bugün

görsel
birini aradığım yok aslında,
kendi kendime rakı içmeyi öğreneli uzun zaman oldu,

artık yedi yıldır alıştım gelip geçmeyen yalnızlıklara,
evim sessiz gelmiyor bana kafamın içinde hep koşturan, konuşan bir çocuk var,
hayali bir sevgili yaptım kendime prenses azize karolina diyorum.

tuzlugu uzatır mısın diye sesleniyorum,
çay yapayim balkonda içeriz,
Sana nazım'dan "hoş geldin kadınım" şiirini de okurum.

Ya da yıldızlara bakarken neruda' dan "hüzün şiiri" ni müşfik Kenter gibi okumaya çalışırım.

Evde sessizlik olmaz dedim değil mi.
Kadın terliği aldım iki çift, biri siyah önü açık, üstünde küçük bir kedi tüyü var. Biraz da topuklu (hani evde gün düzenlenir de, komşularını çağırır, bana telefon açar, şu şu eksik gelirken getirirmisin hayatım dersin diye).

Diğerini kırmızı stiletto benzeri aldım.
işte karı koca misafir gelir bir kahve içmeye, benimki kırmızı stiletto giyer misafire siyah terliği bırakır.

Salatanın tuzu ve limonunu bırakırken, yıllar önce yaptığım gibi kıvam tuttururum.

Ama şimdi prenses azize karolina' ya soruyorum,
"Ekşisi nasıl olsun"
Genelde farketmez dediğini duyar gibiyim.

Hiç yalnızlık çekmiyor hiç yalnız yatmıyorum.

Bursa yününden iki yastığım var.
Ben yatağın sol baş ucunu seviyorum.
Yastığımı bolca şişirip kafamı koyduktan sonra öbür yastığı sol yanıma uzatıyorum,
Yüz üstü yatarken elimi bırakıyorum üstüne.
Açık parfümcüden Chanel 5 aldım, pek benzemese de orijinaline yine de kadın kokusu olduğu belli.
Sol yanımdaki yastıkta Chanel 5 kokuyor.

Bir de pembe diş fırçası bıraktım banyoya,

Ben ara sıra prenses azize karolina' ya kızıyorum,

Neden diş macunu tüpünü ortadan sıktın diye,

Yani günler yalnız geçmiyor..

"Şiiren"
rahimden kafanı dışarı uzattığın andan itibaren yalnızsın artık.. anne babanın yanında ama onların egosu içinde yalnız bir çocuk olarak büyümek durumundasındır.. okul öncesi sokak, apartman, mahalle arkadaşların vardır ama oyundan eve döndüğünde yine yalnızsındır.. eline tuttururlar bir oyuncak bir köşede yalnız başına oynarsın.. anne baba çalışmak zorundadır.. babaneyle ananeyle yaşarsın hayatının belli dönemini.. bu sefer de senden 50 yaş büyük insanlar arasında yalnızsındır çünkü onlar da anne babadır ve onlar da eline bir oyuncak tutuşturur bir kenarda oynamanı ister.. yalnızlığa doğru itilmeye başlarsın ufaktan.. sonra okul hayatı başlar.. ilkokul 1-2-3...... uzayıp giden okul hayatı.. geriye dönüp baktığında en önemli yılların olduğunu farkettiğin ilkokul yılların da yalnız geçer.. sırtında okul çantası, elinde beslenme çantasıyla arşınlarsın gökmeydan sokaklarını.. o sırtındaki 10 kiloluk çantanın altında yalnız başına ezilirsin.. önüne koyduklarında sınav kağıdını yalnız başına yapman istenir.. kopya çekmek yasak! bu sefer okul seni itmeye başlar yalnızlığa.. okul yılları akıp giderken pekişir yalnızlığın.. liseye geldiğin ergenliğin, hormonların zirve yaptığı zamanlarda aşık olursun.. platonik başlar genelde lise aşkları.. kendi aşkının içinde yalnızsındır bu sefer.. kimseye anlatmaya paylaşmaya cesaret edemezsin çekinirsin.. karşılık bulana kadar muhtelif aşklar içerisinde yalnızlığına çözüm ararsın.. derken anılarının en önemli yerine yerleşen lise aşkın başlar.. o seni seviyordur sen de onu ama o kadar alışmışsındır ki yalnızlığa farkında olmadan o büyük aşkın içinde bile yalnızsındır.. yıllar geçer yalnızlığın iyice kök salmıştır içine.. bütün ruhunu sarmıştır fakat artık daha güçlüsündür.. kimsenin yardımına, acımasına, desteğine ihtiyacın yoktur.. artık kendi kendine yetebiliyorsundur.. zaman sonra evlenirsin.. bu sefer anne babanın seni niye yalnızlığa ittiğini kavramaya başlarsın çünkü onlar da yalnız büyümüşlerdir.. yanında eşin yatarken bile kemirir içini o yalnızlık duygusu.. çocukların olur, torunların olur hepsi tek tek kendi hayatları için yalnız bırakırlar seni.. sonra bir gece yatağında, bir yerlerde stairway to heaven çalarken yine yalnız başına ölürsün..
yalnızlık otobüs beklediğin durakta kimsenin olmamasıdır.
yalnızlık restoranda yemek yerken karşıdaki sandalyenin boş olmasıdır.
yalnızlık sinemanın arasında "ne istersin" diye soracağın kimsenin olmamasıdır.
yalnızlık yeni bir gömlek aldığında "çok yakıştı" diyenin sadece mağaza elemanı olmasıdır.
yalnızlık dolmuşa bindiğinde parayı uzatırken "bir kişi" demektir.
yalnızlık evin kapısını kendin açmaktır.
yalnızlık yağmurda şemsiyenin altında senden başka kimsenin olmamasıdır.
yalnızlık telefona gelen mesajın avea dan gelmesidir.
yalnızlık "sıkı giyin, hava soğuk" diyen birinin olmamasıdır.
yalnızlık araba kullanırken konuşacağın birinin olmamasıdır
yalnızlık bayramda gideceğin akrabaların olmamasıdır.
yalnızlık sevgililer gününde birine gül alamamaktır.
yalnızlık sevgililer gününde birinden gül alamamaktır.
yalnızlık sabah öperek uyandıracağın birinin olmamasıdır.
yalnızlık kahve içerken camdan şehrin ışıklarını yalnız izlemektir.
yalnızlık "seni seviyorum" cümlesini duymamaktır.
yalnızlık doğum gününu kutlayan birinin olmamasıdır.
yalnızlık doğum gününü kutlayacağın birinin olmamasıdır.
yalnızlık maç izlerken "değiştir şunu" diyenin olmamasıdır.
Yalnızlık çaresizliktir.
Ne çok insanlar vardır yalnız olduğunun farkına varmazlar. Çünki etraflarında yalancı bi kalabalık vardır. O kalabalığın içinde yalnız yaşarlar ve günü gelince yine yalnız ölürler.
Kimileri de vardır ki kalabalık içinde yalnız hissederler.Tüm gün uğraşacakları işleri , güçleri ve arkadaşları vardır.Onlarla vakit öldürürler.Her daim yalnızdır ama hissetmezler. Ta ki evde herkes yattığı vakit kendi başına kalır ve düşünürler.Şu vakitte kimi arayabilirim diye?rehberini açar ve bi tane dahi isim bulamaz.Ta ki "z" harfine gelene kadar.
Kimseye inanmaz bu kişi.Kendinden başka.yalnızlığın çaresini ağlamak da arar önce.ilk başlarda iyi de gelir.Bi hafta idare eder.Daha sonraki buhran daha sıkıcıdır.Ağlamak istediği halde ağlıyamaz.Zaten kimseyi arayamaz.Annesini uyandıramaz.Kardeşiyle konuşamaz. Abisi zaten anlamaz.Bu kişiye dünyadaki her duygu sahte gelmeye başlar daha sonraları.Aşka inanmaz olur.Duyguya inanmaz.Tek dostu yalnızlık olmuştur onun.
Sigaranın dumanıyla dertleşir.Kendini yalnız hissetmemek için gece 12 lere kadar çalışır. Evlenir tabi.Ama hala yalnızdır.Yalnız olmadığı yatağında.Sevişir karısıyla ama yalnız başına.
bir kere yalnız kalındımı hayatı boyunca yalnızlık ne demekmiş anlar insan.yalnızlık paylaşılmaz.
ilk zamanlar cok guzel gelır yalnızlık, somurtarak evinde oturmanın rahatlıgını yasarsın bu zamana kadar neden hep bırılerı vardı kı hayatımda dıye aklından gecırır hayatının gerı kalanında da yalnız gecırecegın gunlerı hayal edersın. biraz zaman gecer eve geldıgınde ıcerden birinin kapıyı acıp sana hosgeldın demesını ıstersın, duvarlar en iyi arkadasın olur dertlesırsın onunla, uyumak ıstersın kı yarın cabuk gelsın. zaman gecmez hayal kurarsın bol bol, evıne gelen ınsana gıtme dersın ama bir bakmıssın gitmiştir.
tarifi zor bir histir yalnızlık.
evet bugün 17 mayıs, 22 yaşını dolduracaktı bugün kardeşim;

ama şu anda toprak altında ve umarım huzurludur biraderim benim. o çok sevdiği mersin'in ayvagediği yaylasında dedesinin yanında uyuyor.

tam 2 hafta önce bugün, yine kampüse spor olsun diye tırmandığım o zamanlar aldım acı haberi, ama şakaydı ve hala da şaka benim açımdan.

öğlen saatlerinde babam asla aramazdı beni ya derstedir, ya da uyuyordur diye. biliyor çünkü benim gececi tayfa olduğumu.
ama perşembe günü saat 14.45 gibi telefonum titredi; ilginç bir şekilde arayan babamdı.

babamın o davudi, kart sesi gitmiş yerine ağlamaklı şaka gibi bir ses tonu gelmiş ne dediği anlaşılmayan bir adam şunları söyledi:

"oğlum yarın sınavın yoksa hemen atla gel mersin'e, bahadır bizi bırakıp gitti." babamın ses tonu değildi bu ve iğrenç bir şakadan öteye gidemezdi. ilk önce tam olarak ne olduğunu algılayamadan ne diyorsun baba sen diyebildim. telefon çoktan kapanmıştı bile suratıma.

sırtımda sırt çantam elimde telefon bakakaldım öylece 2-3 dakika ta ki halamın oğlundan telefon gelene kadar.

"kağan duydun mu kardeşim olayı?" diye bu defa telefonu suratına kapanan halamın oğlu 30 yaşında çocukluktan abim olan öğetmen adamdı. ama o ses yankılanmadan koşarak gittim okuluma. labaratuar dersime son 5-10 dakika kala lab hocamın yanında alabildim soluğu.

"hocam ben derse giremeyeceğim." dediğimi hatırlıyorum. askerdeki kardeşim ölmüş ama nasıl ama neden sorularına yanıt bile arayamadan acilen o halimi gören hocam 3 saat sonrasına uçak biletimi almıştı bile.

izmir-adana uçusu ve ben o an bile herşeyin şaka ya da kurmaca olabileceğini düşünerekten eğer şakaysa sikerim bunu yapanı yanına koyarsam namerdim diyerekten dik duruşuma devam ederken bir yandan da göz yaşlarımın hakimiyetini kaybetmiş ya gerçekse diye kendimi sorgulamaktan travmatik buhranlar içerisine girmiştim bile.

ve beni acilen sınıf arkadaşım arabasıyla eve getirmişti ki, eve gelmeden hemen önce diğer bir halamın oğlunun telefonu çalıyordu.

meşgule attım telefonu. o an gerçekten yıkıldığım an olmuştu. hayatımda ilk defa hem hıçkırıyor hem ağlıyordum. bu ikisini aynı anda yaptığım zaman tam da bundan iki hafta öncesine denk geliyor.

kapıyı zar zor tıklatabildim. içeride bitirme projesi arkadaşım vardı. o halimi görünce anladı bu işte bir götlük vardı. çünkü onun tanıdığı kağan hayatı siklemeyen, siklese bile içine atan, atmasa bile siksen başkasının yanında ağlamayacak biriydi.

ama olan olmuştu. annem de aramıştı ama bu ses de anneme ait olamazdı.

-oğlum, yavrum koşş oğlum!! oğlum geç kalma dayanamıyorum...

şeklindeki acı ses tonu hala kulaklarımda aynı tazeliğini koruyor. acilen bir kaç kıyafetimi hazırlayıp çantama dolduran ve mide ilacımı ağzıma kadar sokup su içiren proje arkadaşıma sonsuz teşekkür ediyorum. çünkü ülserim hayatımda hiç bu kadar azmamıştı.

derhal biraderimin bana vermiş olduğu asker uğurlamasında boynuna sardığı mendili aradı gözlerim. bir kaç kulaçtan sonra bulabildim o mendili, sanki o günkü gibi teri üzerindeydi.

koluma giren arkadaşımla birlikte havaalanına kadar geldik. ve artık yavaş yavaş kardeşimin öldüğüne, ölebilmiş olabileceğine inandım. check-in işleminden sonra arkadaşıma geri dönmesini iyi olduğumu söyledim. uçağın kalkmasına 1 saat vardı ve güvenlik kontrolünün yapıldığı yere yakın tuvalet kabinin birisine girip oturdum.

bir söz verdim kendime. annem annem değildi, babam da babam. eğer ben ben olmazsam, dik duramazsam kimse dik duramaz. buradaki yarım saatlik ağlamadan sonra memlekete döndükten sonra annemin ve babamın yanımda ağlarsam adam değildim. ve bu sözümü harfiyen yerine getirdim.

göz altı torbalarım şu anda hiç olmadığı kadar belirgin. ne uyku giriyor gözüme, ne de anti-depresan ya da alkalsüz rahat nefes alabiliyorum.

her şey bir sound-track eşliğinde memlektime kadar eşlik etti bana. bu sound-track de biraderimin 7-24 kafamı siktiği osman öztünç'un birader şarkısından başka bir şey değildi.

--spoiler--
sen benim çocukluktan arkadaşımsın ulan, sen gardaşımsın ulan;
seni bırakamam tek başına birader, gel ölelim beraber.
--spoiler--

evet mersinde serviste indiğimde teyzemin oğlu mersin stadı'nın orada gözü yaşlı beni bekliyordu. sadece yutkunuyordum. ama kafam hep dikti. birbirimize sarıldık o ağladı benden ise istemsiz bir kaç damla göz yaşı döküldü. arabaya atladığımız gibi koca 10 katlı apartmanımızın önüne gelmiştik bile.

ama burası hiç bu kadar kalabalık değildi. ve daha önce hiç bir hemşire kapımı açmamıştı. bir kaç hemşire ve doktor adımı sordu, beni duyuyor musun dedi. evet hem adımı söyledim hem de duyuyordum. hemen annemi görmek istediğimi söyledim. çünkü o "dayanamıyorum oğlum!" sesi hala kulaklarımdaydı. asansöre bindim ve içeri adım attım. annem nerede diye bağırmışım. hatırlamıyorum.

balkonda ağıt yakan annemi gördüm. annem beni görür görmez kaburga ve omurga kemiklerimi birbirine kaynaştırırcasına

"oğlummmmm" diye haykırabildi. bana sarıldı ve bırakmadı. tam 15-20 dakika sardı beni. ağladık. ta ki doktorlar sakinleştirici iğne yapana kadar. babam nerde diye sorduğumda kardeşimle beraber kaldığımız o 4 mevsim güneş gören odamızı işaret ettiler. kardeşimin yatağında türk bayrağı serili. benim yatağımda ise babam ölü gibi ağlıyordu. babama verilen sakinleştirici etkisini göstermiş annem gibi değildi.

babamın yanına uzandım ve sarıldım babama. küçükken benim bir sorunum olduğunda babam yanıma gelip saçımı okşardı bana sarılırdı. ama o gün işler tersine dönmüş teselli veren kişi ben ağlayan kişi babamdı. buradayım baba ve hep yanındayım diyebildim. tekrar annemin yanına gittim. ama annem kendinden geçmişti. tam 5 gün süren kendi kendine konuşma hastalığına yakalanmıştı bile.

annem sadece beni görüyordu o kalabalıkta. oğlum baduşumuzu da al gel hadi yemek yapayım size deyip duruyordu. bizi dinlemezdi bir tek seni dinlerdi oğlum. çağır gelsin oğlum diye defalarca telkinde bulunuyordu.

ve o kalabalık içerisinde kendini yalnız hisseden sadece ben değildim. kız kardeşim aynı şekilde bağırıyor çağırıyordu. sakinleştiricileri alan tüm aile bireylerim o halde iken feryat figandı. tek ayakta kalan kişi bendim ve öyle de olmalıydım. bugüne kadar pek çok şeyi içime atmıştım, ülser mi dersin, gastrit mi dersin, bağırsak düzensizliği (spastikolon) mu dersin hepsini yaşamış biri olarak o gün benden çok şey isteniyordu. 22 yıllık kardeşinin ölümünü de içine at...

herkes yatak döşşekken bahadır'ın cenazesi ne zaman gelecek diye sordum dayıma. dayım da saat gece 3 civarı dedi. tamam o zaman diyerek. saat 01.30 civarı yaptığım baskı ile hastane önüne geldik. bir de ne duyalım. cenaze saat 00:30 civarı gelmiş ve morga kilitlenmişti bile.

ve muhtara gelen ilk haber intihar, aradan yarım saat sonra gelen haber şehit, bir yarım saat sonra gelen haber ise durum belli değil soruşturma olacak, otopsi raporuna bakılacak.

bildiğim bir şey varsa o da, intihar vakalarında cenaze eve gönderilmez ve ailenin kendisi çağırılır. ama kerdeşimi koca bir tabur komutasında askerlerin al bayrağa sarıp göndermesiydi. evet aradan 2 hafta geçti ve hala ortada otopsi raporu yok. nasıl olmuş diye soranlara cevap dahi verilemiyor.

ama anlaşılmayan şu ki 1.70 boyundaki bir insanın 90 santimlik koca g-3 piyade tüfeğiyle intihar edebilme ihtimali nedir?
ki bu insan bana 1 ay öncesinden şu mesajı yazmış bir insan;
-birader yeni çömezler de geldi yiyecez çerezi, sikecez çömezi.

bu adam 15 aylık askerliğin zorlu 12 ayını tamamlamış, kolay olan 3 aylık süreci kalmış.

neden cenaze varış süresi 2.30 saat sonraya söyleniyor?

tüm soru işaretlerimi beynimi sikerken bir de herkesin neden olmuş sorusu ayrıca bir sikiyor beni.

ama şu saatten sonra hiç bir şey kardeşimi geri getiremeyecek.

dağcı komando olarak acemiliğini yeni foça'da yaptığı zamanlardaki gibi her gün beni arayıp
"abi haftasonu yanıma gel" demesini özlemem gibisi olmuyor tabi. hafta içi hergün sabah 7de uyanıp akşam 8de eve gelip bir de üstüne spor yapıp duş alıp ölü gibi uyuduğum o haftaiçi günlerden sonra.
haftasonu da ta buca kooptan minibüse binip 1 saatlik otogar üstüne de 2 saatlik yeni foça. üstüne de askeriyeye bir araç olmamasından ötürü 5 kmlik dağı 45 dakika tırmanıp gittiğim ve aynı şekilde geri döndüğüm o yazın sıcak günleri yaklaşıyor ama tek bir farkla artık bunları yapabileceğim bir kardeşe sahip değilim.

ateş düştüğü yeri yakıyormuş.
beni bir tek şey yıkabilirdi, o da yıktı. ama dik durdum, varsın en kötüsü gelsin şimdi.

toprağımızdan toprağına gelsin biraderim:

http://www.youtube.com/watch?v=e3bZrdGEN2Q

şimdi yüzümüze maskemizi takalım ve gülümsemeye devam edelim. mumlarımızı üfleyelim ve sen pastanın çileklerini çaktırmadan götür biraderim.
http://img708.imageshack....177910150894396282320.jpg

bu yazıyı da okumaya sabredebildiğiniz için minnettarım hepinize...
Şemsiye yapımcıları
ıslanmaktan
tek kişiyi koruyacak genişlikte
kesince kumaşları
yağmur değil
yalnızlıktır yağan

Daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarını
bekçinin nefesiyle
düdüğün içinde dönen
nohut taneciğinin
yalnızlığı

Ne çok sevinirim bilseniz
bir yılan
mezarıma girerde
göğüs kafesimin kemikleri içinde
kış uykusuna
yatarsa

(bkz: sunay akın)
bir ile sıfır arasındaki farktır. *
Tadında bırakıldığında huzur bulmak ve kafa dinlemek için Demir atılan güzel bir koya benzeyendir.
eflatun 'hayatta önemli olan en fazla şeye sahip olmak degıl en az şeye ihtiyac duymaktır' derken yalnızlıktan ilham almış olsa gerek.
milli kütüphane çıkışı otobüs durağında beni evimin huzuruna kavuşturacak otobüsü bekliyorum. lakin durakta yalnız değilim, 7 kişiyiz; dakika başı öpüşen çift, birbirlerine her daim tatlım diye hitap eden çift, çocuksu çift ve ben.

7 kişiyiz ama gözü otobüsün yolunu gözleyen tek kişi benim, onlar daha ziyade otobüsün geç gelmesi taraftarı ben değilim, onlar durumdan hoşnut ben değilim, onlar dış dünyayı çekecek kadar zinde ben değilim. ilerideki ışıkta duran otobüse astigmat olan gözlerimi dikiyorum. her zamanki gibi bütün otobüsleri dibime gelene kadar kendi otobüsüm sanıyorum;

-şu benim otobüs herhalde…

bize doğru yaklaşıyor otobüs, fiyasko benim ki değil. arkamdan bir ses duyuyorum ‘’tatlım benim otobüsüm geldi’’ dönüp bakma ihtiyacı hissetmiyorum. birbirlerine her daim tatlım diyen çiftin kız üyesi olmalı, mont hışırtıları duyuyorum, herhalde sarılıyorlar. otobüs duruyor, kız biniyor, erkek ardından el sallıyor…

bir kaç dakika sonra yine ileride duran otobüse bakıyor ‘’bu benim otobüs herhalde’’ diye düşünüyorum. yaklaşıyor, otobüsün numarasını gözümü kısarak okumaya çalışıyorum, ''2...6...3'' bingo benim otobüs. tam otobüsün duracağı yerde pozisyonumu alırken kati bir sesle ‘’senin otobüsün geldi’’ diyor yalnızlık, başımı sallamakla yetiniyor durağa yanaşan otobüse binip yalnızlığa el sallıyorum.

otobüse bindikten sonra paramı cebimden çıkarıp kafamı kaldırdığım anda arka kapısının hemen önündeki ikili koltuğun boş olduğu gözüme çarpıyor. muavine parayı uzatıyorum, alıyor. gözüme kestirdiğim koltuğa doğru yürüyorum fakat cam kenarı şaşırtıcı bir hızla dolmuş. kafamı kaldırıyorum ve camdan dışarı bakan yalnızlığı görüyorum, kafam karışıyor. ‘’sen nasıl bindin’’ diyorum. uzun süredir bu soruyu bekliyormuş gibi bana bakarak ‘’orta kapıdan’’ diyor. ‘’muavine para verdin mi??’’ diye soruyorum ‘’sen verdin yaa ikimizin yerine’’ diyor. ‘’benim de sadece kendim için para vereceğim günler gelir mi???’’ diye soruyorum. yüzüne masumane bir ifade takınarak ‘’olur elbette’’ diyor ''bir gün, beni yeterince çekince gideceğim'' içime umut doluyor ''yeterince çekince...'' diye cümleyi tekrar etme ihtiyacı hissediyorum. Aldığım cevabı kafi, muhabbeti yeterli bulup elimi kitabıma götürüyorum. ‘’görüşürüz otobüsten inince’’ diyor yalnızlık. başımı sallamakla yetiniyorum, kitabımı açıyorum ve yalnızlık birkaç dakikalığına buharlaşıyor.

kitabın sayfalarını karıştırarak kaldığım paragrafı bulup okumaya başlıyorum ''yalnızlık'' yazıyor okuduğum cümlede ''onca saçın arasında beyaz bir saç teli gibi. çektikçe çoğalıyor, çoğaldıkça arsızlaşıyor...'’
kimi zaman iyi kimi zaman da sıkıcı olabilecek durum.
görsel

Sessizlik içinde yürümektir hayatta..
insanın, kim olursa olsun bir gün mutlaka kendisiyle baş başa kalacak olmasıdır.

Ve asla korkulmaması gereken bir durumdur. Kendi kendinle konuşabilmek en büyük terapidir. Alışılmalı ve güzel karşılanmalıdır. Unutulmamalıdır ki en iyi sohbet temiz bir vicdanla yapılan sohbettir. Temiz vicdanlı bir yaşlılık geçirmek dileğiyle...

görsel