·C.H.P. sinden başlayarak D.P. si, M.B.K. si, bütün muvafakatler ve hattâ muhalefetler boyunca, her devrin mazlumu, makhuru, mahpusu olduk ve hepsinin birden mahkûmu, menfuru, mel’unu bilindik. Zira Türk milletinin unutturulmak istenen metbuu, matlubu, mahbubu yolundaydık; ve tanzimattan beri millet madenini bir küf tabakası şeklinde kaplayıcı çeyrek aydınlar, bu yolun mahrumu, mâdumu, makûsu yönde bulunuyorlardı.
·Böyleyken, gün oldu, bizi zindana tıktıkları zaman vatan köşelerinde gençler, ıstıraplarından akıllarını oynatacak hale geldiler, cinnet buhranları geçirdiler; ve bu yüzden bir takım hastalık ihtilâtlarıyla ölüm döşeğine düşünce de, Şehadet kelimesinin yanıbaşında ismimizi söyliyerek ruhlarını Allah’a teslim ettiler, (1947 Kayseri misali). Bu tek vaka, herhangi bir yurt köşesinde, herhangi aşırı hassasiyette bir şahsın, müstesna, münferit ve belki de marazî örneği değil, binde dokuzyüz doksandokuz onda dokuzuyla bütün gençliğin, bütün Türklüğün, bütün hak ve hakikat yolculuğunun ruh ufkundaki mânevî tecelliydi. Bu tecelli, o gençte, müstesna, münferit ve belki de marazî bir zemin bulmuş olabilirdi; fakat ruh plânında bütün hakikatçi Anadolu gençliğine yaygındı.
·Şifresi fikirle çözülemese bile hisle hecelenir öyle bir yaygınlık ki, cemiyet meydanına çıkmak ve oy kullanmak hakkına mâlik değil… Herkesin birarada hasta bulunduğu bir karantinada kimsenin hastalık lafını ağzına alamaması gibi bir şey… Hasta olabilirsin; fakat ne olduğunu bilemezsin!.. Yasaktır!.. Karantinamız camiler; ve dış tezahürlerinde serbest bulunduğumuz halde ne olduğunu bilmememiz gereken illet, iç hakikatiyle Müslümanlıktır.
·Biz 30 yıldır zâhirde hiçbir şey başaramadık, hattâ karantina bekçiliğinin büsbütün sertleştirildiğine ve cemiyet meydanının bütün bütüne işgal altına alındığına şahit olduk ama, ruhlardaki “gizli”yi fert fert, kendilerine karşı, açığa vurmuş olduğumuzu da gördük. Böyleyken zahirde yine gizliyiz; zira bu fertlerin toplamı ve topluluk ifadesini meydana getirebilmiş değiliz. Fakat ana unsur, temel örgü, atom fert, esas protoplazma kurulmuştur; gerisi, dış plan, kemmiyet kadrosu açıkgözlülükten ibaret ve hayatlık değerde olmasına rağmen basit…
·Bizim 30 yıldır yuğurduğumuz nesil, yüzbinlere rağmen halisleriyle bir tren katarını, en halisleriyle bir otobüsü, halisin halisi başbuğlarıyle de bir minibüsü dolduracak kadar kemmiyette zayıf olsa da, maya kıymetindedir, istikametini bulmuştur; ve Allah izin verirse memleketin en geniş ovasını taşıracak şekilde bir gün kervanlaşmayı bilecektir.
ibda-büyük doğu çizgisinde bir platform. seneler evvel üstâdın konferanslarını -batı tefekkürü ve islam tasavvufu, islam ve bütün dünya...- paylaşmış ve mücerret fikrin mayasında kavrulanları mesut etmişlerdi..
bugünlerde kumandan ve üstâdın nazâriyetinde muhtelif konuların alıntılarını yapmaktalar.
“BÜYÜK DOĞU ideali, kendi tekerlemeleriyle, milliyetçiliğin de, cumhuriyetçiliğin de, devletçiliğin de, halkçılığın da ve daha niceliğin de, neciliğin de aslına ve hakikatine malik olarak şudur: Menbaından mansabına kadar, bütün Türk tarihini, mazisini ve istikbalini kucaklayan, o aziz varlığı topyekûn cihan tarihinin en aziz fikir çileleri içinde yetişmiş bir ehliyetle kâinat çapında bir mizan ve murakabeye tâbi tutan, yarasa gözlü asrî yobazlara gerici görünecek derecede ileri bir istikbalden haber veren, bazı memleket içi insan müsveddelerine mürteci görünürken, bazı Avrupalılara bütün insanlığın beklediği ideolocyayı belirtici bir derinlik ve mükemmellik hissi veren; ve ilerinin ilerisi son ileriyi, nihayet ne olsa dediği olacak olan Allah ve Peygamberinin isim mihrakına bağlayan; ve dün, bugün ve yarın arasındaki daireyi kırmadan tamamlayan, eksiksiz ve tezatsız kurtuluş sistemi…
· Bilgisi, irfanı ve tecrübesi ne olursa olsun, millî bir mefharet halinde taşıdığı hudutsuz sezişiyle, halis tabakadan Türk halkı ve gençliği, bütün sahte ıslahat tarihimiz boyunca görülmemiş bulunan bu sahiciliği pek güzel anlamış ve köküne kadar benimsemiştir.
· Bugün aralarında yarım – yamalak politika adamları da boy göstermiş olarak, yaşları 50 ile 25 arasında, yüzbinleri aşan bir gençlik ve orta yaşlılık zümresini (formasyon-şekilleniş) bakımından Büyük Doğu idealinin teknesinde yuğrulmuş kabul edebilirsiniz. içlerinde illetli doğanlar ve gerçek bir uzviyet ahengine erememiş olanlar varsa, kabahat bizde değil, kendilerinde, kendilerini çabucak “oldum!” saymalarındadır.
· Bugün Meclislerde, parti liderliklerinde, hattâ bir aralık bakan koltuklarında gördüğümüz bu ilk örneklerin dâvanın çetinliği ve kendisinin çilesizliği yüzünden kavruk çıktıklarını tesbit ve en büyük ümidimizi, henüz (agora meydan) yerine çıkmak fırsatını bulmamış, 25-35 yaşları arasındaki gençliğe bağladığımızı kaydederiz.
· Tesirimiz düşman kutublar üzerinde bile o kadar derin olmuştur ki, bugün komünistlerin fikirci geçinenleri, muhabbet hedeflerimiz üzerinde olmasa da nefret hedeflerimizde bizimle beraberliğe kalkmışlar, (Marks) ve (Engels) in (Hegel) metaryalizmasını ters-yüz etmeleri gibi bizim (diyalektik-fikri aşılama sanatı)mızı aparmaya kadar varmışlardır. Ama ne yapsalar boş… “Ezzıddân, lâyectemiân-zıtlar biraraya gelemez!”
· Halk Partisinin Cumhuriyet koruyucusu ileri gençliği de işi (favori) ve tam bir başıboşlukta bitirmiş ve meydan, hak ile bâtıl, iki dâva gençliğine kalmıştır: Biz ve onlar! Onlar ki, süngü kuvvetiyle dudakları perçinlenmiş olsa da kalbleri intizamla işlemektedir ve bu kalbleri durdurabilmek gücü ancak bizim gençliğimizin elinde…
· Ona bıraktığımız, ebediyet bestesi bu nağme yeter!”
söz kumandan salih mirzabeyoğlu'nun:
(berzah'tan:)
tanım: fikir çilesine müstesna ve hayat takdimine uygun, ahir zaman kadınları (nefsi) noktasında mücâhidin istidadı. bu istidad, kendinden zuhur anlayışında saklıdır.
“Yevmiye: Üstadım'ın Babıâli isimli eserinde hikâye ettiği "Nokta Nokta" Hanım'ın onun hayatının dönüm noktasındaki vesile rolü neyse, fikir değil de fikir üstü seziş hâlinde 18-21 yaş arasında en şiddetli mevsimini yaşadığım kadın davasının metafizik buudta topyekûn kâinatı ve hayatı sorgulayıcı şiddetli buhranım da o... Üstadım'ın bana bahşettiği rahatlık içinde, benzerliklerimizden bahseden ona, Maviye'den bahsetme ihtiyacını duyuyorum:
"Efendim, ben 18 yaşındayken bir kıza tutulmuştum ve öyle bir noktaya geldim ki, islâmcı geçinen kesimin yazıları yavanlık ve basitlikten sanki bana imânımı kaybettirecekti, elimde Büyük Doğu’dan başka hiçbir şey kalmadı ve ruhumu sadece Veliler Ordusundan 333 isimli eserinizle teskin edebiliyordum!"
"Neredeydin o zaman?"
"Eskişehir'de idim efendim...
Konuşmanın olduğu 23 Nisan 1983'e nisbetle, 12-13 sene evvel... Üstadım, mütebessim bir çehreyle tek cümle sarf etti:
"Eee!.. Bu işler öyle oluyor!"
Nereden nereye... Bakın olana:
Levha: ... Mart 1984... Üstadım, önünde duran henüz bitmemiş bir hikâyesinin veya hikâyemin altına bir çarpı işareti koyuyor ve "hikâyede kadın" meselesine temas edilmesinin gereğini işaret kasdıyla, "kadın" diyor... Bunu söylerken, içten bir şevk ve muzip bir ifadeyle gülümsemeli bir hâli var!..
Levha: 10 Ağustos 1989... Elimde bir kâğıt... Üstadım'a bir kızı sevdiğimi söylemişim... O da bana, "sende fikir istidadı var!" demiş!
Havv: Bal, asel. Şehd...
Asel: Bal. Şehd. Tatmak. Su akarken yüzünde hasıl olan kabarcık. Cennette bir su...
Aseli: Bal gibi sarı renkte olan...
Asal: Zamanlar, vakitler...
Asal: Ahlak. Karakter. Alâmet, işaret, belirti...
Asal: Temel, kök...
Asale: Bal peteği, petek...
Asale: Zehiri çok tesirli ve korkunç olan yılan...
Hayat ve kadın!”