zaman algımız ya da daha önemlisi zamanı nasıl algıladığımız ile ilgili bilinç kazanmamız çok değerli.
çocukken, zaman algımız yok, zamansızlık içinde yaşıyoruz. zamansız olduğumuz için çok mutluyuz.
gençken, gelecek zamanı anlamaya başlıyoruz, gelecekle ilgili planlar yapıyoruz.
orta yaşta, şimdiki zamanı fark edip işimize odaklanıyor ve günü, anı değerlendiriyoruz.
40 yaşı geçince, ani ve hızlı bir şekilde şimdiki zaman algısından çıkıp geçmiş zaman çukuruna düşüyoruz. geçmişle boğuşmamız bir 10 yılı buluyor. geçmiş zaman bataklığından kurtulamayanlar ya hastalanıp ölüyor ya da aklını kaybediyor.
50 yaş sonrası geniş zaman algımız başlıyor. her şeyi bir bütün olarak ve bir yap-bozun parçaları gibi yerinde ve anlamlı görmeye başlıyor ve doğru adımlar atıyoruz.
60-70 li yaşlardan sonra geniş zamanın da bir yanılsama olduğunu ve aslında bir 'son'a yaklaştığımızı fark edip acaba bir 'sonsuz, sınırsız' zaman olabilir mi hayaliyle, başka bir dünyada sonsuz bir zamanın olabileceği ümidine kapılarak kendimizi teselli ediyoruz.
80 sonrası ya sonsuz zamanın imkanına ya da zamanın 'biten' bir şey olduğuna inanıyoruz.
insan her zaman bir ümitle ve zamanla iç içe yaşıyor. oysa hepsi bir yanılsama ve zaman denilen şey saati kolumuzdan çıkarınca anlamı kalmayan bir şey. belki de çocukluğumuzun zaman algısı doğrudur. iç içe geçen zaman algısında her şey birbirine karıştığında doğru algılıyoruzdur zamanı, kim bilir.
daha genç yaşlarımda 5.6. kata tek nefeste koşarak çıkardım şimdi en fazla 3.katta nefes gitmeye başlıyor. fizik problemi gibiyiz arkadaş a noktasından yola çıktık b noktasına doğru hızla gidiyoruz..
sizin atıldığını sandığınız dergilerin aslında babaanne tarafından kolilenip saklanıldığını öğrenmeniz üzerine, koliyi açıp dergilere baktığınızda; dergiler. çok değerlenmiştir yıllar içinde.