kurtuluş savaşı nda kullandığımız güç modelidir.
iman meselesinde mantık aranmaz çünkü insan inanmak istediğinden inanır misal bir budist buda heykelinin önünde ibadet yaparken durupta "ne yapıoyom lan ben mal gibi heykele bakıp bakıp yere kapanıom" diye mantık aramaz çünkü iman edip öyle rahatlar aynen bir müslüman da bir şekilde ibadetini yaparken imanında mantık veya bilimsellik aramaz çünkü iman ya tamdır ya hiç yoktur.
Îman, inanmak anlamındadır. Allah'ın varlığına, birliğine ve onun gönderdiği herşeye inanmak dinin gerektirdiği ilk şarttır...
iman,yetmiş küsur derecedir.en üstünü ''la ilahe illallah(Allahtan başka ilah yoktur)''sözüdür,en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır.Haya da imandandır:
hadis-i şerif ''buhari''
kalp ile tasdik dil ile ikrardır.maturidiye göre ;diliyle ikrar ettiği hâlde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. ...
Herhangi bir inancın, eyleme geçmiş hali.
temizliğin geldiği yerdir..
(bkz: temizlik imandan gelir)
(bkz: dini atasözleri)
(bkz: ne demiş atalarımız)
amentü ile belirlenen 6 esas.Allah a ,Meleklerine,Kitaplarına,Elçilerine (Peygamberlerine),Bu dünyanın sona erip bir başka dünyanın kurulacağına (Ahiret'e),Kadere, yani iyi kötü her şeyin Allah ın bilgisi ve gücü ile olduğuna inanmaktadır.
(bkz: imanı olan herkes cennete gidecek)
evrenin sahibi'nin sınırsızlığına ayna olmak için başvurabileceğimiz tek kaynak.
eski bir top modeldir..
istediğiniz kadar uzatın bekleyişi
gördüğüm şey öylesine berrak
ve bu berraklık bir masal gibi
öylesine bırakmıyor ki beni
şu uyağı koyunca
çok daha güzel bir hayata tırmanacağım
ikinci dize uyunca.
En basit bir soruya bile ihtiyacı yok artık:
Tüm ayrıntılarıyla görüyorum işte
nağme nağme yükseliyor
taş taş üstünde yükselir gibi
ve ne bir pislik ne de bir toz zerresi
tüm hatlarıyla görüyorum yükseliyor
pırıl pırıl yüzyıllardan katlarıyla
insanları diriltme atölyesi...

işte
geniş alınlı kimyager
deneylerin kırışıklığı
çehresinde.
Kitaptan
- "Bütün Dünya'dır adı kitabın-
şöyle bir sayfa açıyor:
Yirminci Yüzyıl...
"Kimi diriltsek acaba?...
Mayakovski'yi?...
Yok canım! Yeni baştan yaşatmaya değmez o şair...
Daha güzel daha değerli daha iyi
birini arayalım..."
Ve nasıl haykırıyorum bilseniz
nasıl haykırıyorum avazım çıktığı kadar
buradan
Bitirmek üzere olduğum şu sayfadan:
"Boşuna karıştırma ilerki sayfaları!
Dirilmeyi hakkeden sadece ben varım! *
herşeyin kendisiyle güzel olduğu, güzellik iddiasındaki herşeyin kendisi olmadan bir hiç olduğu, herkese nasib olmayan, sahiplerinin şükretmesi gereken saadet, sahip olmayanların göğsünü daraltan hakikat.
gelen bir mail de aktarılmaya çalışılan hakikat.
paylaşıyorum sizlere de,

Şiddetli sel, önüne çıkanı alır götürür. Ancak bir çınarın kovuğuna girmiş saman çöpünü götüremez. O saman çöpü, çınarın kovuğunda döner durur, sel ona bir şey yapamaz. Ahir zamanda da, küfür, şiddetli sel gibi akar. Önüne çıkanı alır götürür. Ancak, imam-ı Rabbani hazretleri gibi bir ehl-i sünnet büyüğünün, böyle yüce bir çınarın kovuğuna girenleri götüremez, bunlara bir şey yapamaz. Bu büyüklerin kovuğuna girenler, yani onları sevip yollarında olanlar seçilmiş, mübarek insanlardır. Bu kimseler, neseplerinde muhakkak ya Peygamber efendimize ya da Eshab-ı kirama dayanırlar.
Allahü teâlâ bir kuluna üç şekilde hidayet verir, müslüman yapar:
1- Ezelde sevmiş nasip etmiştir.
2- Bir kul, Allahü teâlâya kavuşmak için araştırır, Allahü teâlâ, ona bütün yolları açar, islam'la nasiplenir.
3- Bir insana, hatta samimi olarak Allah için bir hayvana iyilik yapar, şefkat gösterirse, Allahü teâlâ, (Benim yarattığıma şefkat gösterene ben de şefkat gösteririm) der, imanı nasip eder. Allahü teâlâ, cömertleri sever... Kâfir cömerde son nefeste iman nasip olabilir.
(bkz: iman tahtası)
kimde olduğu belli olmayandır.
(bkz: parayla imanın kimde olduğu belli olmaz)
iman sözlükte, "bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak" anlamlarına gelir.

Terim olarak ise, Hz. Peygamber'i, Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.

Buna göre; imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki imanın değişmeyen aslî unsurudur. imanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir, fakat her bilme inanmayı gerektirmez. inanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için, kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin, teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir. iman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır.

imanın, bir kalp işi, kalbin tasdiki olduğunu gösteren âyet ve hadislerden bazıları şunlardır:

"Ey Peygamber, kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin..." (el-Mâide 5/41).

"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini islâm'a açar..." (el-En‘âm 6/125).

"Allah cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme koyacak, sonra da bakın kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan birisini bulursanız onu cehennemden çıkarın diyecektir" (Buhârî, “Îmân”, 15; Müslim, “Îmân”, 82).

Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin olamaz. Buna karşılık kalbiyle tasdik edip inandığı halde, dilsizlik gibi bir özrü sebebiyle inancını diliyle açıklayamayan veya tehdit altında olduğu için kâfir ve inançsız olduğunu söyleyen kimse de mümin sayılır. Bunun en belirgin örneği şu olaydır:

Sahâbîlerden Ammâr b. Yâsir, Kureyş müşriklerinin ağır baskılarına ve ölüm tehditlerine dayanamayarak kalben inanmakla birlikte, diliyle müslüman olmadığını, Hz. Muhammed'in dininden çıktığını söylemiş, bu olay hakkında âyet-i kerîme inerek, Ammâr'ın mümin bir kimse olduğu belirtilmiştir: "Kalbi imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse ve kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır" (en-Nahl 16/106).

imanın aslî unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tâbi tutulması gerekmektedir. Bu sebeple ikrar, yani kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi, imanın bir parçası değil, âdeta onun dünyevî şartıdır.

Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah bilir. Bir kimsenin iman ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mümin olduğunu gösteren belli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mümin olarak tanınır, müslüman muamelesi görür, müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti yenir, zekât ve öşür gibi dinî vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.

imanda ikrarın çok önemli olduğunu Peygamber Efendimiz şu hadisleriyle dile getirmişlerdir:

"Kalbinde buğday, arpa ve zerre ölçüsü iman olduğu halde Allah'tan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir diyen kimse cehennemden çıkar" (Buhârî, “Îmân”, 33; Tirmizî, “Cehennem”, 9; ibn Mâce, “Zühd”, 37).

"insanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse can ve mal güvenliğine sahip olurlar. Ancak kamu hukuku gereği uygulanan cezalar bundan müstesnadır. iç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir" (Buhârî, “Cihâd”, 102; Müslim, “Îmân”, 8; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 104).

Dil ile ikrar bu derece önemli olduğu için genellikle iman, "Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır" şeklinde tanımlanmıştır. Fakat imanı bu şekilde tanımlamak, kalbi ile inanmadığı halde inandım diyenin mümin olmasını gerektirmez. Bu konuda bir âyet-i kerîmede, "insanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe inandık derler" (el-Bakara 2/8) buyurulmuştur.

Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen kişi –kalpteki inanç ve ikrarı bilinemediği için– dünyada müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmadığı ve münafık olduğu için âhirette kâfir olarak işlem görecek ve cehennemde ebedî kalacaktır.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi kalbin tasdiki, imanın rüknü, olmazsa olmaz unsuru ve değişmez temelidir. Dilin ikrarı da, bu asıl ve gerçeğin tanınmasını sağlayan bir şarttır.
bu konuda cok guzel bir soz var. bakara Suresi 220. ayette:

" Iman etmedikce putperest kadindan, imanli cariye kesinlikle daha iyidir."
üçüncü kişilerin müdahil olamayacağı kişisel bir mefhum.
iman, özelde islam inancı, genelde özenli olma, kılı kırk yarma demek. bu alan parsellenmiş durumda insanoğlu tarafından, doğanın diyalektiği ve anlamsız (sentezsiz) edimler bütünü bu parselde bina ediliyor.

doğanın diyalektiğinden kasıt, oluş-yok oluş arasında her an yenilenme demek olup insanoğlunu senteze(bireşim) götürüyor.

anlamsız edimler ise boş boş salınıyorlar ta ki bir beşer çıkıp, aha bu benim deyip onu sahiplenene kadar. yine salınıyor ama onunla beraber, bu sefer bir insanoğlu ileri geri gidiyor; insan, bazen çok ileri gidiyor; anlamsızca iyiliği, ödül sanıyor ve bu onu insanlığından da geriye götürüyor, geriye gidiyor. salınımın bir turu tamamlanıyor, vs. vs. insan ve imanı bütünleştiremeden göçüyor gidiyor, kendi parselini ikinciline iletiyor. o da salıncağa biniyor, bir ileri, bir geri, vs. vs.

oysa tanrı kavramı ve doğanın diyalektiği çakışıyor, çakışmak zorunda zira ortada bunu ortaya atan insan, ortak payda. diyalektik her gün insanın kendini sorgulaması ile ortaya çıkan tanrı yolunda bir şeriata dönüşüyor. işte o zaman yavaş yavaş salınma durup ileri doğru atılıyor insan, iyiliği ödülle biçimlendirmeyip tanrı, doğa ve insan sevgisi ile ucu bucağı görünmeyen bir okyanusta buluyor kendini, yüzüyor yüzüyor. attığı her kulaç insan, doğa ve yaradan adına, her gün yeniden ve bıkmadan ve sonu olmadığını bildiği halde daha iyiye daha güzele akıyor. ibadetini, ödül adına değil yaradan adına eyliyor, ibadetinden aldığı güç ile ki bu iman gücü oluyor, yaradanı, yaradılanı hergün daha çok seviyor, daha bir içselleştiriyor ve dolayısı ile an be an daha yaklaşıyor o na, bunun xenon paradoksu olduğunu bile bile lades diyor.

yaradan korkusu denildiğinde tamu aklına gelmiyor, kendi eylemlerinde olabilecek sevgisizlik korkutuyor onu, zira o da diğer insanlar gibi sonlu ve eksik, bir yerde bu güzel tedirgin yaşama zincirini anlamsız şekilde kırmaktan korkuyor. her sıfat, her edim ve her ibadet her gün yeniden biçimleniyor, hem doğanın diyalektiğine uyuyor hem de hazretlik mertebesini alıyor. gün geliyor ömrü bitiyor ve huzura kabul ediliyor. yan tarafında bir güruh, iman'ı ibadet, yatıp kalkma, yanlış edimi tamu cezası olarak addetmiş ve ömürlerini salıncakta geçirmiş huzursuz bir topluluk.

el nihaye: iman, her gün yeniden doğduğu ve tefekkür ile eylendiğinde adamı adam ediyor. cennet-cehennem arasında salınarak, yaradan korkusu yanlış anlaşılırsa, ibadet aynılaşır, her gün aynı, her şey durağandır, hiç bir şey olumsuzlanmaz ve dolayısı ile bireşime akmaz. işte o zaman bütün bunların küllüne iman denemez, neyi kılı kırk yardın, ne konusunda titiz oldun diye sorulur o zaman. en azından sormalı imanlı insan.
iman, aşk gibidir,gözleri köreltir,beyni mühürler.
iman teslim olmaktır. kendini bırakmaktır ve sonunda o teslimiyetin gerektirdiklerini yapmaktır.
yunus emre'nin deyişi ile; "neyi sever ise imanın oldur"
insanları sevgi, yani bütün varlıklarıyla bağlandıkları değerleri idare eder. insanlar sevdikleri şeyler için çalışır,yaşar, ölürler. Milliyet, istiklal hak, hürriyet kelimeleri bir takım sosyal değerleri ifade eder. onlara inanlar ve inanmayanlar birbirlerinden tamamiyle ayrıdırlar. alain" ümit, ümit edilen şeyi yaratır." düşüncesini savunur. fertlerin ve milletlerin hayatlarına inandıkları şeyler şekil verir.istiklal marşı'nın ilk cümlesinin "korkma!" ile başlama nedeni bu imanın, inancın ortaya çıkmasını sağlamaktır: imanın her türlü şartlara üstn olduğu fikrini ve hissini telkin eden bir şiirdir. O devirde ruhları kötümserlik ile kararanlara muazzam bir "manevi kudret" telkin ederek savaşın kazanılmasında rol oynamıştır. hiç bir tarihi hadise türk istiklal savaşı kadar "iman"ın maddeye üstünlüğünü ispat edemez. bu savaş tam anlamıyla imanın maddeye galebesini ispat etmiştir.
türkçede inanç anlamına gelir.
kimde olduğu belli olmaz.
iman:görmediğine inanmak ve sonunda inandığını görmek.
iman bir nurdur, kalbi ve kafayı aydınlatır.