çocukluk arkadaşım yusuf un gazoz kapaklarını çalmak. ablası gül ile beraber ip atlamak. aybuke ile sokakta tezgah kurup evdekileri satmak. hatta satamamak. satamadıgımız şeyleri yine evdeki sahiplerine satmak. elektrikli süpürgenin yanında uyumak. pazar günleri babamla parka gitmek. buldugum iki uyduruk midye kabugunu birbirine yapıştırıp içinden inci .ıkmasını beklemek... ve niceleri. artık aynı tadı alamıyorum. alamayız... aynı nehirde iki kez yıkanılmaz bir süre spnrada şu anda aldıgımız tadı alamayacagız bagzı şeylerden.o yüzden yaşanılan anın kıymetli oldugunu düşünüyorum. (bkz: carpediem)
-leblebi tozunu ağız dolusu aldıktan sonra arkadaşına karşı konuşmak,
-dondurma parasını bulunca sevinmek,
-taş direkli sahada futbol oynayıp terledikten sonra buz gibi coca cola içmek,
-geç seaatte eve girmek,
-sabahlara kadar süper mario oynamak,
-arkadaşınla çıkılan tatilde sap olmanın verdiği unutulmaz anlar,
-geç saatlere kadar radyo dinleyip isteklerde bulunmak...
tv izlemek. oysa şimdi çeşit çeşit kanal var. dizilerdeki karakterler sahte, görünen yüzler hep yabancı. nerde uzaylı zekiye, perihan abla, 7'den 77'ye, susam sokağı, tele pazar? nerde onların verdiği sıcaklık, samimiyet?
açık bir battaniyeyi bi ucundan anne tutar, bi ucundan baba tutar, çocuk da içine uzanır başlarlar sallamaya. ya da yolda yürürken bir elden anne diğer elden baba tutar, seni havalandırıp uçtu uçtu diyip az ilerde indirirler. ee yaş biraz ilerleyince bu tatlara yeniden erişmek pek mümkün olmuyo tabi... *
yaramazlık yapmak, salonun ortasında yere oyuncakları serip oynamak, komşu çocuklarla yapılan mahalle maçlarında toza toprağa karışmak, bahçesinde oynadığımız için bizi kovalayan yaşlı amcadan kaçmak, evimizin karşısındaki belediye garajının dozerlerini sürmeyi hayal etmek, bazen çocukça çığlık atmak, yaramazlık yapıp büyüklerden azar yedikten sonra acınası bir bakışla bakmak, çılgınca ağlamak ve daha nicesi. *