yıkıp geçer. başka kitapta bulamazsın o tadı. dolanırsın mal gibi. tekrar okunmalı. hayat o kadar basit değildir. acı vardır, içimize işleyen. berbat olursun okuduktan sonra ama unutamazsın nedense bu kitabı.
Kitabı okuyunuz, etkileniniz * ; ama bokunu çıkartmayınız lütfen. hani saw filmini izleyip sevgilisini testereyle kestikten sonra parçaları buzdolabında saklayan bir adamın haberi çıkmıştı 2-3sene önce. heh işte, bizim toplum empati olayını götünden anlayan bir millet. kendine öyle yakın hissediyor ki kahramanları onun etkisi bir türlü geçmek bilmiyor. ilk zamanlar etrafınızdakilere çekici gelebilir bu cool tavırlarınız ama bir yerden sonra ciddi anlamda şu gözle bakılıyor size 'çakma selim ışık' hatta daha da abartanları için yer yer 'çakma oğuz atay'... Yapmayın demiyorum, hobi olarak yine yapın ama 25 yaşına gelip 'kimse beni anlayamaz böhüee' şeklindeki ağlak tavırlarınız gerçekten bıktırıyor insanı.
yeri gelmişken; (bkz: nasıl yaşadım on yıl bu evde) *
bu eser 10 adımda tutunamamanın yollarını gösteriyor esasında. bir baş yapıttan ziyade nazarımda bir
rehber olmasının temel sebebi de budur zaten. 21. yüzyıl insanının içine düştüğü cinnet halini karakterlerindeki ruh haliyle ziyadesiyle anlatmıştır. peki biz ne zaman vaz geçtik hayata tutunmaktan? buharın gücüyle çalıştırdığımız treni cuf cuf yola salarken, post modernizm denilen illetin pençesine düştük kanaatimce, atay'da bu trenin içindeki yolcuları anlatır aslında eserinde. ben nerdeyim, adem'le havva'nın yediği haltın acısını neden ben çekiyorum diye sorgulaya sorgulaya zihinlerdeki tanrıyı öldürüp, vicdan da görünmez bir tanrıça yeşertmenin hikayesini yani...
oğuz atay en sade deyişle bu dünyada bir adaletin varlığına inanmıştı. hepimiz gibi umudu vardı, bir yerlerde iyilerin kazandığına dair, muhtemelen uyumadan önce uzay boşluğunda sadece iyilerin kazandığı bir dünya var diye geçiriyordu içinden. fakat çağ en büyük oyununu yaptı ve adaletin yerinin bu kainatta olmadığını ve tanrının bize oyuncak diye onu verdiğini anlattı ona. ve atay dayanamadı, bıraktı sıkı sıkıya tutunduğu ipi. yüreği adaletin yokluğuna dayanamayan bir adamın hayata tutunamayan hikayesi... yolda yürürken yüzünü saniyeyle gördüğümüz kadınların, adamların hikayesi, tutunamayanlar bir çağ yangınının ağıtı.
Değeri ölümünden sonra anlaşılan Oğuz Atay'ın yegane eseri. insanların gizli saklı yaptığı şeyleri o kadar gerçekçi bir şekilde ve yüze vurarak anlatıyor ki... Bütün pisliklerimizi... Ve işte buna bayılmak... Tutunamayanlar, benliğimin içinde kaybolmama neden olan, ruhumu duvardan duvara çarpıp içimdeki hisleri birer birer yere döken kitap... O üslubu tatmadan, o kurguda kaybolmadan, onun hissettiklerini hissetmeden yitip gitmeyin...
"Yıllardır bir genç kız yanıma yaklaştığı zaman, ona söyleyeceğim acı ve alaylı sözler hakkında o kadar hayal kurdum ki, siz bütün bunların ağırlığına dayanamazsınız." Tutunamayanlar'dan...
--spoiler--
"beni bir gün unutacaksan bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi boş yere mağaramdan çıkarma beni alışkanlıklarımı özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna..."
--spoiler--
Olric adında hayali bir karakteri olan kültleşmiş kitap. olric için oğuz atay'ın iç sesi de diyebiliriz. son zamanlarda sosyal paylaşım sitelerinde olric adına açılan yüzlerce sayfa, insanı bıktırır hale getirmiştir ve herkes kendine hayali bir arkadaş edinme çabasına düşmüştür. ***
facebook ergenleri ve aslında hep ergen kalmış yetişkin görünümlü kütükler yüzünden okuduğuma okuyacağıma pişman olduğum eser. oğuz atay'ı anlayabildiğini zannetmek bu da yetmez gibi onu olric ile özetlemek kadar aptalca bir davranış daha var mıdır diye sorgulamak gerek. alternatif olric diyalogları için;
olric adlı hayali kahramanı kendine türk diyen kansız ergenlerin diline düşmüştür. "tutunamayanlar" deseniz "puhahah neye tutunamamış" diye abuk espri yapmaya hazır geleceğimizdir bunlar. türk edebiyatına yapılan bu işkence bakalım ne zamana dek sürecek...