bugün

haruki murakami'nin yeni kitabı.
edit: 2005 yılında çıkıp bizde yeni türk diline aktarılan kitap.*
Japon yazar Haruki Murakami'nin mistisizm dozu fazla kaçmış çok satan romanı. Türkçe'de yayınlanmak üzere olduğunu bir köşe yazısında okuyup merak duymuştum. Doğal olarak nesnel bir yazı değildi bu, köşe yazarları kitap ya da film tanıtıcısı değildir ve eğer herhangi bir sanatsal ürünle duygusal bir bağ kurmuşlarsa hakkında yazı yazarlar. Ben de biraz kolay etkilenen veya olağan dışı bir övgüyle söz edilene merak duyan sıradan bir okur olduğumdan çıkar çıkmaz gidip kitabı aldım, belki de ilk alanlardan biriyimdir. Romanı aldığım kitabevi belli bir miktarın üzerinde alışveriş yapana yanında bir de bedava kahve kuponu veriyordu, fazla zaman kaybetmeden anlaşmalı kafenin en yakın şubesine giderek garsonun tavsiye ettiği zor isimli kahveyi istedim ve romanı okumaya başladım. Başlangıçlar genelde güzeldir denir, denildiği gibi de oldu, şimdi düşünüyorum da bu okumayla ilgili en güzel anılarım o mekanda o kahveyi yudumlarken okuduğum romanın ilk bölümlerine ait. Kuşkusuz ki zamanı belli bir mekanda ve sevdiğimiz anda durdurmak mümkün değil, zamanın varlıkla olan, filozofların sürekli kuşatıp sonra alamadıkları için geri çekildikleri bir kale gibi duran o çözümsüz ilişkisi yine hükmünü icra etti ve bir süre sonra mekanı terk ettim. Sonrası daima belleğe kalır tabii, o cafedeki küçük masam, Murakami'nin okur ruhunu dolaysız saran üslubuyla tanışmam, karşı masaya büyük ihtimalle erkek arkadaşını beklerken vakit geçirmek için gelen bir genç kızın belki de bana nispet olsun diye çantasından çıkardığı bir kitabı okumaya başlaması, hatırlamaktan hoşlandığım güzel anılar olarak kalacaklar uzun bir süre. Derin konulara dalarken kolay okunabilmeyi de başaran bir yazar Murakami. Yanlış anlaşılmasın, ben okunaksızlığın başyapıtlarını da aynı ilgi ve sevgiyle okumuş biriyim. Kolay okunur olmak benim için gerek şart olamaz bu açıdan. Ama herkesden de James Joyce olmasını beklemek anlamlı olmaz ve eğer edebiyat dili güçlüyse okunaklı olmak da elbette olumlu bir niteliktir. Edebiyat tarihinde de Tolstoy bu bağlamda bana göre Joyce'un karşı ucundaki dahidir. Gelin görün ki, derinliği okunaklılıkla birleştirmek de her zaman bir Tolstoy olmaya yetmiyor, başarılı yazarlık da büyük yazar olmakla aynı anlama gelmiyor. Haruki Murakami, çok farklı dünyaları olan diğer çağdaşları gibi büyük yazarlar döneminin kapanmış olduğunun kanıtlarından biri gibi duruyor. Bilemiyorum, o kafeyi terk ettikten sonra okumanın büyüsü mü kayboldu yoksa gerçekten üstat kendi büyüsünü mü yok etmiş yazma sürecinde ama o ilk bölümlerdeki merak duygusu giderek yerini denetimsiz bir gizemciliğe, ağdalı bir melankoliye ve hatta kimi zaman başa çıkılamayan bir hüzne bırakmış. Herşeyden önce o Kafka'nın neden Kafka olduğunu anlayamadım ben mesela. Kafka'nın en büyük özelliği kendi yarattığı sürrealizme inanmaması, ona hep belli bir mesafede durmasıdır. Romanları boyunca, "Sen aslında yoksun ama var kabul ediyorum", der gibidir Kafka. Onu Kafka yapan ironisi de bu temel paradoksda gizlidir. Oysa Murakami amca (romanı okuyanlar bu espriyi anlayacaklardır) , olanca ironi çabasına rağmen kendi mistik dünyasına aşık olduğunu biraz fazla açık etmiş, bu da beklentinin tersine, okurun romanla olan güven ilişkisini ters yönde etkilemiş, en azından ben bazında bu böyle oldu. Doğrudur, geniş bir felsefe kültürü var, özellikle o blow-job (türkçe argoda saksafon) yaparken Bergson'dan Hegel'den alıntılar yapan felsefe öğrencisi fahişe fikri çok ilginçti. Bunun dışında bir Johny Walker'ın ve Kentucky Fried Chicken'ın simgesi Albay Sanders'ın vücut bulma düşünceleri de konuya elbette renk katmış. Ama bazı temel sorular bence yanıtsız kalmış. Mesela eğer böyle bir kurgu yapıyorsanız ben kendi adıma romanın kilit adamı olan Nakata'nın öyküsünün daha net verilmesini isterim. Romanın başlarında 2. Dünya Savaşı sırasında Japonya'da bir grup ilkokul öğrencisinin başına gelen çok sıra dışı bir olay naklediliyor. Başlarındaki genç bir hanım öğretmenle geziye çıkan öğrenciler geçen bir uçağın ardından birer birer bayılıyorlar. Nakata da bu küçük öğrenciler arasındadır ve diğer çocuklar hemen ayıldıkları halde onun kendine gelmesi çok uzun zaman almıştır. O dönemde yapılan askeri ve tıbbi sorgulamalar, genç bayan öğretmenin olayı inceleyen doktora yazdığı mektup, romanın en ilginç bölümlerinden. Çok hüzünlü bir hikaye anlatılır bu mektupta ve öğretmen bu mektubu yıllar sonra yazmıştır doktora. Bir daha da bu konuya roman boyunca dönülmez her nedense. Çok zaman sonra bir Kafka Tamura çıkar ve 15 yaşında evden kaçar. Babası ünlü bir heykeltraştır ve annesiyle ablası o on yaşındayken bize asla tam açıklanmayan nedenlerle evi terk etmişlerdir. Kendisi de evden kaçar, yolda Sakura adlı bir kızla karşılaşır, onunla ilginç bir macera yaşar. ilerleyen bölümlerde bu kızın onun ablası olduğu ima edilecektir bize. Daha sonra gittiği yerde bir kütüphaneye yerleşir. Orada Oşima ve Saeki Hanım gibi birbirinden tuhaf iki tiple karşılaşır. Sahilde Kafka tablosunu görür, bu kadar çok Kafka'nın hiç de Kafkaesk olmadığı halde kendini Kafkaesk zanneden bir romanda bir araya gelmesini de okur tuhaf karşılar. Çok karışık bir hikayesi vardır bu tablonun da, ve sıkı durun, aynı zamanda da bu isimde bir şarkı vardır. Saeki Hanım gençliğinde bu şarkıyı plak yapmış ve plak çok satmıştır. Şarkının sözleri biraz şifrelidir, giriş taşından filan söz edilir. Acaba Harry Potter'a mı geçiş yapmaktayız diye bile düşündürtebilir. Bu bağlamda devreye Nakata Amca ve diğer bazı kahramanlar girer ve roman ustalıklı hoşluklarla akar gider. Romanın ana teması ise Oedipus kompleksi üzerine kuruludur, genç Kafka Tamura'nın, babasını öldürüp annesiyle yatacağına dair yaygın bir rivayet söz konusudur ve olaylar da bu minval üzerinde, gerçeğin her türlü dekonstrüksiyonu göze alınarak akar gider. Buradan da acaba şu Kral Oedipus'u artık biraz rahat bıraksak da biraz da bu çağdan geleceğe aktaracağımız başka kompleksler var mıdır ona baksak fena mı olur şeklinde bir soru neden çıkmasın diye düşünüyorum ara sıra. Eski Yunan Tragedyası, Eski Yunan Felsefesi. Tamam ben de sever okurum hiç itirazım yok da, belli bir dönem ve belli bir yöreden çıkan her fenomeni neden bütün zamanların ve kültürlerin temel motivasyonu saymak zorunda olalım ki? Üstelik benim şahsen Freud'un en az inandırıcı bulduğum teorisi şu Oedipus Karmaşasıyken.
romanın ilk dikkat çeken yanı tuğla ebatlarında olmakla beraber yokuş aşağı koşarcasına kolayca okunup tüketilebilmesi. murakami baştan bu yana yazınsallığı da fazla ihmal etmeden kolay okunmayı, dolayısıyla çok satmayı, popüler olmayı tercih etmiş gibi... karizmatik, gizemli tipler yaratmakta son derece başarılı ve olay örgüsünü kurarken kendini gerçeklikle sınırlamayıp fantastik, fizikötesi olaylara, karakterlere yer vermekten hiç çekinmiyor. bu tercihi romanlarının, özellikle de sahilde kafka'nın azalmayan bir ilgi ve heyecanla okunmasına katkı da bulunuyor. anlatım, dolayısıyla roman zaman zaman vasata düşse, aceleyle ve biraz özensizce kaleme alınmış gibi görünse de yazarın sıradışı hayal gücü, tartışmasız yeteneği, roman kahramanlarının aurası/çekiciliği, romanın nasıl biteceğine, olağanüstü nitelikteki rastlantı ve olayların sonunda nasıl bağlanacağına dair ustaca uyandırılan yoğun merak, diyaloglardaki mutlak başarı romanı son derece cazip hale getiriyor.
orijinal adı "umibe no kafuka"dır. murakami'nin bütün kitapları gibi oldukça sürükleyici. şahsen en çok bu kitabını beğendim ancak zemberekkuşu'nun güncesi ile imkansızın şarkısı da en az bu kitap kadar güzel.
kafka temura'nın maceraları.
en etkileyici karakteri hoşino'dur.
haruki murakami'nin 2002 yılında yazmış olduğu sürrealist kurguya dayanan romanı.

kafka tamura on beş yaşına girdiği gün evden kaçar. uzun zamandır planladığı bu kaçışın nedeni babasının yıllar önce dile getirdiği uğursuz kehanettir. ama babasının bir “düzenek” gibi içine yerleştirdiği kehanet gölge gibi peşindedir. kafka ilk kez aşkı ve tutkuyu yaşarken gizemli bir cinayetle kehanetin ve kaderinin düğümleri çözülmeye başlar.

Fakat kitabı okurken kafanızda şu oluşuyor devamlı; o kadar çok avrupa ve amerikan kültürüne yer verilmiş ki, sanki japonya'dan adam çıkmıyor. Bunun nedeni düşündüm uzunca bir süre, sonra bir haber gördüm; nobel'in en büyük adayı murakami bu sefer de ödülü bob dylan'a kaptırdı. Bunu görünce accaba dedim, kendisini batı medeniyetine bu şekilde sevdireceğini düşünüp yazdığı bir roman mıydı ki?

ayrıca kafka, çekçe'de karga anlamına gelmektedir.

ve;

--spoiler--

--spoiler--

Hayat bir metafordur Kafka tamura!