tasavvuf ehli, büyük bir zat. bir yanlış anlaşılmaya kurban gitmiş ve feci bir biçimde şehid edilmiştir. daha sonraları imam-ı rabbani: o dönemde yaşasam, hallac-ı mansur'u kurtarırdım demiş ve aslında o'nun enel hakk deyişindeki anlamın doğruluğunu ifade etmiştir.
olayla ilgili şöyle bir rivayet vardır:
dönemin halifesi: sözünü geri al, affedeyim.
hallac-ı mansur: kim söylediyse o geri alsın..
Ebu el-Muğiz el-Hüseyn ibn Mansur el-Hallac tam ismidir. En-el hak dediği için derisi yüzülmüştür. Bir rivayete görede yakılmış, külleri nehre atılmıştır. Küllerin nehirle buluşmasıyla nehrin üzerinde en-el hak yazısının belirdiği söylenir.
"en-el hak" dediği için derisi yüzülen şahsiyet. halbuki o onu demek istememiş. ne demek istediğini de biz alt boyuttakiler bilemeyiz, anlayamayız zaten. ama o kadar nübüvvetlerde olmasına rağmen hata yapmış hallac-ı mansur. konuşmaması gerekirdi.
adamın erdiği o nokta gerçekten insanın tüylerini diken diken ediyor. nasıl bütünleşmiş, nasıl bir boyuta ulaşmış... denecek laf yok.
Hallac-ı Mansur'a Yüksek bir sesle Aşk nedir diye sorarlar.
O sesi sadece Mansur duyar.
Halk tarafından taşlanmış olan Hallac-ı Mansur'un yüzü gözü kan revan içinde . Cevabını Bir Allah ve ona o soruyu yönelten kişi duyar sadece.
Hallac-ı Mansur cevap verir.;
Aşk ne olduğunu
Bugün, Yarın ve öbür gün anlayacaksın der.
O gün Hallac-ı Mansur'u katlederler.
Sonraki Hallac-ı Mansur'un bedenini yakarlar.
Bir Sonraki gün küllerini rüzgara savururlar.
deri yüzerek idam etmenin islam'da yeri olmadığı için ve idamına karar verenler arasında büyük şeyh cüneyd bağdadi de olduğu için, bu yöndeki saçma sapan iddialara inanmamalı pek..
Bağdat'da şeyhlerin verdiği hükümle idam edilmiştir ancak bunun öncesinde cüneyd bağdadi hazretleri yanına gidip, kendisine defalarca "hala söylediklerinde ısrarcı mısın? hala dönüş yolun var." demesine rağmen kendisi vazgeçmemiştir. en son "ey bağdatlılar, beni allah'tan kurtarın!" diye garip ve kendini bilmez bir cümle kurmasıyla hukuka uygun bir şekilde idamına karar verilmiştir. bir üstad, hallac-ı mansur için; "ne kabz ne bast halindeydi aslında kendisi, ikisinin de arasında kalmış, sanki dünyalar arasında kalmış ve kurtulmak istiyor, tasavvufta böyle durumların olduğunu biliyoruz" tarzında bir şeyler demişti..
Diyar diyar dolaşıp insalara islam dinini anlatan ve bunun mükafatını abbasi halifesi Muktedir'den alan düşünür.
Öyleki;
idam'dan önce (darağcına çıkarken) halk "Enel hak" dediği için onu taşlamıştır ama bunlara sırıtmıştır taşlar onun canını acıtmıyordur evvela aradan ona dostu tarafından atılan gül onun canını acıtmıstır, ve dostuna dönerek o insanlar işin aslını bilmiyor işin aslını bilen ise sensin en çokta orası acıttı demiştir.
Hallac Bin Hüseyin Mansur, Miladi 858 yılında iran'ın Fars eyaletine bağlı Beyza kasabasında doğmuştur. Yıllarca büyük sofiler arasında ömür geçirmiş, bu arada ünlü mutasavvıflardan Abdullah Tüsteri, Cüneyd-i Bağdadi ile birlikte bulunmuş sonra diyar diyar dolaşarak gezdiği yerlerdeki Velilerle görüşmüştür. Son günlerinde ilahi coşkuya tutularak Ene'l Hak demeye başlamıştır. Bu sözler bazı din bilginlerince yadırganmış, büyük tepkilerle karşılanmış, susturulması gerektiği düşünülmüştür.
Hallac, Bağdat'ta önce hapsedilmiş, kendisine hayli işkenceler yapıldığı halde yine de davasından vazgeçmemiştir. Nihayet çağının ünlü alim ve sofilerinden Şibli'nin fetvasıyla darağacına çekilmiş ve bu son işkence sırasında çektiği acılara katlanmış, ancak karşısında kendisine çamur atan insanların arasında Şibli'yi görünce ağlamıştır.
Mevlana, Hallac'ı ve onun Ene'l Hak sözündeki inceliği anlamayanları mesnevi'de şöyle kınamaktadır;
Kalem bir gaddarın elinde olunca,
Şüphesiz Mansur darağacına çekilir.
Mevlana, yine mesnevi'de Ene'l Hak sözünün gerçek anlamını şu temsil ile açıklamaktadır;
Soğuk bir demiri ateşe atarsanız, o tıpkı ateşin korları gibi kızarmaya başlar, rengi ve şekli ile muhteşem bir ateş parçası haline gelir. O zaman o demirin hal dili ile, 'ben ateşim, ben ateşim' demesi boş değildir; evet o ateştir. inanmazsan elini sür onu bir sına!.
"Allah'a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter. Ancak, böyle bir namaz için abdesti, insanın kendi kanı ile almış olması gerekir." diyen tasavvuf ehli.
Sufi el Hüseyin ibn Mansur iran"ın Beyza Köyünde dünyaya geldi. Kökeni Zerdüştü bir aileye dayanıyordu. Dedesi Muhamma Zerdüşt dinine bağlıydı. O da Ebu Müslüm"ün yol halifesi olarak Zerdüst inancının kurallarını sürdürmüş bir düşünürdü. Ailesi dinler, efsaneler, destanlar ülkesi iran"da oturuyordu. islam"la tanışmasına rağmen eski inancın izlerini de taşıyordu. Vericiler babamı islam"dan yüzyıllar önce Zerdüşt tarafından mistik zamanlarda vaaz edilen din ile halkımızın eski inancıyla tanıştırdılar diyordu.
Felsefe, teoloji, matematik, astronomi, edebiyat ve sanatın tartışıldığı Basra kenti ile tanıştı. Bu kent aynı zamanda Mutezililer gibi akılcı bir akıma da kucak açmış, beşiklik yapmıştı. Kimi hocalarının imanın çekirdeği aşktır sözü kendisini çok etkilemişti. Üstün bir zekaya sahipti. Dinsel konuların temelini irdelemek istiyordu. Fazla soru karşısında rahatsız olup tepki gösteren hocalarına; Hedefe ulaşmak mümkün değilse, yolda yürümenin ne anlamı var diye karşı çıkıyordu. Hocası Cüneyd Bağdad"i insan beyninin derinliklerini sarsıp çelişkiler yaratan tartışmalarını küfür kabul ederek: Küfürlerine devam edersen günün birinde darağacında öleceğim muhakkaktır diyor ve kendisini uyarıyordu. Kendisiyle tanıştığı bir Hindo"nun: Dünyanın yapısı birlikten başka bir şey değildir. Brahman sen kendinsin sözleri bu konuda var olan düşüncelerini daha da pekiştirmişti. Varlıkların birlikteliğini savunan Hallaca göre: Dünyadaki karanlık yada başka bir değişle kötülük, yaratılış gerçeğinde değil, insanın içinde bulunmaktaydı. Kürt düşünürlerinden Hallac-ı Mansur "Enel Hak" derken Tanrı ile bütünleşmeyi murat edinmişti. Bağdat sokaklarındaki bir sohbetini şu sözlerle bitiriyordu: Sevdiğim olan o, benim; ve sevilen olan ben, oyum! O dönemlerde bilge sufilerin kendilerine şiar edindikleri ve dillerden düşmeyen bir söz vardı: Hiçbir yara bize kalbimiz kadar acı vermez, hiçbir ilaç bizi kalbimiz kadar çabuk iyileştirmez. Ölüme adeta meydan okuyordu. Zindanda iken yüksek sesle okuduğu şiirin iki dizesi şöyleydi:
Yüce Mevla şudur senden niyazım:
Bu hapisten çağır beni yanına!
Sevdiklerine: Din senin içinde durmaktadır diye öğüt veriyordu. Onun amacı kalplerin Hallac-ı olmaktı. Bağdat"ta en fazla uğradığı ve sohbet ettiği mekanlar fakirlere ait olan yerlerdi. Bağdat"taki Abbasi hanedanını zorbalıkla suçluyor, yönetim adil olmak zorundadır diyordu. Düşüncelerini ezilen ve sömürülenlerden yana tavır koyarak açıklaması yönetimi harekete geçirmişti. Güney Irak"ta gelişen Hambeli ayaklanmasına korkusuzca sahip çıkıyordu. Bu yönüyle geniş kitleleri etkilemesi saray çevresindeki rantçı çeteleri endişelendirip saldırganlaştırıyordu. Miladi X. Yüzyılın birinci çeyreğinde Abbasi hanedanının başında bulunan Halife Mutazid"in zayıf yönetimine karşı sesler yükselmeye başlamış, Hambeliler"in ayaklanma tehditleri, binbir gece masallarına konu olan Dicleye nazır Bağdat saraylarının duvarlarını sarsıyordu. iran ve Mezopotamya düzlüklerinden efsanevi başkente doğru gelen yüzlerce ganimet yüklü kervanlarda azalma olmuş, buna bağlı olarak kentte ve çevresinde buğday kıtlığı baş göstermişti. Ekonomik sıkıntıdan etkilenmeyen, mevcut rantı paylaşan ve sarayı kuşatan bir avuç azınlık, halkın ilgisini başka yöne çevirmek için yeni entrikalar çevirmeye yönelik tezgahlar kurmak ve bir suçluyu bulma arayışındadır. Aranan kurban kısa sürede bulunur. Enel Hak (Ben Tanrıyım) diyen tasavvuf bilgini Hallac-ı Mansur halkın gözleri önünde işkenceyle öldürülürse hem isyanın eşiğine gelen halk korkutularak sindirilecek, hem de ekmek bulamayan kent sakinleri şeriat kurtuldu diye açlıklarını unutacaklardı. Sinsi planı bir an önce hayata geçirmek için kollar sıvanır. Çünkü bundan daha önemli bir bahane bulunamazdı. Yakalanan fırsatı değerlendirmek gerekiyordu.
Bağdat Kadısı Nail al Kurra ibn Mucella başkanlığında toplanan mahkeme heyeti verdiği ölüm fermanını Halife Mutazid"e onaylatmayı başarır. Hallac-ı Mansur"un önce kamçılanmasına, sonra bedeninin dilim dilim edilmesine, daha sonra da bir darağacına asılarak teşhir edilmesine ve sonra da kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verilir.
Suçu, egemenlerin bin yıllardır dillerinden düşüremedikleri bir söylemdi: Halkın arasına fesat soktu, şehrimizin çalışanlarına, meydanlara ve sokaklarına nifak tohumlarını ekti. Halkı isyana teşvik etti. Bağdat kolluk kuvvetlerinin komutanı ibn. Davut, kadılara cezanın bir an evvel infaz edilmesi için baskı yapıyordu. Kadılardan biri: Adalet ve ilahi aşk anlayışını dile getirdiler diye, köleler bir kez daha ayaklanıp devlet otoritesini parçalasın mı? diye feryat ediyordu. Mahkeme çevresinde Hallac aleyhinde slogan atan halkın öfkesi ılımlı mahkeme üyelerini korkutmuş ve sertlik yanlısı olanların safına itmişti. Sanık dine küfretmekten ve insanları isyana teşvik etmekten suçlu bulunmuştu. Cezası idamdı.
Hallac-ı Mansur"un suçu olmaktan öte siyasi olduğu fikri oldukça yaygındı. Hallac, büyük imparatorluğun kibarlarıyla çatışmıştı ve bu ne yazık ki çok kötü bir zamanda, Abbasi sülalesinin parlaklığını ve şöhretini yitirmeye başladığı bir anda gerçekleşmişti. Gerek halifenin imparatorluğunda, gerekse başka yerde en iyisi pamuk tarlalarına gitmek ve fazla konuşmamaktır diyen yazarlar da vardı.
Bugün bile geçmişi, kökeni ve sisteme karşı düşüncelerinden dolayı Ezidi Kürtler içinde büyük bir saygınlığa sahiptir. Ezidiler, Hallac"ın da kutsal perestgahları olan Laleş a Nurani de Şeyh Hadi"nin mekanında yattığına inanırlar. Yine kendisine karşı olan saygılarını som bakırdan bir tavusla simgeleştirmişlerdi.
Çarmıha gerili adamı başka türlü tarif etmek imkansızdı. Tüm işkencelere rağmen insanlığından bir şey yitirmemişti. Acı çektiğine dair herhangi bir emare göstermeyen adam, etrafına insanı büyüleyen bir kudret saçıyordu. Onu son yolculuğunda yalnız bırakmayan fakat çaresizlik içinde olan dostları da vardı. Hayranlarından Ebu Bekir Şıbli çarmıha çok yakın duran ve elinde kırmızı bir gül tutan adamdı. Kendisine yapılan işkenceler karşısında ağlayan sempatizanlarına: "Ben ancak ölürsem yaşayacağım" diyerek teselli etmeye çalışmıştı. Bu sözleri celladın yüzüne karşı da tekrarlamıştı. Rejime karşı olanlara ve ekmek derdine düşen halka biraz daha gözdağı vermek için Hallac"ın cesedi bir süre darağacında teşhir edildi. Tanınmayacak haldeki vücudu, herkes tarafından görülebilmesi için, bir süre daha idam sehpasında rüzgarın okşayışlarına bırakıldı. Sonra da kafası kesildi ve vücudu yakıldı. Olağanüstü bir yok etme şekli.
Takvimler miladi 922"yi gösteriyordu. Cinayetin işlendiği yer: Arap islam devletinin yönetim merkezi BAĞDAT"tı.
bilinenin aksine "enel hak" felsefesi sözde mahkemede konu dahi edilmemiştir. öldürülmesinin ardındaki esas neden arap milliyetçisi, kokuşmuş abbasi devletine yönelik siyasi nitelikteki yıkıcı faaliyetleridir. kendisinden sonra gelen bir çok islam düşünürünü etkilemiş olan hallac türklerin islamiyeti seçmesinde de önemli bir role sahiptir.
öldürülmeden evvel şu duayı okuduğu rivayet edilir.
Allah'ım şu anda mevcud olan tüm tecelliler sensin.
Asılmaya giden,asmaya gelen ve asılanı seyredenler yine senin tecellindir.
Benim varlığım senin varlığının beşerîlik serabı,
senin varlığın benim varlığımın ilâhîlik serabıdır.
iki serab da sensin, iki ayrı serab olmadan.
Senin ezeliliğin benim sonradanlığımın tecellisi,
benim sonradanlığım senin ezeliliğinim tecellisi.
Bana verdiğin bu nimetlerin,
güzelliklerin sırları için şükrederim.
Şu topluluk senin kullarındır.
Dinlerine olan sadakattan dolayı
beni öldürmek için toplanmışlar.
Onları affet.
Bana açtığın sırları onlara da açsaydın
bunlar başıma gelmezdi.
hallac ı mansur yaşadığı devrin en büyük düşünürlerinden biridir. o yaratıcıyı kendi içinde hissetiği için enel hak demiş ve onun için işkenceyle öldürülmüştür. onu öldürenler ise, yaptıkları gayri insani bu davranışlarını yaratıcı için yaptıklarını söyleyerek, yaratıcının kudretini inkar ederek kendilerini yaratıcının yerine koymuşlardır. böylelikle asıl inkarcı kendileri olmuşlardır. yaratıcının her şeye kadir olduğunu, ve isteseydi hallacı mansurun canını o anda alabileceğini bilmiyorlarmıydı? ne yazık ki bu düşünce tarzı günümüzde halen mevcut dur. sivas da madımak otelini yakarak bir çok aydınımızı öldürenler de aynidir. kendilerinde insan canı almak hakkını gören ler, can vermek ve can almak yaratıcının hakkı olduğunu bilmelerine rağmen yaratıcıyı inkar etmiş olmuyorlarmı? bin yılı aşkın bir süre önce bağdat da ki abbasi halifesi muktedirin düşüncesi ile yaşayan, bu günkü türk müslümanlığı nın ayni ayni yönde olması, halen yaratıcının kudretini anlayamamış olmalarının göstergesidir. bunun sebebi ise dinimizin kitabı kuran ı kerimi okuyup anlamamış olmalarıdır.
hazret bir gün yanındaki üç-beş kişiyle yürümektedir. ezan sesi duyar, dönüp minareye doğru bakar ve müezzinden için "sahtekar" deyip yüzünü buruşturur. Etrafındakiler hayrola dese de sebebini açıklamaz. Biraz ilerleyince bir demirci dükkanının önünde durur. Örsün üzerinde demir döven demirciyi bir kenara iter, örsün üzerine çıkar ve derinden bir tekbir getirir.
Mansur'un ayağının altındaki koca örs erir ve mansur'un ayakları toprağa değer. Mansur dönüp arkadaşlarına, "örs eridi, ben erimedim. ben de sahtekarım" der...
bir tasavvuf ehlidir. zamanın büyük din bilginlerindendir. hallac ismini şu sebebten ötürü almıştır, zira normalde hallaçlık işiyle iştigal olmamıştır hiç:
birgün hallaçlık yapan bir dostunun dükkanına gider. "ben senin işini görürüm, işin geri kalmaz" diyerek onu bir yere yollar. adam dönüşünde bakar ki bütün pamuklar atılmış. ( mansur, parmağının bir işareti ile o pamukları atmış.) bunun üzerine kendisine hallac takma adı verilmiş. bir diğer adı da hallac-ı esrardır yani gönüllerdeki sırları pamuk gibi attığı için.
ardından gelen bir çok mutasavvıfın düşüncelerinden yararlandığı insandır. "hamdım piştim oldum" üslubunda bir dervişlik hayatı geçirmiş hallac, insan-ı kamil (fenafillah) makamına eriştiğini düşündüğüm derya gönüllü bir insandır. diyar diyar gezmiştir, pek çok dini tanımıştır, mekkeye giderek kabe de nefsini terbiye etmek için 1 ay kapanarak çile sürecine girer. hallac-ı mansur'un mekkeye gelişini ebu yakup neh-recur-i şöyle anlatır:
"mekke'ye ilk gelişinde kabe'nin sahnında oturuyordu. hallac, bu bir yıllık süreci içinde oturduğu yerden sadece abdest almak ve tavaf etmek için ayrılmıştır. ne güneşe aldırıyordu ne de yağmura. her yatsı vakti yanına bir çörekle bir testi su konuyordu. bir çöreğin dörtte biriyle bir kaç yudum su alıyor geri kalanı çeviriyordu"
tasavvufta seyr i suluk unu tamamlamaya başlayan kişiler hakka öyle bir aşık olur ki cezbeye kapılırlar. işte enel hak da bu cezbenin bir ürünüdür. hallac ı söylediği zaman şirk olmaz, ama biz söylediğimiz zaman düpedüz şirktir. çünkü onu diyebilmek tasavvufta çok ileri derce bir olgunluğa ulaşmayı gerektirir. yanı artık kamışlıktan koparılan neyin tekrar vuslatına erdiği olgunluğa ulaşan hallac gibi kimseler diyebilir ancak.
bir çok çile çeken ve sonuçta maneviyatın en uç noktalarına ulaşan hallac zamanın din alimlerinin şekilciliğinden ötürü suçlanmış ve 8 yıl hapis edildikten sonra maliki kadısının emriyle önce 1000 kırbaçtan geçirilmiş, sonra uvuzları koparılmış sonra da derisi yüzülerek öldürülmüştür. bir rivayete göre, her uvzu enel hak demiş ve akıttığı kanı laileillallah yazmış ve doğa büyük bir zikr ile seslenmiş. her ne kadar günümüzde aleviler ve bektaşiler tarafından sahipleniyorsa da aslında evrensel bir dinsel görüşe sahip hallac ı mansurun özellikle butün ayrılıkları gereksiz gördüğü bilinmektedir. yani bir alevi, bir bektaşi, bir sunni ya da vs. değildir.
enel hak demesi mevzusuna gelince aslında bu öyle göründüğü gibi yüzeysel bir şey değildir. normal bir insanın tutup "enel hak" demesi olmaz. tasavvufta 7 makamın sonu fenafillaha ulaşan insan narın etrafında dönen pervaneliğin son aşamasına gelir ve narın bir parçası (yani allahın dünyadaki tecellisinden biri haline gelir). bu tür sayısı çok az insanın yaptıkları herşey allaha iman edercesine yapılır. yani yaptığı herşey allah ın elindendir. hallac ı mansur da büyük bir allah aşkıyla yanıp tutuşmakta olduğu için sonunda onun varlığında yok olacağı o aşamaya gelmiştir. lakin günümüzdeki insanlar, özellikle çarpık düşlünceleri olan dinsel felsefeler hiç çile çekmeden, iman etmeden vs. yapmadan bu "enel hak" düstürunu kendine malzeme yapmakta, onun akıl yıpratıcı derin içeriğini sığlaştırarak kısaca dile pelesenk olmuş bir piyasa ibaresi olarak kullanmakta, gözümüze sokmaktadırlar. zira hallac ı mansur kendi kitabı olan tavasinde "hak haktır, mahluk mahluktur der" ve enel hak sözünü şu şekillerde açıklar:
"halk'ta yer alan hak unsuru dolayısıyla hak, halk'la aynıdır. ben hakk'ım, zira ben hiç bir zaman hakk'la hak olmaktan vaz geçmedim.seninle benim aramda illahlık ve rablik(el-ilahiyye ve'r-rubiyye) yoktur. ey ben olan o, ve ben o'yum. zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin o'luğun arasında hiç bir fark yoktur."
hurufilik ya da herhangi başka bir yol ile alakası olmayan velidir, sünnidir. velilere has olan sarhoşluk sırasındaki davranış ve konuşma sıkıntısı sebebi ile "haktan başka birşey yoktur" yerine "enel hak" dediği ve fıkıh da zahire göre hüküm verdiği için idam edilmiştir.