telefoncuya fatura ödemek icin girilir. o esna da senin arkadandan 3 tane yaş ortalamalari 60 olan amcalar gelir ve telefoncu arkada$a '' evladim bizi kampuscelli'i yaparmisin '' der . ortam da kisa süreli bir $ok ya$anir ve bu sessizliği bir dakika sonra kendine gelen telefoncunun kahkahalar bozar.
yaklaşık 1 sene önce konak-gaziemir hattında 152 numaralı otobüste yaşanmış olaydır.
akşam üstü otobüs hınca hınç doludur. otobüste oturan iki gencin hemen önünde elinde poşetlerle ayakta dikilen orta yaşlı bir hanım artık dayanamaz ve gençlere de bakarak duyulacak bir sesle feryadı basar:
+ bir Allahın kulu da yer versin ayol!!
oturan gençlerden biri hiç oralı olmaz ve bombayı patlatır:
kendini kaybedecek kadar içen bir abimizin eski model bir arabanın arkasında yazan "toprağın çocuğu" yazısını görmesiyle birlikte "ulan sen toprağın çocuğusun da biz orospu çocuğu muyuz" demesi.
kucağında kitapla huzurlu mu huzurlu ruh haliyle, denizin izlendiği yani kitabın aslında okunmadığı ve amacın yarım saatcik kafa dinlemek olduğu yerlerde geçen abık sıbık konuşmalar bütünüdür bazen.
hikayemiz insanların sakin sakin yürüyüş yaptığı, gene aynı sakinlikte bazılarının balık tutmaya çalıştığı küçük sahil kasabasının sevimli mendireğinde geçer.
kucakta kitap meselesi, önemli mesele tabi, bir daha deyineyim hatta yakalamışken dayanayım. denizin çarşaf görüntüsünün kitabın konusunu bastırdığı bir ikindi vakti, hemen beş on kaya yanda, oltasıyla balık tutmaya çalışan kadın ve onun da yanında elinde boncuk tabancasıyla balıkları deniz altındaki arkadaşlarıyla konuşurken vurmaya çalışan, balığı tabancayla öldürmenin çok önemli bir iş olduğundan bahseden çok bilmiş oğlu, kayaların altında bir ahtapot olduğunu görürler. kadın çığlık atarak uzaklaşırken çok bilmiş oğlunu kolundan tutup yanına doğru çeker. o sıra oradan geçmekte olan kasabanın yerlisi olduğu cesaretinden belli, dokuz on yaşlarında bir oğlan çocuğu diğerlerinin ürkek, benimse meraklı bakışlarım eşliğinde elini kayalıkların altında gezdirerek ahtapotu bulur çıkarır. 'pata küte' yere vurmaya başlar, pişirilmeden önce etinin yumşak kalması içinmiş efenim bu şekil. ölüm katılığı şeysi yani.
çocuk vuradursun yere, o sıra eşofmanlarıyla yürüyüşe çıkmış olan güleç teyze katılır olaya süper sevimli bi şekilde,
- ayyy o ne, plastik mi? oyuncak mı?
ben; * yok canlı, gerçek hayvan.
- ahah hani ne bilim böyle plastik oyuncaklar da var ya şimdi, onlardan sandım.
yine ben;* hı hı. diyip gülümseyerek savuşturmak istedim. yalan yok.
final cümlesi şu oldu;
- yaa, çocuklarda hayvan sevgisi çok fazla.
şöyle bir baktım yüzüne, yok espri mespri değil. ciddi mi? ciddi. bir; ahtapot okşanıp sevilecek bir hayvan mıdır?, iki; diyelim ki öyle. bu çocuk hayvanı sever gibi mi görünüyor?. evet 'ü' şıkkı olabilir.
bunları düşünürken yine aynı sahte gülümsemeyle kafamı salladım emme basma tulumba gibi. katılmaktan başka çare yok.
ben kafamı sallarken, tam yol yaparak yoluna devam etti.
ve çocuk elinde ahtapotla uzaklaşırken,
arka kayalıklardan elinde balık malzemeleriyle inen aile grubundaki kadın kocasına şöyle seslendi,
- aaa hayatım çocuk ahtopot yakalamış gördün mü?
* hmmm, evet.
- ay istesene çocuktan akşam pişiririz. veya buzluğa atarız. (çok tipik, akşam yemeğini beleşe getirme, hazıra konma, kocayı alttan alıp kündeye getirme)
* ya bırak allasen. cıkcıkcık...
bu kadar insan sahneye fırlar gibi, nasıl olur da ortamı bunca gürültülü (kah yararak,
kah şaşırtarak), bunca salak hale getirir anlamam, anlayamam. ne anlıcam yav banane.
esenler'in en işlek caddesi davutpaşa'da eşarp dükkanı açan abimizin dükkan ismi olarak soyadından * esinlendiği ferce'yi kullanması. akabinde ferce'nin arapça'da vajina anlamına geldiğini öğrenmesi ve bunu tu kaka bana ile paylaşması.
çarpık kentleşmiş istanbul'un daha da bi çarpık kentleşmiş bir gecekondu mahallesinde, nasıl olmuşsa artık, kasapın elinden kaçan manda yolda ilerlerken gecekondunun birinin çatısında bulmuştur kendini. kiremitleri falan dele dele ilerlemeye çalışır. ancak fazla uzağa gidemez, çatının bir yerinden açılan deliğin (yani evin) içine düşer, orda mahsur kalır.
antalya da plajda, arkadaşlarla güneşleniyoruz. yandaki şezlongda üç tane güzel rus bayan var. hepimiz en az orta derecede ingilizce bilen insanlarız. fazla medeni cesaretimiz olmasa da, medeni halimizin bekar olmasının verdiği abazanlıkla konuşmayı kafaya koyduk. biz söze nasıl girsek, nelerden bahsetsek diye düşünürken, recep ivedik görünümlü halk arasında kıro diye tabir edilen bir beyefendi(!) kızların yanına yanaştı, sırayla kızları işaret ederek, "i love you, i love you, i love you" dedi ve kızların üçünü de yanına alarak hızla uzaklaştı.
beşiktaş barbaros bulvarından aşayığa doğru inerken bir poils bir taksi birde bayan yol kenarında tartışıyorlar bağıra çağıra bende yanlarına gittim. olayı anlamaya çalışıyorum.. taksici ters yola girmiş kadından yol istemiş kadında vermemiş ve akabinde aralarında gecen şu diyalogu polisin yanında tekrarlıyorlar.. etrafındakilerde tabi bende izliyorum.. diyalog aynen şöyle;
polis: şimdi kardeşim sen bu kadına ne dedin anlat bakıyım bir daha.
taksici: memur bey ben ters yola girdim kestirme olsun diye yani yoksa çok dolaşcaktım. neyse tam yolun sonuna geldim bu kadın karşıma cıktı. yol istedim vermedi.. bidaha istedim vermedi.. korna caldım istedim yine vermedi.. bende çok sinirlendim indim arabadan.. yol versene be kadın dedim o da burası ters yol geri gitsene dedi.. bende yolların prensimi sanıyorsun lan kendini dedim.. oda bana evet sanıyorum ne olcak dedi.. bende yolların kralıda benim domalda koyayım götüne dedim.!
polis: nasıl yani şimdi.. allah allaha bidaha anlat bakıyım?
der meister'in canı sıkılınca gittiği bir tatlıcısı vardır. o mekânın müdavimidir yani. kimi zaman oturur çay içer kimi zaman parası yettiğince enerji toplar. yine böyle bir akşam, kafası dağınık bir halde tatlıcıya girer kahramanımız. yanında da bir arkadaşı vardır, "eve götürelim orda yeriz, servis mervis beklemeyelim şimdi" der ve tatlıyı alır*, kasaya yönelir. kahraman ödemeyi yaptığı sırada tatlıcı tatlıyı da tezgaha bırakır. arkadaş tatlıyı alır, kahraman ödemeyi yapar ve orada duran bir poşeti alarak yola koyulur. kapıdan çıkacağı sırada bir ses duyar:
"beyefendi götürdükleriniz benim tatlılarım!"
yaa... arkadaşının eli boş gittiğini sanan der meister, o sırada ödeme yapmak için bekleyen adamın tatlısını da alıp yola koyulmuştur. o gün bu gündür gidilmez o tatlıcıya. hırsıza çıkmıştır adları.
oldum olası kürdanı kullandıktan sonra kültabağının içine atanlara ya da yemek tabağının içine koyanlara uyuz olurum. bundandır heralde kürdanı kullandıktan sonra geri paketinin içine koyar öyle çöpe atarım. tabi bazen kötü sonuçlar vermiyor da değil.
bi keresinde etli yemek yedikten sonra aynı işlemi yapıp kürdanı küçük paketinin içine koydum. hemen önümde duruyordu. arkadaş yemeğini bitirince birden benim kürdanı aldı. açıp dişlerini karıştırmaya başladı. dur lan demeye zamanım olmadı o an. iyice karıştırıp işini bitirdikten sonra söyleyebildim. arkadaşın yedikleri burnundan geldi resmen.
sonra hiç gereği yokken kürdanı kullanırken dişimi kanattığımı söyledim. çürük dişin içinden büyük bi et parçasını nasıl başarıyla çıkardığımı anlattım. dişimi de gösterdim.
epey bi görmedim o arkadaşı ondan sonra.
sonra evlenmiş, çoluk çoçuk sahibi olmuş dediler.
o gün bu gündür kürdanı kullandıktan paketine koyar sonra da kırarım.
(bkz: yavuzum) adli yazar kisinin basindn gecen yaran bir olay. *
yavuzum says:
feribottan baktım ileriye doğru
yavuzumsays:
hey gidi istanbul dedim sen mi büyüksün ben mi büyük ananı sikicem dedim
yavuzum says:
o arda bi amca
yavuzum says:
orası izmit dedi
yavuzum says:
nlmnfblamdfnadfnkmaşdngaknlkn
lkb says:
dnbvgkld;sldfhkljfg
lkb says:
dng
lkb says:
jfkbhvj
lkb says:
e fikra olmus bu
lkb says:
ahahahaha
lkb says:
bn bunu yazarim
bir kahvede yasanmistir. kisiler tamamen gercektir.
hafta sonudur. bildigin mahalle kahvesinde ogleden sonra batak oynamaya basladik. saatler ilerliyor ama oyun cekismeli. kimse yerinden kalkmak istemiyor. karnimiz acikinca kahveciye söyledik disaridan yemek siparisi verdi, köfte ekmekleri götürdükten sonra bu kez de sigara paketlerinin sonunun geldigini görüp yine kahveciye bakkaldan sigara getirtmesini söyledik. bu kez de canimiz kola cekti. arkadas kahveciyi cagirip "ya sizde cok pahali oluyor, tadini da alamiyoruz tam. su bakkaldan litrelik kola alsak da surda icsek, nasil olur" seklinde sakayla karisik sorunca kahveci artik dayanamadi:
- olur amuga koyum niye olmasin. cayi da karsi kahveden getirtiriz tamam olur.
bu olay benim değil, kuzenimin başından geçmiştir. baştan söyleyeyim, sonra amma malmış lan bu demeyin.
şimdi elektrik kesintileriyle meşhur yakuplu da bir apartmanın 9. katında ikamet eden kuzenim asansöre biner, elektrik kesilir, kuzenim asansörde mahsur kalmaya alışık olduğu için panik yapmaz, alarm tuşunun olması gereken yerde boşluk olduğu için bir yandan kapıyı tekmeler bir yandan da hısım akrabaya telefonla haber verir. hısım akraba tamirciye haber verirler. kuzen asansörde beklerken sidik torbasında bir şişlik hisseder ve çişinin geldiğini anlar. bir an işemekle, sidik torbasının patlaması arasında kararsız kalır ve sonunda apartman sakinlerine rezil olmak pahasına işemeye karar verir. tam işemeye başlarken, son anda gözüne alarm tuşunun boşluğu takılır. alarm tuşunun boşluğu çük hizasının biraz yukarısında olduğu için, kuzen, ayak parmaklarının ucunda yükselir ve basınç kuvvetinin de yardımıyla sidiği istediği yere ulaştırır. fakat normal şartlarda, kocaman klozete bile işeyemeyen tipik bir türk erkeği olan kuzen sonunda adresi şaşırır ve sidikler boşluktan yavaş yavaş aşağı doğru süzülmeye başlar. sonunda kapı açılır. bir grup apartman sakininin gözü önce kuzene sonrada tuş boşluğundan süzülen sidik huzmesine kayar. kuzen bir hafta apartmana uğramaz.
az önce toreador adlı yazar arkadaşın evde star tv izlerken altta yazan "galatasaray başkanı ateş püskürdü" yazısını başkanın ismi ve soyadı olarak yani ateş püskürdü olarak algılaması ve bunu bana itiraf etmesi.
bu gece yapılan popstar alaturka yarışmasında nergiz isimli yarışmacı sahneye çıkarken yanımda bulunan toredor isimli yazar arkadaşım kadının merdivenlerden inişini görüp "bu karı takılıp düşer" dedi. kafamı çevirmemle bir kaç saniye sonra kadını yerde gördüm. sonuç bir anlık şaşkınlık ve kahkaha krizi.
trafik cezasını yatırmak için, ilgili devlet kurumundayız. bina büyük ve farklı devlet daireleri var içinde, danışman türü bir andavala, nereye gitmemiz gerektiğini soruyoruz ve tipik bir devlet memuru öküzlüğüyle bizi cevaplıyor. aslında cevaplamıyor ya, neyse. önceki aşamaları halledip, son iş için vezneye gidiyoruz ve memurla geçen muhabbet;
- parayı buraya ödüyoruz değil mi?
+ (neşeli bir şekilde)evet evet, sen bu kuyruğa bakma. bir iş için üç kişi bekliyorlar.
(neşeli bir memur görünce şaşırdık tabii. önümüzdekilerin işi bitti ve sıra bize geldi, plakayı söyledik ve borcu bekliyoruz. 115 ytl ama erken ödeme indirimi var 25 %.
- ohoo, bunun borcu almış başını gitmiş. niye ödemediniz bunu daha önce evladım?
+ (içten bir hassktir çekerek) şey ama borcu yoktu ki, hem bu ceza da yeni, bir hafta bile olmadı.
- sen öyle diyorsun da, burada 376 lira 35 kuruş diyor borcuna.
+ (yutkunma efekti) ama nasıl olur ya?!
- eheh şaka yaptım, 87 lira 75 kuruş.
+ (şükür) yalnız iyiydi, küsüratlı bir şey deyince hakikaten inandım bir an.
- küsüratlı sayı verince inandırıcı oluyor zaten, tecrübeyle sabit *
devlet dairelerinde böyle neşeli, insanın hayat enerjisini bitirmeyen, karşısındakini insan yerine koyan güzel insanların olduğunu bilmek ne güzel. her ne kadar istisna olsalar da...
nada nın kardeşi 8 yaşındayken tvde gördüklerine özenip rejim yapmaktadır. bir akşam yemeği anında kardeşinin rejimde olduğunu bilen nada çocuğun normal standartlarda yediğini fark eder ama nasılsa zayıf, rejim gereksiz diye düşünerek ses etmez.
aradan yarım saat geçer ve nada kardeşinin yemeğin üstüne bir paket eti formu bitirdiiğini görür ve;
"deli misin sen yemeğin üzerine bi de eti form mu yiyosun" der.
kardeşinin cevabı dumur edeci niteliktedir.
"eti form zayıflatıyormuş ya, onun için yiyorum."
lisede bir arkadaşın yüzüme hapşırması, benim de refleks olarak "ebeni s.kim" demem, arkadaşın "çok yaşa" dediğimi sanıp "hep beraber" diye cevap vermesi, tüm sınıfın yerlerde yatması, sonra olayın ebesini halka açan arkadaşa anlatılması, arkadaşın biraz* çam yarması olduğu için sözümü geri almam, sonra onun bile olaya gülmesi.