türkiye ekonomisi

entry508 galeri72 video1
    8.
  1. mortgage piyasaları yazısını buraya taşıyorum.

    abd'de 3 çeşit mortgage piyasası vardır. bunlardan mortgage kredilerinin en düşük geri dönüşlü olanına subprime mortgage market denir. mali durumu kredi almaya uygun olmayan veya daha önceden herhangi bir finans kurumuyla sorun yaşamış kişiler bu subprime(ikincil)mortgage piyasasında yer almaktadırlar. başlıkta bahsedilen kriz işte bu riskli mortgage kredilerinden kaynaklanmaktadır.

    ekonomideki aşırı iyimserliğin gayrimenkul fiyatlarını aşırı şişirmesi(bubble olayı) sebebiyle değişken faizli borçlanma yapan düşük gelirli grup artık bu kredilerini geri ödeyemez duruma gelmiştir. zaten ateşten bir ip üstünde hareket eden dünya finans piyasaları da kredi geri dönüşlerindeki bu soruna anında tepkisini göstermiştir.

    gelişen piyasalardaki fonlar daha sağlam piyasalara kaymaya başlamışlardır. neyseki dünya merkez bankalarının piyasaya yüksek miktarda likidite vermesi sonucu global bir kriz olasılığı azaltılmıştır. fakat zaten aşırı doygun piyasalara eklenen bu karşılıksız likidite talep artırıcı etki yapıp uzun dönemde faizleri de artırırsa krizin önünde hiçbir kurumun durması mümkün değildir..
    1 ...
  2. 7.
  3. her zamanki gibi yine kritik bir dönemdeyiz. aşırı borçlu bir ekonomiye sahibiz. borcun sürekli çevrilmesi gerekiyor. siyasi belirsizlikler ekonomiyi yıpratıyor. dünya ekonomisinin de belirsizliklere gebe olması tedirginliğimizi artırmış durumda.

    türkiye'de olması gerektiğinden daha fazla sıcak para var. fakat doğrudan yatırımların aynı miktarda fazla olduğu söylenemez. yüksek cari açık ve sıcak parayla finanse edilen ödemeler dengesi alarm veriyor.

    son yıllarda dünya ekonomisindeki iyimserlik ve ırak savaşı sebepli petrodolarlarla likiditeye boğulmuş piyasalar artık doyum noktasına geldi. bankaların kredi hacimleri inanılmaz artmış gözüküyor. bu artışın en büyük sebebi iyimser beklentiler. yani insanlar ödeyemeyecekleri riskler almış durumdalar. zaten son günlerde mortgage kredilerinin geri dönüş oranındaki sorunlar yüzünden tedirginliğimiz ayyuka çıkmış hale geldi.

    bankalar çok fazla para yarattılar. insanlar çok fazla kredi aldılar. bana kalırsa bir balon ekonomisi her yeri sarmış durumda. reel piyasa para piyasalarına eşlik edemediği anda krizi yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. ve bu krizden en çok türkiye gibi sıcak parayla aşırı fonlanmış ülkeler zarar görecektir.

    acilen harcamaları azaltması gereken bir türkiye var karşımızda. faiz oranlarının da "bir şekilde" düşürülmesi şart. fakat en önemlisi siyasi istikrar olsa gerek. sırat köprüsünden geçtiğimiz günler bunlar.. allah yardımcımız olsun..bir daha kimse kriz yaşamasın..
    2 ...
  4. 6.
  5. özür dileyerek bir alıntı yapmak istiyorum,yeterince açıklayıcı olucaktır.

    11.07.07 tarihli hürriyet gazetesinde prof. dr. şükrü kızılot un bir yazısı vardı.Seçimlere 11 gün kala gerçekten rakamlarla mükemmel yazmıştı.Odamın panosunda asılı durur hala,buyrun lütfen:

    --spoiler--
    iç ve dış açığa emanet para desteği

    ASLINDA, emanet para dediğimizin bilinen adı "sıcak para". Ancak bu deyimi kullanınca, bazıları sıcak ekmek gibi güzel bir şey zannediyor. O nedenle "emanet para" deyimini özellikle kullanıyoruz.

    Cumartesi günü, diğer ülkelerle de kıyaslayarak açıkladığımız gibi Türkiye, dünya piyasalarına göre, en yüksek reel faizi veren ülke. Yabancılar, döviz cinsinden yüzde 20 civarında faiz geliri elde ediyorlar.

    Bu nedenle, sıcak para için Türkiye en cazip ülke. Türkiye'de hem iç açığını hem de dış açığını, sattığı tesis ve gayrimenkuller, satılan bankalar ve özellikle emanet para dediğimiz sıcak paranın sayesinde kapatıyor.

    iÇ VE DIŞ AÇIK

    Basit bir anlatımla iç açık; bütçenin açık vermesi oluyor. Bütçenin gelirlerinin (vergi gelirleri ve vergi dışı gelirlerin), giderlerini (borçlanma faizi, personel, cari giderler vs.) karşılayamadığı durumlarda, "bütçe açığı" yani "iç açık" ortaya çıkıyor. Bilindiği gibi bütçemiz, yıllardır sürekli olarak açık veriyor.

    Dış açık ise, ülkenin döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark oluyor. Örneğin;

    - Türkiye'nin döviz gelirleri (ihracat, turizm, taşımacılık, işçi dövizleri, yurt dışı müteahhitlik vs.) 2005'te 108, 2006'da ise 122 milyar dolar oldu.

    - Döviz giderleri de (ithalat, turizm, faiz, taşımacılık vs.) 2005'te 131, 2006'da ise 153 milyar dolar oldu.

    Buna göre, döviz açığı (cari açık);

    - 2005 yılında 23, 2006 yılında da 31 milyar dolar oldu.

    Bilmeyenler için açıklayalım, 2001 yılında, Türkiye'nin cari açığı yoktu. 3.4 milyar dolar fazlası vardı. 2002 sonunda ise cari açık sadece 1,5 milyar dolar idi. Sırasıyla 2003'te -8, 2004'te -16, 2005'te -23, 2006'da ise -31 milyar dolar oldu.

    Başka bir anlatımla, 2002'ye göre sadece 2006 yılında, Türkiye'nin döviz açığı (cari açığı) 20 kat arttı. ilk 6 aylık göstergelere göre, 2007 yılında da döviz açığımızın, 2006'dan geri kalmayacağı ve yaklaşık 34 milyar dolara ulaşacağı tahmin ediliyor.

    EMANET PARA DESTEĞi

    Neriman Teyze'nin anlayabileceği şekliyle açıklamak gerekirse, örneğin 2006 yılında harcadığımız döviz kazandığımız dövizden 31 milyar dolar daha fazla!..

    - Peki... Bu 31 milyar dolar açığı nasıl kapattık?

    - Yabancılar 2006 yılında, sıcak para yani emanet para olarak 41 milyar dolar getirdiler. 31'i ile açığı kapattık, 10 milyar dolarını da döviz rezervlerimize ekledik. Ayrıca Türkiye'nin yüz milyonlarca dolar kazanç sağlayan kurumları ve bazı bankalarını satın alan yabancıların, bu alımlarla ilgili ödemelerinden dolayı 26 milyar dolar civarında, döviz girişi oldu.

    - Bir dakika... Yabancılar o kadar ülke varken, bu kadar parayı niye Türkiye'ye getirdiler?

    - Tabii ki kara kaşımıza ve kara gözümüze hayran oldukları için değil. Aldıkları kurumlar, Türkiye'nin gözbebeği ve kárlı olan kurumlardı. Sıcak paraya gelince, yabancılar sözgelimi 10 milyar dolar bozdurup, yüzde 20 faiz veren Hazine bonosu Devlet tahvili alıyorlar. Vade bitince, parayı tahsil ettiklerinde, bu parayla dolar kuru sabit olduğu yani artmadığı için 12 milyar dolar alıyorlar. Dolar kuru düşmüşse (ki bir süredir 1.300'ün de altına düştü) 12,5 milyar dolar alıyorlar. Sonuçta, yüzde 20-25 civarı dolar cinsinden kazanç sağlıyorlar. Bu faizin benzeri, dünyada yok.

    Yüksek reel faizle borçlanılıp, hem iç açık (bütçe açığı) finanse ediliyor hem de dış açık (döviz açığı) kapatılıyor.

    - Peki, bu ne zamana kadar gidecek?

    - Kur düşük, faiz yüksek olduğu sürece, emanet para (sıcak para) gelmeye devam edecek. Kriz olmadığı sürece YTL değerli kalacak. Yüksek faiz verilip, döviz düşük tutuldukça ithalat patlayacak. Ege Cansen'in sürekli yazdığı gibi, düşük kur, ithalatı ucuzlatıp, ihracatı kársızlaştırdığı için dış açık, yüksek faiz de bütçedeki faiz ödemelerini büyüttüğü için iç açık yaratmaya devam edecek.

    Bir gün döviz tırmanıp, reel faiz düştüğünde, yabancılar Türkiye'ye emanet para getirmeyecekleri gibi, mevcut paralarını da (bono ve tahvilleri satıp ya da banka mevduatını, fonları bozdurup) dövize çevirerek, Türkiye'den gitmeye başlayacaklar.

    işte o anda, Türkiye'de dengeler alt-üst olacak.

    Nitekim Hürriyet'te de okuduğunuz gibi, önceki gün Maliye Bakanı, dün de Kemal Derviş, sıcak paradan duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlardı.

    işin doğrusu, herkes bu tehlikeyi biliyor ancak alınan ciddi bir önlem de yok!..
    --spoiler--
    2 ...
  6. 5.
  7. 4.
  8. şimdi efendim biz ekonomiden bi bok anlamıyoruz, her şey bizim dışımızda gelişiyor diyorsanız fazla teknik olmayan bir dille yazacağım şu yazıyı okuyunuz ve gerçek hayatta neler olduğunu anlayınız.

    bir ülkede ekonomi yönetimini etkileyen temel faktörlerden birisi ülkenin borçluluk seviyesidir. Diğer bir deyişle borçluluk oranı fazla olan bir ülke bağımsız ekonomi politikaları yürütmekte zorlanır. Türkiye örneğine bakacak olursak kamu kesiminin toplam borçları gayri safi milli hasılamızın(gsmh) yüzde 50'si civarındadır yani yaklaşık bir 200 milyar dolar civarında borcumuz bulunmaktadır. bu borcun ortalama vadesinin 1 yıl olduğunu varsayarsak ve ülkenin borcun tamamını pat diye ödeme imkanı olmadığını dikkate alırsak bu borcun her sene çevrilmek zorunda olduğu da ortaya çıkacaktır. yani hazine her sene 200 milyar dolarlık borcu ödemek için 200 milyar dolar kadar borçlanmak zorundadır. peki bu kadar para her sene nereden bulunmaktadır? türk mali piyasaları her sene hazineye 200 milyar dolar borç verebilecek derinlikte ve kapasitede değildir. doğal olarak hazine borçlarını ödemek için yabancı kaynaklara yönelmektedir. peki türkiye gibi kırılgan bir ekonomiye sahip bir ülkeye yüksek tutarlarda borç vermeyi kim göze alır? normal şartlarda kimse göze almaz fakat eğer faiz oranınız dünya faiz oranlarının 10 puan üzerinde olursa istemediğiniz kadar borç bulabilirsiniz. işte türkiye'de olan da budur efendim. bizim faizlerimizin neden hala yüzde 20'ler seviyelerinde gezinmesinin sebebi hazinenin paraya muhtaç bir finansal yapıda olmasıdır.

    şimdi bir bilgi daha verip yolumuza devam edelim. 2001 yılında başlayan imf destekli programımızın hedefi nedir? temel hedef fiyat istikrarını korumak ve güçlü bir ekonomik yapı kurmaktır. fiyat istikrarından kastımız enflasyonun düşürülmesi ve tek haneli rakamlarda tutulmasıdır. bir ülkede fiyatlar nasıl düşürülür peki? fiyatları düşürmenin daha doğrusu fiyatların artış hızını düşürmenin çeşitli yöntemleri vardır. biz ekonomide bunlara sıkı maliye ve sıkı para politikaları deriz. peki nedir bu politikalar? kabaca sıkı maliye politikaları devlet harcamalarını azaltmak iken sıkı para politikası da para arzını kontrol etmektir, yani piyasadaki fazla paranın devletin kasasında durmasını sağlamaktır. türkiye cumhuriyeti zaten sürekli borçlanmak durumunda olduğu için mecburen sürekli tahvil satar ve piyasanın elindeki parayı çeker. bu durum hem enflasyonu durdurur hem hazineye fon sağlar. devlet harcamalarından kısmak da hazinenin elinde borç ödemek için ekstra bir kaynak oluşturur. faiz dışı fazla hedefinin konulması hem borç ödeme imkanı verir hem de kamu harcamalarını düzenler.

    gördünüz, ekonomi politikamız böyle işte. peki bu ekonomi politikaları ekonominin kendisini nasıl etkiler? sıkı maliye politikası ve sıkı para politikası iç talebi daraltır. insanlar ellerindeki parayı faize yatırırlar, devlet harcamaları azaldığı için kişilerin eline geçen gelir de azalır. faiz oranları yüksek kaldığı için yatırımlar da azalma sürecine girer. bu şartlar altında ekonominin büyümesini sağlayacak tek faktör ihracattır. çünkü ihracat yabancı ülkelerden gelen taleptir ve yurtiçi ekonominin daralmasından en az etkilenecek yer orasıdır. bizim programımıza da zaten o yüzden ihracata dayalı ekonomik program denilmektedir. fakat şimdi garip bir durum vardır, ihracat gelirleri dolar kuruyla doğru orantılıdır. yani dolar kuru ne kadar yüksek olursa o kadar çok ihracat yapılır denebilir. ama yukarıda da belirttiğim üzere hazine yüksek borçlanma gereğini gidermek için faiz oranlarını yüksek tutmak zorundadır. yüksek faiz oranları yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmekte ve ellerindeki dolarları bozdurmalarına sebep olmaktadır. yüksek faizler yüzünden sürekli yabancı yatırımcı gelmekte ve sürekli dolar bozdurulmaktadır. peki dolar arzının bu kadar yüksek olduğu bir ortamda dolar kurunun yüksek kalma ihtimali var mıdır? tabi ki yoktur. şu anki kurlara bakarsanız ne demek istediğimi de anlarsınız. her şeyi bırakın seçim sonrası iyileşen beklentiler sonucu dolar kurunun daha da aşağı gitmek istemesi, kur aşağı gittikçe ithalatın artıp ihracatın azalması merkez bankasını kara kara düşürmektedir.

    şu şartlar altında merkez bankası gecelik faizleri indirse ve piyasaya likidite enjekte etse ne olur? faiz oranları zaten inmek istediği için faizler anında aşağı doğru hareketlenir. faizler aşağı hareketlenip piyasa likiditeye boğulduğu için anında dolar kuru yükselmeye ve akabinde enflasyon artmaya başlar. zaten tl'ye güvenmeyen bir millet olduğumuz için bu aralıkta yaşanacak bir panik bizi hiperenflasyon ve çok haneli faiz rakamlarına götürür ve yeni bir kriz yaşarız. bu sebepten dolayı faizlerin kısa dönemde yüksek kalması zaruridir.

    peki faizler indirilemiyorsa ve yüksek faiz ekonomik büyümeyi engelliyorsa ne yapabiliriz. çaresiz gibi gözükmekteyiz fakat çözüm bellidir. ülkemizde faizin yüksek olmasının sebebi risk primidir, gerekli şartlar sağlanırsa varolan faiz oranları risk primi kadar düşürülebilir. bunun anlamı şudur, eğer türkiye kredibilitesini artırıp saygın bir ülke konumuna gelirse risk taşımayan bir ülke olacağı için faizlerin taşıdığı risk primini de üzerinden atar ve gelişmiş ülkeler kategorisine terfi eder. kısa vadede, ekonomik ve siyasi konjonktür dikkate alındığında, bunun olması biraz zor gözükmektedir. bu sebepten yüksek faiz düşük kur politikasına mecburen devam edilmektedir. ama umut fakirin ekmeğidir, uzun dönemde gelişmiş ve saygıdeğer bir türkiye göreceğimizden kuşkum yoktur..
    5 ...
  9. 3.
  10. özellikle son yıllarda, istihdam yaratmayan ve ancak rakamsal olarak yüksek bir büyüme oranı tutturan ülkemiz ekonomisidir. öyle ki, ülkemizin rekor seviyede büyüyen ekonomisinde yaratılan gelir, maalesef, yeni iş alanlarının yaratılmasına değil, spekülatif sermayeye aktarılmıştır. bunun sonucudur ki, ülkemiz, sıcak para akışının en yoğun olduğu ülkelerden biri konumuna gelmiştir. ancak, bu para akışı, ekonomik değerler açısından negatif bir durumdur. nitekim, sıcak para ya da spekülatif sermaye, giriş yaptığı ve yerel parasını aşırı değerlendirdiği ülkelerden (ki bunların son örneği de ülkemizde yaşanan devalüasyondur) aynı hızla * çıkabilmekte ve doğan sermaye boşluğu, yerel paranın bir anda muazzam değer kaybetmesine ve döviz değerlerinin katlanmasına yol açmaktadır. ki bu oluşum, kısaca bir ekonomik krizdir. ülkemizde de 1999 ve 2001 krizleri bu şekilde oluşmuştur.

    öte yandan, çin'i bile geride bırakacak seviyede büyüme rakamları yakalayan ülkemiz, işsizlik oranlarında ancak bu yıl * içerisinde bir düzelme yaşamıştır. ancak, rakamsal anlamda, uzun bir aradan sonra, çift haneli rakamların altına düşen işsizlik gerçeği yansıtmaktan yine uzaktır. çünkü, oran düşmesine karşın yaratılan iş sayısında bir değişim yoktur. bir başka deyişle, aynı oranda iş varken, daha fazla insan iş bulmuştur. takdir edersiniz ki, bu ancak, mevcut işlere yeni bireyleri almakla gerçekleşecektir. ancak, yeni iş de yaratılmadığına göre, bu azalmanın nedeni şüphe taşımaktadır.*

    tüm bunların yanında, ülkemiz ekonomisi, enflasyon oranlarında büyük bir azalma ve ihracat oranında muazzam bir sıçrama yaşamıştır. enflasyon oranındaki bu düşmede, enflasyon ölçüm tekniğinin ve enflasyon sepetine alınan ürünlerin değiştirilmesinin etkisi olmasına karşın, asıl etken küçülme politikasıdır. nitekim, devletin piyasadan iyice elini çekmesi ile, enflasyon gerilemiştir ki bu da beklenen tepkidir. ihracatta sağlanan artış da dikkat çekicidir. ancak, genel ihracat oranının dışında, 7 eylül 2006'da türkiye istatistik kurumu'nun yayınladığı bültende de belirtildiği üzere, ihracat miktar endeksinde %9,2'lik bir gerileme yaşanmıştır. bunun dışında, ihracatta sağlanan artışı sadece rakamsal olarak değerlendirmek de son derece yanlıştır. nitekim, ihracata konu olan malların da irdelenmesi gerekmektedir. ülkemiz ihracatında ağırlık ,gümrük birliğine girildiği tarihten itibaren hammadde ve ara mallardadır. bir başka deyişle, ülkemiz, ürünlerin hammaddelerini ya da asıl ürüne yardımcı yan ve ara malları üreten bir taşeron konumundadır *. bir diğer önemli rakam da ithalat rakamlarıdır. ülkemiz, ihracatta sağladığı artıştan daha yüksek düzeyde ithalatını da artırmaktadır. bu sadece son yıllara özgü bir gelişim olmayıp, gümrük birliği sonucunda gerçekleşmiştir. ithalatımızda ağırlıklı mallar ise, tüketim malları ve imalat sanayinde olmaktadır. ne yazık ki, bu süreç tamamen dış ticaret dengesini bozan ve dış ticaret açığını arttırıcı bir etki yapmaktadır.

    kısaca, ülkemiz, diğer ülkelere * hammadde ve ara malları yani işlenmemiş ya da yarı-işlenmiş mamulleri satmakta ve ancak karşılığında, aynı ülkelerden işlenmiş malları almaktadır. ve tabi ki, üretim süreci içerisinde, bir malın değer zincirinin uzunluğu ile fiyatının doğru orantılı olduğu gerçeği de göz önünde bulundurulursa bu ürünlerin fiyatı da yüksek olmaktadır. yani biz; bizim yetiştirdiğimiz hammadde ile yapılan ürünleri, diğer ülkelerden satın almaktayız. hem de ab'ye girmeden gümrük birliği'ne dahil olduğumuz için bu ithalatı, bir bakıma mecburen ab ülkelerinden yapmaktayız.
    9 ...
  11. 2.
  12. 1.
  13. Türkiye ekonomisi 2005 yılında %7.6 oranında büyüyerek 16 çeyrek dönem arka arkaya kesintisiz büyüme rekorunu kırdı.Kişi başına gelir ilk kez 5008 dolar oldu.(Cumhuriyet Tarihinin Rekor seviyesi)Geçen yılın son çeyreğinde GSMH artışı %10,2, GSYiH artışı da %9,5 oldu.

    Türkiye istatistik Kurumu (TÜiK),üretim yöntemiyle hesaplanan GSMH ve harcama yöntemiyle GSYH sonuçlarını açıkladı.Buna göre,geçen yılın son çeyreğinde ise GSMH artışı %10,2, GSYiH artışı da %9,5 oldu. Büyüme,piyasa beklentilerinin üzerine çıkarak, 2005 yılında gayri safi milli hasılada (GSMH) % 7,6, gayri safi yurtiçi hasılada (GSYH) ise %7,4 oldu.Büyüme rakamları 2004 yılının tamamında GSMH'de %9,9, GSYH'de ise %8,9 seviyesinde bulunuyordu.

    Geçen yıl Türkiye'nin GSMH'si cari fiyatlarla 360 milyar 876 milyon doları,GSYH'si de 361 milyar 470 milyon doları bularak rekor kırdı.2004 yılında GSMH 299 milyar 475 milyon dolar,GSYH de 300 milyar 578 milyon dolar seviyesindeydi.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük