ölümü tam olarak tanımlamak yaşayan insanlar için zordur. biz sadece hayatı fonksiyonların sona erdiğini başında mezar taşı bulunan bir toprağın altında faaliyetsiz bir şekilde durduğunu görebiliriz; ama yaşamak kadar doğal bir şeydir herhalde.
ölüm'den sonrası gaybidir, akıl ve bilim yolu ile bilinemez, ondan sonrası bize ancak peygamberlik yolu ile yaratıcımız tarafından bildirilebilir, ondan sonrası için mutlak bilgiye ancak bu şekilde ulaşılır.
son. gözler olmadığı için görememe, kulaklar olmadığı için duyamama, ten olmadığı için dokunamama\hissedememe, dil olmadığı için tat alamama, burun olmadığı için koku alamama ve beyin olmadığı için artık sorgulayamama var olmama durumu. ne kadar kaçılırsa kaçılsın gelip sizi bulacak olandır. kimi için yaratıcıyla buluşma anı, kimi için yeni bir bedende devam etme anı, kimi için farklı bir paralel evrende hiç bir şey olmamış gibi uyanıp devam etme anı, kimi içinse artık eve dönme ve sonunda doğayla bütünleşme anıdır.tarih boyunca en büyük gizem olarak kalmış ve hep de öyle olacak olandır.
cumali: çok korkuyorum eşkıya beni bırakma çok korkuyorum çok..
baran: korkma! sadece toprağa gideceksin. sonra toprak olacaksın. sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın. çiçeğin özüne bir arı konacak belki belki o arı ben olacam.
eşkıya 1996
anlık olarak hayatın sonlanmasıdır. sadece yaşayanlar için anlam ifade eder. gidenler gitmiştir ve artık onları ilgilendirmez. kalanlar da yarın ölecekmiş gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamalıdır. yoksa sapıtılabilinir.
neylersin ölüm herkesin başında
uyudun uyunamadın olacak
kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
bir namazlık saltanatın olacak,
taht misali o musalla taşında.
ölü ozanımızın 'uyudun uyunamadın olacak' deyişinden belli ki, yatakta ölümü düşünmüş. doğrusu, ölümlerin en iyisi, herkesin beğenip istediği yatakta ölümdür, ama nerden belli yatakta öleceğimiz?
gene ölü ozanlarımızdan biri, ahmet kutsi tecer, 'besbelli' adlı şiirinde şöyle başlar:
besbelli ölümüm sabahleyindir.
gerçi, 'herkes sabahleyin ölür' demektir bu; sabah oldu da kalkmadık mı, öldük sayın. doktorların "bu hasta sabaha çıkmaz" demeleri de bunu gösterir. kısacası, ölçü sabahtır. ama öğleye doğru olursa ne diyeceğiz? ertesi sabahı mı bekleyeceğiz ölmüş sayılmak için?
ölüm değildir de, yeri ve zamanıdır bizi düşündüren.
mutlak kader... bıdı, bıdı demek, ölümü kalenderce karşılamak filan yalan; ölüyoruz çünkü teknolojimiz yeterli değil. temelde hücresel yaşlanma durdurulabilecek, en azından çok uzatılabilecek bir şey ama işte entropynin durumu nedir, geriye çevrilebiliyor mu? öyle değilse milyarlarca yıl da yaşasak da sonuçta yok olacağız demektir. o zaman da, ölümü her canlı tadacaktır diyenler kına yakar artık...
nerden başlasam ki anlatmaya hissiyatımı? saçma. en sondan başlamışım zaten...
neden ki cımbızla çekmişim o kadar düşüncenin arasından son kelimeyi? belki, trafiğinden yorulmuşum mücadelenin.
--spoiler--
buraya kadar yazmıştım saatler önce. sonra daralmıştım, kendimi başka başlıklara sürüklemiştim. eh sol frame de başlığı görüp tıklayınca yeni icat yazılanı kaydetme şeysi, kaydedivermiş yazdıklarımı. ekle diyelim o zaman.
ne kadar da uzaksın ve ne kadar da yakın. hiç ölmeyecekmişim gibi yaşıyorum. tabuta hiç konmayacakmışım gibi. ölüm yokmuş gibi geliyor bana. sebebiyse basit cenazelerde bulunmadım ben. küçücükken amcam ölmüştü. oyun oynamştık diğer çocuklarla. çimendi yerler köyde. toprağa düşmüştüm, taşa çarpmıştı dizim. en büyük acım oydu o güne dair. bir keresinde de sınıf arkadaşımın babası vefat etmişti. fırat. evet fırat'ın babasıydı. lisedeydim. ağlıyordu fırat. evine gitmiştik. kalabalıktı. insanlar teselli için gelmiş fırat'ı kucaklıyorlardı. sonra gitti kalabalıklar. yanlız bir arkadaşları kalmıştık fırat ile başbaşa. birden beni gördü gel dedi ve sarıldı bana. omzuma gözyaşları dökülüyordu. sonsuz bir manasızlıkla suratıma bakıp "babam öldü? ne yapacağım ben şimdi" diyordu. oysa güçlü çocuktu bilirim. yılmazdı öyle kolay kolay. ölüm böyle yapıyormuş insanları dedim o gün kendime. sonra biz gittik. fırat kapıya kadar gelememişti. kendimiz çektik kapıyı. giderken ölümü o evde bırakıp kendi eğlenceli hayatlarına atılmaya hazırlanan arkadaşlarımın omuzlarının hemen üstünden baktım fırat'a ve odasına doğru. işte o an gözyaşlarım vardı. sadece o andı beni ağlatan. herkes gidiyordu ve bir kişi kalıyordu ölümle başa çıkmaya çalışan. yalnızlık sarıyordu dört bir yanını. ölen kişinin hayalleri benim aklıma ve ruhuma saldırmayacaktı gece sıcak yatağıma yattığımda. ben sadece figürandım bu ölüm sahnesinde. sonraları da unuttum zaten ölümü. kimse ölmüyordu tanıdığım. olasılığı aklıma geldiğinde birkaç aşılması zor düşünceye kapılıp ardından da para kazanma telaşesine düşmekten başka bir hususta etkilemiyordu beni ölüm. en kötüsü köy mezarlığı geliyordu aklıma babamın üstüne toprak atarken. o an duruyor ve en eğlenceli anımı düşünmeye zorluyordum kendimi. ölmesini istemem babamın. geçen sene babannem öldü. öldü demek kabalık gibi dursa da gerçeğin kendisi. öümden bahsediyorsak elbettei ölümün fiil halini kullanacağım. belki de 15 sene bizim evimizde kaldı babannem. bana baktı, büyüttü, oynadı. yaşlılığında hala uysaldı. korkardı benden bir su isterken ve bu benim günahımdı. ölünce ağlamadım. babam da cenazesinin akşamına haber vermişti bana işlerim aksamasın diye. köye de gitmedim memlekete dönünce mezarı başında bir fatiha okumak için. yine bir günahtı haneme. kaybediyordu ya hayatı, insanlığımızı. bugün ise oturuyorum ofisde. cenaze var iş yerinin olduğu apartmanda. tanımadığım birisi ölmüş. hoca gelmiş merhumu nasıl bilirsiniz diye soruyor. tabutum gördüm acı ve gözyaşı dolu evden çıkarılırken. ağlıyordu insanlar. dün gece boynuna sarıldıkları babası veya yedikleri sıcacık yemekleri yapan annesi ertesi gün o soğuk tahtanın içindeydi. bir var bir yoktu. dün var bugün yoktu. ne acı ve keskin bir darbeydi bu geride kalanlara. sonra ben düşündüm, aklıma babam geldi. ya ölürse dedim? sonra düşündüm kazık kadar adam oldun. paranı kazanıyorsun. rahatın yerinde. nolacak ki dedim. sonra gözyaşı geldi. para değildi herşey. o telefonu elime aldığımda herzaman hissetiğim güven ve rahatlıktı baba. dünyanın en boktan çukuruna girsen bile seni oradan çıkaratabilirdi o kudretli insan. en batmış anında "oğlum bunlarda geçer" deyip omzuna elini koyan insandı. ölüm bu kadar ucuz değildi babamı düşününce. bu kadar kayıtsız kalınmamlı ölüme.
ama işte yaşıyoruz yarını düşünmeden. hiç ölmeyecekmiş(ler) gibi yaşıyoruz. kıymet bilmiyoruz çoğu zaman. oysa ölüm o kadar keskin bir bıçak ki. hayatları kesiveriyor en derinden. sonrasında yine gözyaşları çaresiz bedenlerin...