bugün

ayn rand'in türkçemize hayatın kaynağı adıyla çevrilmiş modernizm ve klasik anlayışın çatışmasını bir mimarın hayatı üzerinden anlattığı 1943'de basılmış felsefi bir kitaptır. sinan çetin'in 2002de kurduğu yayınevinden sanırım ilk yayınlanan kitap bu olmuştur.kitap, sinan çetin'in başarılı bulduğum önsüzüyle yayınlanmıştır.alışagelmiş doğruların,toplum için önemli, kalıplaşmış değerlerin neye göre kime göre şeklinde sorgulamasını üstlenmiş tüm bu alt metinleri oluştururken de okura sürükleyici bir anlatım vermiş olan tavsıye edilmesini gerekli gördüğüm kitap.
karakterleri çok karakterize etmiş olmasıyla kendi kendini fesheden kitap.
bir felsefenin önerisinden çok bir felsefenin bilmem kaç yüz sayfalık güzellemesi olarak kalır akıllarda, okuduktan bir süre sonra dönüp hatırlamaya çalıştığınızda.
kitap boyunca ayn rand öncülük ettiği objektivizm'e övgüsünü objektivizmin karaktere dökülmüş hali olan howard roark üzerinden yapar. howard roark'ın seçimleri çevre koşullarından bağımsız ve hep aynı çizgi üzerindedir. o çizgiden dışarı çıktığı anlarda bile bunu öbür tarafı bozguna uğratarak telafi etmiştir. gerçi kararları çevre koşullarına bir isyan niteliğinde olduğundan bu karakterin etrafındakilerle herhangi bir uzlaşma içine girmesini bekleyemeyiz.
ama şu kalır akıllarda: gerçek hayatta howard roark gibiler kurtulur mu? karakterde en azından bir zaaf göremez miyiz? roark'ın kendine (ve okuyucuya) itiraf ettiği tek zaafı olan romanın kadın karakteri dominique bile onun nihai amacına hizmet eden, onu besleyen bir zaaftır. dominique'le ilişkisi için: (bkz: beni besleyen şey aynı zamanda beni öldürendir)
bu roman romandan öte mesaj kaygılı bir parodi olduğundan roark'ın sonunda her zaman kazanacağını biliriz.
şu aşamada howard roark benim için ancak bir süpermen inandırıcılığındadır. ama belli konularda ilham verir mi, verir. kendi yolunu çizmek konusunda kendini pokemon sanıp camdan atacak kadar cesaretlendirir insanı bu kitap.
ilk 50, hatta bilemedim 150 sayfasında sıkılmanız muhtemel kitap. fakat okuma gazınız yerindeyse gerisini getirirsiniz ve hayatınızın en muhteşem kitapları arasına girebilir. okumaya, denemeye, en azından bir yoklamaya değer.
objektivizmin kurucusu kabul edilen ayn rand 'in basucu eser niteligindeki şahane yapıtı. kitap "bencilik" ve "bencillik" üzerine iyi bir ayrım ortaya koyar. kitaptaki baskahramanin dünyanın en büyük mimarlarından frank lloyd wright oldugu rivayet edilir. gercektende dikkat edildiginde iki yaşam öyküsündeki ortak noktalar azımsanacak gibi değildir. bu kitap bitirilir bitirilmez akabinde yazarin diger kitaplarina geçilir. onlarda okunur ve son olarak dönüp hayatinizi bir gözden geçirmekte fayda oldugunu farkedersiniz. yazarin diger kitaplari icin;
(bkz: atlas shrugged)
(bkz: anthem)
'' binlerce yıl önce birisi ateş yakmasını keşfetti. herhalde insan kardeşlerine ateş yakmayı öğretti diye o ateşte yakmışlardır onu. insanların korktuğu bir şeytanla işbirliği yapan kötü biri olarak görülmüştür. ama ondan sonra, insanların ısınmak için, yemeklerini pişirmek için, mağaralarını aydınlatmak için bir ateşe ihtiyaçları olmuştur. o adam onlara, akıllarına gelmeyen bir hediye bırakmış karanlığı yeryüzünden kaldırmıştır. yüzyıllar geçmiş, derken biri tekerleği icat etmiştir. herhalde o da insan kardeşlerine öğrettiği tekerleğin çarkında parça parça edilmiştir. yasak şeylerle uğraşan bir küstah olarak görülmüştür. ama ondan sonra, insanlar artık ufukları aşarak yolculuk edebilmeyi başlamışlardır. bu adam onlara akıllarına gelmeyen bir hediye bırakmış, dünyanın yollarını açmıştır.
o adam, o boyun eğmeyen ilk adam. insanoğlunun başlangıçtan bugüne kadar yarattığı her büyük efsanenin ilk bölümümünde, karşımızdadır. promete zincirlerle bağlanmış, yırtıcı kuşlara peşkeş çekilmiştir. çünkü tanrıların ateşini çalmıştır. adem acı çekmeye mahkum edilmiştir, çünkü bilgi ağacının meyvesini yemiştir. efsane ne olursa olsun, insanlığın belleğinin gölgeleri içinde, bu güzelliğin bir tek kişiyle başladığı, o kişinin de cesaretinin bedelini ödediği bilinir.
yüzyıllar boyunca ortaya çıkan bazı adamlar yepyeni yollara doğru ilk adımları atmışlar, bunu yaparken de kendi vizyonlarından başka bir silaha sahip olamamışlardır. amaçlar farklıdır, ama hepsinin ortak bir noktası vardır. atılan adım ilk adımır, yeni bir yoldur, vizyon kimseen ödünç alınmış değildir, ve bu kişilere tepki olarak da her zaman nefret yöneltilmiştir. büyük yaratıcılar... düşünürler... sanatçılar... bilim adamları ... mucitler... hep çağlarının insanlarına karşı tek başlarına durmuştur. yeni çıkan her büyük fikre karşı gelinmiştir. her yeni büyük icat kınanmış, lanetlenmiştir.
motor saçma bir şey olarak karşılanmış, uçak imkansız diye düşünülmüştür otomatik tezgah kötü bir icat sayılmıştır. anestezi günah sayılmıştır ama ödünç almadıkları vizyonlara sahip olan insanlar yine de yollarına devam etmişlerdir. mücadele etmiş, acı çekmiş, bedel ödemişlerdir ama sonunda kazanmışlardır.''

ayn rand, the fountainhead
lost un 3. sezonunda sawyer ın elinde görülen kitap...
kitabın adı, rand'in şu açıklamasına bir atıfmış aynı zamanda:

"man's ego is the fountainhead of human progress"
okuduktan sonra başka bir yazarı sevmenize kolay kolay izin vermeyen kitap.

(bkz: ayn rand)
önce; her mimarın, mimarlık öğrencisinin, sonra; çabalayan, üreten, yaratan, 'tutunmaya çalışan' her insanın okuması gereken kitap.
****
kitap; howard roark isimli, ilkelerinden asla ödün vermeyen, yetenekli bir mimar üzerine kurulu. ana karakterleri saymak gerekirse;
peter keating: yeteneksiz ama yolunu bir şekilde bulmuş mimar, howard'ın arkadaşı.
dominique francon: peter'ın patronu guy francon'un gazeteci kızı. güzel ve zeki. wynand gazetelerinde çalışıyor.
ellsworth toohey: waynand gazetelerinde bir köşe yazarı; ama her yerde parmağı var.
gail wynand: wynand gazetelerinin sahibi. medya patronu. herkes emrinde.
****
roman, 1920-1930'larda geçiyor. new york'un bu zamanki kadar kalabalık olmadığı, şimdi bakıp da hayranlık duyduğumuz gökdelenlerin yeni yeni yapılmaya başlandığı yıllar.. yani, dünyanın bile yeni kurulduğu yıllar. o ihtişamlı binalar yapılırken, insanlığın da gelişimini izliyoruz sanki.
bazen ister istemez türkiye'yle karşılaştırıyorum durumu. "o yıllarda ülkemizde kaç tane sağlam bina vardı ki, adamlar gökdelenler dikiyor ardı ardına" diyorum içimden..*
daha 1930'ların başında dominique karakterinin üstü açık arabasıyla gezmesi düşündürüyor. 'o zamanlar türkiye'de araba bile yok neredeyse; kadın üstü açık arabayla geziyor', diye hasetle okuyorum kitabı.
***
gail wynand'ın ve ellworth toohey'nin çirkin oyunları yabancı gelmiyor bana. gail wynand; onlarca gazetesi, haber programı olan adam ve onun oynadığı oyunlar,, bir yerlerden tanıdık geliyor sanki diye düşünüyorum. anladın sen onu
***
nerdeyse her karakterin içinde kendinden bir şeyler bulmak mümkün. bazılarımızın içinde az da olsa* bir howard roark vardır* ya da sıradan olup da sıradan olmayan insanların arasına girebilen ama kimlik bunalımı yaşayan peter keating.. hiç olmadı; kendini, pek de onaylamadığı bir işi yapmak zorunda hisseden gail wynand.
***
kitabı okurken de, okuduktan sonra da, 'acaba bu kitap filme çekilirse nasıl olurdu' diye düşündüm. hayır, zaten bir filmi olduğunu biliyorum ama oldukça özensiz çekilmiş sanki.. benim filmimde dominique'i Gwyneth Paltrow oynardı mesela.
düşündüm, bu kitap 1920-30'larda geçiyor; film de o zamanda geçmeli. ama sonra aklıma geliyor: yetenekli insanların köreltilmesi, yeteneksizlerin yüceltilmesi, medya patronlarının halkın üzerindeki etkisi, ihanetler, oyunlar... bunlar her çağda aynı. eminim bu film şimdiki zamanda da çekilse kitap, özünden hiçbir şey kaybetmez...
sürükleyici ve etkileyici bir kitap. içinizde dudak büküp omuz silktiğiniz, ısrarla üstünü örttüğünüz kimbilir hangi zamana ait çocuksu bir gücenikliği ortaya çıkarabilecek cinsten.
bir solukta okuyacağınız, ustalıkla kaleme alınmış bir başyapıt. içinize dışardan bakmak ve "elden düşmeci" olup olmadığınızı görmek istiyorsanız mutlaka okumanız gereken bir eser.

m balgo , "uludagsozluk" * *
yaratıcı ben'e methiye...

hayatın kaynağına inmek, var olmanın -varsa- manasını bulup çıkarmak, anlamak, kendi mananı anlamak, kendi manasızlıklarını anlamak, amacına kanalize olmak, yolunda ilerlerken eğilmemek bükülmemek, onurlu bir şekilde ayakta kalabilmek... işte tüm bunlarla boğuşurken; sağlam, güvenilir ve oldukça faydalı bir kaynak: the fountainhead.

howard roark ütopik bir karaktermiş gibi görünse de, aslında onu diğer türlü algılayamamızın müsebbibi olan bu dünya, şartları ve emeği geçenler götopiktir. götlerine sağlık! o kadar güzel have been sıçıyoring ki, o götlerin gerçekten iyi dileklere ihtiyaçları var. daha kurutulacak çok fazla ruh, paçavraya dönüştürülecek milyonlarca taze insan, eblehleştirilmeyi bekleyen kilolarca beyin var.

Bir çok yerde yanlış yapıldı. yapılıyor. yapılacak. suçu hep dünyaya atmak kolaycılığına kaçıyor değilim. tabii ki suç dünyada ve dünyalılarda. ya kimde olacak? roark gibiler çoğalacağına peter keating ve onun temsil ettiği -yüzeysel, vasat, özden çok biçimi yeğleyen, toplumun onayladığı ve yücelttiği başarı parametrelerini referans alan ve onlara ulaşmak için herkesi, her şeyi ezmekten imtina etmeyen- zihniyet çoğalıyor, çoğalıyor. durdurulamıyor efendim.

En çok satan gazetemsiler, en çok okunan yazarlar, en çok dinlenen radyolar, en çok oy alan partiler, en çok izlenen filmler, en çok konuşan en konuşmaması gerekenler, en çok susmak zorunda kalan en konuşması gerekenler, allah'a tapar süsü verilmiş paraya tapan sırtlanlar, en gericiler, en ölü gömücüler, en bi modern görünümlü statükocular, en gelene ağam gidene paşamcılar, en yalaka yöneticiler, şuursuz koyunlar, aç gözlü kasaplar, olmanın saf mutluluğunu yaşamaktansa sahip olmanın sığ sularında yüzenler, yandaşlar, güce tapanlar, yalancı yavşaklar, koltuk sevdalıları, iktidar manyakları, yobazlar, faşolar, hayal sikiciliğine sevdalı hayal kurma özürlüleri, gezegeni babasının malı gibi görenler...

kokutuyosunuz bu dünyayı! kokutuyorsunuz ha mına kayyum!

vasatı yüceltenlere yazıklar olsun. olsun da. sen necisin birader? ben de onlardan biriydim. ilkokula yeni başladım. okumayı söküyorum yavaş yavaş. heceliyorum şimdilik... howard roark gibi ilkeli ve tutkulu olmak sonradan kazanılacak bir özellik değil. (zaten şu dünyada onun gibi kaç kişi vardır? iki elin parmaklarını geçer mi?) lakin yine de bir elden düşmeci olmamak için gayret etmekte bir sakınca görmüyorum; hayatın her alanında, şu küçük sikindirik çaplarımızda, şu uğraştığımız, uğraşmak zorunda kaldığımız küçük insanlarla örülü mini mini minimal dünyalarımızda...

offf. iyiden iyiye kitabın gazına geldim de deli gibi coşuyorum gibi bi hissiyat doğdu içimde şimdi. neyse. ama mal iyi. mal temiz. sağlam. 900 sayfalık bir başyapıt. azılı bir üşengeç olarak böylesi uzunlukta bir kitabı bir daha okur muyum bilmem ama bu kitap, her bir kelimesine değer... egoyu derinlemesine incelerken -evet karakterleri bazen fazla abartılı onu da belirtmek lazım-, ayn rand muhteşem psikolojik analizler de yapıyor. yer yer üslup olarak dostoyevski lezzeti mevcut...

hayat canınıza okumadan, bu kitabı okuyunuz. ne bileyim, bi faydası olur galiba. olmalı.

kitaptan birkaç alıntı:

"çünkü bir şeyi gerçekten istemek büyük sorumluluktur..."

"işini iyi yapmanın yerine başka ikameler aramak basit. kolay ikameler tabi. sevgi, cazibe, iyi yüreklilik, sadakat. ama işini yapmanın yerine, başka bir şeyi ikame edemezsin. işte o nokta, elden düşmeciler için yolun sonu. onların gerçeklere, fikirlere, yapılan ve yapılacak işe kaygılandığı yok. onların tüm ilgisi insanlara dönük. "bu doğru mu?" diye sormuyorlar, "başkaları bunu doğru sayıyor mu?" diye soruyorlar. yargılamak için değil, tekrarlamak için. yapmak için değil yapıyor izlenimi vermek için. yaratmak değil, göstermek için. nitelik değil, fors. eğer yapanlar, düşünenler, çalışanlar, üretenler olmasa, dünyanın hali ne olurdu? işte egoistler, benciller, onlar. başkasının beyni aracılığıyla düşünmüyorsun. başkasının elleriyle çalışmıyorsun. bağımsız yargılarını askıya aldın mı, bilincini askıya almışsın demektir. bilinci durdurmak, hayatı durdurmaktır."

"insanda en çok saygı göstermemiz gereken şey feda edilmemiş bir benlik olmalı."

"...roark, 'önemi yok steven' dedi. 'var mı? bu konuda ne yapacakları da, buralara kimlerin gelip yaşayacağı da önemsiz. önemli olan, bizim bunu yapmış olmamız. sonradan ne bedel ödetirlerse ödetsinler. bu fırsatı kaçırır mıydın?'"

"sen işine aşıksın... işte bu senin üzerinde bir lanet.. alnındaki damgayı herkes görebiliyor. sokaktaki insanlara hiç bakmıyor musun? korkmuyor musun onlardan? onları oluşturan madde, işini seven insanlara duydukları nefretten ibaret. kendini onlara apaçık ediyorsun roark."

ve son olarak muntazaman göz atacağım 903-913 arasındaki sayfalar... yani roark'un mahkemedeki enfes savunması...

"Hiçbir yaratıcı, kardeşlerine hizmet etmek düşüncesiyle harekete geçmiş değildir. çünkü kardeşleri onun sunduğu hediyeyi reddetmiştir ve o hediye bu kişinin güçlükle sürdürdüğü mücadele dolu hayatı mahvetmiştir. bu kişinin tek gerçeği kendi amacı olmuştur. kendi gerçeği, onu kendi usulünde yapabilmesi, başarabilmesi. bir senfoni, bir kitap, bir motor, bir felsefe, bir uçak ya da bir bina... odur onun hayattaki amacı. hayatı da odur..."

"yaratıcının temel ihtiyacı bağımsızlıktır. mantık yürüten zihin, herhangi bir türlü zorlama altında çalışamaz. kısıtlanamaz, feda edilemez, başka amaç ve düşüncelere boyun eğemez. gerek işlerlikte, gerekse amaçta, tam bir bağımsızlık ister. bir yaratıcı için, insanlarla olan ilişkilerin tümü ikinci plandadır. elden düşmecinin temel ihtiyacı beslenebilmek için diğer insanlarla olan bağlarını sağlamlaştırmaktır. ilişkileri birinci sıraya koyar."

.

zihniniz; sizi elden düşmeci olmaktan korusun. kendiminki de beni...
"kendi standartlarımdan ötürü, senin için hiç düşünmeden hayatımı feda ederdim. ama senin için asla yaşamazdım." kısmıyla beni benden almıştır ve çok fazla şeyi birden açıklayabilme cürretine sahiptir bu mutlaka arşivinizde olması gereken roman.
"'seni seviyorum diyebilmek için önce 'ben' diyebilmelisin."diyerek objektivizm kalesini fethetmiştir.
birçok yönden kendimi okuduğum tek romandır.
(bkz: howard roark)
baş karakteri howard roark, meşhur hikayedeki kimsenin önünde eğilmeyeceği için birdirbir oynarmayan küçük mustafa *yı anımsatır.
Hayata doğru bildiği idealleri uğruna kamikaze pilotu gibi dalan sonunda başarılı olan bir mimarın öyküsü. Bireyciliğin, düşünmenin ve rasyonel olmanın başarıyı getirdiği anlatılmıştır. Kapitalizmin ve sadece kendini düşünmenin insanın doğasında olduğuna inanan objektivizm felsefesinin Romanlaştırılmış hali. Kısaca,düşünürken ben böyle düşünüyorum doğrusuda bu diyebilmek,insanın kendi bildiği yolda gitmesi diğer insanların fikirlerini önemsememesi.
egoizmin romanı.
sahaflarda bile kolay kolay bulunamadığı için internette 200-300 tl'ye kadar satıldığı görülebilen kitap.