bugün

Türkler bu topraklara ne zaman ve nasıl gelmiştir? Anadoluya geldikten sonra yerli halk ile bir karışıma uğramış mıdır yoksa saflığını muhafaza mı etmiştir?

Türkler, tarihin çeşitli devirlerinde Anadolu toprakları üzerinde bulunmuşlar, kimi zaman istanbul’u kuşatmışlar (Avarlar), kimi zaman da Bizans ordusunda paralı askerler olarak görev almışlardır (Peçenekler). Hatta bundan çok daha önce Hun Türklerinin Anadoluya keşif amaçlı akınlar düzenlediği de bilinmektedir. Fakat, ırkımızın Anadolu topraklarına topyekün yerleşmesi Selçukluların öncülüğünde başlamış ve yüzyıllarca süren bir göç dalgasının neticesinde Anadolu tam manasıyla bir Türk yurdu haline gelmiştir.

1040 yılında Dandanakan’da Gazenliler’i bozguna uğrutarak devletini kuran ve 1071 yılında Bizans’ı hallaç pamuğu gibi fırlatıp ‘’Konstantinapolis’’e çekilmeye mecbur kılan Selçuklular, yurt arayışı içerisinde olan Türkmen kitlelerini Anadolu’ya yönlendirmişler, boy beğlerine elde edecekleri toprakların yönetimini vereceklerini garanti etmişlerdir. Akabinde, yeni toprak arayışı içerisinde olan Oğuz boyları akınlarını Anadolu üzerinde sıklaştırarak muhtelif yerlerde küçük devletçikler(beylikler) kurmuşlar, Asya’dan getirdikleri kültürlerini yeni edindikleri yurtlarının her köşesine taşımışlardır. Malazgirt sonrasında kurulan beylikler şunlardır;

izmir beyliği: Oğuzların Çavuldur boyundan olan Çaka Bey tarafından 1081 yılında izmir dolaylarında kurulmuştur.

Dilmaçoğulları beyliği: Doğu Anadolu’da Erzen ve Bitlis’te, 1085-1192 yılları arasında hüküm sürmüş olan bir Türk beyliğidir. Kurucusu Dilmaçoğlu Mehmet Bey’dir.

Danişmendliler: 1071-1178 yılları arasında Sivas, Malatya, Kayseri, Tokat, Amasya ve civarında hüküm süren bir Türkmen beyliğidir. Kurucusu Danişmend Ahmet Gazi’dir.

Saltuklu Beyliği: Emir Saltuk tarafından kurulmuş, Erzurum ve civarında 1092-1202 yılları arasında hüküm sürmüştür.

Mengücekler: Erzincan, Kemah ve Divriği’de, on birinci yüzyılın sonundan, on üçüncü yüzyılın sonuna kadar hâkim olan Türk beyliğidir. Mengücek Gazi tarafından kurulmuştur.

Ahlatşahlar: Van Gölünün batı sâhilinde bulunan Ahlat’ta, 12. asrın başlarında kurulmuş olan bir Türk devleti. 1100 senesinde Sökmen el-Kutbî tarafından kuruldu.

Çobanoğulları Beyliği: Kastamonu'da Türkiye Selçuklularının uç beyi (beylerbeyi) olarak bulunan, Oğuzların Kayı boyuna mensup Hüsâmeddîn Çoban tarafından kurulmuştur.

Artuklu Beyliği: 1101-1409 yılları arasında başkenti Diyarbakır, güneydoğudaki, Mardin, Hasankeyff ve Harput bölgelerinde hüküm sürmüş bir Oğuz Türkmen Beyliğidir.

inançoğulları Beyliği: inançoğulları, Germiyanoğulları hânedânındandır. Fakat inanç Bey'le babasının hangi Germiyan beyinin oğlu veya kardeşi olduğunu şimdilik bilinmemektedir. "Lâdik" denen Denizli başkent olmak üzere Denizli bölgesinde hüküm sürmüşlerdir.

Görüldüğü gibi, Malazgirtten kısa bir süre sonra Anadolu topraklarının neredeyse tamamına Türk beğleri hakim olmuş, göçebe Türk kültürü yerleşik bir hal alarak sağlam temeller üzerinde yükselmeye başlamıştır.

Peki, Türk beylikleri Anadoluya girerek bu yeni yurdun çeşitli bölgelerine iskan ederken, Anadolu’da Türklerden önce de var olan yerli unsurlar ne yapmaktaydı? Rum, Ermeni, Gürcü ve azınlık bir arap ve süryani topluluğu Türkmen beyliklerinin yayılmacı politikalarına karşı ne yaptılar?

Gerçek şu ki, Selçuklular ve onların önderlik ettiği kalabalık Türkmen kitleleri henüz Anadolu topraklarında bulunmazken; Anadolu halkı Bizan-Arap savaşları, Malarya Salgınları ve şiddetli depremlerin etkisiyle büyük kırgınlar geçirmiş, halkın bir çoğu ölmüş ve bir kısmı da göç etmeye mecbur kalmıştır. Yani Türkler bu topraklara girdiğinde karışarak harmanlanacak yoğun bir kitle şöyle dursun, arazilerin büyük bir kısmında yaşamlarını sürdüren topluluklarla bile karşılaşmamışlardır. Bakın bu konu hakkında bazı tarihçiler neler söylemiş:

"Türk fethi esnasında Anadolu'nun pek büyük bir kısmı, bilhassa Orta, Güney ve Batı Anadolu bölgeleri nüfusu çok az, hareketsiz, bir kelime ile, geri kalmış bir ülke manzarası gösteriyordu. Öte yandan Sâsâni-Bizans ve Arap-Bizans çekişmeleri, Anadolu'daki halkın önemli bir kısmının yok olmasına ve Çukurova gibi birçok bölgelerin de korkunç bir şekilde tahrip edilmesine sebep olmuştu. Türkmenler savaşlarda ellerine geçirdikleri Hıristiyanları köle gibi kullandıklarından bunu çok iyi bilen Hıristiyanlar, onların harekete geçtiklerini görünce Adalara ve Rumeli yakasına kaçıyorlardı. Diğer taraftan Anadolu'da, topluca herhangi bir islâmlaştırmanın olduğu üzerinde, Türk, Bizans, Ermeni ve Arap kaynaklarında bugüne kadar herhangi bir habere rast gelinmediği gibi, en küçük hadiselerin bile yer aldığı pek zengin Osmanlı arşivinde de bu hususta bir kayıt elde edilememiştir. Anadolu'da, Müslüman ispanya'daki gibi, bir dönme sınıfı da olmamıştır." (Faruk Sümer, Oğuzlar, Giriş)

“Elimizdeki tarihî kayıtlar, tek tek şahısların ve ailelerin islam’ı kabul ettiklerini bildiriyor, ancak, Hıristiyan halkın toptan Müslüman olarak Türkleştikleri hakkında hiçbir haber vermiyor. Ön Asya Türklüğünün, Bizanslılar, Rumlar ve Ermenilerle toplu halde bir kaynaşma ve karışmanın olduğunu bildirecek kayıtlara da rastlanmıyor.” (Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, Sf: 207)

“Anadolu içlerine yayılan Türkmenlerin başarılarını kolaylaştıran başka şartlar da vardı. Abbasîlerden beri, Bizans-islâm çekişmeleri devamınca çok insan ölmüştü. Bizans’taki iç anlaşmazlıklar yüzünden Anadolu ihmal ediliyordu. Ağır vergi ödemeğe mecbur tutulan köylüler takatsiz düşmüş ve nüfus seyrekleşmişti.” (ibrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, Sf: 134)

“Malazgirt zaferi ile Bizans’ın gücü kırılıp, Türkler karşısında bir ordu kalmayınca, Anadolu’da bir yayılma ve yerleşme devri başlar. Gerçekten, tarihinde birçok kavim ve medeniyetlere sahne olan Anadolu’nun etnik yapısı, 1071’den sonra, öyle çabuk değişikliğe uğradı ki, bu büyük göç ve yerleşme hareketi araştırılmadığı için Türkleşme hâdisesi bir sır halinde kalmış ve çok defa yerli halkların toptan Müslüman olduğu veya yok edildikleri zannedilmiştir.” (Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk islâm Medeniyeti, Sf: 281)

Buraya kadar Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonraki kısa bir dönemi tarihin ışığında süzgeçten geçirmiş olduk. Ayan beyan ortada olan bu bilgileri yetersiz kabul ederek, çürük iddialarında direnmeye çalışan hamakat abidelerinin var olabileceğinin bilincinde olarak konuya devam edelim. Varsayalım ki Türkler bu topraklara geldiğinde kalabalık kitleler ile karşılaştılar ve bir karışım olma ihtimali baş gösterdi. O halde karşımıza şöyle bir çelişki çıkmaktadır:

Tarihsel bir gerçeklik olarak yerleşik kültür göçebe kültürüne nazaran daha ağır basmakla birlikte onu etkisi altına alarak yok olmasına sebep olur. Avrupa ovalarına yerleşerek kültürlerinden uzaklaşan ve asimile olan Türk boyları, bir avuç Medeni Uygur’u devlet mekanizmasının tepelerine getirerek kısa sürede Türkleşen Moğol devleti herkesin malumudur. Oysaki Anadolu havzasında böyle bir olay vuku bulmamış, aksine Türk dili ve kültürü ülkenin her yöresine yayılmış, Türkmen kültürü yeni din islamiyetle biraz değişime uğramış, fakat öz değerlerinden kopmadan genişlemeyi sürdürmüştür.

Bununla birlikte aralıksız devam eden Türk göçleri Anadolu’daki Türk nüfusunun her geçen gün daha da artmasına neden olmuştur. Hem Cengiz Han önderliğinde Asya’dan ilerleyen Türk-Moğol ordularından kaçan hem de Moğol ordularıyla beraber gelen kalabalık Türkmen kitleleri Anadoludaki Türk nüfusunun artmasına büyük katkıda bulunmuştur.

Haçlı seferleri ile Anadolu’yu kahramanca savunan Selçuklular’ın zayıf düşerek 1243 yılında Kösedağ Savaş’ında ilhanlılar’a yenilmesi, Anadolu Türkleri için yeni bir dönemin başlamasına neden olmuş, Anadolu siyasi birliği parçalanarak beylikler dönemi yeniden başlamıştır. Bu süreçte bir çok Türk beyliği kurulmuş ve bu döneme ''ikinci beylikler dönemi’’ denmiştir.

Bu uzun süreç içerisinde Anadolu’daki gayri Türk unsurlar giderek artan Türk göçleriyle küçük bir azınlık olarak kalmış, velakin Türklerin farklı dinlere ve kimliklere olan hoşgörüye dayalı siyaseti sayesinde asimile olmadan yaşamayı sürdürmüşlerdir. 13.üncü yüzyılın sonlarında Osmanlı beyliğinin giderek güçlenmesi ve 1517 yılında Dulkadiroğulları’nı yenerek Anadolu siyasi birliğini tamamlaması Anadolu Türklerinin tek çatı altında toplanmasını sağlamıştır. Rotasını Avrupa'ya çeviren ve Balkanlar yolu ile seferler düzenleyen Osmanlı, fethettiği yerlere Anadolu’dan Türkmen ailelerini göndererek o yerlerin hakimiyetini elinde tutmayı başarmış, fakat yerli halkı kimlik, inanç, dil vs. yönlerinden baskı altına almamıştır. Zaten, yükselen milliyetçilik akımları ve devlet mekanizmasının zayıflayışı ile bir zamandan sonra ayaklanmalar baş göstermiş, Osmanlı idaresinde yaşayan uluslar bir bir bağımsızlıklarına kavuşmuştur.

Yabancı Türkolog Jean-Paul Roux bu konu hakkında: ''Osmanlı imparatorluğunu oluşturan milletlerin dilleri ve kültürleri o kadar iyi korunmuştur ki, kısa bir süre içerisinde tüm özgünlükleriyle Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Arap devletleri bir bir kurulmuştu, hatta bir Kürdistan bile kurulabilirdi..’’demiştir.

Hoşgörüsü tüm acun tarafından takdir edilen, hatta bu hoşgörü yüzünden yok olmanın eşiğine gelen Osmanlı devleti izlediği siyaset ile imparatorluk içerisindeki gayri Türk etnisitelerin kendi dil, kültür ve inanışlarını muhafaza edebilmelerini sağlamıştır. Bugün devlet kayıtlarında var olan belgelere göre 1914 yıllarında 1 buçuk milyona yakın Ermeni’nin Türkiye sınırları içerisinde yaşamakta olduğu bilinmektedir. Bu Ermenilerin 300 bine yakını tehcir esnasında ölmüş, geri kalanı da yabancı devletlerin himayesinde kademeli olarak yurdumuzu terk etmiştir. Ek olarak 19.yüzyılda Ruslardan kaçarak topraklarımıza sığınan Çerkesler de Anadolu’ya yerleşmiş, fakat gerek onların dışarıya kız vermemeleri gerekse de Türk aile yapısının yabancıyla yapılan evliliğe müsaade etmeyen tutumu olası bir karışımın gerçekleşmesini engellemiştir. Bu Çerkesler hala topraklarımız içerisinde çeşitli bölgelerde yaşamlarını sürdürmektedir.

Nihayetinde Osmanlı’nın yıkılışı ve yeni Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla milli bir hüviyete bürünen devlet, 30 Ocak 1923’de Yunanistan ile bir mübadele anlaşması yapmış, bir buçuk milyon Rum Yunanistan’a gönderilirken, yarım milyon Türk de Türkiye’ye getirilmiştir.(istanbuldaki Rumlar hariç)

Cumhuriyetin kurulmasından sonra yapılan nüfus sayımında da 13 milyonluk Türkiye içerisinde sayıları 1 milyon civarında olan Kürt topluluğun varlığı tespit edilmiştir. Bunların yanında sayıları diğerlerine nispeten daha az olan Çingene, Laz, Gürcü, Arnavut, Pomak, Boşnak gibi farklı gruplar da sınırlarımız içerisinde yaşamaya devam etmektedir.

Görüldüğü üzere, 1071’den başlayan uzun süreç içerisinde Türklerin Anadolu topraklarına kitleler halinde göç etmesi ve burada yerleşik bir düzen içerisinde kalıcı hale gelmesi, Anadolu’da yaşayan azınlıkları yok etmek şöyle dursun kendi dil-kültürlerini koruyarak geliştirmelerine bile katkıda bulunmuştur. Hatta bu öyle bir katkıdır ki günümüz Türkiye’sinin ayrılıkçı isyanlarının temelinde yatan gerçeklik de budur.

Alıntı.