bugün

ben bu yazıyı dünyaya yazdım

Önce insan kavramının zihinlere kazındığı, kazındırıldığı günlere kavuşmak dileği ile herkese günaydın. Kötü ve zalimlere tez zamanda akıl, fikir.

Şehrin orta yerinde türlü meyve ağaçları, türlü canlı, türlü kuş seslerinin olduğu ve bahçesinde keyifle içilen semaver çayının demlendiği bir eviniz vardır. Önce bir kapitalist müteahhit türlü fikir ve projelere gelip size dayalı döşeli bir rezidans da üç-dört daire teklif eder. Olmadı devlet gelir buradan yol geçirmek ister. O da olmadı kentsel dönüşüm adı altında yazılır çizilir ve nihayetinde bu popülasyon talan edilir. Kimse taşın bir hafızası olduğunu, toprağın kokusunu, doğanın intikamını göz önünde bulundurmaz. Ve yine nihayetinde doğa çok katlı beton aşkının doğa aşkından mühim olamayacağını günü geldiğinde hatırlatır.

Mal mülk üzerine kuluçkaya yatmış hanım kızlarımız/abilerimiz için altın, gümüş, mücevher vb. değerli ganimet eşyaları mühimdir. Aynı hanım kızlarımız/abilerimiz açlıktan ölüm oranını sosyal medya profillerinde örnek duyarlılık adı altında çeşitli gönderiler ile kamuoyuna paylaşır. Ve yine aynı hanım kızlarımız/abilerimizin döviz kurlarını heyecanla takip etmeleri de içler acısıdır.

Aynı gökyüzüne bakıyoruz. Mineral bakımından kimi coğrafyada zengin, kimi coğrafya da fakir olsa da aynı suyu içiyoruz. Çoğunluk gibi aynı kadrajda hüzün kuşanıyor, aynı toplumsal meseleye tepki gösteriyoruz. Fakat çoğunluk olarak biz bu yeni düzenin neresindeyiz ve ne yapıyoruz sorusunu kendimize sormuyoruz.
Bir aradayız, fakat yalnızız.

Önce insan kavramını idrak edememiş yahut bilerek karşısında durmuş bazı kesim yüzünden bugün insanlar yaşadığı coğrafyaları terk etmek zorunda bırakılıyor. Sömürü sisteminin insan yapımı çelik bir mekanizmadan daha sağlam çalışmasından ötürü bazı insanlar emeğinin karşılığını değil sistemin belirlediği karşılığı alıyor. Vicdan ve merhamet duygularında körelmişlik bulunan bazı insan topluluğu yüzünden yoksul coğrafyalarda anneler gözyaşları içinde yavrularının ölümünü izliyor. Bu insanlar bu çarkın neresinde olduğunu kendisine soramıyor. Belki de körelmiş vicdanları onların en büyük korkusudur.

Ana haber bültenleri kurusıkı bir tabanca gibi gündeme türlü haber başlıkları patlatıyor. Aynı bültenler dakikalar içerisinde oluşturduğu gündemi dakikalar içerisinde müthiş bir akılla değiştirebiliyor. Kötüyü iyi, iyiyi kötü göstermek anahtar kumandası ile bir arabanın kapı kilitlerini açmak kadar kolay.

Franz kafka’nın “Biraz daha uyusam bütün olanlardan kurtulabilir miyim?” Sözü gibi sorunu uyuyarak geçiştirmeyi çözüm sanıyoruz. Aslında bazı kesimin fikri var fakat beyan edecek cesareti yok. Çünkü beyan edenlerin ötekileştirilme korkusu var. Peki biz fikirlerimizi açık bir şekilde ifade edebilmenin neresindeyiz?

Dilerim fikrini beyan edenlere gösterilen saygı bir siyasetçinin kendi memleketinde gördüğü saygı kadar büyük olur. Dilerim karnı tok çocuklarına anneler aç kalmayı, çaresizliği, dayatmayı anlatır. Dilerim öncelik ters tavan ve Amerikan mutfağından ziyade bir canlının soluduğu hava olur. Dilerim yerin yüzlerce metre altında göçük altında kalan insanlar öldüğünde değil hayatta iken yaşamı güvence altına alınır. Ve dilerim ki bazı çocuklar gözlerini gözyaşları ile yatırıp obüs seslerini değil de öğle arasından sonra başlayacak olan dersin zil sesini duyarlar.

Her şeye rağmen “dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”