iman, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’ın tebliğ ettiği zaruriyât-ı diniyeyi tafsîlen ve zaruriyâtın gayrisini icmalen tasdik etmekten hâsıl olan bir nurdur.”
“iman, Şems-i Ezelîden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi, saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır.”
Evet, kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halik-ı Zülcelali inkar edemez... Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur’ân-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, O Halıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse...
Herkesin,imanmukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer imanvesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor.
Risâle-i Nur; “imanı olmayanı inşallah imana getirir, imanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir, imanı kavî ve taklidi olanın imanını tahkikî yapar, imanı tahkikî olanın imanını genişlendirir, imanı geniş olana bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyatverir, daha nurânî, daha parlak manzaraları açar.”