bugün

mal ve mülk edenirken bunun bir ihtiyaç olduğunu öne sürerek bu eylemi gerçekleştiriyoruz. dünya üzerindeki her şeyi mülkümüze geçirme fırsatımız olsa bunu gerçekleştiririz oysa. yine ihtiyaç namına. öyle bir durumdayız ki sanki dünya üzerinde ki tüm şeylerin mülkiyeti tüm zamanlar için bize devredilmiş.

insan ihtiyaçlarını, arzularını tatmin etmek için yaşar hale geliyor. bitmek bilmeyen bir iş temposu, hayat koşuşturmacası derken belki de ömrünün sonlarına doğru edinebildiği bir ev bir arabayla mutlu olmaya çalışıyor insan. oysa o bir ev ve arabanın insandan götürdüklerini saymaya başladığınızda aslında bu bir adet ev ve arabanın dahi onu ne kadar fakirleştirdiğini görüyorsunuz. yok olan zaman, yaşanan zihinsel ve fiziksel yorgunluk, incinen ruh tüm bunlar insanın aslında dünyada gerçek manada kendine ait olan ve olabildiğince iyi değerlendirmesi gereken şeyler değil mi? zaman akıp gidiyor; günler geçiyor, yıllar geçiyor ve siz hep daha fazlası için çalışır durumdasınız. yılmadan, yüksünmeden, bıkmadan.

doğu mistizminin aşıladığı düşünceye göre insan olabildiğince az eşyaya sahip olmalıdır.semavi ya da semavi olmayan nasıl olursa olsun insan ruhunun tatminini amaçlayan dini inançlar da bunu emreder. çünkü bu eşyalar insanı dünyaya bağlayan gereksiz birer prangadır.
türk insanının eşyaya olan düşkünlüğü batının yoğun etkisiyle beraber hayatımıza girmiştir. sözde malca zengin ruhca fakir, aç gözlü, kapitalizm salyası batılı kendi gibi bize de fakirleştirmiştir. kendi halkını aptallaştıran ve tabiri caizse birer amip haline getiren batı, kolay yönetmenin insanları bireysel problemleri peşinden koşan bencil varlıklar haline getirmekden geçtiğini çok erken tarihlerde keşfetmiştir.
bu keşif belki amerikanın keşfinden daha eskidir...

tüketim toplumunda hedef: 'hep daha fazlası, hiç durmamak ancak asla tatmin olmamak' . insanların tatmin olmayacak olması onları iflah olmaz birer fakir yapan yegane sebep. beraberinde mutsuzluğu ve huzursuzluğu getiren tatminsizlik; huzur ve mutluluk getireceği bahsiyle yapılan hemen her vaadi insanların gözünde birer mesih yapıyor. genç kalabilense vaad sahipleri oluyor.

insanımızın bir an önce gözünü açması ve asıl zenginliğin farkına varması gerekir. belki beni tiye alacaksınız ama gerçekten de tanrı(ya da doğanın nasıl inanmayı diliyorsanız) nın bize bahşettiği rüzgar,su,güneş,mavi kubbe birer zenginliktir.onlar tarafından çevrelenmiş olmak varlıklı olmaktır. sahip olmakla övündüğümüz ama asla bizim olmayan, ölürken dahi yanımızda götüremediğimiz mal mülk ise birer paryadır. o kadar mala mülke sahip oluyoruz, belki inşa ediyoruz ama bir tanesi bile rüzgarın savurduğu kum tanesi kadar dahi kalıcı olamıyor, nesilden nesile geçemiyor. o zaman bu beyhude yoruluş niye? bugün pollyanna diye tiye alınan insanların az abartılısı belki de en idealidir. yani tam manasıyla bir denge insanı olmakta fayda var.

ileri okuma için: ayrıntı yayınlarından çıkan lacivert kitaplar serisindeki 'göğü delen adam' kitabının 7. basımındaki(ki sanırım son basım bu) 'papalaginin "şey"leri onu yoksullaştırıyor' başlıklı kısmı(s.43) okumanızı acizane öneririm.

http://www.youtube.com/watch?v=1UUYjd2rjsE
http://www.youtube.com/watch?v=sHQ_aTjXObs

edit: anlatım bozukluğu giderildi.
(bkz: hayvani dürtülerin insanı ele geçirmesi)
(bkz: kapitalizmin yarattığı tatmin olmama durumu)
"bir zamanlar sahip oldukların, zamanla sana sahip olur"

(bkz: fight club)
(bkz: bi sikim anlamadım ama iyi yazmış)
gelişen teknolojinin ve avmlerin bu dürtüyü her fırsatta biziklemesi, doymak bilmeyen tüketim çılgınlığının haliyle de manevi yoksullaşmanın arsızlaşmasında günahı büyüktür.
işin bir de maddi ve manevi boyutu var. durum sadece daha fazla madfr için sahip olunan maddiyatın da kaybedilmesinden ibaret değil. maddeye düşkünlük, ona ve daha fazlasına sahip olma istenci insanı manevi çöküntüye sürüklediği gibi insanın yaratılışında olan melekelerini de bir bir öldürür.