insan nedir? insanı insan yapan nedir?
Aklı mı? Zekası mı? Dili mi? Bilinci mi? Görüntüsü/vücudu/şekli mi? Vicdanı mı? Ne?
Aklını kaçırıp tımarhaneye yatırılanları insan olarak anmaya devam ediyoruz. Doğuştan zihinsel engelli/zekasız olanlar da insan. Dilsiz olanları da öyle. Bilinçsiz, komada fişe takılı olanlara da insan diyoruz; bu nedir/bunu tarif et dediklerinde. Kolları bacakları kesilmiş ya da tamamen yanmış tanınamaz hale gelmiş birine de yine aynı şekilde. Vicdansız katiller, çocuk tacizcileri insan değil mi? Onlar da insan. Bekir, Orhan neyse. ismini söylüyoruz ve insan hapishanesine gönderiyoruz onları. Suç işledikten sonra sen artık ayı oldun hadi ormana/mağaraya demiyoruz. insan nedir gerçekten? Tanımı neye göre yapıcaz? Boşluklar var. Çok basit gibi görünen şeylerin bile aslında tatmin edici net bir cevabı yok. O yüzden yönümüzü bulamıyoruz. Neyin ne olduğunu rijit bir şekilde ortaya koyabilseydik hiçbir problemimiz olmayacaktı. Ne olduğundan gayet emin olduğumuzu sandığımız çoğu şeyi aslında bilmiyoruz. Her şey sır.
“insan“ kelimesi “beşer, insan topluluğu” anlamındaki "ins" kelimesinden ya da “unutan varlık” manasındaki insiyân kökünden türemiştir; çünkü o Allah’a verdiği sözü unutmuştur.
hayır, insana insan denmesinin sebebi memelilerden, iki eli, iki ayağı bulunan, iki ayak üzerinde dik bir biçimde dolaşan, aklı ve düşünme yeteneği olan, dille, sözle anlaşan, en gelişmiş canlı sayılan yaratık olmasıdır...
Tatar Ramazan filminde Ramazan’ın cezaevine girdiği esnada mahkumlara bakıp “Merhaba yarenler, merhaba felaket arkadaşlarım” dediği sahne gibi selamlamak istedim hepinizi. Hepinize sağlıklar, esenlikler dilerim.
Kötü ve zalimlere de tez zamanda akıl, fikir.
Yüreğine sevgi çiçekleri ekmiş, dünyanın gam kasavetinden bir haber yaşadığım lise yıllarım aklıma düşüyor. O yıllar tanıdığım çoğu arkadaşımda benim gibiydi. Temelleri sapasağlam atılmış dostluklar, cep telefonlarının olmazsa olmaz olmadığı ve iletişimin bir hayli samimi olduğu bol tebessümlü dönemler. Paradokslar zinciri birbirini kovalasada yine de zamanda yolculuk mümkün kılındığı vakit o günlere tekrar dönebilirim belki, kim bilir.
Sabit bir hızda devam eden bir araçta otoyol bariyerleri eşit bir sürede hızlı hızlı gelip geçer yanıbaşımızdan. Halbuki duran onlardır, durağan varlıklardır. Özer Bal’ın “Geçen zaman değil duran bizleriz. Güneşin izinden git, yer ayrı zaman aynı kalacak.” sözü aklıma geldi. Miladi veya hicri belki de budist ya da maya takvimi hiç farketmez. Tüketen ve tüketilen formumda zaman ölçülmüş bir süreklilik benim için.
istisnai durumlar harici ortalama süresi belli olan yaşamda bu zamanı nasıl değerlendirmeli bir insan? Düşünelim. Tüm insanlık vaktini kitap okuyarak geçirirse yaşam durur. Tüm insanlık vaktini yürüyüş yaparak, bisiklet sürerek geçirirse yaşam durur. Tüm insanlık vaktini tarım yaparak sürdürürse yaşam gelecek nesillere bırakılarak devam eder. Bir insan fizyolojik mecburiyetlerini karşılamak için insanlara bağımlı değildir. Sadece tarım yaparak hayatını idame ettirebilir. Yetiştirdiği bir domatesi koparmanın mutluluğunu belki hissettiremem fakat burada sayfa sayfa anlatabilirim.
insan tüm bunların dışında duygusal bir varlıktır. Sevmeye, sevilmeye, mutlu olmaya, şefkate, merhamete ihtiyaç duyar. Aşk kişilerarası sevgide en derin hissedilen duygudur. Yine bir yazar kalemine şunları dökmüştü; “Sen incinirsen sol yanım çatlar. Belki de bu mücerret bir aşktandır.” Belki bu hissettiği en derin duygudur. Belki de bahsettiği gibi bu müşahhastan mücerrete ulaşmadır.
Her şeye ve herkese rağmen “Dünyayı güzellik kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”
Yıllardır düşünürüm, en iyi halinde can sıkıntısına tutulan bu canlı türünün neyi sevilir bir türlü bulamadım. instagramda arkadaslarini kiskandirmaya calisir mesela, ota boka yalan söyler, cıkarı olan güçlü bir insana çıkar sağlamayan güçsüz insandan daha kolay yardım eder, vermeyi pek bilmez ama hep ister, turkiye'de yasayan kalabalık bir güruhu saymıyorum bile. Gerçekten neyi sevilir insanın.
henüz aynı gezegende yaşayan bir tür olduklarını kavrayabilecek bilince sahip olmayan ve bu yüzden aralarında yapay ayrılıklar yaratıp birbiri ile savaşıp duran ilkel bir tür.
kendimi bir şekilde birden bire insan denilen vücutta buldum. seçmedim, karar vermedim, doğacağım tarihi seçmedim, cinsiyetimi seçmedim, tipimi, boyumu, ırkımı, milliyetimi seçmedim, karakterimi seçmedim. annemi babamı seçmedim. hiçbir şey seçmedim ki. bir anda kendimi bu dertlerle sıkıntılarla dolu bu dünyada buldum. ne oldu neden geldik ki. hadi yaşa hayatta kal hep bir mücadele. ben mücadele etmek zorundamıyım. dünyanın belli tarz kuralları var ben doğmadan önce karar vermişler. doğ, anne sütü iç, emekle, okula git, üniversite kurumuna git, yemek ye, uyu, bir eş bul evlen, torun sahibi ol, sonra da öl. e ben doğmadan yaşayacağım şeyleri belirlemişler zaten.
en tehlikeli, en korkunç canlı. ve en çok zararı insan, insana veriyor.
ve insan canı çok ucuz. en masum bebeğin, çocuğun, okumuş insanın, kültürlü beyefendi hanımefendi insanın, gencin, yakışıklıların, güzellerin bile canı böcek kadar ucuz. maldan, devletten, topraktan daha ucuz.
Modern zamanda bir türlü kendisi olamayan, gün boyu kendisi kalamayan varlık. Çoğu zaman başkası olurken bulur kendini. Herkesten biri. Ya da herhangi biri.
keşke doğarken seçeneklerimiz olsaydı da belli bi yaştan sonra minik bi kelebeğe falan dönüşerek hayatımızı devam ettirebilseydik. böylesine belirlenmiş sınırlar içinde yaşamak bazen sıkıcı. kanatlarım olsun istemeye utanıyorum. örn yani. öylesine.
"insan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kalen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz.