11 yıl oldu, hep bir ekşi sözlük kalitesini belki yakalarız ümidiyle yazdım, çizdim. ama maalesef sözlük hep trollerin elinde oyuncak yapıldı. eskiden yetkili yazarlar vardı, kontrol biraz daha iyiydi, şimdi anladığım kadarıyla o da yok. başıboş bir ortam, çocuk parkı gibi.
tıpkı yakın arkadaşı unutmaya benzer. ilk beş yıldan sonra unutma başlıyor, yavaş yavaş artarak 10 yılda pik yapıyor. 10 yıldan sonra nadiren hatırlıyorsun o da mutlaka etrafta bir çağrıştırıcı olursa. mekan, nesne, yemek, koku, resim...artık her neyse.
mevlevilik şeriat değil ama şeriat görünümlü mistik düşünce. mevlevilik geliyor, yeni diyanet başkanı mevlevilikle ilgili araştırmaları olan, mevleviliği ile tanınmış bir yazar. bu mevlevilerin büyük zaferlerinden biri, bunu yavaş yavaş ülke geneline yayacaklar, mevleviler iktidarı ele geçirecek.
yaşlara göre farklı zaman algılarına sahip olduğumuz.
çocuk- zamansız
genç-gelecek zaman
orta yaş-şimdiki zaman
40-50 yaş arası-geçmiş zaman
50 sonrası-geniş zaman
70-80 sonrası- sonsuz zaman (imkansızı istemek veya hiçlik)/zamansızlık.
anneler çocuklar üzerinde çok etkili oluyormuş, pisikologlar öyle diyo. oğluma söz verdirttim, anneciğine nobel ödülü almaya söz verdi. inşaallah ölmeden aldığını görmek nasip olur.
oğlumun burcu. estetik ve güzellik tutkunu. evin eşyasından, wc terliğine kadar. güzellik görmek istiyor her yerde, dekoru eksikmiş evinin, beyefendi öyle diyor. çiçek diktim ona, resimli çerçeveler, vazolar, biblolar götürdüm evine. dekore etmeliymişiz evini, süslü olmalıymış, temiz olmalıymış. ahahah öğrenci evi yahu... geçenlerde görüntülü konuşma yaptık, mutfağı pırıl pırıl... yağ dök yala... tek başına yaşıyor, her yer tertemiz. napcaz bu oğlanı bilmem... neyse bana nobel ödülü alma sözü var... bu gidişle yapar gibime geliyor.
deprem şaka değildir. eğer imkanınız varsa hiç durmadan başka şehre taşının mutlaka. depremden sağ kurtulmak mesele değil, depremden sonra aylarca geçmeyen korku, başdönmesi, stres, uykudan kabusla uyanmak...vs. bunları yaşamak zor.
bugün kızım bana bunu dedi. yanlış önerme dedim, bu düşünce çok yanlış. tamam her an her şey olabilir. başımıza birşeyler gelebilir. fakat biz aşırı uç örneklerden yola çıkarak hayatımıza yön veremeyiz, 'ortalama'ya bakarak yön veririz. dünya ortalaması, ülke ortalaması... insan hayatı ortalama 80 yıl desek, aslında az bir zaman değil ve anı yaşayıp, geleceği görmezden gelecek kadar kısa değil. anı yaşamaya çalışıp geleceğini düşünmeyen bir insan, 'ortalama' hesaba alındığında yaşlılığı çok kötü geçecek demektir. insan 4 zamanlı yaşar. geçmiş, şimdi, gelecek ve geniş zaman. birinin diğerine önceliği yoktur, hepsi kıymetli ve dikkate alınması gereken zamanlardır. bir zamana odaklanmak, görüşü şaşı yapar.
aile, arkadaş ve çevreden anladığım kadarıyla ve yılların hayat tecrübesini dikkate aldığımda imkansız gibi bir şey. insanoğlu, kendisi eksik ve noksan olduğu için mükemmelliğe düşman, iyi olandan memnun olmuyor, güzel olan her zaman onu mutlu etmiyor. özünde kötülük olduğu için biraz kötü, çirkin ve kusur olunca içi rahatlıyor. o nedenle memnun etmeye çalışmak faydasız.
kızımın en sevdiği turşu. küçük bir şişesi ateş pahası ve bereketi de olmuyor. bari kornişon turşu yapayım, kızım bol bol yesin dedim. kilosu 80 tl. ye kornişon alıp yaptım, özellikle minik kornişonu çok sevdiği için onlardan aldım. henüz olmadı, bakalım tadı nasıl olacak, umarım kızım beğenir.
bu yıl patlıcan turşusu yaptım. uzun yıllar oldu yemeyeli. belki 2002 yılından beri. pazardan bu yaz kilosu 5 tl ye patlıcan aldım. o kadar ucuz aldığımı anneme söyleyince, niye az aldın diye çıkıştı ve daha çok almam için teşvik etti. eee anne itleyince gittim bir çuval patlıcan aldım. bir kısmını dolmalık kuruttum, bir kısmını musakkalık kuruttum, bir kısmını kızartıp buzluğa attım, o kadar çok kaldı ki..bari bunu da patlıcan turşusu yapayım dedim.
tarif: patlıcanları haşlayıp bir kenara alıyoruz. iç harcı için, sarımsak, domates, biber, maydonoz kıyıp karıştırıyoruz. patlıcanların içine doldurup yorgan ipiyle bağlıyoruz. sirke, tuz, limontuzu ekliyoruz. afiyet olsun.
bu yıl çilek, kayısı, şeftali, kızılcık, erik reçeli yaptım. biraz babama, biraz oğluma, biraz ablama ve biraz eve. babam reçelleri çok beğenmiş, bir haftada tüketmiş. reçel yaparken bir gece şekerde bekletmek gerek. yavaş ve aheste kaynatılmalı, kaşıkla koyu kıvama gelip gelmediği kontrol edilmeli, yeterince koyulaşınca bir iki yemek kaşığı limon eklenmelidir.
ayva ve portakal kabuğu reçeli de yapmayı düşünüyorum.
ortada pek görünmeyen, sinsi davranıp uzaktan etkileyen, insanların içine korku salarak benliğini ele geçirmeye çalışan en kötü karakter kimse o yahudilerdir.
beden eğitimi genç ve bekar bir erkek öğretmen arkadaş vardı bizim okulda. ek ders için milli eğitime başvurmuş. kız lisesi çıktı buna ama gitmedi. başıma bela alamam, kızlar bana iftira atarlar, biri başıma kalır dedi. takdir ettim, sağduyulu bir öğretmendi.
oğlum depresyona girdi. geçen yıl üniversite kazandı iyi bir üniversite, mühendislik. ev aldık, evi dayadık döşedik. her yerini yaptırdık, hala yaptırıyoruz. her şey mükemmel olursa dersine odaklanır iyi ders çalışır dedik. okulu değiştirdi odtü'ye geçti. bir yılı çöp oldu. ilaç içti...telefonda konuşuyoruz, memnuniyetsiz. şu eksik bu yok... bilmem ne. yemin ederim bu sene cam, pencere, kapı boyadım. duşa kabin yaptırdık, beyefendi klozet istiyor diye klozet takdırdık banyoya. yeni lavabo. gittim ulustan, kız çeyizi döşer gibi tencere tabak aldım, porselen tabak istedi. plastik tabakta yiyemezmiş beyefendi. porselene alışıkmış. mikrodalga fırın, normal fırın. geçen yıl ikinci el aldığımız beyaz eşyaların hepsini çöpe attırdı. sıfır beyaz eşya aldık.
yine de memnuniyetsiz. depresyonda. bizden gizli tekrar ilaca başlamış. bu erkekler ne ister, anlamış değilim. elimle büyüttüğüm oğlum dahil.
meb de on yıl çalıştım. hemen hemen bütün öğretmenler şizofrendi. ilk öğretmenliğe başladığımda 'aman allahım biz bu insanların elinde mi yetiştik, bunlar mı bize öğretmenlik yaptı" diye düşünmüştüm. dedikoducu, parayonak, şizofren, saplantılı, sapık, sübyancı... ne ararsan var.
erkek her şeye karışır, giyime karışır, oturduğuna, kalktığına, ne yediğine, ne konuştuğuna, nefes alma ihtimaline, anneliğine, yemek yapışına, yapmayışına, gülmene, susmana... erkek karışır, bizim memlekette erkek terbiye edilmez, terbiye eder (hangi kafayla edecekse artık).
bununla ilgili bir belgesel izledim yıllar önce. alevi mahallesinde öğretmenlik yaparken alevi öğretmenler izlediydik. galiba çocukları öldürmüyorlardı, toplayıp ülkenin genelinde askerlere evlatlık olarak dağıtıyorlardı (yanaşma/besleme olarak). askerler o çocukları hizmetçi olarak kullanmış uzun süre.
bugün tavuk salam yapmaya çalıştım. ama pek olmadı, acemi işi. sandviç yapıp yedik. yanına tavuk suyuna tahrana çorbası. tatlı niyetine erik marmelatı yapmıştım onu yedik.
bugün kızım fotoğrafları karıştırıyordu, orada üniversite yıllarından kalma fotografları gördüm. çok özlemişim, gözüme nostalji kaçtı. galiba üniversite yıllarına geri dönmek isterim.
bir insanın çocukluğu köyde geçmişse, işi bitmiştir. üniversite okusa, bin kitap bitirse, akademik kariyer yapsa, dünyayı gezse, 50 yıl şehirde kalsa... yine aynı köylü yine aynı köylü. doğduğun köy kaderindir. asla ama asla değişmiyorlar, nasıl kemikleşmiş bir zihin, insan bir türlü anlam veremiyor. arkadaş edindim bunlardan birkaç tane....aman diyim uzak durun.
eşim askere gidince 5 ay boyunca öğretmen maaşıyla geçindim. evde 3,5 yaşında bir çocuk vardı. maaşım, kira, elektrik, su, telefon, market alışverişine ve arabanın masraflarına ucu ucuna yetiyordu. arada bir askerdeki eşe harçlık yolladım. yani tek öğretmen maaşıyla ev almak imkansız gibi bir şey.
farabi'nin dediği gibi, dinden ilham alabiliriz, güzel ve faydalı yönlerini toplum yararına kullanabiliriz ama şehri/ülkeleri akıl/mantık ilkeleriyle biçimlenmiş yasalar yönetmelidir.