insanın özü yoktur, yapıp ettikleri onun özünü belirler diyen felsefe...
kimse kral çıplak demiyor ama...
bu durumda istemeden kötü işler yapan kimseleri kötü kabul etmek gerekecek...
çok hoş değil...
jean paul sartre' nin bulantı adlı eserinin en iyi edebi örneği olduğu felsefi akım. albert camus' un yabancı, yine sartre' nin özgürlüğün yolları üçlemesini oluşturan akıl çağı, yaşanmayan zaman, yıkılış eserleri diğer önemli örnekler arasındadır.
Felsefi bir akım olup insanın yaptıklarının ve ahlaki kuralların insan tarafından var edildiğini ve yönlendirildiğini , hayattaki önemliliğin kişinin kafasındakiler olduğunu ve bu yolla önemli olanın öznel olduğunu savunur. F.Nietzsche'nin tanrıya inananlar için onun öldüğünü ve şimdi hayatta olan ben'in kendini yaratmasını anlatmaya çalışırkenki kendini ifşa ettiği akımdır.
bir dönem edebiyatını ciddi biçimde etkilemiş, bağlı bulunduğum felsefi akımdır. her en kadar sartre ile anılsa da dostoyevski ve kafka gibi isimleri de unutmamak lazım.
Insan özgürlüğe mahkumdur. Yaptığı her şey attığı her adım özgürlüğe yöneliktir. Atılmış ve çaresiz olduğunun farkında olan her insan özgürlüğe mahkumdur. Sınırlı bir zamanda ve sınırlı hareketler gerçekleştiren her birey özgürdür ve buna mahkumdur..
varoluşçuluk ve geçmiş ilişkilendirilmiş ancak varoluşçuluğu varoluşçu olarak nitelendirilen yazarlar-düşünürler dahi bir kalıba sokamazken ele geçen bir iki kitapla ve sözle tanımlamaya kalkmak ne kadar doğrudur bilinmez. ve söylendiğine göre varoluşçuluk karamsar bir havadaymış. neyse bu gibi yavan düşüncelerle bu felsefeyi eleştirmek bir nevi cahil cesaretidir bence. ancak bilinmelidir ki varoluşçuluk bu kadar basit kalıplar içerisinde yer almamaktadır. varoluşçuluk varlığı sorgulamaktır ve var olanı sorgulamaktır. bununla birlikte anlam'ı sorgulamaktır ve buna göre ontolojik çıkarımlar-yorumlar getirmektir. fenomenleri-numenleri hattası epistemeleri sorgulamaktır. bukowski gibi nietzsche gibi kundera gibi aslında "varoluşçu" ya da bu çizgide değerlendirilmeyecek kişilerle ilişkilendirilmesi bu felsefenin gerçekten ne kadar çetrefilli olduğunu bize tekrar göstermektedir. thales'ten bu yana ve daha öncesinde sorulan soruları "modern insanın" diliyle ve bireyselliğin de katkısıyla tekrar sormaktır. ve tekrarlıyorum varoluşçuluğun geçmiş ya da gelecek gibi fazlasıyla basit "olgularla" işi yoktur o ancak tablonun tümüyle ilgilenir ve buna göre kalemini oynatır. saygılar.
bi gözü allaha bi gözü toprağa bakan saygıdeğer velinimetimiz sartre amca demişti bu lafı. neye dayanarak demişti acep?
öncelikle varoluşçuluğun malzemesi insandır insandaki anlam ve varoluş karmaşasıdır ve bu karmaşadan ekmeğini yer. varoluşçuluk için tanımlarının ve çıkarımlarının yegane adresi yine "insan"dır. he amına koyim diğer felsefelerin değil sanki dediğinizi duyar gibiyim oraya da geleceğim az sabır. elbette dünya üzerinde bütün felsefelerin dayanağı insandır zaten varoluşçuluğun şu bahsedilen "insancılığı" burada ortaya çıkmaz.
varoluşçuluk insancılıktır çünkü insanın dünyaya kendi seçimlerinden bağımsız olarak atıldığını savunur ve tümüyle anlamsız bir hayatta anlam arayışında heba olduğunu görür bi bakıma düştüğünü görür ve o'na yardım eder. öncelikle varlığının tanımını ve bu anlamsızlığını anlatmaya çalışır. öncelikle o'nun boş ümitlerini ve iyimser düşüncelerini alır yerine karamsarlık kokan aslında öyle olmayan "gerçekleri" anlatmaya çalışır varlığının büyük anlamlar içermediğini ancak bu anlam arayışında kendi anlamlarını oluşturabileceğini söyler. insanın yalancı bir mutluluk ve inançtan ziyade kendi yarattığı temelini kendi attığı perdenin arka yüzünde neyin olduğunu bildiği bir "anlam" yaratmasına olanak sağlar. varoluşçuluk tümüyle insan için "gerçeklerle" boğuşur. bu gerçeklerin iyimser ya da kötümser oluşuna bakmaz o'nun için sadece gerçekler, anlam ve varlık sorunları vardır. bu sorunlarla birlikte ortaya çıkan tablo elbette pek iç açıcı olmayabilir fakat bu tabloya objektif yaklaşabilen bir insan kendini tanır ve dünyadaki konumunu en gerçek haliyle kavramaya başlar. bu noktadan sonra varoluşçuluk kişinin görüngülerin (fenomenlerin) öncesini ve sonrasını kavramasında yardımcı olacaktır. kendi terazisinde kendisi ve diğer "şeyleri" tartacak buna göre de bir görüş açıklığı kazanacaktır. elbette tüm bunların sancısız olması beklenemez ki acı çekmeden devam edilen yol kişiyi hiçbir yere ulaştırmayacaktır. bundan mütevellit evet varoluşçuluk aslında "insancılıktır" ve düştüğünü gördüğü insanı savunur ve o'nun için çabalar.
hani bir yağmur yağar da baaağzen temmuzun ortasında bu ne serinlik amına koyim ya...
okuyun lan keraneciler üşenmedim kafa patlattım burda emeğe saygı.
evet geyiğimizi de yaptıktan sonra meseleye gelelim.
neden varoluşçuluk özden önce gelir? nediir bu tırı vırı?
Varoluşun özden önce gelmesi (yalnızca insan için) varoluşçuluğun diğer felsefelerden ayrıldığı en keskin noktadır. insan için özün oluşması ve diğer "şey"ler için özün oluşması ya da "varlaşması" şöyle izah edilebilir herhalde; insan birey olarak vardır ve kendi seçimlerinden sorumlu oluşu ve bu seçimlerle kendini "var" edişi o'nu tümüyle sorumlu kılmaktadır ancak insan dışında hiçbir varlık gösteremeyiz ki bu sorumluluk mefhumundan haberdar olabilsin (doğal olarak) bu nedenle varlığı tanımlama çabasına girdiği anda "özüyle" "varoluşunu" tanımlamaya çalışır.
Dil şöyle der "kalem", zihinse ucu sivri kurşun ya da tükenmez kalem olarak nitelediği "nesneyi" beyninde oluşturur burada kalemin varlığı değil "var oluşu" yani özü yaratılır. Kalemin oluşması için kaleme ihtiyaç yoktur imgeler karşılığını rahatlıkla beyne aktarabilir. Ancak söz konusu insan olduğunda insanın varlığını tanımlama çabasına girdiğimizde dilin "insan" telaffuzundan sonra insanın oluşabilmesi ve bunu tahlil edebilmesi için öncelikli koşul "var olması"dır. insan dediğimizde dilden çıkan kelime ile beyindeki karşılığını oluşturma gayreti anlamsız olacaktır eğer düz mantıkla gidersek elbette "kalem" örneğinde olduğu gibi olması beklenecektir fakat "bilinç" ve "zihnin" özelliği ve buna eklenen "var olmanın" sorgusu durumu insanı diğer canlıların ve nesnelerin "var olma" biçimlerinden fazlasıyla ayıracaktır.
insan önce vardır bunun üzerine "özünü" inşa eder bu öz oluştuktan sonra da diğer varlıkların özlerinden yola çıkarak varlıklarını tanımlar. Çünkü insan her şeyden önce "var"dır öz oluşabilmei için var olmak zorundadır, ama nesneler önce insanda "öz" biçiminde vardırlar. Elbette burada şu eleştirileri işitebiliriz "insan yok ise "şey"ler de mi yoktur" bu tür bi yaklaşım konunun çok dışında ve doğru olmayan bir yaklaşımdır buradaki varlık meselesi "insandaki varlık anlayışı ve varlığın oluşması" meselesidir.
Konuya açıklık getirecek olursak insanı iki şekilde ele alalım; "dünyadaki varlığı" ve "özü" ve bu iki durumu da karşılaştıralım bu öz anlayışının ve tümüyle bilişsel kaygıların tanımlarının oluşabilmesi için en temelde ortada var olan bir "insan" biçiminden söz etmemiz gerekmektedir ancak bir nesnenin hiç bir zaman öncelikle "varlığı" sonrasında ise "özü" söz konusu olmayacaktır. Dilin nesneleri yaratmadan önce zihinde canlandırdığı nesnenin özü onun da varlığının neden özünden önce gelmediğini özünün önce geldiğini aynı şekilde bu tanımlamaya göre neden insanın önce "varlığının" geldiğini sonrasında ise "özünün" oluştuğunu bize gösterecektir.
ne olursa olsun sonu eskatoloji sorunlarına değinen , varoluşcu felsefe yapacağım ancak ahlaka değinmezsem rahat edemem ,bana göre edebiyatcı olan sartre ı hatırlatacan , var olmanın sorunlarını özgürlük ile çözmeye calısmanın başka yolu , felsefe okurken zevk alacağınız ancak bi yerde canınızı sıkabilecek bu ne ya dedirtebilecek durumları önünüze getiren ,var olma kavramının akımı diyebileceğimiz bir şey, yazarken bile sıkıntı bastı ....
20. yy modası olması için insanın ölümsüzlüğü bulması gerekmektedir. bu sebeple varoluşçuluk bir 20. yy modası olmaktan hayli uzaktır. varoluşçuluğun ana meseleleri ölüm, özgürlük ve anlamdır (kısmen de yalıtım) bunlar üzerine kafa yorar bunlar üzerinden çıkarımlar yapar. kalburüstü bir felsefe değildir olması gerekenin ta kendisidir. ancak insanlık henüz bu olması gerekenden çok uzakta olduğundan bahsi edilen felsefe birkaç yüz yıl daha beklemeye alınabilir.
ek: heidegger'i anlayan arkadaşlar bana mesajla bi zahmet ulaşsın...
türkiye'de en baba kitapları hiç kuşkusuz aylak adam ve tutunamayanlardır. yok olmaktan(bedenen değil, ruhen) tırsar ve yok olmuş insanları samimiyetsiz bulurlar genelde.
"varlık özden önce gelir." cümlesiyle özetlenebilen, ancak yeni öğrenmeye çalışan birine bu cümleyle tam olarak açıklanamayan jean paul sartre'nin öncülüğünü yaptığı felsefi akımdır.
üzerine kurulduğu temellerden ötürü, felsefeyi özümseyenleri kısıtlamayan dolayısıyla pek fazla kuralları olmayan felsefe, yaşam tarzı.
öncülüğünü yapan yazarların edebi taraflarının daha güçlü olmasından ötürü, felsefi bir akımdan çok edebi bir akım olarak görülür.