bugün

sabahattin ali romanıdır..."isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona
yüklüyor,..."şeklinde devam eden cümlesiyle hayranlığımı kazanmıştır..
başrollerinde john lithgow ve lolita davidovich'in yer aldığı brian de palma'nın yönettiği filmdir. orjinal ismi raising cain'dir. psikolojik gerilim türündeki film, çoklu kişiliğin insana neler yaşatabileceğinin güzel bir örneğidir. izlenilesi bir filmdir.
sebahattin ali'nin harika romanı..
son dönemlerde ergenekon davası üzerine fazlasıyla düşünmemden mi kaynaklanıyor bilmiyorum ama sanki kitabın sonlarına doğru ömer*'in yakın arkadaşı nihat ve ekibinin tutuklanması bana bu operasyonu anımsattı. kitapta mevzu bahis olduğu üzere nihat ve arkadaşları içleri şeytanın esiri olmuş bir şekilde güce tapmaktan kalemlerini nereden olduğunu bilmedikleri bir kuvvetin silahşörü gibi kullanıyorlardı. tabii soruşturma neticesinde bu kuvvetin bir takım büyük devletler olduğu anlaşılmıştı. bunlar gerekli paraları tedarik ediyorlar ve yayınladıları dergilerinde kendi gibi düşünmeyenlere hakaret ediyorlardı. geçimlerini de bu sayede sağlıyorlardı. dergideki polis araması neticesinde, nihat ve ekibinin bir takım kağıtlara çevrelerindeki insanların düşünce yapılarını özetleyen günümüzde fişleme diye tabir ettiğimiz notlar düştüğünü tespit etmişlerdi. ömer de nihat ve ekibinin yanında kuru-yaş misali yanmıştı gerçi. şuan aklıma geldi de kitaptaki nihat karakteri acaba nihal atsız olabilir mi diye düşünmüyor değilim yani. bir nevi taşlama misali.
bir sebahattin ali şaheseri. şizofrenik bir aşk hikayesi.

ne kürk mantolu madonna 'nın raif'i , ne genç werther, ne bir başkası. ah ömer, ben senin kadar hiçkimseye üzülmedim.

--spoiler--

'isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığı, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyürdum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok ... içimizde aciz var... Tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var...'
--spoiler--

edit: ömer eksikti, ekledim, özlemişim.
(bkz: beyin)
Sabahattin Ali'yi Oğuz Atay ile kıyas etmek sanırım yanlış olur, mevzuu zaten kıyas etmek değil, ikisi de ne güzel romancılar ne yakınlar öyle birbirlerine..
Bu romanda Ömer bizi yerden yere vurmuştur, biz susmuşuz, içimizdekileri Ömer anlatmıştır. Bedri ile Macide'yi evde baş başa gördüğünde geçirdiği nöbet ve anlattıkları tüyler ürperticidir. Romanın salt aydın eleştirisi olduğunu yazmak ve öyle düşünüp, değerlendirmek romana haksızlık olur. Sabahattin Ali'nin yazacak bir romanı varmış, yazmış. Muhakkak ki eleştiri vardır dönem aydınlarına roman içerisinde ve ağır eleştirilerdir ancak romanı sadece bir ayar romanı olarak görürsek Sabahattin Ali sanatını inkar etmiş oluruz. Kendini arayan adamın ve kaybolduğunun farkında olmayan adamların ve güzel bir kadının romanıdır. Şahanedir..
aslında düşünmek lazım içimizde şeytanmı var yoksa asıl şeytan olan biziz. bakıyorumda inannın bir birimmize yaptıklarımızı şeytan bile onaylamıyordur. belki iç geçirip bize açıyordur.
birbirimizi kandırmayı,aldatmayı,küçük düşürmeyi,ağlatmayı,..... ve buna benzer birçok şeyi bide marifetmiş gibi bilerek vede eğlenerek yapıyoruz. şimdi ben soruyorum şeytan içimizdemi yoksa asıl şeytan bizizde bunu kendimize yakıştıramadığımız için içimizde seytan var diyoruz.
olsa olsa ajdardir. mehmet ali erbil de icimizde ki ajan bence.
Sabahattin Ali'yi Oğuz Atay ile kıyas etmek sanırım yanlış olur, mevzuu zaten kıyas etmek değil, ikisi de ne güzel romancılar ne yakınlar öyle birbirlerine..
Bu romanda Ömer bizi yerden yere vurmuştur, biz susmuşuz, içimizdekileri Ömer anlatmıştır. Bedri ile Macide'yi evde baş başa gördüğünde geçirdiği nöbet ve anlattıkları tüyler ürperticidir. Romanın salt aydın eleştirisi olduğunu yazmak ve öyle düşünüp, değerlendirmek romana haksızlık olur. Sabahattin Ali'nin yazacak bir romanı varmış, yazmış. Muhakkak ki eleştiri vardır dönem aydınlarına roman içerisinde ve ağır eleştirilerdir ancak romanı sadece bir ayar romanı olarak görürsek Sabahattin Ali sanatını inkar etmiş oluruz. Kendini arayan adamın ve kaybolduğunun farkında olmayan adamların ve güzel bir kadının romanıdır. Şahanedir..
(bkz: nefis)
(bkz: öz benlik)
bozulan hristiyanlığı ele alan bir tolstoy kitabı. müslümanlık açısından düşünürsek "kelile ve dimne" tarzı dini didaktik hikayeler yer alıyor.
(bkz: içimizdeki şeytan)
(bkz: çubuklu forman)
(bkz: içimdeki şeytanın ensesindeyim)
hakeden yüzlere tokat gibi çarpan bir sabahattin ali romanı. romanda bab-ı ali sürtüşmeleri, aydın bir zümrenin birbirlerine karşı istihfafları, bir takım çürük fikirler (bkz: faşizm) üzerinden elde edilmesi planlanan şöhret ve para, toplumun aciz ve iradesiz birey üzerindeki keskin rolü çarpıcı bir biçimde anlatılıyor...
öte yandan insanın yalnızlığı mükemmel bir şekilde işlenmiş. ve asıl mesele: içimizdeki şeytan
yaptığımız yanlışların mesuliyetini üzerimizden atabileceğimiz, kendi nefsimizi bir tesadüfün kurbanı gibi görerek bir nevi kendi kendimizi aklayabileceğimiz bir ara eleman. halbuki ne şeytanı diyor sabahattin ali ömerin ağzından, ''.... ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması...içimizdeki şeytan pekte kurnazca olmayan bir kaçamak yolu...içimizde şeytan yok...içimizde acizlik var...tembellik var...iradesizlik, bilgisizlik bunlarında hepsinden korkun bir şey; hakikati görmekten kaçmak itiyadı var...''
tolstoy'un küçük küçük hikayeciklerden oluşan müthiş kitabıdır. kitabı herkese tavsiye ederim...

'Bir zamanlar bir iyi, bir de kötü büyücü varmış. iyi büyücü, bir insanı, kötü büyücünün şerrinden kurtarmak için, onu buğday tanesine çevirmiş. Kötü büyücü birden bir horoz olup, tam taneyi yutacakmış ki, iyi büyücü tanenin üzerine bir şinik buğday dökmüş. Böylece kötü büyücü aradığı taneyi bulamamış.' işte Hıristiyanlar da Allah'ın kitabı olan incil'i bu hale getirdiler. Allah'ın kitabının yanısıra 49 kitabı kutsal tanıyarak hak ve bâtılı birbirine karıştırdılar.
sabahattin ali'nin bu romanı sabahattin ali ile nihal atsız'ın arasını açmıştır. söylenenlere göre kitaptaki nihat karakteri nihal atsız'ı temsil ediyormuş. nihal atsız bunun üzerine ömer karakterinin sabahattin ali'nin kendisi olduğunu söylemiştir.
isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum. Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... Tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... sabahattin ali
"hala bizim ömer'i öğrenemediniz. küçük bir şey onu muazzam heyecanlara götürebilir. küçük bir yaprağın arkasında bir dünya gördüğünü zanneder de koca dünyayı görmeden yaşar. içinde bir türlü asıl öğrenemediği bir kainat bulunduğuna kaniidir."
"...Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?... Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi... Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez."

Sabahattin Ali- içimizdeki Şeytan
-..."Ne yaratacaksın? Yaratmak yoktan var etmektir. En akıllımızın kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir sürü bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez. Yaratmak istediğimiz şey de bu mevcut malları şeklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret. Bu gülünç iş bir insanı nasıl tatmin eder bilmiyorum." (s. 14)

-"Onu ben çocukluğumdan,

ilk rüyalarımdan tanırım.

Yalnız yürüdüğüm zaman

Odur arkamdaki adım.

Onun korkusu, içinde

Ürkek bir dünya yaratan..."
.. (s. 53)

-..."Fakat nereye? Dünyada yalnız yaşanır mı?... Ama insan ahbap bulur!... Kimi?... Ben nereden ahbap bulurum?" (s.141)

-"...Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?... Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi... Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez."

-"Bir izzetinefis faciası? Erkekler bazan ne kadar basit oluyorlar... Zannediyorlar ki, bir erkeğe karşı hiddet, hatta nefret duymaya başlayan bir kadın, hemen başka erkekler bulup boyunlarına sarılmak ister ... Acaba bütün erkekler bizi bu kadar aptal mı zannederler?" (s.231)

-..."Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtiyamama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... Tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz." (ss. 262-263)

-..." insan bütün bu pislikleri ancak yalnız başına ve dövüne dövüne, didine didine üstünden atabilir... Ama yalnız başına... Kimseye bir şey sıçratmadan..." (s. 264)

-..."Bir hocam bana: Zekanı mirasyedi gibi harcıyorsun! demişti. Doğru... Zekamı har vurup harman savurdum ve nihayet iflas ettim... Hiçbir şeyim kalmadı... Ben zekayı, radyum gibi bitip tükenmez bir cevher sanıyordum... Onun insan eliyle yetişip gelişen bir şey olduğunu düşünmüyordum... Adam olmak değil, enteresan olmak; bir şey yapmak değil, bir şey yapanlara istihfafla (küçümseyerek) bakacak yere çıkmak istiyordum... Halbuki bugün sonsuz zaman ve mesafenin içinde ben neyim? Bir solucandan, bir ayrık kökünden daha ehemmiyetsiz, daha değersiz, daha lüzumsuz bir mahlukum..."

(ss. 264-265)

-.."Belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak tekrar karşılaşırız ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız..." (s. 265)

-..." Onu bütün bir emniyetle sana bırakıyorum. Onu benim kadar ve sahiden sevdiğini, onu benden daha çok koruyabilceğini biliyorum... Göreceksin, yavaş yavaş sana alışacaktır... Fakat bir müddet bırakmak lazım... Bir erkek ona çok acı tecrübeler verdi, bunları unutmadan, kim olursa olsun, başka bir erkeğin fazla sokulmasını belki istemeyecektir... Sen bütün bunları daha iyi anlar ve düşünürsün... Onu bir doktor gibi tedavi et.... Dünyada ondan daha harikulade bir mahluk yoktur... Bedri... Yemin ederim ki Macide'den daha kıymetli hiçbir şey mevcut değildir... Bunun kadrini bil..."

(s. 265)

-..."Onu unutamayacaksınız!..." dedi. "Ondan ayrılamayacaksınız!"

Macide düşünceli gözlerle yanındakini süzdü. Sonra elini cebine sokarak Ömer'e yazmış olduğu mektubu çıkardı:

"Öyle değil Bedri..." dedi. "ben ondan ayrılmaya daha evvel karar vermiş bulunuyordum... Her şeye rağmen!"

Dörde bükülü kağıdı yanındakine uzatarak mırıldandı:

"Fakat beklemek lazım... Uzun zaman!".

(s. 267- son cümle)

Sabahattin Ali- içimizdeki Şeytan

Evet Macide benim! Sabahattin Ali birgün benim bu kitabı okuyacağımı bildiği için bu kitabı yazmış olmalı!
*
Sabahattin Ali kitabında insanlığı bütün bir analize sokarak tutkularımızı, zaaflarımızı acı şekilde gözümüze sokuyor. Kitap aydın geçinenleri, özellikle neyin ne olduğunu bilmeden ideolojilere nasıl körü körüne bağlanıldığı konularında çok güzel yorumlar içeriyor. Kitapda beni en çok etkileyen karakter veznedar Hafız Bey oldu. Hafız Bey'in Ömer'le son konuşması fevkalade niteliktedir. Neticede okunası kitabdır. Tavsiye ederim.

"halbuki ne saytani azizim, ne saytani? bu bizim gururumuzun, salakligimizin uydurmasi... icimizdeki seytan pek de kurnazca olmayan bir kacamak yolu... icimizde seytan yok... icimizde aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunlarin hepsinden daha korkunc bir sey: hakikatleri gormekten kacmak itiyadi var..."
güzel roman, edebi olarak, akış olarak güzel.
fakat s. ali kendini falan bayağı övmüş, kendi görüşünden olmayanlara falan da rahat anlaşılabilir bir alegori ile seviyesiz yakıştırmalar yapmış romanda. hemen hemen her karakter entelektüel çevredeki birine karşılıktır bu romanda, ve sosyalist-komünist olmayan herkes cin fikirli, vatan hainleri nedense...

ömer karakteri tasvirden de anlayacağımız gibi yazarın kendisidir, sabahattin ali'dir. kendini bayağı bir övmüş kimi yerlerde, özellikle ağzını ön plana çıkartmış...

''Ama ne kadar güzel söylüyordu; Ne güzel dudakları vardı;'' *
''Ömer;in konuşurken insanı çıldırtacak bir şekil alan dudakları'' *
''Ve konuşan dudaklarını yine güzel, çok güzeldi'' *
maraşlı Profesör Hikmet'de anadoluculuk fikrini benimsemiş maraşlı Mükrimin Halil'dir herhalde. yalnız burada bir çelişki var. romandaki hikmet yabancı devletlerin hesabına çalışan, fena fikirli biri. oysaki mükrimin hoca ise aşağıdaki sözü söyleyebilecek kadar vatanperver biri. belki de bu sözü onu romanda vatan haini sıfatına oturtmuştur, bilemeyeceğim. sonuçta o malum kitlenin vatanı ile bizim vatanımız farklı.

''Her memlekette komünizm gibi vatan aleyhtarı fikirlere saplanacak birkaç orospu çocuğu çıkabilir. Vazifeniz bu fikirlere karşı tarihten ders ve örnek alarak mücehhez olmaktır''.

ismet Şerif'de peyami safa sanırım . şu entelektüel bilgi birikimi ile romanın sahibini ikiye katlayacak olan peyami safa.

nihat karakteri de sanırım saygıdeğer atsız bey, tatar suratta basmacı önderi togan olmalı. benzer hakaretler onlara da edilmiş. daha sonra davalık falan oldular tabi. neyse.

sonracıma sporcu gençlerimiz hakkında çok uygunsuz, münasebetsiz bir söz var bu romanda, şöyle diyor;

--spoiler--
suratlarının kaba, küstah, ve aptal ifadelerinden sporcu oldukları anlaşılan gençler *
--spoiler--

kısacası birçok çevreye hakaret dolu bir kitap. bunlar bu derece abartılmasaydı ve karakterler modern edebiyatımızın yeni yeni çizgiye ulaştığı dönemlerdeki gibi tek taraflı olmasaydı(iyiler hep iyi, kötüler her zaman kötü) kuşkusuz daha başarılı bir roman olacaktı. ama tekrar ediyorum; okunulur, başarılı bir çalışma.
içimizdeki şeytan, eskilerin nefs dediği egodan başka birşey değildir. ve savaşın esaslısı da onunla yapılandır.
ve ters orantılıdır. onu yendiğinde yenilmiş görünürsün, ona yenildiğindeyse yenmiş görünürsün.
içimizde olan bir şeytandan bahsedemezsiniz..şeytan sadece sizin yanınıza gelip size bir kaç söz fısıldar gider..ona uyup uymamak sizin elinizde olan bir şeydir..zaten şeytan size görünmüş olsa idi elbette kimse kötülük yapmazdı..ancak bazen dikkat edin yanınıza bazı garip şeytanlar gelir..bunlar insan şeytanıdır ve size görünür..o kadardır ki bunlar şeytanlaşmış adamlardır ve sizi bi şekilde fazlaca takılırsanız sizi yoldan çıkarırlar..simalarından bu şahsiyetleri tanırsınız..dikkat..