bütün kötülüklerin anasıdır.raporlu bir öfke kontrol sorunu yaşayan bir birey olarak basketbol oynadığım dönemlerde çok başım belaya girdi. belki rahatlarım diye dövüş sporlarına başladım. şimdi sinirlenince karakolluk oluyorum. öfke sakat birşey arkadaşlar hiç bulaşmayın. boşverin kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın, siz sizsiniz. takmayın kimseyi.
Öfkeni tutma öfkeni yaşa
Bu kadar çok şey olurken
Hiçbir şey olmuyormuş gibi yapma
bunca kızgınken
Bunca kızdırılmışken
Tavanlara bakıp duygularını bastırma
Bırak ortaya çıksın
Öfke de duygumuz bizim
Aşk gibi, sevgi gibi, şefkat gibi
Üstelik hepsinden daha haklı
Bu pisliğin ortasında
öfkeni tutma, öfkeni yaşa
Bu kadar çok şey olurken
Hiçbir şey olmuyormuş gibi yapma
Öfkenin şiirini
Kalbin şiddetini
Teslim etme
Yapmacık kurallara
Zaaflarına fırsat tanı
Pişmanlık, acizlikten
Daha soylu, daha derin
Sana dayatılan başkasının hayatı
Bu sen değilsin
Ne de bütün bunlar senin seçimin
Alkışların itaat olduğu yerde
yuh çekmeyi öğrenmelisin
Öfkesi olmayanın inanma sevgisine de
Her öğüde yarım kulak ver
Bu şarkı da dahil olmak üzere
Öfkeni tutma, öfkeni yaşa
Hiç olmazsa öfke dolu bir şarkı söyle
Bu kadar çok şey olurken...
Hiç olmazsa öfke dolu bu şarkı söyle
Hiçbir şey olmuyormuş gibi yapma...
Kendin ol ve öfkeni tanımla
öfke üç renge ayrılır; kırmızı, yeşil ve beyaz. kırmızı öfke düşmana duyulan öfkedir. hiçbir zaman geçmez, kalıcıdır. yeşil kendinize olan öfkenizdir. zaman zaman kendiinizle baş başa kaldıkça yeşerir. beyaz sevdiğiniz birine olan öfkenizdir. özür dilediğinde, güldüğünde, bir süre sonra bir araya geldiğinizde unutursunuz, her şey bembeyaz olur.
Beyaz - Zenci
Zengin - Fakir
Genç - Yaşlı
Sağcı - solcu
Dinci - Ateist
Aşağı Mahalleli - Yukarı Mahalleli
Asyalı - Avrupalı
Galatasaraylı - Fenerbahçeli
Velhasıl, birbirimize karşı öfke beslememiz için ne kadar da çok sebebimiz var, öyle değil mi? Herkes tek bir biçimde, tek bir kafa yapısında mı olmalı? Nedir bu bizim gibi olmayanlara karşı duyduğumuz öfke? Gök kuşağı bile tek bir renk değilken üstelik!
Bakın şimdi taraf tutanlar da benim tarafsızlığıma karşı öfke duyar... işte bu böyle uzayıp gider...
günümüz insanının* en yoğun duygusudur sanırım. Sırf ermeni olduğu için göz göre göre Hrant'ın öldürüldüğü, gazze'de israil'in yine göz göre göre katliam yaptığı, Abd'nin ırak'ı özgürleştirdiği, 1 mayısta emekçilerin polislerden işkence gördüğü bir dünyada öfkeden başka bir şeyin baskın olması yamuk olurdu zaten.
en çok kendimize karşı duymamız gereken histir belki de ,
haksızlıklar karşısında olan bunca suskunluğumuz ve kan ter içinde peşindne koştuğumuz zaaflarımız için...
kişisel olanları unutup , toplum adına hissetmememiz gereken duygudur.
tibette aşağılanan din adamları adına , ırakta petrol için öldürülen 500.000 çocuk adına , evlilik teklifi için sevdiğimizi memnun edeceğiz diye içine dahil olduğumuz elmas sektörü için yağmalanan sri lanka adına ,küreselleşme için shuarto'nun ölüm çiftliğine dönen endonezya adına , bosnada ırkçılığa kurban giden aileler adına , filistinde yerlerinden yurtlarından edilen ,üstlerine bomba yağanlar adına ve tüm bunlara bizleri seyirci bırakan para eksenli ekonomik düzene karşı öfkelenmeliyiz!
çok farklı başlamıştır herşey en azından siz böyle düşünmüşsünüzdür.
onun da öyle hissetiğini görürsünüz,iki yıl boyunca onu sevmekten bir an bile vazgeçmezsiniz,aldatmak bir kere bile aklınızdan geçmez ne varki farklı kişilikler olmanın getirdiği sonuçları bir süre sonra çekmeye başlarsınız ufak tefek ayrılıklar yaşanır yinede aklınızda sevdiğiniz adamdan uzun süre kopmak yoktur,zaten istenizde beceremezsiniz ki.. zaten o ayrılıklarda hep bir anlık sinirin sonucu değil midir?
tüm bunlar yaşanırken,dayanamaz yine onu ararsınız,onsuz kalmak istemediğinize eminsinizdir ama reddediceğini hiç düşünmezsiniz sonrası ise bilindik terane..
sevi seviyorum ama...
seni özlüyorum ama...
şöyle birbirimizi yoruyoruz,böyle hata yapıyoruz.
tabi ki inanmazsınız gerçekten aşık birinin lafları değildir bunlar,içinizden bağırmak,küfretmek gelir.
bu kadar çok seven adam nerde diye düşünürsünüz.
bu tip olaylardan sonra işte uzuuun bir zaman sürecek olan bir öfke cereyan eder size,atamazsınız üstünüzden.
''Eşekarısı, açtığı yarada can verir'' diye yazar Romalı şair Virgilius... Öyledir.
Kızdığında, adına yaraşır bir pervasızlık ve kamikaze pilotlarına taş çıkartan bir acımasızlıkla saldırır eşekarısı...
Bu cinnet esnasında, düşmanın canını yakma sevdası, canından olma kaygısını unutturur.
Ne pahasına olursa olsun karşısındakini yaralama saplantısına tutulur.
Ve hasmını zehirleyen o yara, kendi kabri olur.
Vızıldayarak iğneler ve akıttığı zehirde ölür.
* * *
Öfke, nefretten kör olmuş sahibini uçuruma doğru sürükleyen bir köpek gibi, koşar dörtnala, başıboş bırakıldığında...
Asabiyetten titrerken, üzerine devrildiği her yeri yıkan bir metruk binadır.
Aşırı özgüvenle, o özgüvenin karşılamaya yetmeyeceği ihtirasların çatışmasından doğan ve muhatabından önce sahibini yakan tehlikeli bir kıvılcım...
Hasım bulamadığında kendini doğramaya başlayan bir bıçak...
Hırsla ezikliğin öldürücü kokteyli...
Ödlekliği gizleyen gürültülü bir battaniye...
Düello süsü verilmiş bir intihar teşebbüsü...
Hiddetin hızla şiddete dönüştüğü bir bilinç sakatlanması...
* * *
Genelde tedavi olarak yutkunma tavsiye edilir, sabır ilaçları, sinir yatıştırıcı kitaplar, müsekkinler verilir. Ama öfke fazlaca bastırmaya da gelmez aslında... Montaigne, Diogenes'ten aktarır ya:
''Meyhanede kimseye görünmemek için ne kadar arkalara gidersen, meyhaneye o kadar girmiş olursun.''
Öfke de öyledir.
Derine itildikçe hepten içine işler insanın, gömüldüğü yeri, yani kalbi, zihni oyar bitirir...
En iyisi, akılla kurulmuş bir dizginleme sistemidir.
O yoksa, duvara doğru hızla giderken kapıdan ayağını çıkarıp fren görevi yapacak dostlar salık verilir.
Onlar bazen hiddeti gönüllü üzerine çeken paratonerlerdir, bazen daha üst perdeden köpüren ruhani önderler...
Onlar da bir öfke nöbetinde harcandılarsa... işte o zaman gidişat hepten kötü demektir.
Basiret, boş yere bekler hatırlanmayı...
Hatırlandığında ise, felaket çoktan kapıya dayanmıştır.
* * *
Umutsuz vakalar için en iyi tedavi, tarih kitaplarından istikbalini okumaktır.
Orada, tutamadığı dilinin kurbanı olmuş, öfkeyle kalkıp hasarla oturmuş, hiddetle kabarıp şiddetle karaya vurmuş nice sinir sahibinin ibretlik öyküleri vardır.
Haklı olup da öfkelerini gemlemeyi becerenler, zaman tanrısının insafına sığınırlarsa, o Kızılderili atasözünde olduğu gibi, ''bir nehir kenarına oturup düşmanlarının cesetlerinin önlerinden geçişini izlerler.''
Haksız öfkeliler içinse tek sığınak, pişmanlık kapısıdır.
Özür, eşekarılarından beklenmeyecek bir liderlik cesareti ve erdemlerin en büyüğüdür...
öyle illet birşey ki gelince insanın gözü görmez, kulağı duymaz oluyor. savup savuşturuyorsunuz doyasıya. sonra geçiyor öfkeniz, bu sefer de kendinize kızıyorsunuz, 'keşke öyle demeseydim, keşke şöyle yapmasaydım' diyerek. onun içindir ki atalarımız;
(bkz: öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır) diye bir tabir kullanmışlardır.
tanitim etkinliginde eglenceli seyler belirtmis, mizaha yakin, zaruriyeti varolus sabalakligimla ilintili, sevimli olma cabasina gerekli gereksiz girismis idim. eyleme gecme amacimin musebbibi elbet zaman denilen yirmi dorde gereksiz yere bolunmus yas alintisina hicvi yerlestirmek, yeni insanlara kendimi tanitirken ilgilerini usturuplu bir sekilde ustume cekmeye calismak idi. bagirmadan duramayanlardanim, kizmak; 20 yas sevimliliginin heybesinde budalaligini maskeleyemeyen gul yuzlu canana, yahut hemcinslerimin dogaya ozdes hemfiil etkinliklerine!
tepkilenip, tepiklenmek benim gibi cabuk sinirlenen, yasantisiyla ilgili yerli yersiz izdirap, luzumundan az yahut cok, amma her sart ve o sartin dolaylarinda kusursuzluga yatkin insanlar icin; arzulu, zevklicenedir ve diyalektik bakis acisina yatkin yeni fikirler, yeni cinlikler getirmektedir, ya da getirmek demektir. is eyleme gecmediginden surec sadece surreal olan sanal krematistik sapkinliklari, liberal snobizm, kadinlara etkileme, hem cinslerimi seklen olmasa da zikren uyusturma cabalamasiydi diyebilirim.
simdi suraya kadar okumayi bilmis, okudugundan bir kac cumle cikartabilmeyi gorev edinmis kisiler, az once belirttigim fikri kopiy paste edip tatli hanim kizlarimizin profillerine ilistiriversinler. bittabi biraz dusunerek gercege dondureceginiz etkinlik icin kisa bir yol vermek isterim, yansitiniz. saniyorum psikologlar buna projeksiyon yontemi diyorlar, psikiyatrlar da yapay aklilestirme diyor olmaliydilar. esnaf ve zanaatkarlar odasi, banane mina goyim diyecektir, kezaa berberler de.... yani yasattigimi sandirdigim sablon bana ait degil dostlar.
mizahtan zerre anlamasam da kelime, uslup ve zeka oyunlari ile durumu kotarabiliyorum. apolitize, edinimsiz rustu eksik yasitlarimin, erili disili demeden, mutesebbis kendimi de ihmal etmeden nasil uyusturulmus, nasil yalnizlasmis oldugunu buyuk izdiraplarla izliyorum. biz ve bizim gibiler arkadas gruplariyla sosyal olabilseler de foto yahut cinsel dustur gudusu, mizah ve eksik siyasa belagati ile hunharca tuketiliyor, kisisellesiyor. kendilerine verilen payede yapayalnizligi tek celsede ve her gun ust uste yasayabiliyorlar. sinirlenmeye basladim, asil konuma kendi konumuma donmeden, geri gelmek istiyorum. yo hayir donemeyecegim, cunkuleyin hususun alt metnine inecek, soylemlerinden kendim icin de cikarimda bulunmami isteyecek kisiler sunu soracaklar. ne?
soylemek istedigim, hepinizden olmasa da, bir cogunuzdan cildirasiya nefret ediyorum. gozumde uyusuk, yetersiz ve bunalima yatkin varliklarsiniz. yalan soyledim az once, kotu hissetmenizi istedim sadece. hayir, durun, kendimi dolmusa bindirmistim, sonra indirdim amma, susmamaliyim. bir cogunuz demisim az once, iftira bu, asilsiz ve sapkinca, dogruyu soylemeliyim. yuzde yuzunuzden suphesiz igrenmekteyim. yuzde bin yuzunuzden tiksinmekteyim.
az once aranizdan biri cesaretlenip "ne" diye sordu bana. korkuyorum, gelecek elestirilerden degil, prensesi yuz yillik uykusundan uyandirip yaslanmis nekrofiliye yatkin kadavrasini cussemde tasima zahmetinden fellik fellik kaciniyorum. lamelif cizmeden, kurgunun etrafindan dolambaca girmeden soylemis unlu bir deyis ustasi; insanlarin elinden tanrilarini alirsaniz, onlara yeni tanrilar vermek zorunda kalirsiniz. bu ugras benim gibi kizgin amma yetersiz, kaymak tabaka gebesi amma anarsist hayalperestler icin yorucu, uzucu, gereksiz buhranlardan ilkecesi olacaktir. yoksa ne isin var ulan burada diyebilecek adam zaten, diyalektigin yasal anti tez sazani olacagindan nazarimca kullanisli, akilli ve dise dokunur kilinacaktir.
burdayim cunku;
: )
2006 haziran'da bir sosyal network'te ofke basligina yazdigim yazi idi.
michael tobias'ın versus yayınları'ndan kasım 2006'da çıkan kitabı.
kitapla ilgili karakutu.com'da yer alan zihin açıcı tanıtım yazısını 'dostum link ölü'* vaziyetine düşmemek için copy-paste'lemeyi borç biliyorum:
Geleneksel toplumların insan ve doğa arasında kurmayı başardığı uyum, aydınlanma sonrasında insanın egemen olduğu ve diğer bütün canlıların onun için varolduğu inancıyla bütünleşen büyük ve karmaşık bir hiyerarşi zinciri yarattı. Geleneksel toplum üyeleri doğaya müdahaleyi en aza indirgeyip, bütün canlı türleri ile akraba olduğu varsayımdan yola çıkarak, hem kendini hem de doğanın bütün görünüşlerini yüceltmeye uğraşıp, büyülü bir dünya yaratma telaşına girerken, modern insan, doğanın büyüsünü bozup, kendi dışındaki her şeyi işlevsel ve akılcı bir bakış açısının yarattığı korkunç bir ideoloji ile bütünleştirdi.
Bu ideolojinin merkezinde insan vardı ve o insan doğanın hakimi, kendi dışındaki tüm türlerin efendisi, yaratan ve yok eden kötü ruhlu bir tanrıydı. Aslında doğanın denetim altına alınması aynı zamanda insanın da denetim altına alınması anlamına geliyordu ki; bugünkü insan trajedisinin kökeninde de aynı ideolojinin izlerinin bulunduğunu görmek için fazla çaba harcamaya gerek yoktu. Bu nedenle çağdaş devrimci akımlar, siyasetçiler ve benzerleri önemsemese de, doğanın zincirlerinden kurtulması, insanın özgürleştirilmesi mücadelesinin de bir bileşeni olduğu artık kuşku götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktaydı.
Modern insanın bu trajedisi, onu yozlaştıran, alçaltan, kimliksizleştirip, kendi doğasından kopmasına neden olan büyük bir yıkımında başlangıcıdır. Bu nedenle Modern insan alçaktır ama alçak doğduğu için değil, alçalmadan yaşama şansını yitirdiği için bu böyledir. O kadar yozlaşmıştır ki, doğanın karşısına çıplak elle çıkmaya cesaret edemediğini haykırmak yerine o, doğayı fethetme adına, silahlarıyla donanmış büyük ve haşin bir orduyu salar yağmur ormanlarına.
O kadar gaddardır ki, sadece bitip tükenmez açlığı bastırma sevdasına bütün bir sığır türünün tüm bireylerini bir ahıra kapatıp, birer idam mahkumu gibi, tümünü kılıçtan geçirme işini sadece bir zaman sorununa indirgeyebilir. Tüm hayvanların yumurtalarını çalan, bütün balık türlerini tüketen odur. Ağaçları kesen, kesecek ağaç bulamayınca plastiği üreten odur. Atmosferi zehirleyen, ozonu delen, utanmazca yeni felaketleri hazırlamak için, yeni buluşlar peşinden koşan odur. Binlerce fareyi, binlerce maymunu deneylerinde birer canavara çeviren onun kültürüdür. 'Vahşi' olduğu için köpekbalıklarını öldüren, timsahların derisinden ayakkabı yapmayı düşleyen onun uygarlığıdır.
Ondan başka hiçbir canlı, balinaların ya da fokların yağlarını depolamayı düşünmez. Onun dışında hiçbir tür hayvanları yararlı ve zararlı diye ayırmayı beceremez. Onun dışında hiçbir canlı, bir başkasını evcilleştirip, kendi hizmetinde kullanmayı planlayamaz. Onun uygarlığı dışında hiçbir şey, atmosferi kirletip, ardından hijyen dolu steril bir mekan tasarlayamaz. Modern çağ kibirli olmanın erdem, alçak gönüllüğün sefalet, egemenliğin kutsal kabul edildiği karanlık bir uygarlık yaratmıştır.
işte tüm bu nedenlerle akılcılık da iflas etmiştir. Çağdaş insani yıkımın önüne akılcı yöntemlerle çıkmanın olanaksızlığı ve hepsinden önemlisi insan olarak varolabilmek için, önce insanı kutsayan bu uygarlıkla hesaplaşılması zorunluluğu, öfkeden ve cesaretten yoğrulmuş yeni bir umut arayışını da beraberinde getirmektedir.
Öfke adıyla Versus Kitap'tan yayımlanan roman bu umut arayışının felsefesi üzerine kurulmuştur. Hayvan Hakları Mücadelesini; zavallı, acı çeken canlılara yardım edebilme mücadelesi kolaycılığından çıkaran, hayvanların özgürleşebilmesinin, insanın özgürleşme mücadelesi ile yan yana sürdürülmesi gerektiğini savunan yazar, kurbanın acısını anlayabilmek için kurban olmanın gerekmediğini, ya da başka bir deyişle acı çeken ezilen, bir tek canlının varolduğu koşulda insan dahil hiçbir canlı türünün asla özgür olamayacağını anlatmaya uğraşmaktadır.
Kitap, eğer özgürlük için umut var olmaya devam edecekse; çağımızda öfke duymanın ve cesaret göstermenin varoluşun neredeyse tek biçimi olarak kaldığını anımsatmaktadır. Aynı yayınevinden daha önce çıkan Suptopia romanındaki kahramanların modern toplumun karşısından neredeyse klişeleşmiş yalnızlıkları ve çaresizliklerine karşı, Öfke tek başına olsa dahi her bireyin sorumluluğu olduğunu, o sorumluluğun da insan olabilmek için elimizde kalan son şans olduğunu hissettirmektedir.