bugün

yaşamak
bir akira kurosawa filmi.
mide kanserine yakalanan watanabe'nin kalan altı aylık ömrünü nasıl geçiridiğini anlatan, akira kurosawa'nın 1952 yapımı mükemmel filmi. kurosawa'nın en hümanist filmi olduğu söylense de, içindeki iletişimsizlik, ideallerin hadım edilişi ve sistemin bireyi yavaşça sindirmesi temaları gözönüne alındığında bir tür cinayet ve şiddet senfonisidir.
aylardır zihnimi meşkul eden akira kurosawa filmi.
kurosawa'nın hafızalarda iz bırakmayı başaran filmi.

--spoiler--
bizlere açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, fakat bu artık eskidi. açgözlülük bir erdemdir.
özellikle hayata karşı açgözlülük.
hadi gidelim.
boşa geçirdiğin hayatı düzeltmeye gidelim.
--spoiler--
--spoiler--
insanlardan nefret etmekle uğraşamam, buna vaktim yok.
--spoiler--
fight club izleyen bir adam ertesi gün evini satıp kiraya çıkar, bu filmi izleyen adam evini satar parasını da yer.
"hayat kısadır, aşık olun bakireler" diye başlayan bir şarkıyla aklımda yer etmiş akira kurosawa filmi. yaşamın anlamını arayan bir bürokratın hikayesi. mide kanseri olduktan sonra yaşamaya karar verir watanabe fakat nasıl yaşayacağın bilemez mephistophelesi simgeleyen bir sürü gereksiz roman yazan yazar ona yardım eder. kızlarla takılırlar günün gün ederler. işyerinden bir kıza ilgi duyar watanabe. nasıl mutlu oluyorsunuz der. o da yanlış hatırlamıyorsam çalışırım eve gelirim der. üretmek midir mesele diye aklıma takılmadı da değil. marx "insanlık daima önüne çözebileceği sorunları koyar" der ama insanlığın hala çözemediği bir sorun varsa hayatın anlamıdır kanımca. kimbilir belki de bir anlamı yoktur. belki de hasbelkader yaşıyoruz ve mutlu olmaya çalışmalıyız. ama başkaları mutsuzken nasıl mutlu olabiliriz ki? buna hakkımız var mı? bu da yaşamın çelişkisi işte. çözümsüz maalesef
japon sinema efsanesi akira kurosawa’nın “bürokrasi”nin kısırlığı ve insan hayatının çıkmazları üzerine yaptığı 1952 yapımı okkalı bir film. kısa bir analizi için: http://sinemayazari.blogs...it-yarn-gel-ckmaznda.html
30 yılını mumya gibi geçiren; watanabe-san'ın güneşe göre uzunluğu az ancak tutkularına göre genişliği çok yeni; gerçek hayatının öyküsünü; Takashi Shimura 'nın yüreğe işleyen yorumuyla bizlere yaşattığı akira kurosawa harikası, bir yaşamak kesiti...

kafedeki yazar:

--spoiler--
bizlere açgözlülüğün kötü olduğu öğretildi, fakat bu artık eskidi. açgözlülük bir erdemdir.
özellikle hayata karşı açgözlülük.
hadi gidelim.
boşa geçirdiğin hayatı düzeltmeye gidelim.
--spoiler--

watanabe-san:
--spoiler--
insanlardan nefret etmekle uğraşamam, buna vaktim yok.
--spoiler--

bürokrasi, insan egosu ve boş vermişliği ile giriştiği büyük mücadele sonucunda filizlenmeye başlayan eserini, parkın inşaatının yapımını kontrol etmeye giderken; watanabe-san:

--spoiler--
ne kadar güzel. otuz yıldır gün batımlarının güzelliğini unutmuşum. ama şimdi buna vaktim yok.

--spoiler--

watanabe-san'ın ölümünden sonra; cenaze yemeğinde bir anlık da olsa derin gaflet ve dalaletten kurtardığı (tabii ki saki ve watanabe-san'ın insanlık dokunuşu yardımıyla)mesai arkadaşlarının aydınlanma cümleleri:
--spoiler--
burada hiçbir şey yapmaman gerekiyor.
hiçbir şeyden başka bir şey yapmak radikal bir davranış.

bir şeyler yapıyor gibi görünüp, hiçbir şey yapmamız gerekiyor.

bir yerlerdeki çöpleri temizletmek için çöplükleri evrakla doldurmak gerekiyor.

hiçbir şeyin hallolmadığı bir sistem içinde bile, bir yandan mide kanseri ile boğuşurken watanabe-san çok şey başardı.

parkta tek başına öldüğü zaman ne hissediyordu sence?
--spoiler--

watanabe-san'ın yeni, aslında gerçek hayatının simgesi şapkasını, parkta bulup getiren polis:
--spoiler--
salıncakta çok mutlu görünüyordu. nasıl söylesem; tüm kalbiyle kendini şarkısına vermişti. sesi bir hayalet gibi ruhumun derinliklerine işliyordu.
--spoiler--

http://www.youtube.com/watch?v=C0_hkzCl4nI&feature=share
--spoiler--
hayat kısa
aşık olun bakireler
dudaklarınızın allığı
solup gitmeden önce
içinizdeki arzu dalgaları
durulmadan önce
yarını bilmeyen
insanlar için

hayat kısadır
aşık olun bakireler
uzun siyah saçlarınız
ağarmadan önce
kalbinizdeki alevler
titreşip sönmeden önce
bugünü bir daha
yaşamayacaklar için
--spoiler--
kurosawa'nın ülkemizde pek bilinmeyen, ama gayet çarpıcı olan, izlenesi bir filmi. izlendikten sonra akılda yer ediyor.
özellikle kafede otururken watanabe'nin yaşamının geri kalanını anlamlandırmak için aklına o fikir düştüğünde aşağıdan "iyi ki doğdun" nağmelerinin coşkuyla söylendiği sahne unutulmazdır. oradaki tüm insanlar bilmeden kahramanımızın yeniden doğuşunu kutlamışlardır.
film hümanizm odaklı anlatımı ve kusursuz bürokrasi eleştirisiyle unutulmazdır. fakat benim aklımı bu tip kült filmlerde, karakterin dönüşümü durumu kurcalıyor. pekala biz watanabe için "madem bu kadar onurlu ve iyi bir insandı neden işini yapmak için kanser olmayı bekledi" diyebiliriz. bu filmde nispeten dönüşüm daha yavaş olsa da, inandırıcılık konusunda başarısı azalıyor. buna benzer bir durum american history x filminde de mevcut. kahramanın doğruyu bulması için başına akıl almaz bir olay geliyor ve böylece kötülüğün farkına varıyor. ama o olay olmasa devam etme potansiyeli de mevcut. buna rağmen bu filmin bende özel bir yeri var. kanımca kurosawa'nın en önemli filmidir.
Hep daha iyi hayat standartları aile ve çocuklarına daha güzel günler Yaşatma baskısı ile yıllarca (hayatımızın en genç ve en çok hayattan zevk alınan zamanları da dahil) köle gibi çalıştırılıyor ve bir hiç olduğumuzda da karnımızı zor
doyuracak bir emekli maaşı ile Ölümü bekliyoruz. Peki bunca çalışma ve emek kimin cebini dolduruyor kime daha güzel bir hayat veriyor. bizim sırtımızdan bu kadar çok çalışmamızdan kim nasipleniyor? Bugün geriye dönüp tarihi incelediğim de kölelik, esaret ve zorbalıkla çalıştırılan binlerce hatta milyonlarca insanı düşündüğüm de onlardan bir farkımız olmadığını çok net görebiliyorum. Kredi kartı ekstresi, konut kredisi, araç kredisi, yeni bir telefon yada bilgisayar için harcanan masraflar... hepsi suni ihtiyaçlardır. Bize bu ihtiyaçları baskılayan sistem aslında bu enstrümanları kullanarak bizi köleleştirip bu sistem içinde iş ve daha fazla kölelikten başka bir şey vadetmez. Adalet duygusunu yitirmiş devlet yöneticileri, politika yapıcılar ve siyasilerse bu sistemi daha da menfur bir hale getirmek halkları daha fazla ihtiyaçla subliminal mesajlarla asilatif bir takım toplum mühendisliği ve alt kırılımlarında insani duygusunu yitirmiş yöntemlerle (en basitinden ortalama ölüm yaşının 70 olduğu bir ülke olan Türkiye'mde emeklilik yaşı 65'tir) bir insanı insan gibi değil de giderleri ve gelirleri olan bir maliyet hesabı olarak görmektedir. bencilce ve ruhsuzca hayatlarımızın nasıl kontrol edildiğini görüp ve sessizce buna izin vermemiz... tıpkı filmin son sahnelerinden birinde kısım müdürüne gelen vatandaşın talebi üzerine, kısım müdürünün "mühendislik kısmı 8. Masa" demesinden sonra hiddetlenip ayağa kalkan hiç bir şey etki oluşturamadan tekrardan oturan karakter gibi çaresizlik doludur.

Biz maalesef bu gidişe tüm insanlar olarak dur demedikçe hiç bir zaman hayatı yaşayamayacağız. Sadece yüce güçlerin bize verdiği rolü oynayıp bu hayattan göçüp gideceğiz. Hindistan'da alt kastlardaki kişilere empoze edilen ve bir din gibi algılanan reenkarnasyon öğretisi de tıpkı bugün uygulanan köleleştirme ve esaretin aynısıdır. Bugün herkes hayatını sorgular ama radikal karar alıp bu sisteme karşı bir hamle yapabilecek insan hemen hemen yoktur. Yüce güçler tarafından, yıllarca okullarda verilen eğitimlerle televizyonlarda ve radyolarda yapılan yayınlarla ve bilumum diğer gereçlerle gizlice yıkanan beyinleri ve içine yine gizlice yerleştirilen o düşünce sistemi bu radikal kararları kesinlikle reddeder. O mantık sistemi bunu saçma bir düşünce olarak sınıflandırır. Sistem öylesine güzel işler ki mutlu olmak için beklersiniz ama asla mutlu olamazsınız. Sbs'yi kazanayım sonra rahatlarım öss'yi kazanayım sonra rahatlarım iş buluyum sonra mutlu olurum... derken beklediğin arzuladığın hayalini kurduğun hayata mezarda dahi kavuşamazsın. Bugün dünya geliştikçe teknoloji ilerledikçe daha da köleleşmekteyiz. Kimse önüne maniple edici bir bilgi (doğru veya yanlış) konulmadıkça yeni bir şeyler düşünüp farklı fikirler yaratamaz (basit ama gerçek 17 aralıktan önce AKP ye karşı kimse yolsuzluk hırsızlık rüşvet gibi suçlamaları bu kadar yüksek sesle ve derin fikir oluşumlarıyla bir bütün olarak seslendirememiştir).

Oysaki insanın ihtiyaçları o kadar basittir ki. Sadece yemek, içmek ve barınmak. Bu ihtiyaçları doğada çok kolay elde edip kimsenin boyunduruğu altına girmeden mobing ve zorunlulukları olmadan bunca stresi ve zorluğu yaşamadan elde edebilir ve bu durum da gerçekten mutluluk vericidir. uygulanan propagandalar, yayılan fikir akımları tamamen kontrollüdür. bugün dünya genelinde ülkeler, ülkelerin sınırları, o ülke içerisinde gerçekleşen bir sürü olay tamamen olmasa bile çoğunlukla bir takım gizli güçlerin istediği şekilde gerçekleşir. wikileaks furyasından sonra Arap ülkeleri karışmış ve yıllardır da akan kan durmamıştır. o ülkelerin hiç birisinde yeniler eskisinden iyi olmamıştır. bu gün belki de aynı cerrahi müdahale ülkemize uygulanmaktadır. o gizli kanlı eller sırada bizim ülkemizi seçmiş ve ortalığı yukarıdan karıştırmaya başlamıştır. tavrım başbakanının bahsettiği paralel yapı yada oluşan bu cepheleşmede bir tarafı destekleyici şeyler yazmak kesinlikle değildir. ben devlet rejimlerine ve sistemin tamamına hatta bu çarkı döndüren elektro motor kuvvetlere de karşıyım. karşıyım çünkü bu sistem içerisinde kendimi age of empires deki bir asker yada inşaat tarım vs. işlerinde çalıştırılan bir köleden farklı görmüyorum.

maalesef o gizli kötücül güçler yine istediklerini alacaklardır. bizler boyunlarına tasma takılmış, ve inanılmaz bir ortak akılla sistematik olarak güdülen köleleriz.

son söz: sadece hayatta kalmakla yetinmeyin...
1952 yapımı bir akira kurosawa filmi. türkçe'ye yaşamak olarak çevrilmiş.

30 yıldır devlet dairesinde çalışan kahramanımız watanebe'nin , mide kanseri olduğunu ve altı aylık bir ömrünün kaldığını öğrenmesi üzerine yaşamını sorgulamaya ve altı aylık süreyi daha iyi geçirmenin, kendine mutluluk üretmenin derdine düşer. film bunun üzerine kuruludur.

bunların yanında, devlet dairelerinin iç karartan düzenini, bir türlü işlemeyen bürokrasiyi, kirli makamları, çıkarcılığı çok iyi anlatır. bir an kendinizi herhangi bir devlet dairesinde geçirdiğiniz birkaç günü düşünürken bulursunuz. çok gerçekçidir.

hepimiz gerçekte biraz watanebe'yizdir aslında. kazanmak ve yaşamak derdine o kadar düşmüşüz ki, düştüğümüz bu şeyin içinde boğulduğumuzu bile fark edemiyoruz.

içerik dolu doludur yani abiler ablalar. neredeyse her konuşmanın altı kırmızı kalemle çizilip, bir köşeye not edilecek cinstendir. şiirseldir.

filmin son sahnelerinden birinde watanebe'nin gece vakti bir salıncakta sallanırken söylediği ve bir taraftan karın yağdığı ve etrafın bembeyaz olduğu o güzel şarkılı sahneyi görmek için bile sadece izlemeye değerdir. bu sahne tüm hayatım boyunca unutmayacağım bir kaç sahneden biri oldu bile.

söylediği şarkı da şudur :

--spoiler--

hayat kısa
aşık olun bakireler
dudaklarınızın allığı
solup gitmeden önce
içinizdeki arzu dalgaları
durulmadan önce
yarını bilmeyen
insanlar için

hayat kısadır
aşık olun bakireler
uzun siyah saçlarınız
ağarmadan önce
kalbinizdeki alevler
titreşip sönmeden önce
bugünü bir daha
yaşamayacaklar için

--spoiler--
http://www.imdb.com/title/tt0044741/?ref_=nv_sr_2
spoiler içerir..

iş hayatına gömülüp kendi yaşamını elinden kayıp gittiğini geç fark eden yaşlı bir adamın hikayesi. onca zaman geçip gerçekle* yüzleştiğinde tek varisi ve en kıymetlisi oğlu ile ilişkisinin koptuğunu ve artık iki yabancı olduklarının farkına varır. ve boşa geçen yıllarına yanıp kalan sayılı günlerinin derdine düşer.

filmin en önemli kısımı bana göre cenazesine katılan bürokratlar ve iş arkadaşları arasında geçen uzun konuşmadır. bir yandan yasını tutup adet üzere demlenirler. demlenirken de merhum ve son zamanlardaki değişimi hakkında konuşurlar. her kafadan ayrı bir ses çıksa da sonunda kahramanımızın çabasını takdir ederler. hatta kendi yozluklarının, içinde kayboldukları sistemin/bürokrasinin dişlisi olduklarını itiraf ederler. fakat ne yazık ki içki gerçekleri söyleten iksirdir ve etkisi çabuk geçer.

öte yandan kapitalist sistemin japon kültürüne etkisini(spor, eğlence kültürü, bürokrasi) ve eleştirisini farketmemek mümkün değil. doğum günleri japonyada bile happy birthday diyerek kutlanıyormuş ya..

sonuç olarak ot geldik saman gideceğiz beyler. çok az kişi dişe dokunur işler yapıyor, adı ölümsüzleşiyor.

yine aynı dönemde çekilen benzer bir film için (bkz: Tôkyô monogatari)
70 yıllık kült bir film.
özellikle salıncakta sallanma sahnesiyle, ama genel anlamda da sinema tarihinin unutulmazları arasına girmiş bir film.
Kürk mantolu madonnaya benzeyen bir konusu olan film.