti

Yahu ne yalan söyleyeyim, ben de doksanlarda yaşadığım çocukluğumdan ve gençliğimden aldığım tadı unutamıyorum ancak bunların hepsi günün sonunda subjektif deneyimlerdir. Uzun uzadıya nedeninden bahsetmeye gerek yok ancak birkaç örnek vermek isterim.

Öncelikle eskiden Taksim diye bir yer vardı. Bildiğim kadarıyla artık yabancılara terk edilmiş durumda ve sanırım herkes kadıköy'e gidiyor. Eğlenceliydi. Yeni biriyle tanışmak, birilerinin masasına oturmak veya iskemle çekmek normaldi. insanlar birbirleriyle tanışmaktan çekinmezlerdi. Şimdi kimse tanışmak istemiyor demiyorum, her şey o ana bağlıydı diyorum. Bunun değişme sebebi tabii ki telefonla gelen sosyal medya. iyi kötü demiyorum tespit olarak söylüyorum. Eskiden insanlar hacet giderirken, dışarıda tek başlarına oturup arkadaşlarının gelmesini beklerken, sıra beklerken, otururken vs. ellerinde onları o andan alıkoyacak bir şeye sahip değillerdi. Bayağı dümdüz oturuyorduk öyle. Bazısının walkmani olur, bazısı açar kitap okur ama hiçbir şey yapmasa bile etrafa bakar ve istemsiz şekilde konuşmalara kulak misafiri olurduk. Sınırlar daha inceydi. Meşhur doksanların komşuluğu denen şey, kısaca eskinin samimiyetinin fazlalığına dem vuran nidaların hepsinin temel sebebi buydu. Farkında olmadan birbirimizin hayatına dahil oluyorduk ve birbirimizi gözlemliyorduk.

Bunun dışında doksanların kötü yanı yok muydu deseniz tabii ki vardı derim. Mesela siyah bir transporter veya vito gelip osmanağa'da kokoreçinizi kemirirken gözünüzün önünde birini alıp götürebilirdi. Mafya çoktu. Şahsen hiç kaçırılma deneyimi veya haraç ödeme zorunluluğu gibi şeyler yaşamadığım için bana güzel geliyor. Eskiden taksim vardı diyorum bu doğru ancak taksim de o kadar güzel değildi. Tekrar söylüyorum ben kötü bir deneyim yaşamadım ancak yaşayan tabii ki var. tinercilerle, balicilerle iyi deneyimleri olan var, kötü deneyimleri olan da var. Aynı şekilde romanlarla iyi ve kötü deneyimleri olan var. Tamamiyle subjektif. Şimdiyi mi yoksa doksanları mı tercih edersin deseniz, gerçekten umurumda değil.

Eminim genç olmak genel olarak güzeldir ancak şu anın gençlerinin zamane gençleri gibi takılacak maddi durumu olmadığını biliyorum. Maksimum ne yapabilirler bilemedim. Bu açıdan düşününce çok üzücü. Delikanlı çağının bu şekilde heba olması ziyan, israf. Çok yazık.

bazen susmanın da bir cevap olması

Belki biraz abarttığımı düşünebilirsiniz ancak; insanlar birbirlerini izleyerek anlaşabilirler. Bilmiyorum yapanınız var mı? iki yakın kişi bir kelam bile etmese, sadece birbirlerine baksa dahi anlaşabiliyor. Dil ile konuşulandan farklı bir sohbet oluşuyor.

Gerçi kelamsız sohbet bir yana, çoğu insan dil ile konuşsa bile birbirlerini anlayamıyor aslında. Kelime haznesinin eksikliğinden dolayı bazı kelimeler birden fazla anlamın ağırlığını sırtlanmak zorunda kalıyor ve ne yazık ki sırtlandıkları anlamlar birçok manayı değiştirebilecek şeyler oluyor. Halbuki kelime haznesi geliştirilse kişi meramını net bir şekilde dile getirebilir. Eş anlamlı olmayan kelimeler eş anlama getirilmeye çalışılıyor kelime yoksunluğundan. Bu yüzden eğer birbirinizle dalga geçmeyeceğiniz kadar samimi bir olgunluğa erişmiş ilişkileriniz varsa tavsiyem arada oturup karşılıklı bakışmak olacaktır. inanın bakışmak da konuşmaktır.

cola zero saçmalığı

Akla mantığa sığmayan bir saçmalıktır. Birinin o iğrenç aromaya sahip tatlandırıcıları nasıl tercih edebildiğini anlayamıyorum. Keşke ben de içebilsem. Light kolayı hayatımda neredeyse hiç içmediğim için hatırlamıyorum fakat tamamen aynı tatlandırıcılara sahip değiller. Büyük ihtimalle onun aroması daha insancıldır.

Arkadaşlar bir de şöyle bir durum var. Bu iş turkuaz su olayına döndü. Sırf şekerden çok daha az maliyetli şekilde üretilebiliyorlar diye bildiğiniz piyasaya bok pompalıyorlar çok affedersiniz. Yemek yiyecekseniz Zero ile, sipariş verecekseniz Zero ile, bir şey izleyecekseniz Zero ile... Normal kolamız bitti bir de zero başladı. Tamam şeker iyi bir şey değil ama bir insan kendine sırf şeker kullanmayacağım diye bunu yapmaz arkadaşlar. Zero içilmez deli misiniz lütfen. Yakında şekerli kolalar kalmayacak iş artık oraya gidiyor ve çok rahatsızım bu durumdan. Zaten ürünlerin tadı bozuldu, bir de üstüne şekerli kolaların piyasadan kalktığı, eritilmiş plastik aromalı zerolardan başka kolanın olmadığı bir senaryoda, sanırım post-apokaliptik bir dünyaya adım atmış gibi evde kendim "nuke cola" yapacağım.

kahvaltıda kola içmek

Dünyaya bir kere geldiğimiz için yapanı yadırgamam. isteyen istediği gibi yaşasın. Sonuçta öleceğiz. Ama maalesef kolaların da tadı bozuldu. Bilmiyorum siz memnun musunuz ancak ben hiç değilim. Tıpkı birçok ürün gibi kolalar eski lezzetine sahip değiller.

soymadan anlaşılamayan şeyler

Kabuğu olan her şeydir. ister fiziki ister mecazi kabuk olsun fark etmez.