bir film veya sanat eseri içün, 'evet, bu benim en sevdiğim' demeyi çoğu zaman doğru bulmasam da, bu film için demeyi nedense seviyorum. ilginç, beni içine çeken bir havası var nedense. bir aralar arayıp ilk 1000 kopyasından birisini satın almıştım. blue-ray, dvd, vcd derken, evde 4 kopyası var filmin. ne vakit daralsam ve dünyadan kaçmak istesem, nadide sığınağımdır bir zamanlar anadolu'da.
--spoiler--
iğdebeli'ne yağmur yağıyor, yağsın. yüzyıllardır yağıyor, ne fark eder?
fakat bundan sadece yüz yıl sonra bile arap; ne sen, ne ben, ne savcı, ne komiser.
yani şairin dediği gibi; 'yine yıllar geçecek ve geride benden bir iz kalmayacak. Yorgun ruhumu, karanlık ve soğuk kuşatacak.
--spoiler--
Hakikaten tek seferde sonuna kadar izleyebilen var mı? Her açışımda en fazla 25 dk katlanabiliyorum.
Ama ölmeden önce yapılacaklar listeme ekledim, mutlaka izleyeceğim yoksa gözüm açık gider.
Durgun ilerleyişini seviyorum, nuri Bilge Ceylan'ın tüm filmlerindeki mükemmel detay bu. Emek verdiği, çabaladığı her sahnesinden belli. Oyunculuklara zaten diyecek sözüm yok.
Ama dolu kafayla da izlenmiyor be. Aklım sürekli başka yerlere takılıyor ve çoğu sahneyi dalgın seyretmekten kendimi veremiyorum. Önce kafayı boşaltmak sonra da sessiz bir ortamda seyretmek gerek. Ama Bu akşam kendime söz verdim, izleyeceğim. Bu film bi-te-cek!
taşranın bütün detaylarını en güzel şekilde anlatan ve taşra atmosferini sonuna kadar hissettiren filmdir. bu filmin nuri bilge ceylan'ın eniyi filmi olduğunu düşünüyorum. durağan ve yavaş filmdir ama taşrada da hayat böyledir zaten ,o yüzden bu bir anlatım dili haline gelmiş resmen
Modern zamanların istanbulunu yaşıyorum, ancak bir zamanlar anadolu’da kırıkkalede yaşamış biri olarak anadolu insanın herbir hareketini öyle güzel ortAya koymuş bir film ki.. olayların içine değil, karakterlerin içine girince film anlaşılabilir..
her yeriyle buram buram anadolu kokan film. hayatının 4 senesini kırıkkale'de geçirmiş birisi olarak karakter tahlillerinin birebir yapıldığını net olarak söylemeliyim. insanımızın içindeki toplumsal hiyerarşi baskısı ve suçluluk duygusunu örtbas etmesini ayna gibi yansıtmıştır.
--spoiler--
yorumları okuduğumda doktorun raporu neden değiştirdiğinin anlaşılmadığını gördüm.
mahkemede bir insanı diri diri gömmekle, kavgada öldürüp korkudan gömmek katile verilecek cezayı değiştirir.
doktor katilin az ceza almasını sağlamak için raporu değiştiriyor.
bunu katil için değil katilin oğlu için yapıyor.
çünkü çocuğun annesi beş para etmez bir tip. çocuğa kendisine sahip çıkma ihtimali olan katil de olsa -ki adamın kader kurbanı olduguna inanmak için geçerli sebepler var- bir baba vererek hayatta bir şansı olsun istiyor. anadolu'da doktorluk yaparak gösterdiği fedakarlıkla raporu değiştirmekle yaptığı fedakarlık arasında fark yok. ikisi de "ya değerse" anlayışındaki kıymeti bilinmeyen türk aydını idealizmi.
--spoiler--
filmi açarken 2 saat 43 dk. da uzunmuş baya diye düşündükten sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım (evet hakkaten öyle oldu) doğallık ve gerçekçilikte nirvanaya ulaşmış film.
Vikipedi'de süresi 163 dakika, imdb sitesinde 157 dakika benim izlediğim ise 151 dakika olan film.
Sebebini anlayamadım bilen bilgilendirsin beni takıldım bu konuya
Şahsım adına gelmiş geçmiş en iyi türk filmi.Daha iyisinin çekileceğine pek ihtimal vermiyorum.Hiçbir filmde alamadım bu filmde aldığım tadı.
iğdebeli'ne yağmur yağıyor, yağsın. yüzyıllardır yağıyor ne fark eder? fakat bundan sadece 100 yıl sonra bile arap, ne sen ne ben ne savcı ne komiser. yani şairin dediği gibi "gene yıllar geçecek ve geride benden bir izi kalmayacak / yorgun ruhumu karanlık ve soğuk kuşatacak"
"iğdebeli'ne yağmur yağıyor. yağsın! yüz yıllardır yağıyor. ne farkeder? fakat bundan sadece yüz yıl sonra bile arap; ne sen, ne ben, ne savcı, ne komser. hani şairin dediği gibi: yine yıllar geçecek ve geride benden bir iz kalmayacak. yorgun ruhumu karanlık ve soğuk kuşatacak."
Bir filmin yerel olduğu kadar evrensel olduğu fikri Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmi ile desteklenmeyeceğine kanaat getirdim. Ahmet Mümtaz Taylan’ın, Taner Birsel’in, Yılmaz Erdoğan’ın, Ercan Kesal’ın oynadığı bir film zaten yalnızca yerel olmalıymış. Çoğu sahnesini tekrar izleme gereği duyup 4-5 saatte bitirebildiğim filmin zihnimdeki kapağında Muhammet Uzuner’in / doktor Cemal’in durgunluğunun resmi var. Her hali beni derin düşüncelere gark ettiğinden eli masada otursa öylece, saatlerce sıkılmadan izleyebilirdim. Filmde hiyerarşi çok iyi işlenmiş ve karakterler o kadar iyi aktarılmış ki her birinin varlığına yemin edebilirim. Komiser Naci’nin “Nerede bir karışıklık görürsen, kadına bakacaksın”demesi ve doktorun kadını süzerken topuklu ayakkabılarına bakıp kadının kötü olduğuna kanaat getirmesi ile üzerine “kan sıçraması” Ağaçtan düşen elmanın yuvarlanışı, bagaja kavun koymaları. Arap’ın doktora yaprak hışırtıları arasında söylediği “Bir zamanlar Anadolu’da dersin ücra bir yerde görev yaparken işte böyle böyle bir gece yaşamıştık dersin” repliği ile badem ağacındaki salıncağımızda sallandığım, karınca yuvalarını bozduğum günlere gittim.
Filmi izleyeli yıllar oldu. Ta ki filmin güncesini anlatan evvel zaman kitabını görene kadar aklımda hep otopsi sahnesiyle hatırladığım filmdi. Kitabı okuduktan sonra oyuncuların, senaryonun, mekanın daha iyi oturduğunu gördüm.
Fotoğraf dediğimiz şeyi işte gördük bu filmde, gerçek bir fotoğrafçı Nuri Bilge. Hikaye olarak çok eksik bırakılmış bilerek, izleyiciyi düşünmeye sevk eden bir tavırla. Çok fazla gidilecek yer var; savcının takıntılı aşkı, doktorun diri diri gömüldüğünü yazmaması, Arap'ın kavun aşırması, zanlının öbür zanlıya olan kindar bakışları, muhtarın kızı, amirin çocuğu ve daha nicesi. Hepsi ucu açık birer cümle, filmin güzel yanı da bu aslında hala düşünüyorum "niye?" Diye. Oyunculuklar gerçekten çok iyi, hepsi birer Anadolu insanı olmuş çok beğendim. Film genel olarak 9/10 alır benden.
fotoğraflar, planlar, evet çoğunlukla diyaloglar, oyunculuklar, yönetmenlik her şey gayet dozunda ve güzel fakat beni bu filmden alıkoyan bir şeyler var; film uzun ki ben film festivallerinde sanat filmi denilen iç boğucu, enerji emici fransız filmlerini bile izlemiş bir sinema izleyicisi olarak bu filmi olması gerekenden uzun buldum. kim bilir hayatında özcan deniz ve cem yılmaz filmleri dışında sinema algısı olmayan sıradan bir sinema izleyicisi bu filmi izlese nasıl ölümlerden ölüm beğenirdi, düşünemedim.
oyunculuklara değinmemek olmaz. oynayanların hepsi birer anadolu figürüne dönüşmüş. kimse sırıtmıyor ama alkışlarımın büyük çoğunluğunu muhammet uzuner'e ve ercan kesal a paylaştırmak istedim. ercan kesal, ilmik ilmik örmüş ana yurdun muhtar hallerini. muhammet uzuner ise eğitimli bir batılının anadolu coğrafyası tarafından nasıl soğurulduğunu, emildiğini ve kabuk değişimini çok yerinde vermiş. elbette yılmaz erdoğan, fırat tanış ve taner birsel de gayet iyiler.
sinema sanatında disiplinler arası işbirliğini severim. nuri bilge de aynı zamanda iyi bir fotoğrafçı olduğunu göstermiş bu filmde.
bir zamanlar anadolu'da benim için izlediğim en iyi türk filmi değil. öyle olabilme ihtimali üzerinden çokça da iştahlanmış bir halde izlemiştim ama olamadı. bu hikayeyi, zeki demirkubuz'un daha hoyrat ve hararetli işleyebileceğini düşündüm. evet o kıyaslama maalesef yine bir yerden patlak veriyor.
doktor cemal, neden otopsi sahnesinde ölünün diri dir gömüldüğünü rapora yansıtmadığını hakikaten anlamadım. ölünün eşiyle ilişkisi olabileceği ihtimali üzerinde durmuş bir kaç eleştiri fakat filmde en azından buna bir değinirdi nbc diye düşünüyorum. bu kısmı bilen biri beni aydınlatsın.