bugün

özellikle ilk yüz sayfasında uzun betimlemeler, derin aforizmalar ve keskin satır aralarıyla okuyucusunun sabrını zorlayan kitaplardır. bu tür kitaplar gerçek okuyucu ve öylesine okuyucu arasındaki farkı çok net biçimde ortaya çıkarır. okumak, ısrarlı bir biçimde kitabın sonuna doğru yol almak, bu tarz kitaplarda kolay değildir. çünkü kitabın yazarı da dahil kimse kendini kolayca açmak istemez, herkesin duygu ve düşünlerine biçtiği bir zaman ve değer vardır. yazarın da buradan yola çıkarak eserini özümsetmek istemesi, normaldir. netice de yazar da ortalama bir okuyucudur ve kitabın sonunu kimlerin göreceğini tahmin eder.

bir kitabı yenmek, hayatı yenmek anlamına da gelir. nasıl ki sinemayı yorumlayabilen gerçek hayatı da yorumlar ve onu ellerinin altına alırsa o da böyle bir şeydir. buz yüzden insanı renkten renge sokan, sıkan, bir türlü yapraklarını açmayan zambak gibi adamı uyuz eden kitapları yenmek, aslında hayatı yenmektir.

bütün ter bezlerimi kurutan birkaç kitap vardı:

umberto eco- gülün adı

ll fiore - dante alighieri

tapınak - william faulkner

yaşarken açılan miras - robert musil

ulysses - james joyce
dostoyevski'nin cinleride bendenize ecel terleri döktürmüş ve bıraktırmıştır.
postmodern tarzda yazılmış romanların çoğu. postmodernist roman okumak zordur ve bu romanlar sıradan okuyucu istemez. bu tarzda bir romanı da herkes hakkını vererek yazamaz, o da ayrı tabii.
genel olarak italyan ve rus yazarların eserlerini örnek verebiliriz bu tarz kitaplara. betimlemelerin ardı arkası kesilmez. örnek vermek gerekirse,
l'uomo che parlava solo - romano lalla. okumadan bir köşeye attığım tek kitaptır kendisi.
(bkz: das kapital)
buzul çağının virüsü - vüs'at bener