bugün

delikanlı babasını boğulmak üzere olduğu derin düşüncelerden, uzattığı bir soru cümlesiyle kurtardı:

- baba, sence bir adam bir kadını neresiyle sever? aklıyla mı, kalbiyle mi, mantığıyla mı?

oğlunun uzattığı soruya tutunarak yüzeye çıkan baba, tuttuğu nefesini bir cevap olarak bıraktı odanın sigara dumanından ve mutsuzluktan ağırlaşmış havasına.

- hiçbiriyle sevemez oğul. aklıyla sevemez insan. öyle olsaydı deliler sevemezdi, oysa en büyük aşıklar deliler değil mi? kalbiyle de sevemez insan. eğer kalple sevilebilseydi, kalp nakillerinde sevgi nakledilen kalbe geçerdi. mantığıyla da sevemez insan. aşkta mantık olur mu hiç. değil mi?

babasının haklı ama tatmin edici olmayan cevabına cesaretini toplayarak tekrar bir soruyla karşılık verdi genç adam:

-peki o zaman, bir adam bir kadını neresiyle sever baba?

yaşlı adam, gözlerini karşı duvardaki yıllar önce kaybettiği karısının resmine dikti. sigarasından derin bir nefes daha çekti. çektiği sadece bir nefes değil, sanki bütün bir hayattı. gözyazşıbezlerine yıllardır esir ettiği asi bir gözyaşı damlası firar etti gözlerinden. asi damlanın kaçışı yaşlı adamın dudaklarının kenarında son buldu.
- tuzluymuş.
dedi.ve anladı her sabah neden bu kadar çok su içtiğini. yıllardır hapsettiği , içine akıttığı gözyaşları içini yakmıştı. aldığı nefesi can verirmiş gibi yine bir cevap olarak saldı odanın kasvetinin ortasına.

-ruhuyla sever evlat ruhuyla. akıl uçar, kalp çürür,mantık tükenir. ama ruh hep nefes alır. eğer ruhuyla sevebilirse bir erkek; sevgisi de sevdiği de mahşere kadar onunla kalır.
aşk acısı diş çektirmek gibidir. önce çok korkarsın terkedilmekten. bir daha ağzında ve yüreğinde aynı tadı alamamaktan. çok alışmışsındır geceleri sıcak bir nefes eşliğinde uyumaya. soğuk yatak mezar gibi gelir ruhuna. terkedildiğinde önce çok canın yanar. kanarsın. sonra kanaman geçer sızı başlar. onu unuttun sanırsın. ama dilin her değdiğinde terkedilen yerine, anlarsın o artık hiç dolmayacak büyük bir boşluktur. hayatının azı dişi gitmiş, yirmi yaş dişi çıkmıştır . artık büyüyorsundur.
unutma hakiki erkek, yuzlerce erkekten meydana gelir. zaten bir zaman
sonra, yuzlerce erkegin sana verdigini, bir erkekten beklemeyecek kadar
olgunlasmis olacaksin sen de... bir kadinin aradigi o bir tek
erkek, her zaman icin hayali bir varliktir. hic olmamistir.... her
erkekte, aradigin erkegin yanlizca bir parcasini bulursun.
gercek bir kadin icin, gercek bir erkek, allah gibidir, her yerdedir ve hicbir
yerdedir. ask da budur zaten! baska bir sey degil. aramaktan
vazgec demiyorum, bulmaktan vazgeç!
Bir insani unutmak, bir insandan vazgeçmek, bir insani hayatindan sonsuza kadar çikartmak zorunda kaldin mi hiç? Hani ölmüs gibi, hani uzatsan da elini tutamayacagini bilmek gibi, her an kapindan içeri gülümseyerek girecegini bekleyip ama aslinda hiç gelemeyecegini de bilmen gibi. Ne zor sey degil mi ölmedigini bilmek, ama ölmüs gibi ulasilmaz olmasi artik o insanin sana, ne kadar katlanilmaz bir gerçek degil mi sen hala bu kadar sevgili iken? Özlemek, bu kadar özlemek, etini kemigini yakarcasina özlemek... çok kötü degil mi? Bu kadar özleyip onu görememek, ona dokunamamak, onu isitememek, artik sonunun 'Pi' hali degil mi? Biliyorsun degil mi? Ne kadar umutsuz bir arayistir o, kalabalik caddede geçen binlerce yüze bakmak belki bir kez daha görebilmek için o yüzü, belki biraz önce geçti bu kaldirimdan diye düsünmek, belki su an arkamda yürüyen insanlarin içinde bir yerde demek, belki su an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yasamak ne zordur degil mi? Ne kadar eritir insani farketmeden. Sende biliyorsun degil mi bunlari.? Bir sinema koltugunda sende iki kisi gibi oturdun mu hiç? Hiç iki kisi gibi zevk aldin mi bir konserden yalniz basina. Güzel bir kafe kesfettiginde, güzel bir film seyrettiginde, güzel bir sarki dinlediginde güzellikleri oraninda eksik kaldiklarini hissettin mi paylasamadigin için onunla. Bir barin kalabaliginda hiç yarim vücudunla sallandin mi ortada? Hiç iki kisilik beyninle yarim insan olabildin mi? Baktiginda aynana sadece yüzünün bir yarisini gördügün oldu mu hiç? Sana hayatindaki en büyük yoksunlugu yasatandan nefret edemedigin zamanlar oldu mu hiç? Gözünün içine baka baka kolunu bacagini kesen bir insanin yüzüne sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlar oldu mu hiç? Hayatta inandigin bütün degerlerini altüst eden birisine ask siirleri yazabildin mi? Onu içinde korumanin seni yok etmek oldugu zamanlara feda oldun mu hiç? içinde aglayan çocuga umut sarkilari söyleyemedigin, özlemini, susuzlugunu, açligini gideremedigin zamanlar oldu mu hiç? Kanayan yarasini gördügün ama merhem olamadigin zamanlar. Gücünün, hani o tanrisal gücünün bir çocugun aglamasini susturamayacak kadar oldugunu gördügün zamanlar oldu mu hiç? Hiiiiiiiç.... Hiiç... hiç... bir hiç
(bkz: ölmeye hazır olmak)
en çok yalnızlık üşütür isimli, imkansız aşkı işleyen romanın (bkz: zargana) arka kapağında yeralan küçük öykünün adıdır.
ruh olmayınca beden nasıl kılıftan ibaret kalırsa,
ruh olmayınca sevgi de 'miş' den ibaret kalır.
ruhunuzu katmadığınız sevgi, sevgi değildir, ortaya çıkan da güzel ve mutluluk verici değildir.
yalansız, çıkarsız, beklentisiz ve her şeye rağmen sevmektir. ama en büyük acıyı ruhuyla sevenler yaşar.
siz aşkı kahpe bir gülüşün gamzelerinde aradınız
aldandınız
o gülüş bir tokat olup yanağınıza indi
canınız yandı
ağlayamadınız...
sonu hüsran olan sevme biçimi.
karşınızdakinin benliğinde kendinizi eritmektir.
Hz. mevlana çok güzel bir şekilde açıklar ruhuyla sevmeyi. derki :
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...
şimdi sen orada oturuyorsun ya..ve aramızda bir masa bir kaç da sandalye var ya..akşam olmak üzere ve pencerelerde aralık kalmış ya.. içimi ürperten birşeyler var ya..anlatamıyorum sanırım.. diyorum ki; tenini görebildiğim tek noktan boynun ve omuzbitimin arasındaki o kızıla yakın yer ama ben sanki uyluklarını da, kasıklarındaki kemikleri de, titreyen göğüslerini de, dizkapaklarının ardındaki gamzeleri de görebiliyorum.. ve içimi en çok birtürlü görmeyi, gözümün önüne getirmeyi beceremediğim sırtın ürpertiyor.. biliyorum uykusuzsun iki gecedir.. biliyorsun ağır bir gribi yeni atlattım ben de.. ve biliyoruz ki dokunmamalıyız tenlerimize..bu büyük bir yangının başlangıcı olabilir.. içim ürperiyor.. bahar belki şimdi başlıyor ikimiz için..cemre belki odamızın tam ortasında biryerde.. içim üşüyor.. sırtın kamaşıyor.. göremesem de titriyorum sırtının ortasındaki çukura benzer çizgiye çarpınca düşlerim..

güneş batmak üzere sevgilim.. aramızda şimdi bir masa, birkaç da sandalye var. ve içimde büyüyen dokunma isteği giderek dayanılmaz bir hale bürünüyor. aramızdaki bütün duvarlar titriyor en az içimin titrediği kadar. ve ne yazık ki senin ölüm yıldönümün bugün.. aramızda bir mezar, bir kara tabut, binlerce selvi var..ve hiç gelmeyecek bir yaz var..üstadın dediği gibi ayrılığımızın kışı başlıyor sevgilim. sırtında gezinen solucanlar var.. göğüslerinde emzirdiğin başka ölü aşıklar var..şimdi sen orada çürürken sevgilim; içim ürperiyor.. ve seni yıllar öncekinden daha çok istiyor tenim.. ve kokun daha bir sarhoş ediyor düşüncelerimi. seni çok istiyorum sevgilim.. ve aklımdan çıkaramadığım bir şey daha var; sen de orada üşüyor musun, senin de için ürperiyor mu sevgilim.. *
vadideki zambak kitabında ruhun sevmesiyle bedenin sevmesi arasındaki fark anlatılmıştır. bedenin sevmesi geçicidir,zayıftır oysa ruhun sevmesi sonsuzdur.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettiğinde bir süre orada kalır. idareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki, Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor.

Cariye nasıl olduysa bir kaç defa Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin umutsuz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûy-i Zemin, diğer tarafta basit bir cariye...

Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz boyutlara ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde Halifeye açılmaya karar verir. Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve üç kelimelik bir not yazarak Halife hazretlerinin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır:

Derdi olan neylesin?

Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına cevabını yazar:

Derdi neyse söylesin.

Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kaparcasına kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler:

Korkuyorsa neylesin?

Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve cevabı yazar:

Hiç korkmasın söylesin.

Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir: Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp temenna durur. Yavuz Selim Han "Buyurunuz, sizi dinliyorum" deyince, cariye tüm cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle: "Efendim...der. Cariyeniz... Size..." ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır.

Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der:

Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, mâşukunun yolunda olur ve o yolda ölür.