tanımının yeniden yapılması gereken bir kavramdır. milliyetçilik sadece kendi milletini sevip korumak değil, kendine zararsız olan başka milletlere de saygılı olmaktır ve varlıklarını kabullenebilmektir. insan tabi ki kendine benzeyenlere sevgi eğilimlidir.
milliyetçilik bir düşüncedir fikirdir ve her millet her milletin devleti ajanları malı mülkü insanı yapar. Sadece Türkler yapmaz. yapamaz. çünkü onlar ''sosyalist'' hümanist'' insan(!) dır. neyse başbuğun bi sözüyle kapatayım daha fazla uzatmadan
"Ancak istila ve işgal altındaki bir millet milliyetçilik yaptığı için suçlanabilir!.."
Herkeste bulunması gereken, aşırıya kaçmadığı taktirde ülkeye katkıda bulunan, vatan hainliğini derecesine ters oranla düşüren, sağcısıyla solcusuyla Türkiyede yaşayan Türklerin tahmini hemen hemen hepsinde bulunan ve içinde hayranlık, coşku, mutluluk, vatanseverlik barındıran harmonik bir duygudur.
insanların "tesadüfen" doğduğu coğrafyayı bir üstünlük gibi görmesine vesile olan, toplulukları birbirine düşman eden, benim ırkım sizinkini döver diye başlayıp sabun yapmaya kadar giden akım. başka bir yerde doğsa oranın üstünlüğünü kabul edeceksin bu kadar tantanaya ne gerek var? vatanseverliği anlarım içinde duygu barındırır ancak milliyetçilik bir yerden sonra mantıksız gibi.
milliyetçilik algısı kişinin kültür düzeyini gösterir. dilini sevmekle başlayıp toplumsal gelişimi de içine alır ve vatan-millet-sakarya edebiyatından ibaret değildir. diğer yandan nitelikli bir milliyetçinin farklı milletlerin milliyetçiliğinden rahatsızlık duymaz. kültürel manada milliyetçi olmamak da övünülecek bir durum olduğunu düşünmüyorum. bir yanıyla cihat algısına benziyor kişinin kendiyle mücadelesini es geçip sadece özel anlarda yapması gereken savaşmaktan kaçınmama olayından ibaret algılanması gibi.
birisi twitter'da "milliyetçiliği ne kadar allayıp pullasan da milliyetçilikle bir arpa boyu ilerlenmez." yazmış. bunun bildiği milliyetçilik tipi, tespih çekip bıyık bırakmaktan ibaret. bir ülke her alanda ilerlemek istiyorsa bunun tek yolu milliyetçilikten geçer. devrim, sosyalizm, komünizm vb. istersen çocuk yapmayıp evinde hayvan beslersin, "ağaçlar kesilmesin!" diyerek eylemden eyleme koşarsın, lgbt yürüyüşlerine katılırsın gibi gibi yani hep insancıl, "savaşa hayır!" tarzında bir yaşam sürersin. oysa günümüzdeki gelişmiş ülkelerin anlayışı böyle mi? elbette hayır. insanları böyleyse yaşadıkları ülke ekonomik, sosyal refahlığa kavuştuğundandır. biz bırak rahatlığa kavuşmayı, hâlâ sünni-alevi, açık-türbanlı tartışmalarıyla uyutuluyoruz. örnek alacaksan ya da milliyetçiliği gerçekten anlamak istersen alman ile japon'a bak kardeşim. her iki millette de milliyetçilik yaygındır. bu iki millet; gerici, yobaz, bağnaz mı? einstein'ın söylediği gibi "hasta" mı bu milletler? siz "yaşasın halkların kardeşliği!" diyerek dolaşırsanız ülkenizi, milletinizi ilerletemezsiniz. dünya, sandığınız kadar masum değil ve hiçbir zaman da masum olmayacak.
sadece kendi yasam tarzını, içinde yasadığın kültürü sevmek değil; aynı zamanda kendi gibi olmayanlara tahammül edememektir milliyetcilik.
sıkca ulusalcılıkla karıstırılır. (bkz: ulusalcılık)
bu tarihten önce insanlar için etnik kimlikten öte; soy, din, mezhep, klan, kabile, aşiretlere göre ayrılıyordu.
aynı etnik kimlikten olanlarla tek bayrak altında birleşme ideali 1789'dan önce görülmez. mesela çöl araplarında yahut farslarda veyahut avrupa'da böyle bir çaba görülmez.
"bizim milliyetçiliğimiz orhun kitabelerine yazılmıştır" diyecek olan arkadaşlar için söyleyeyim. 1789 yılında milliyetçilik diye bir akım ortaya çıkmasaydı sen ne o kitabelerin farkında olurdun, ne de onları milliyetçi bir okumaya tabi tutardın.
genellikle ulusların birbirlerine karşıt, birbirlerine düşman, birbirlerine tamamen yabancı ve birbirinden kopuk oldukları düşüncesinden hareket eden burjuva ideolojisine ve politikasına verilen ad..
milliyetçilik, kapitalist ulusların ortaya çıkışıyla birlikte, burjuvazinin çıkarlarını, ulusal bir pazar, ulusal bir devlet kurma çabalarını ve diğer ulusları baskı altına alma isteklerini dile getiren, tipik bir burjuva ideolojisi ve politikası olarak ortaya çıkmıştır.
burjuva milliyetçiliği, kapitalist toplumun ortaya çıkış ve yükseliş döneminde, demokratik fikirlere ve amaçlara bağlı olduğu sırada, feodalizme karşı yürüttüğü savaşımda, başlangıçtan itibaren, ulusun birleşmesini sağlamak bakımından belirli bir ilerici rol oyanmıştır. ne var ki, öte yandan milliyetçilik ulusların eşit haklara sahip olmasına karşı çıkıp, kendi ulusunu diğer bütün uluslardan üstün tutarak, tutucu ve gerici özellikler gösterir. feodalizme karşı çıkarken, ilerici bir rol oynayan burjuva milliyetçiliği, burjuva demokratik devrim aşamasından sonra, gitgide, tümüyle gerici bir ideolojiye dönüşmüş ve nihayet emperyalizmin, başka ulusların ezilip sömürülmesini, işçi sınıfının ve dünya komünist hareketinin bölünüp parçalanmasını haklı çıkarmak için başvurduğu ideolojik bir araç olmuştur. milliyetçilik, emperyalizm aşamasında sık sık saldırgan şovenizm biçimine dönüşür, aynı zamanda sermayenin uluslararasılaşması anlamına gelen kozmopolitizme bağlanır.
marksçı-leninci partiler, burjuva milliyetçiliğinin her türlü dışavurma biçimine karşı tutarlı bir savaşım yürütür ve bu milliyetçiliğin karşısına proletarya enternasyonalizmini çıkarır.
kapitalizmden sosyalizme geçişin dünya çapında gündeme girdiği ve ulusal kurtuluş devrimlerinin her yanı sardığı çağımızda, gerici burjuva milliyetçiliğinden ayrılan ve mahiyeti gereği anti-emperyalist olan yeni bir milliyetçilik doğmuştur. emperyalizmin ezdiği ve sömürdüğü ülkelerdeki halk kitleleri özgürlük ve bağımsızlık isteklerinin bir ifadesi olarak ortaya çıkan bu milliyetçilik, belirli tutucu özellikler ve uğraklar içermesine karşın, demokratik fikirler ve hedefler taşımaktadır. pratik deneyimlerin de gösterdiği gibi, ulusal kurtuluş devrimleri kesinlikle demokratik ve sosyalist yönde gelişirse, bu gerici özelliklerin ve uğrakların önü alınabilmekte ve aşılmaktadır. tutucu burjuva güçleri, o zaman ulusal kurtuluş hareketleri, dolayısıyla, devrimleri üzerindeki etkilerini yitirmekte, giderek emekçi kitlelerin ve özellikle işçi sınıfının etkisi çoğalmakta, böylelikle demokratik ve sosyalist fikirlerin ağırlığı da artmaktadır. marksçı-leninci partilerin bu yeni tip milliyetçilik karşısındaki tavırları, tutucu, gerici burjuva milliyetçiliği karşısındaki tavırlarından çok farklıdır; onlar, bu hareketin ilerici özünü desteklerler, olumlu yönde gelişmesine yardımcı olurlar ama aynı zamanda içindeki tutucu özellikleri eleştirmekten de geri kalmazlar
Lisede bir arkadaşım vardı, salağın teki. Milliyetçi olduğu için falan değil, kendiliğinden salak. Sınıfta kavga ettiği çocuğun kürt olduğunu öğrendiğinde "kürt olduğunu bilsem seni yaşatmazdım." dedi. Içimden "sen kimsin de yaşatmayacaksın be zibidi." Diye geçirdim ve o andan sonra asla ve asla milliyetçi olmayacağıma, bu tiplerle aynı düşünceleri benimsemeyeceğime söz verdim.
Kaldı ki kendisini gerçekten müslüman addeden birinin milliyetçi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir müslüman olarak örnek almam gereken ilk insan peygamber efendimiz, ben ve benim inancıma sahip olanların efendisi. Güzel bir şey olsa o arap milliyetçiliği yapardı. Yapmış mı? hayır. Bu inanca göre üstünlük araplıkta, türklükte, kürtlükte ya da ermenilikte değil. Üstünlük daha fazla takva sahibi olanda.
Bir gün yurt dışına gidersem ve orada o kadar farklı milletten insanın içinde bir türkle karşılaşırsam elbette sevinirim. Çünkü o insanla başta dilimiz, tarihimiz, kültürümüz birdir. Fakat ben sırf türk diye o insanı diğer yedi milyar insandan üstün görmem, göremem. Yüreğim elvermez. Kötü bir türk yerine iyi bir ermeni'yi, iyi bir yahudi'yi, iyi bir alman'ı tercih ederim.
Önemli olan vatanseverliktir. vatanı yüceltemek, güzelleştirmektir.
biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil,
kıbrısın topraklarına,
egenin deniz yataklarına yazmışız,
biz milliyetçiliği batı anadolunun haşhaş tarlasına yazmışız.(B.Ecevit)
Milliyetçilik ya da ulusçuluk ya da ulusalcılık bukalemun gibi bir ideolojidir. Tom Nairn'e göre milliyetçilik moderniteye ulaşmanın gerekliliğidir ve Marksizmin en önemli sıkıntılarından biri olarak karşımıza çıkar. Lakin, Marks'ın milliyetçiliğin daha doğrusu 19. yüzyılın sonunda geç kalmış emperyalist emelleri olan ve ulusal birliğini sağlamakta gecikmiş Almanya ve italya gibi devletlerin atı alıp üsküdarı geçmiş olan Fransa ve ingiltere'yle aşık atabilmesi ve dünyanın kenar mahallelerindeki sömürgelerin kurtuluşa erebilmesi adına bu kadar yaygın bir ideoloji haline geleceğini bilememesi de doğaldır. Marksizm milliyetçiliğe ya da amiyane tabirle ulusal soruna hep bir baştan savma tavırla yaklaştı. Rosa Lüksemburg'un ve Lenin'in ısmarlamasıyla Stalin'in bu sorun üzerine çalışmaları üzerine Gramsci'nin romantizmin ötesine gitmeyen bakış açılarından başka bir şey eklenmedi. Neyse, Tom Nairn'in Modern Janus başlıklı makalesine dönersek, Nairn burada Marksizm açısından hep varolagelmiş bir ayrımın aslında analitik bakış açısından yoksun olduğunu milliyetçiliğin muteber ve muzır olarak sınıflandırılamayacağına dikkat çeker. Bu sınıflandırma nereden geliyor? Marksis-Leninist teoride, özellikle Stalin ve Lenin'in eserlerinde ezen ulusun milliyetçiliği gerici ve muzır, ezilen ulusun milliyetçiliği ise ilerici ve muteber görülür. Ancak, ilerici olarak görülen milliyetçiliğin ortaya çıktığı coğrafyalarda, ya da Tom Nairn'in deyişiyle dünyanın kenar mahallelerinde bu milliyetçiliği ortaya koyup geliştirebilecek ne oturmuş bir eğitim sistemi ne de başka uygun koşullar mevcut, bu durumda da entellektüellerin elinde ne varsa bununla milliyetçiliği yaymaya, insanlara 'ruh kazandırmaya' çalışıyorlar. Tabi bu da ne oluyor, eskimiş, unutulmuş mitler, folklorik müzik, yöresel ağızlar diller vesaire gibi söz konusu halkın sahip olduğu ve onu diğer halklardan ayıran özellikler milliyetçi entellektüellerin elindeki tek araç. işte Tom Nairn, iki yüzlü tek başlı Roma tanrısı Janus'a benzeterek şöyle diyor: muzır ya da muteber milliyetçilik yoktur, zira milliyetçilik modernite'nin kapısında bekleyen Janus gibidir, bir yüzü geriye bakarken, bir yüzü ileriye bakar.
Milliyetçilik araştırmaları konusunda önemli isimlerden biri de Benedict Anderson'dur. 'imagined Communities, Hayali Cemaatler' adındaki kitabında, milliyetçiliği 13. yüzyıl hıristiyanlığına benzetir. Milliyetçilik modern bir dindir. Almanya'da ve daha sonra Avrupa'da Martin Luther'in başlattığı (aslında ilk reform hareketi bugünkü Bohemya'da Çek Cumhuriyeti'nde Jan Hus tarafından 15. yüzyılın ilk yarısında başlatılır) Reform hareketi ile lingua franca, yani okumuş etmişlerin, entelektüellerin ve dini işlerin ortak dili olan Latince yerine ulusal diller ortaya çıkmaya başlar. Ulusal dillerin oluşması demek öncelikle standartlaşma demektir. ikinci olarak ise, Latince basım-yayın pazarı doygunluğa ulaşmışken yeni ortaya çıkan ulusal dillerin (Almanca, Fransızca, Macarca vs.) daha piyasası yeni oluşmaktadır. Bu yüzden basım-yayın sektörünün kapitalist emelleri ulusal birleşmeye ve standartlaşmaya en büyük faydalardan birini sağlar. Bu dönemde Latince bilenler için Latince eserleri ulusal dile kazandırmak bir yurttaşlık görevi olarak görülmüştür. Anderson her sabah gazetemizi elimize aldığımızda orta çağlardaki dini ritüellere benzer teatral bir plebisite katıldığımızı söyler. Kahvaltı sofrasında ya da otobüste gazetemizi okurken bizimle aynı anda adını sanını, nerede olduğunu bilmediğimiz ama varlığından emin olduğumuz binlerce, milyonlarca hemşehrimizin, yurttaşımızın aynı şeyleri okuyor, aynı duyguları paylaşıyor olduğunu hisseder ve günlük plebisitte oy hakkımızı ulusun bir parçası olmaktan yana kullandığımızı söyler. Burada gazete ve eşzamanlılık ile ilgili dikkat edilmesi gereken konu zaman algısı ile ilgilidir. Orta Çağ'daki zaman algısı geçmiş, gelecek ve şimdinin aynı düzlemde buluştuğu bir zaman algısıdır. Her an kıyametin kopacağı düşünülür. Geçmiş şimdinin olgularıyla hayal edilir. Örneğin diyelim ki italya'daki bir kiliseye gidiyorsunuz bu dönemde Meryem italyan giysileri içinde tasvir edilir. Eşzamanlılık algısının edebiyatla ve basım-yayın faaliyetlerinin artan okur-yazarlık oranıyla orantılı şekilde gelişmesi birlik duygusunu ve hayal edebilme yetisini ortaya çıkarır. En küçük bir ülkede bile bir yurttaş, ülkesindeki diğer yurttaşların en fazla kaç tanesini doğru düzgün tanıyabilir ki? Ama onları hayal edebilir ve varlıklarından emindir.
Devamı gelecek...
yazık, gercekten yazık. milliyetçilik öyle car çakalların ellerine düşmüşki içler açısı. mehape tabanı pos bıyık elde tespih parmağında kafam kadar yüzük kösele kundura, tahsilat desen liseyi zor bulmuş yada bulamamış cahil sürüsü ile dolu. kendinden olmayanlar allahta olsa dışlanır. bu milliyetçilik değil faşistliktir.