Kavruladur gökyüzü
Kanırken zahir damarlarda ağıt üstünde
Ahım tenimden sökülürken durdurak bilmeyen rüzgara
Ah, ah üstünde durmadan düşer toprak üstüne
Bildin mi şimdi kopup gitmeyi sinenden sözsüz bucaksız ?
Durdun zaten durabildiğin kadar
Böylesi durmuşken, yeryüzüne değmeden suskunluğunu sükut belleme.
MUTLAK SEVECEKSiN
Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgar gibi inmiş,
Bir sır ki bu,ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkansız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor:Daldığın alemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum,çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök,ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın...
Ram ol bana,ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin:Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla,şuurunla,hayalinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni,bundan kaçamazsın.. - Hüseyin Nihal Atsız
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Ben, seni; adını bilmeden sevdim.
Ve, “var”lığınla gülüşünü...
Ben seni, yaşını bilmeden, gözünü-kaşını bilmeden sevdim.
Ve, “yar”lığa süzülüşünü.
Ben seni, sesini duymadan sevdim...
Ve duymadan nefesini.
Ben seni adını bilmeden sevdim...
Ama; sevdim!..
Üşüyüşünü sevdim...
Üşüyüşünü sevdim onüçüncü ayın ilk günü; “Gel, ısıt” deyişini!..
Bekleyişini sevdim beşinci mevsimin gün bitimlerinde, bilerek gelmeyeceğimi...
Akşam alacalarının gönlüne yürüyüşünü sevdim...
Ve, kıpırtısız, karanlığa gömülüşünü sevdim.
Bir de; “Gel, ışıt” deyişini!..
Ben seni, adını bilmeden sevdim.
ihtiyacım... Cevabım...
isimler koydum sana; bahar yelim, çiçek tarlam... Gökkuşağım, ışığım...
Kuşkanadım, pembe rüyam, çiğ tanem...
Seni, adını bilmeden sevince öğrendim; seni sevmek için gerekmiyordu ismini bilmem...
...Sevdim işte!
Ben, seni; yaşını bilmeden sevdim...
Yani bilmeden sevdim deden yaşında mıyım, torununla akran mı!
Ben seni, gözünü-kaşını bilmeden sevdim.
Ben seni, sesini duymadan sevdim.
Ve hatta öğrenmeye korkarken, bilmeye kıyamazken seni...
...seni sevdim.
Seni sevdim.
içime salıncaklar kurdum gönlümün ipleriyle...
Oturdun, sallayamadım; dokunurum diye korkumdan!
Dolaştın boynuma bir sarmaşık gibi; okşayamadım.
...Koklayamadım!
Dalgalarını tarayamamış olan parmaklarım yabancı saçlarına...
Ve hâlâ bilmiyorum, gözlerin ne renk?..
Hangi yıldızlar mahpus içinde?
Ve ben sana hâlâ seni sevdiğimi söyleyemedim!..
Ama ben seni; adını bilmeden, yaşını bilmeden...
Yüzünü bilmeden, sesini bilmeden...
...seni bilmeden sevdim.
Seni, “bilmeden” sevdim!
Senin olmadığın ve benim olmadığım bir sokaktaki köşebaşında çarpıştı duygularımız!
Döküldü içindekiler ve döküldü içimdekiler...
Sen yoktun orda ve ben de yoktum;
Ama sevda vardı!
Senin gözlerini görene kadarmış, benim şairliğim.Bir çift yeşil , tüm renklerimi aldı götürdü benden.Süslü cümleleli şairlerimi öldürdüm.Oysa ne çok severdim , kafiyeli ve kafiyesiz yazılmış her şiiri.Şimdi sadece yeşili seviyorum.
ViCDANIN SÖZÜ
Nutkun tutulduğu gün batar güneş
Gözlerin parıltısında tebessüm gerek
Umut ve inanç yaşıyorsa kalpte
Sığındığın Rabb sunar seni yeni güne
Koyu kuytularda kaybetmişken hislerimi
Vicdanım hiç bırakmadı büyümeyen kalbimi
Küçük ellerim hep göğe açtılar kendini
içimdeki fırtınalara dualarım merhemimdi
Zaman, en iyi öğretmenimdi ve biraz sert
Bazı anlar öyle dövdü ki, canım inledi
Bazen öyle sevdi ki anne anne şefkati gibi
Ve hep öğretti, hep korudu benliğimi
Nerelere firar etti insanlara güvenim
Bilemedim, ne zaman ve ne içindi
Ne kadar acımasız öldürdüler küçüğümü
Oysa avuçlarım bebekler gibi temizdi
Düş kırıklığında fırtınalı bir dönence
Öyle seraptır kandırıyor bu günümde
Aklımın inşası çöküşte, kalp inleyişte
Kopuyor kıyameti ruhumun en derinde
Biliyorum ki dönecek devran biçare
Canımdan can koparıp rahat uyuyanları
Hasat zamanında boğacak vicdanları
Ve affın terazisi durduracak zamanı.
var mıydı elimizde aşka dair bir sembol ya da bir buton!
Duysa nasıl sevdiğimi hayrete düşerdi Chris Sutton
Eğer sevdaya dair ne varsa silip atacaksan
Yırtmadan bir iki banko söyle de yapalım iyi bi kupon!
karanlık, bu gece de kollarını usulca sardı,
tebessümlere toprak atıldı her gözyaşında.
yüzündeki son gülüş, bilmem ki ne zamandı?
kalbi ağırleşiverdi, o sıska vücudunda.
bir paramparça melodide nüksetti hatıralar,
şöyle dönüp de bakın, hiçbiri yaşanmamış.
nemli yanaklarına öpücük konduran rüzgarlar,
odasından gelip geçen, kaçıncı fırtınadanmış?
karanlıktan korkup, karanlığa alışmak,
yağmurları beklemek, pencere boyunda.
bir mumla aynı anda eriyip kaybolmak,
anlatır çırpınışlarını, tek mevsim sonbaharında.
bu çocuğu her gece bulutlar saklayacak,
damlalar süzülüyor olacak daima yanaklarında,
ve her hüzünden başka hüzne kaçarak,
yalnızlığı soluyacak, her kalp atışında.
Kraliçe dolunayın heybetli ışığına yenik düşmüştü
Ve bir gece o buz kristali kaleden sessizce ayrıldı..
Piramidin soğuk karanlığına doğru yol aldı,
Ardında uzun siyah bir gölge;
Ve bakışları çatık siyah bir kalp bıraktı.
Bir daha hiç geri dönmemek üzere;
Arkasına bakmadan büyük dağlara doğru yürüdü.
Güneş o gün hiç doğmamak üzere göklere veda etti..
Kral ise kasvetli yalnızlığına bir kez daha sarıldı.
Efsane artık bitmiş, yollar ayrılmıştı.
Kraliçe tepelerin eteklerinde yabancı bir şato gördü.
Korkularını dindiren, yüzünü güldüren bir hisardı.
Hızlıca oraya yöneldi; Koştu, koştu..
Serüveninin en bahtsız kaderinde,
Belki de son umuduydu.
Özlemek,zamanı durdurmayı istemekmiş.
Ve biliyorsun bazen özlem arsızlaşıyor.
Bir süre sonra kaburgandaki boşlukları dolduramıyorsun.
Ağrıları dindirecek deva bulamıyorsun.
Yakamıyorsun da şiirleri.
Ama dokundurtmuyorsun da kimseye o en nadide yaralarını.
Zaman geçtikçe kendi kendine derman oluyorsun.
Yaralarını saramıyorsun belki ama her gece kabuklarını kopartarak hatırlatıyorsun kendine.
Onlar da öyle kin tutuyor ki,her gece "burdayım" diyerek unutturmuyorlar kendilerini sana.
Unutmuyorsun.
En küçük detayını bile atlamıyorsun.
Sızlayan bu yaralar ne dikiş tutar artık ne yara bandı.
Biliyorsun.
Usulca dokunursan belki yeşillenir kızıllar.
Görüyorsun.
Dokunulmamış kimsesizliğimi,
Seziyorsun.
Ve gidiyorsun...