küçük içine kapanık bir ilçe ama dahası var.
pek sevimli bir yer değil.insanları, esnafı bir garip.dedikoducu gibi hatta.öz serbesler diye bir pastanesi var nuh nebi'den beri sevgililer oraya gidiyor.askeri kesim ile yerel halkı arasında görünmez sınırlar var.çoğu zaman çekilmez gelen tutucu bir havası var buranın.
gel gör ki dünyanın en güvenli, en güzel yeri benim için.
19 yıldır yaşadığım semttir. istanbul'a olan yakınlığı ve donanmasının olması burada çok farklı insan tipleriyle karşılaşacağınız anlamına gelir. Genellikle ünlü isimler tesadüfen askerliklerini burada yaparlar.
gittiğinizde sizi herkesten önce havasına asılı kalmış hüznün karşıladığı ilçe. hala yaslı burası ve her yerinde acı var. gülmek, eğlenmek buraya ait değil sanki. yaşamak için uygun ambiyansın olmadığı hüzün başkenti.
sahip olduğu, kısa adı kosbaş olan, kocaeli serbest bölgesi, bugün türkiye gemi inşaa piyasasının en modern tersanelerinden bir kaç tanesini barındırmaktadır. tuzla gibi plansız büyümemiş, son 6-7 yıl içerisinde kademeli olarak şirketler bu bölgede faaliyet göstermeye başlamışlardır. bölgenin piyasa içerisindeki tek kötü imajı, gemi inşaa piyasasına armatör dolandırıcılığında kitap yazacak seviyeye gelen um tersanesidir. tabi istanbul da yaşayıp da her sabah tersaneye gitmek için minimum 1.5 saatlik yolu göze almak zorunda kalınmasını saymıyoruz burada. ama bünyeleri sabah 5-akşam 8 çalışmayı, bunun da yaklaşık 4 saatini yolda geçirmeyi, serviste uyumayı kaldıramayacak olanlar için pek de tercih edilesi bir meslek sahası olmamakta.
kocaeli'nin şirin bir sahil kenti. yazları sıcak ve nemli kışları serin ve yağışlı bir iklime sahiptir.
yerli halkının büyük bir çoğunluğu gürcü ve laz kökenlidir, illaki arkasında "çveneburi"*yazan bir araca rastlarsınız.
futbol takımının renkeleri kırmızı siyah'tır, başlarında baykuş serkan ve kel titrek'in bulunduğu ateşli bir taraftar grubuna sahiptir.
(bkz: gölcük meydan)
gölcük'te genç nesil bir hayli fazladır. bunlar kendi lisanlarını yaratmışlardır, öyleki birbirini tanımayan iki gölcük'lü başka bir diyarda ilk iki cümleden sonra karşısındakinin gölcük'lü olduğunu ayıkabilir.
(bkz: tanıyon da beni)
çarşıda etrafınıza şöyle bir bakın her köşe başında (kafasına göre amaçsızca takılan) bir grup genç görmeniz mümkündür.
amacı olan ve yaşça biraz daha ilerlemiş olanlar binbirçeşit'in üstünde yada asmalı konak'ta takılırlar.
(bkz: gölcüğün delileri)
en meşhur yerleri kavaklı sahili, gözlemen tepe, saray sineması*, binbirçeşit'in önü olarak özetlenebilir.
bir yabancı için hiç bir çekici yanı olmasa da gölcük'te doğup büyüyen biri için vazgeçilmez bir yerdir, öyleki ayrı kalmanızın ikinci günü özler bir an önce dönmek için sabırsızlanırsınız o derece.
bolu'ya 15 km uzaklıktaki muhteşem bir manzaraya sahip bir göl ve ormanlık alan. türkiye'de yaşayan herkesin ölmeden önce görmesi gerekenler listesinde olması gereken bir bölge. şehre bu kadar yakın olup da bu kadar güzel kalabilmiş sanırım çok az yer vardır. ayrıca bazı abant tanıtımlarında yer alan göl kıyısındaki ev resmi aslında buraya aittir. çevresinde kalacak en yakın otel 5-6 km uzaklıktaki bolu termal kaplıcalarıdır.
değirmendere'yi köy adı altında himayesine almasına, değirmendere ile dip dibe olmasına rağmen Değirmendere'nin insan profiline taban tabana zıt bir insan-delikanlı- profiline sahiptir. siyah atlet milli değerleridir, kavaklı'daki yüzme havuzuna yıkanmak için geleni çoktur.
yıllar geçmesine rağmen gölcük deyince akla 17 ağustos depremini getiren yer. yabancı biriyle konuşursunuz nelerilisin sorusuna gölcüklüyüm diyince ilk anlamazlar, hani 17 ağustos 1999 da büyük bir deprem olmuştu ya işte orası dediğiniz vakit anlaşılır nerden bahsettiğiniz.
yarısı donanma'nın, kalan yarısının yarısı da diğer askeri birliklerin içinde kalan kocaeli'nin en güzel ilçesi.
askerliğim boyunca biri üç günlüğüne ve tek başıma olmak üzere toplam dört kez gitmişliğim vardır. askerliğimin belki de en güzel günleri orada geçmiştir.
efendim, solunum sorunlarım nedeniyle usta birliğim olan yığılca ilçe jandarma komutanlığı'na teslim olmamın hemen* ardından bölük komutanımız önce düzce tıp fakültesi bünyesindeki kulak burun boğaz bölümüne sevk ettirdi. orada ameliyatım için ta eylül'e gün verildi. ben, kabûllendim. ameliyatı olur, tezkeremi alırım diye düşünüyorum ama bölük komutanımız "çok geç" dedi ve önce düzce devlet hastanesi'ne oradan da gölcük'e sevk ettirdi. giderken de "düzelmeden gelme" dedi ve ekledi: kalman gerekirse gölcük ilçe jandarma komutanlığı'nda kal...
rdm olmadığımdan gölcük'e tek tabanca geldim. ilk gün göğüs hastalıklarına göründüm. orada doktor, eczaneyle anlaşmalı olsa gerek yalnızca göğsümü dinleyim "sende koah var" dedi. yalvar yakar kulak burun boğaza sevk ettirdim kendimi. kulak burun boğazda kimse yoktu. haftalık çalışma programlarına baktım, salı da muayene yok. kendi kendime "yürü oğlum sadaeke, fırsat bu fırsat istanbul'a kaç. çarşamba sabah döner, muayeneni olur, ankara gata'ya sevkini alırsın." dedim. bastık, istanbul'a kaçtık. psikolojim o kadar bozuk ki anlatamam...
salı benden haber çıkmayınca bölükten evi aradılar. açtım, güzel güzel de konuşuyorum ama ben değilim gibi. neyse, baktım olmayacak akşam gölcük'e döndüm. gölcük ilçe jandarma komutanlığı'na girdim, nöbetçi bilgen astsubay diye şeker gibi bir kadın. selâmımı verdim. durumu anlattım. "geç, yat koğuşta" dedi. asker arkadaşlarda nasıl bir izzet ikram, anlatamam. hepsi sağ olsunlar.
neyse efendim, çarşamba oldu. sabahtan gittim hastaneye, muayenemi oldum, ankara'ya sevkimi aldım. çıktım dışarı, hava cayır cayır... burger king'e girdim. aga, ben ömrümde böyle bir şey görmedim. üç kasa var, kasiyerler: esmer, kumral, kızıl ve birbirinden güzel hepsi. orada yemek yedim. bölüğü aradım, "gata'ya gidiyorum" dedim. o akşamı da ilçe jandarma'da geçirip sabah ankara'ya yola çıktım.
ankara'ya indiğimde perşembe akşam üzeriydi. koştura koştura gata'ya, psikiyatri servisine gittim, uykuda solunum testi orada olduğundan. tabip albay vardı, onunla konuştum. "pazar yatıralım" dedim. selâmımı verdim, çıkıp bölüğü aradım. idari işler astsubayı atarlandı: pazara kadar seni mi bekleyeceğiz; kalk gel, pazar günü gidersin! arkadaş, benim cebimde para kalmamış... neyse, gittim gene tabip albayın yanına, durumu anlattım. o geceye aldı testi. akşama kadar süt dayımla gezdim, amcam geldi falan... o gece uyudum. öğlene kadar test sonuçlarını bekledim: solunum durması var ama uyku apnesi sayılmaz. iyi, kulak burun boğaza sevk gene. öğle arasında torpil aramaca...
öğleden sonra kulak-burun-boğaza gittim. üstteğmen muayene etti: ameliyat var ama acelesi yok. ben de "komutanım, ne kadar çabuk o kadar iyi" dedim, demez olaydım! tabip yüzbaşıyı çağırdı. adam burnuma aleti soktu soktu soktu, sonunda "mevsimsel alerjik rinit" dedi, kesip attı. üstteğmen'e yalvarıyorum: komutanım, benim önceki ameliyatım yarım kaldı, yapmayın etmeyin. hava değişimi peşinde koşmuyorum*, soluk alayı yeter. "hoca karar verdi" dedi ve beni bitirdi. bozuk psikolojimin amına koydu.
çıkışta süt dayım aldı. biraz gezdik gene. "evlât, üzülme bu kadar" falan diyor ama nâfile. piskoloji sikilmiş bir kere. neyse, akşam yola çıktım gene. dönüyoruz, boynumuz bükük. cuma akşamını alay'da geçirdim. tertip gökhan vardı, onunla lafladık falan. cumartesi öğlen ver elini bölük!
ondan sonra olaylar olaylar...
döktüm içimi rahatladım, sözlük. sen de olmasan kimimiz var ki zaten.