özlemek kadar saçma bişe yok.özlüyosun gelmiyor,duymuyo,görmüyo,sen boş boş özlüyosun işte,sonra ağlıyosun daha sonrada hiç bişe yokmuş gibi gülüyosun.
insanın boynunun bükülmesi, öyle bir dalının içinden esen soğuk bir rüzgarla kırılması gibidir.
şimdi olsaydı bir kahve içer ne güzel konuşurduk.
demek ki şekeri kelimelermiş.
kahve var da işte yavan... tadı yok...
Çok kötü şey, gerçekten çok kötü.
Ya bi insan neden unutulmaz? Neden? Neden hala acı verir? Neden o yara bir türlü dağlanmaz? Neden? Neden hala dün gibi özlenir? Neden hala onu hatırladığımda donuk bir ifadeyle farkında olmadan iki damla göz yaşı akar gözlerden? Yahu nedir hayatın bu küçük adamla alıp veremediği? Nasıl bir günah bu? Mükafatsa eğer neden yanımda değil? Kirpik kadar kısa ömrümüzü harap etmekten zevk mi alıyor o tüce dedikleriniz?
Neden o sürekli söyledikleri daha iyi çıkar karşına daki daha iyisi çıkmıyor? Neden?
Ben neden hala kokusunu, sesini, tenini, sevgisini çöpe atamıyorum tıpkı ondan kalan herşeyi bir bir attığım gibi?
insan unutmaya ondan kalanları atarak başlamaz mı? Yoksa ben mi hata yaptım? ilk önce yürekten mi atmalıydım ondan önce? Bilmiyorum.
Onun Keman çalışı, amatör klarnet çalışı, Klarneti üflemeyi bana öğretişi.. Neden hayat kapkaranlıkken ondan kalan bu anılar mutlu birer anı olarak kalır ki zihnimin bir köşesinde?
Evet, doğru. Ben onunla mutsuzken bile normalden daha mutlu biriydim.
Hastalandığında ateşini alsın diye alnının üzerine koyduğum o soğuk bezin aslında o kadar soğuk olmadığı neden hala oralara bir yere kazınmış?
Ben buğüb hayatımda ilk kez rakı şişesi devirdim. Rakıya damla damla su tanelerini ekledim damla damla bulanışını izledim. Bardağın öteki yüzünü görmemeyi rakıya eklenem su da buldum. Görmedim gerisini. Bir yudum alınca yine gözüktü mazimiz. Biraz daha ekledim, bira daha biraz daha.
Karnımda bir alev topuyla beynimin içindeki çığlıklarla gülümsedim. Seri katil edasıyla.
Geçmiş hiç sönmeyen bir mum alevi,
gelecek yangınlara gebe.
bir ay önce iş ve şehir değiştirdim. 2 yıl boyunca çalıştığım iş yerinden ve oturduğum evden ayrıldım. odamı, bilgisayarımı, kapının önündeki çınar ağacını, yemek yediğim lokantayı, yürüdüğüm çamurlu yolları, arada hırlayan köpekleri özledim. 1+1 evi de özledim. 37 ekran televizyonum, bulaşıklar yığılmış amerikan mutfağım, otoparkım falan vardı. ben orda bir hayat yaşadım, insanlar tanıdım, yollar yürüdüm. şimdi gitsem çalsam kapıyı başka insanlar açacak bir daha asla o eve giremeyeceğim. yani demem oki en basit, en sıradan şeyleri bile özlüyor insan. meğer ne kadar güzelmiş öğlenleri suyu ketılda ısıtıp sallama çay içmek orda. o kimsenin bilmediği uzak köyde ne güzel günler geçirmişim, ne güzel insanlar tanımışım.
Geldin ve gittin. Çok hızlı oldu. Alışamadım gidişine. O otobüs giderken benden de parçalar götürdü. Eksik halimle eksik kaldı satırlarım. Evet özlüyorum. Utanmıyorum da. Herkes duysun ne olacak? Bilen bilsin arkadaş. Hesapladım tamı tamına 23 saat. Her saate ayrı anlamlar yükledim. Dakikaları anlamlandırdım. Saniyeleri saydım üşenmeden, tek tek. Güzel anlar, mutlu karelerle taçlandırdık sayılı zamanı. Sayılı zaman hani çabuk geçerdi? Beraberken öyle ama ayrıyken neden geçmez bu zaman. Nerede bu adalet denen zırva? Seni beklemek acı verici, ama hoş. Mazoşizmin en tatlısı seni beklemek.
Evet özledim. Seni özledim. Sana dair olanları özledim. Sevmeyi sevilmeyi de özlemiştim. Geçti.
Masum masum bakan gözlerini, guneste uzayan kirpiklerini, icini isitan gülüşünü sana olan sevgisini pamuk gibi ellerini karın ağrısıyla beraber şiddetle istemek, bir bankta hic konuşmadan saatlerce oturmayi, gozlerine bakmayi saclarini oksamayi şiddetle arzulamak.