bugün

entry'ler (508)

kenan evren

ülkenin geleceğinden yıllar çalmış darbeci bir katilin adıdır.şimdilerde çizdiği dandik resimlerle ressam payesiyle onurlandırılmaktadır yalakaları tarafından. belki gevrek gevrek gülerek ton ton emekli paşa imajına oynamaktadır bilinmez. ama ülkem asla unutmayacaktır ellerindeki kanı.

türkler kürtler birlikte yaşamak zorunda mı

esasen bu sorunun çok daha önceleri sorulması, bu düşüncenin yıllar önce daha yüksek bir sesle konuşulması gerekiyordu. kısmet bugüneymiş.

soruya cevap veriyorum : değil...!

kürtlerin cumhuriyet tarihinin neredeyse tamamına yakın bir kısmında yok sayıldıkları, asimile edildikleri, hatta yok edildikleri inkara yer olmayacak derecede açık bir vakıadır. bununla birlikte bu yok sayma tarihini şöyle bir irdelersek kürtler tarafından oluşturulmuş bir talepler havuzunun da oluştuğu görülecektir. bu havuzda kürtçe konuşmak, kürtçe şarkı söyleyebilmek, kürtçe tv, kürtçe yayın yapabilme, üniversitelerde kürt dili enstitülerinin kurulması, ana dilde eğitim, özerklik vs vs vs... gibi bir çok talebin bulunduğu bilinen bir gerçektir.

kürt sorununun son 8-10 yılına bakıldığında kürt gerçeğine bakış anlamında ülkemizde gözle görülür bir psikolojik iyileşme olduğunu görmemek mümkün değil. bir dönem kürtlerin bile dillendirmekte sıkıntı yaşadığı, türkiye gerçeğine hiç de denk düşmeyen birçok olgu artık hayatımızın olağan gerçekleri haline dönüştü. ancak bu iyileşmenin kürtlerin bir bölümünde bir rahatsızlık yarattığını da görmek gayet mümkün. yani bu iyileşme ciddi ciddi kürtlerin bir kısmını geriyor, gerdi, germeye devam ediyor. belki de ellerinden bazı gerekçeler alınıyor, alındı. ilginç.

yani bir dönem uğruna binlerce insanın öldüğü haklar, özgürlükler kürtlere tanınıyor, ancak kürtler nedense daha da fanatikleşmeye başlıyor, terör bir karış bile olsa taban kaybetmiyor. sanırım burada hiç de öyle normal bulunmayacak bir durum var. değil mi? kürtlerin talep ettiği ve hala karşılanmayan en fazla bir kaç/üç beş şey kalmıştır. ama ben eminim, yarın örneğin ana dilde eğitim gibi bir hak da tanınsa, farklı bir iyileşme de sağlansa ertesi gün başka bir karakol basılacak, farklı noktalarda bombalar patlayacaktır. bu size de anormal gelmiyor mu?

yani şunu anlatmaya çalışıyorum. artık bu sorun daha da tehlikeli bir hal almaya başladı. türkiye'de benim gibi türk olup, bir kürt realitesi olduğunu söyleyebilen, bu sorunun demokrasiyle, özgürlüklerin genişletilmesiyle çözülmesini isteyip artık kürtlerin samimiyetine de inanmak konusunda sıkıntı yaşayan insanların sayısı hızla artıyor. bu durum çözüm istediğini söyleyen kürtlere bir anlam ifade etmiyor mu?

nasıl olur çok da bilmiyorum. uygulanabilir olup olmadığını şuan zerre önemsemiyorum. ancak kürt halkı (ki homojen bir yapıdan bahsetmediğimizi iyi biliyorum) bu iyileşmeyi görmemek konusunda ısrarcıysa ben de bölünmenin öyle hiç de fena bir fikir olmadığını düşünüyorum. karakollar basılmayacak, bombalar patlamayacak, otobüsler yakılmayacak, ülkenin kıt kaynakları ortak bir gelecek ülküsü taşımayan bir bölgeye aktarılmayacak, hakkari'de askerlik diye bir şey olmayacak. fena mı?

çelik erişçi

hazret yeniçağ gazetesinde köşe yazarlığına başlayıp barış akarsu'yu anma konserine parayla çıkan ismail yk'ya tepki göstermiş, hızını alamayıp şarkıcının "allah belanı versin" versin şarkısının niteliksizliğinden de dem vurmuş. tamam da çelikcim, sen belki haklı olarak adama laf ediyorsun ama "dongi dongi" isimli sanat eserini de söyleyen babam değil sendin değil mi? hani bir söz vardır ya "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" diye. sen hiç bakmıyorsun kendine be. ha çelikcim?

dum kah kah kah kah...! ne diyon bu işe?

dağa çıkarız hesabını sorarız

şırnak'ta güvenlik güçleriyle çıkan çatışmada öldürülen bir teröristin yakınları açmış bu pankartı. ilker başbuğ'un son günlerde yaptığı enteresan açıklamaları zerre tasvip etmiyorum. bir kısım zevatın askeri vesayetin artık tükenmeye yüz tuttuğunu anlamamak konusundaki çabası gerçek o ki takdire şayan. böyle bir gerçeği böylesi inanarak savunabilmek olsa olsa üstün bir gayretin sonucunda vuku bulabilir.

şüphesiz başbuğ'un tuttuğu yol yanlış. ancak terörist ailelerinin içinde bulunduğu ruh hali de başbuğ'un tuttuğu yanlış yoldan farklı değil ki. yahu sen oraya bir cesedi almaya gitmişsin. bir ceset lan..! hatta canın, ciğerin. şimdi kimse bana teröristlerin seçtikleri özgürlük yolunda kutlu bir amaç için öldükleri gibi bir masal anlatmaya yeltenmesin. kimse kusura bakmasın ama bu kirli savaşta köprünün hangi tarafında öldüğünün zerre kıymeti yok benim için.

acı olan şu ki sen her ne kadar bir kutsallık katmaya çalışsan da bu ölümlere, ne yazık ki giren kim olursa olsun mezara, bok yoluna gitmiş oluyor. demem o ki, bunca kirli dümenin döndüğü bir hengamede, kimin hangi taraf için çalıştığı beli bile değilken daha azı hayalperestlik oluyor galiba.

bununla birlikte, hal böyleyken, zaten dağda yeterince dangalak varken everest'e çıksanız ne yazar azizim? çıktınız da ne oldu? bir cesedi almak için morg kapılarındasınız lan? bu kirli savaşta eriyip gitmişse bir dönem sevmeye kıyamadığınız oğlunuz, babanız, ananız; topunuz dağda geberseniz, gebertseniz kaç yazar?

hadi canım siz de...!

21 ocak 2010 hesap dondurma eylemi

lan arkadaş madem delikanlı bir tepki koymaktır niyetiniz. kapattırın hesabınızı olsun bitsin. zincirle mi bağlısınız anasını satayım. ya da girmeyin lan bundan sonra, nedir yani? bir de kafa izni aldım lan deyip cayır cayır yazanlar var ki onlar daha da beter. neyse ben artırıp 3 ay donduruyorum hesabımı. ayarlar bölümünde hesabımı kapat falan bir şey yokmuş.

tüm zamanların en iyi türk rock albümü

metropolis - makine

sevgiliyle yaşanan komik diyaloglar

içinde bol kıskançlık olan absürd diyaloglardır.

- farkettim
+ neyi?
- otobüste yanına oturan kıza baktın
+ valla billa bakmadım
- hayır ben gördüm yaa baktın...!!!
+ yaa bakmadım işte alla allaaa...
- !!!
+ ???
- o zaman o sana baktı..!!!
+ haydaaaa

türkiye de modernlik anlayışı

bir batılıya benzemek şeklinde algılanagelmiştir hep. modernleşmenin algılanışı bakımından osmanlı devletinin son 100 yılı genç cumhuriyetin 86 yılından çok daha tutarlıdır. hatta ülkemizin modernleşme hikayesinin cumhuriyetin ilk 25-30 yılında bıçak gibi kesildiğini, modernleşmenin sığ bir pencereden izlenip/algılanıp bir batılı gibi şapka takmak, geçmişi topyekün silmeye çalışmak, balolarda batılılar gibi dansetmek şeklinde algılandığını söylemek de gayet mümkündür.

(bkz: cagdaslasma dayatmasi) *

okkes kenger

kahramanmaraş katliamının asıl planlayıcısı ya da sorumlusu olarak görülmekle birlikte katliamın planlanmasında en ufak bir rolü bile yoktur. kahramanmaraş katliamı gizli servisler tarafından planlanmış başarılı bir operasyondur. ökkeş kenger basit bir adamdır. bu isnat ona olduğundan çok daha büyük bir güç atfeder, ki bu da komiktir. ökkeş kenger olsa olsa/en fazla sıradan bir tetikçi, gaza gelmiş bir aşırı milliyetçidir.

steril yerlerin yarattığı tedirginlik hissi

steril yerlerde kişinin bir türlü kendini rahat hissedememesi, bir aidiyet sorunu yaşamasıyla kendini belli eden duygudur. şimdi bu tanımdan sonra kimse bu hissi yaşayanların aslında bok içinde yaşıyormuş da biraz temiz bir ortama girince kendini yabancı hissetmiş olduğunu falan düşünmesin lütfen. bugün iyi günümdeyim kimsenin kalbini kırmak istemiyorum.

bunu fazla şık ve pırıl pırıl bir lokantada da yine aynı derecede steril bir cafede de yaşamak mümkündür. ama bana asıl ilginç gelen böyle yerlerde insanların birden bire üzerlerine yapışıveren o "biz aslında böyle yerlere çok alışığız" tavırları oluyor. nedense ben böyle bir mekana ne zaman girersem gireyim bir acemilik, bir ne yapacağını bilmezlik peyda oluyor üstüme. bunu sosyal motivasyon eksikliğiyle de açıklamak pek mümkün elbette, kimseye karışmayacağım ukalalalık yapmaları hususunda. ama var böyle bir şey, uydurmuyorum.

benim asıl merak ettiğim şey, benim gibi steril mekanlarda elini ayağını nereye koyacaklarını bilemeyenlerin totala oranı aslında. öğrenip de ne yapacağım o konuda da anlamlı düşüncelere sahip değilim, bu konuda bu gece yatmadan önce uzunca bir müddet düşünüp en azından kendimi tatmin edecek cevaplara ulaşacağım, ama lütfen inanın merak etmemek elimde değil. böyle ortamlarda; sanki şık bir restoranta, tertemiz ve pırıl pırıl bir masa üstünde doğmuş, saray terbiyesi görmüşçesine profesyonel bir edayla davrananların gerçekten kendini nasıl olup da bu derece rahat hissettikleri konusunda merak içindeyim.

aynı duyguyu havaalanında da yaşamak ya da görmek/gözlemlemek gayet mümkün. daha önce defalarca uçağa binmiş olmama rağmen ne zaman havaalanına gitsem ya bir tedirginlik yaşarım ya da ezberimi unutur diğer insanlara bakarak normal bir şekilde nasıl davranılır taklit etmeye çalışırım. yürüyen merdivenler, x-ray cihazları, görevliler, bilet kontrol, aktarmalı uçuşlar falan filan. havaalanlarında insanlar üzerinde konuşmadan uzlaştıkları bi tür anlaşma varmış gibi davranıyorlar galiba. bilinç altında, bir tür, uçan insanların uçmayan insanlara nazaran çağdaşlıktan aldıkları payın çokluğu hissi galiba bu. belki de değil. gece gece götümden uyduruyorum.

belki de aklımdakilari tam olarak aktaramıyorum. ama insanların "biz hep uçuyoruz" hissi uyandıran tavırlarla bende yaşattıkları şaşırma hali aslında tam olarak anlatmaya çalıştığım şey/konu. steril mekanlarda, aynı derecede steril ve seçkin insanlarda oluşuveren "biz aslında buraya aitiz, bu elit zevklerimizle de sokaktaki insanlardan farklıyız" tavırları da sanırım bahsetmeye çalıştığım bütünün bir parçası, tezahürü oluyor. ya da saçmalıyorum. bilemiyorum.

öcalan çekilmemizi istemedi

sanıyorum dtp milletvekillerinin bu partinin kapatılmasından anlamlı en ufak bir sonuç bile çıkarmadığını/çıkaramadığını gösteriyor ahmet türk'ün söz konusu açıklaması. hoş, gerçi bu sine-i millete döneriz açıklamalarının da bir tür blöf olduğu belliydi taa en başından. ki partinin kapatılmasının üzerinden daha bir hafta bile geçmeden bütün çıplaklığıyla çıktı ortaya bütün o "millete döneriz" açıklamalarının kaypaklığı. şimdi kimse çıkıp dtp'li vekillerin sorumlu davrandıkları için meclis çatısı altında siyaset yapmayı tekrar tercih ettiklerini söylemesin bana. kalbini kırarım. adama nerdeydiniz kitleler sokaklarda molotof yağdırırken derler. hoş pkk'lıların molotof atması demokratik tepki, izmirlinin taş atması faşizm oluyor ya, buna da uydururverirler bir kalıp. yani efendim meclis haklı ya da haksız taleplerin en güçlü bir şekilde dillendirilebildiği önemli bir makamdır. bunu dtp'lilerin bile ellerinin tersiyle bir kenara itebilmesi zaten mümkün görünmüyordu. tabanımız bizden dağa çıkmamızı istiyor diye açıklama yapan emine ayna'nın da tek derdinin kitleleri kışkırtmak olduğu sanırım daha bir ortaya çıkmış oluyor ya. neyse deyip devam edelim.

yani bir çok yerde dillendirilen, kürt siyasilerin artık dtp'nin kapatılmasının da etkisiyle, şiddetle aralarında net bir çizgi çekerek siyaset yapmaları gerektiği sonucu hala oluşmamış -en azından- ahmet türk'ün zihninde. çok enteresan. şiddetle bağı olan partilerin dünyanın hiçbir yerinde politika yapamayacağı gerçeği böyle gün gibi aşikarken -ki dtp'nin kapatılmasına demokratik dünyadan öyle güçlü tepkiler de gelmedi haklı olarak- hala abdullah öcalan'ı referans alan açıklamalarda bulunmak bu yarayı kaşımaya devam etmek gibi geliyor bana, kimse kusura bakmasın. artık kürtlerin şapkalarını önlerine koyarak biraz daha sakin ve mantıklı bir şekilde düşünüp gelecekleriyle ilgili ciddi ciddi kafa yormaları gerekiyor.

demokratik haklarının en fazla dillendirildiği bu önemli dönemde -ki ironiktir bunu sağlayan da dtp değil ak partiydi- şiddete değil, o her ağzını açanın söyleyegeldiği demokratik ve kültürel taleplere odaklanılması lazım geliyor. geçenlerde kemal burkay dtp ve bağlantılı kitlelerin abdullah öcalan'nın hücresinin cm cinsinden değeri için yaptıkları gösterileri o meşhur demokratik ve kültürel haklar için yapmadıklarını söylerken nasıl da haklıydı. yani efendim bu tarihi dönem de iki tarafın da samimi olması gerekiyor. demokratik ve kültürel haklarımız için mücadele ediyoruz diyenlerin apo'nun hücresini küçültmüşler diyerek kürt halkı için edinilmiş onca kazanımı çöpe atmaya göze almasının nasıl bir şey olduğunu en azından kendi kitlelerine anlatmaları gerekiyor. aksi takdirde bu yaşanılan her bir şeyin gelecekte kaçırılmış bir fırsat olarak görülüp, "keşke" denilerek anlatılması olasılığını da kimse yabana atmasın. benden söylemesi.

akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş. son dönemlerde ülkemizin güney doğusunda artan/artırılan şiddet olayları dönüp dolaşıp yine aynı bölgeninin insanlarını olumsuz etkiliyor. insanlar bir yerden yönlendirilmiş gibi yok abdullah öcalan'ın hücresi, yok yaşam standartları falan filan diye sokakları, şehirleri savaş alanına çevirirken aynı zamanda bu bölgelere yapılacak yatırımları da kaçırıyorlar. bölgenin ticaret odaları başkanları bas bas bağırıyor orta ve büyük ölçekte birçok yatırımın son zamanlarda ortaya çıkan istikrarsız ve gergin ortamdan etkilenip farklı bölgelere kaydığını.

tamam, bölgenin insanı fakir, bölgenin insanı geri bırakılmış. tamam işsizlik çok büyük bir problem. ama siz ayağınıza kadar gelen yatırımı da kaçırırsanız, korka korka açılmış banka şubesine molotof atarsanız ağlamaya hakkınız olmuyorki. yani şunu anlatmaya çalışıyorum. evet türklerin geçmişten gelen büyük hataları olmuştur kürt sorunuyla ilgili olarak. bununla ilgili olarak bir süredir yeterince öz eleştiri de yapıyor zaten koskoca ülke. ancak bunun verdiği şımarıklığı da artık bir kenara bırakmalı kürt halkı.

kürtlerden üstün olmak kibrini yenmek, bu böbürlenmeyi bir kenara bırakabilmek için sancılanıp duruyor türkler. ama bir zahmet siz de birazcık kendi yediğiniz kaba bakın. siz de birazcık o anlamını bilmeden, özümseyemeden kullanıp durduğunuz demokrasi ve insan hakları kavramlarının ne anlama geldiğini, demokrasi diye ağzını açıp "apo'nun hücresi" diye cümle bitirmenin nasıl bir saçmalık olduğunu, türk faizmine küfredip kürt faşizmini kutsamanın nasıl bir dangalaklık olduğunu anlamaya özen gösterin. yoksa filler üstünüzde tepinirken "bizi eziyirler" diye daha çok ağlarsınız.

son resul dediydi demeyin.

masaya doğru eğilen bayanın göğüslerini izlemek

bir kadının en çekici olduğu anlardan biridir. her ne kadar yanlış karşılansa da bakmamak mümkün değildir.

ismet özel

çok iyi bir şairdir. erbain en iyi şiir kitabıdır. ismet özel çok fazla konuşmasa da konuştuğu zaman genellikle büyük harflerle konuşup dikkatleri üzerine toplamaktan -sanırım- hoşlanmaktadır. son açıklamalarında ifade ettiği şeyler düz mantıkla bakıldığında saçma gibi görünmekle birlikte esasen ismet özel'in düşünce ikliminde mantıklı bir yere oturmaktadır.

ismet özel'e göre anadolu'ya yerleşen türkler zaman içinde anadolu coğrafyasının o karmakarışık gen potasında erimiş, ancak günümüz klasik ırk söyleminden uzak olarak o bölgede yaşayan, müslümanlığı din olarak seçmiş herkese de türk denegelinmiştir. ki geçmişten günümüze gelen süreç içinde kendini türk olan adlandıran hemen herkes aslında müslüman olduğunu da dillendiriyor olmaktadır. ırk kavramı günümüzde bilinen manasıyla fransız devriminden sonra kullanılmaya başladığından ismet özel retoriğinde türk'üm diyen herkesin aslında müslüman olduğunu da söylüyor olması ve müslüman olan herkesin türk olmaması bu paradoksu da işaret etmektedir.

kurtlerin siyaset yapmasina engel olmak

dtp'nin kapatılmasıyla sıkça dile getirilen durumdur.

kürt kökenli insanlarımızın bilinç altında çok güçlü bir ezilmişlik hissi var, bunu görmemek için ya kör olmak ya da kötü niyetli olmak gerekiyor. işin üzücü tarafı bu toplumsal bilinç altındaki ezilmişlik, itilmişlik hissinin en önemli sebebi de cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bilinçli bir şekilde kürtlere dönük uygulanan olumsuz politikalardır. özellikle son yıllarda bu durum sokaktaki sıradan insanlar/türkler tarafından bile seslendirilmekte, kürtlerle türkler arasındaki bu eşitsizlik giderilmeye çalışılmakta, bu sorunun kaynağına dönük kimi zaman acımasızca özeleştiriler de yapılmaktadır.

ancak bütün bu özeleştirilerden hareketle, nereden nereye gelindiğini unutup özeleştiri yapan insanı deyim yerindeyse sikmeye çalışmak emin olun bir işe yaramayacaktır sevgili kürt kardeşlerim. evet, tarihsel süreci göz önüne alarak yapacağınız bir çok eleştiriye hem saygı duyuyor hem de çoğunlukla size katılıyorum. ancak işi dtp gibi terörü kutsayan bir partinin kapatılması bahsine getirip, kürtlerin siyaset yapmasına engel oldular derseniz inanın saçmalamış olursunuz.

hem ne düşünüyordunuz ki? ben aslında onu merak ediyorum. bütün dünyanın terörist olarak tanıdığı bir örgütü meşrulaştırmaya çalışan, sokak eylemlerinde etrafa molotof yağdıran, suçu ve suçluyu öven bir partinin kapatılmayacağını aklınız kesiyor muydu? bu kadar mı salaksınız lan? daha birkaç hafta önce demokratik açılım konusu açıldığında bir teröristi adres gösterecek kadar ileriye giderken meclis çatısını kullanmıyor muydu bu parti? ya dağa çıkmaktan bahseden emine ayna yaratığı -evet yaratık- meclisin bütün imkanlarından yararlanmıyor muydu? neden yalan söylüyorsunuz?

yıllardır içinde debelendikleri -ki bunda türk tarafının da büyük bir kabahati var- şiddet döngüsünden dolayı legal ve illegal olanı ayırdedemeyecek kadar acz içine mi düştü kürtler? apo'nun hücre boyutu üzerine yaptıkları eylemlerin yüzde kaçını ana dillerinde eğitim için yapmayı düşündüler? her gösteride, her eylemde bugün onbinlerce insanın ölmesinden sorumlu tutulan bir teröristin resimlerini göstererek, bu resmi insanları tahrik ederek kullanıp bayrak gibi sallamak dışında, daha aklı başında bir siyasete beyni çalışmıyor mu kürt kardeşlerimizin?

yaa şiddeti meşrulaştırmaktan bahsediyoruz arkadaşlar. bugün islam korkusundan, kürt kardeşlerimizin yaptıklarının onda birini yapmayan müslümanları kodesa tıkıyor amerika. siz bunu meşruluk aradığınız modern dünyada yapın götünüzden kan alırlar. tamam ezildiniz, ezilmediniz değil. ama şimdi, şuanda "bizi eziyirler" deyip siyaset hakkımızı elimizden alıyorlar diye ağlarsanız size ancak "siktir ordan" derler. vallaha derler.

siktir ordan...!

sevgilinin hamileyim dediği an

offf anam, insanın içini yakan hislenmelere neden olur bu. hamileyim diyor lan. düşünsene işin sonunda olabilecekleri? okulu bitirmeni bekleyen ailenin karşısına kucağında yeni doğmuş zırlayan bir bebekle çıkıyorsun. bir tarafta çocuk -talihsiz yavrum benim- , bir tarafta aile, bir tarafta okul, neresinden baksan kocaman bir felaket lan. anaaam, vay amına koyiim arkadaş yaa. durduk yere tüylerim tiken tiken oldu.

aylak adam

bir yusuf atılgan romanı. kitap sürekli olarak bir arayış içinde yaşayan, tek düzelikten nefret eden, herşeye karşı; ama bütün bu karşı duruşlarının da farkında olan aylak adam c'yi anlatıyor. yazar kitapta bilinç akışı tekniğini şaşırtıcı derecede iyi kullanıyor. okuyucu kitabın başında c'nin hayatına eğlenceli bir oyunmuş gibi bakarken, c'nin hayatını şekillendiren şeylerin onun ruhunda nasıl travmalara neden olduğunu görerek şaşırıyor.

yazar kitabın kurgusunu yaparken freudyen bir bakış açısıyla bakmış. c'nin mavi gözlü kadınlardan hoşlanması, bıyık takıntısı, kulağını kaşımak tiki ve bacak korkusu konusundaki yaklaşımı hep freud'u hatırlatıyor. kitabın en çok hoşuma giden tarafı ise ravel'in bolero'sundaki gibi yavaş ve tatlı bir havada başlayıp okudukça daha etkileyici ve sarcısı bir görünüme bürünmesiydi. ayrıca yusuf atılgan öyle bir karakter yaratmış ki, çoğu zaman okurken roman kahramanı c ile birlikte düşünmeye başlıyor ve garip bir şekilde bu sıradışı karakteri seviyorsunuz

bilinç akışı

bilinç akışı karakterin düşünme eylemini olduğu gibi aktarmaya çalışan bir edebi tekniktir. yapıtlarda iç diyalog şeklinde göze çarpar. bilinç akışı tekniğini kullanan yazarlara örnek olarak james joyce, william faulkner ve virginia woolf gösterilebilir. bilinç akışsal yazın modernist hareketle yakından ilişkilidir. psikolojiden edebiyata girişi may sinclair sayesinde olmuştur.

detaylar

bilinç akışsal yazın genellikle bir iç monolog halindedir ve metnin takibini zorlaştıran, karakterin parça parça olan düşüncelerini veya anlık duygularını yansıtan çeşitli anlam ve noktalama hatalarıyla biçimlenir. bilinç akışı ve iç diyalog, konuşmacının bir dinleyici veya 3. şahsa hitap ettiği ve genelde şiir veya dramalarda görülen dramatik monologlardan ayrılmaktadır. bilinç akışında, konuşmacının düşünce süreci kişinin kendisine yönelmiştir ve biz buna sadece kulak misafiri oluruz. bu iç monologlar, öncelikli olarak kurgusal bir araçtır.

önemli örnekleri

muhtemelen bu tekniği kullanan ilk edebi ürün ovid'in “methamorphoses”udur. sir thomas brown'a ait olan “the garden of cyrus” (1658), nesnelerin, geometrik şekillerin ve numerolojinin hızlı ve bağlantısız kullanımı ile bilinç akışsal yazının ilk ürünleri arasında yerini almaktadır. [gyula krudy]’nin bazı ürünleri de (“the adventures of sindbad”) bilinç akışının müjdecisi olan kimi teknikler içermektedir. bu tarzın gelişiminde incelenebilecek diğer örnekler laurence sterne'ün “the life and opinions of tristram shandy” ve “gentleman”’i (1760), edgar allan poe'nun” the narrative of arthur gordon pym of nantucket”ı (1837/1838) ve édouard dujardin’in “les lauriers sont coupés”udur (1888). tolstoy anna karenina’nın (1877) düğüm kısmına ulaşan bölümlerde bilinç akışına benzer bir yöntem kullanmıştır. arthur schnitzler'in erken dönem işlerinden “leutnant gustl”da (1900) da bilinç akışı tekniği görülmektedir. ancak bilinç akışsal yazın asıl yükselişini 20. yüzyılda yakalamıştır. virginia woolf, james joyce ve william faulkner’ın eserleri bu yükselişe öncülük etmiştir.

bilinç akışı tekniğiyle yazılmış önemli eserlerden birkaçı:

j.d. salinger’ın çavdar tarlasında çocuklar’ı (“the catcher ın the rye”)

dorothy richardson’un “pilgrimage”ı
james joyce’un ulysses’i (özellikle de molly bloom’un içkonuşmaları)
virginia woolf’un deniz feneri (“to the lighthouse”), dalgalar (“the waves”) ve mrs. dalloway’i
william faulkner’ın “the sound and the fury” ve “as ı lay dying”i
robert anton wilson ve robert shea’nın “ılluminatus!”u
william styron’un “lie down in darkness”ı
allen ginsberg’in “howl” adlı şiiri
jack kerouac’ın “on the road”u
samuel r. delany’nin “dhalgren”i
hubert shelby jr.’ın “last exit to brooklyn”i
hunter s. thompson’ın “fear and loathing in las vegas”i
jerzy andrzejewski’nin “gates to paradise”ı
a.b. yehoshua’nın “a late divorce”u
will christopher baer’ın “phineas poe trilogy”si (“kiss me”, “judas” ve “hell’s half acre”ın tamamında, “enny dreadful”un bazı bölümlerinde görülür)
song of solomon
oğuz atay'ın tutunamayanlar'ı
orhan pamuk'un sessiz ev'i

edebiyat dışındaki kullanımları

teknik sadece edebi eserlerde değil, görsel eserlerde de kullanılmıştır. çeşitli ingiliz komedi tiyatro toplulukları, absürdlükle bilinç akışını harmanlayarak yeni bir yorum yaratmışlardır.

müzik dünyasında ise bu tekniği rap şarkıcısı ghostface killah kullanmıştır. sözlerini kişisel fikirlerini ve ruh halini yansıtan karmaşık ve anlık ifadelerle oluşturmuştur.

(kaynak yok arkadaşım. alıntıladığım yerde yazmıyordu zira)

c

yusuf atılgan'ın aylak adam romanının baş karakteridir.

yusuf atılgan

yazar istanbul üniversitesi edebiyat bölümü mezunu.
1 sene öğretmenlik yaptıktan sonra manisa'ya gidip köye yerleşiyor ve çiftçilik yapmaya başlıyor (25 yaşında)
1976 yılında istanbul'a dönüp milliyet gazetesine danışmanlık yapıp can yayınlarında redaktörlük yapmaya başlıyor.
1989 yılında canistan isimli romanını yazarken ölüyor.
yazar yalnızlık temasını ve yabancılaşmayı çok iyi işliyor.
ayrıca sinema'ya uyarlanan anayurt oteli de yazara ait.

berber koltugunda uykunun gelmesi

koltuğun rahatlığından mıdır yoksa berber dükkanlarında uykunun gelmesi gibi bilinmeyen bir doğa kanunu mu vardır emin değilim ama istense de istenmese de olan bir şeydir bu berber koltuğunda uykunun gelmesi durumları. çok enteresan ama lan. berber koltuğunu oturursunuz, koltuğa otururken her ne kadar "bu sefer uyumayacam lağğn" deseniz de göz kapaklarınız üzerine hayın bir ağırlık bırakılıvermiş gibi zorlar sizi. siz her ne kadar uyumamak için cebelleşseniz de kendinizle, bu beyhuda bir çaba olacak, berberin ellerine bırakacaksınızdır bedeninizi.

aslında bu kısa şekerlemeler her ne kadar güzel bir şey olsa da, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak berberlerin traş ettikleri müşterilerin kollarına ya da omzuna değdirmek, sürtmek ya da omzumuzla ilişkiye girmek gibi sıra dışı huyları olduğundan bu ihtimal tedirgin eder kişiyi. bir yanda engel olunamayan her uykunun dünyanın en güzel uykusu olmasından mütevellit berber koltuğunda uyumanın verdiği çıldırtan haz, bir yanda da berberin omzunuzla sevgili olması ihtimali. insan olanın içini dağlayan bu gelgitler ağlatır sizi.