bugün

"Bir kadın karanlığın içinde sessizce kaybettiği dili arıyor.
Bulursa ne mi yapacak?
Susacak…”

sözlerinin sahibi deha...
Bu isveçde jung'dan gelen psikoloji alanında bir hakimiyet vardı. Kendisi mesela kubrick gibi bir sinema efsanesi olmamasına rağmen, çok fazla yenilik getirmemesine rağmen, yazar burada persona'yı dışarda tutar, işlediği konuları derinlemesine ele alışıyla geçmiştir sinema tarihine. Psikoloji konulu filmleri tekrar tekrar izlenilesidir.

Bilenler bilir bu iskandinavlar bir 10-15 yıl ilerde gider kıta avrupasına klasik angollara ve amerikalılara göre. Sebebi kapitalizmin bunları denek olarak kullanması. Mesela önce soft porn iskandinav sinemasında denenmiştir. Önce hard porn'da burada denenmiştir. Tuttuğu şekliyle ve tuttuğu zamanla birlikte batının geri kalanına sunulmuştur.

işte bu noktada bergman sıyrılmıştır. Kendisi ilerde olmanın getirdiği psikoloji konusunda artan bilgi birikimiyle birlikte batılının ruhsal bunalımını işlemiştir filmlerinde. Bu çağdaş psikoloji filmlerinden en meşhurları persona(jung'un sosyal hayata uyum sağlamak için taktığımızı düşündüğü maskeler) ve wild strawberries'dir. Persona mesajı direk verdiği için daha popülerdir fakat wild strawberries daha derinden işler materyalizmin insan ruhuna açtığı yaraları.
"insanın yüzüne yaklaşma olanağı, hiç kuşku yok ki sinemanın temel ilkesi, belli başlı özelliğidir. "
Ingmar Bergman.

Çağın en önemli tiyatro ve sinema yönetmenlerinden biri olan Bergman, filmlerinde daha çok insanın kendisi ve Tanrı ile çatışmalarını ortaya koyar ve devamlı olarak insan bilincinini alt-üst edip oradan birşeyler çıkarmaya çalışır. Yönetmen filmlerinde sevgisiz bir dünyanın sefaletini, Pascal7ın ünlü deyişiyle "Tanrısız bir dünyanın sefaleti"ni anlatır. Tanrı'nın aradan çekilmesiyle oluşan boşlukta duygularının yanı sıra dilinide yitirmiş olan insanın, hayata bir anlam verememe çaresizliği, Bergman filmlerinin özü sayılabilir .

Filmlerinden bahsedelim;
1 - Det Sjunde inseglet / The Seventh Seal / Yedinci Mühür (1957)

Ölümle karşı karşıya bir şövalye… (bkz: Yedinci Mühür), kıyamet tehdidi altında yaşæmın anlamını çözmeye çalışan yalnız bir adamın çarpıcı bir portresidir. Film, inanç sistemlerinin erozyona uğradığı, nükleer bir kıyametin gündelik tehdit olduğu 1950lerin dünyasında insanlığın hangi değerlere sarılması gerektiğini sorgular. Her sinemaseverin izlemesi gerken bir yapım .

2 - Smultronstället / Wild Strawberries / (bkz: Yaban Çilekleri)(1957)

Sessiz sinema döneminin en önemli yönetmenlerinden Victor Sjöström, Profesör Borg rolünde akıllardan çıkmayacak bir oyunculuk sergiliyor. Filmin tonunu melankoliden neşeye ve gençliğe, geçmişten yaşanılan güne, içsellikten doğaya ustaca çeviren Bergman, sinema tarihinin en önemli filmlerinden birine imzasını atmıştır .

3 - Persona (1966)

Anlatan bir sesle, dinleyen bir yüz arasındaki diyalog şeklinde başlayan film, sonunda iki karakterin içiçe geçmesiyle iki yüzün farklı kompozisyonları olarak son bulur. Persona, sinemada modernizmin en çarpıcı örneklerindendir.

4 - Scener ur ett äktenskap / Scenes from a Marriage / (bkz: Bir Evlilikten Manzalar)(1973)

Sorunlu bir evliliği yakın planda izleyen bu film, kuşku, umutsuzluk, güvensizlik gibi karmaşık duyguları Bergman’ın duru ve çarpıcı anlatımıyla aktarıyor. Yönetmenin diğer önemli filmlerinde de yer alan Liv Ullman (Persona) ve Erland Josephson göz alıcı performanslarıyla etkileyici ve izlenmeye değer

5 - Krisis / Bunalım(1945);

Yönetmenin ilk filmi olma özelliğini başarıyla taşıyan,melodramatik bir tiyatro oyununun gerçekçi bir uyarlaması olan bu filmde ikinci Dünya Savaşı sonrası isveç’e özgü hayatın bunalımları anlatılıyor.
bugün itibariyle ölümünün üzerinden tam bir yıl geçmiş, şüphesiz tüm zamanların en iyi yönetmeni.
geçen sene tam da bugün, yani 30 temmuz 2007 tarihinde bir haberle sarsıldım; ıngmar bergman her zamanki mekanı olan farö adasında yaşama veda etmişti. beklemediğim bir şeydi bu, ıngmar bergman ölmüştü. çok yakınımı kaybetmiş gibiydim, sarsıldım.
sanat hayatı boyunca her eserinde muazzam bir şekilde işlemiş olduğu o insan ruhunu bir daha kim onun kadar güzel anlatabilirdi ki ?
ya da şu hayat boyu bitmek bilmeyen insanın kendini tanımlama çabasını kim onun kadar iyi ifade edebilirdi ki ?
kim ?
hiç kimse...
o yüzdendir ki yarım kaldık, eksik... sinema da bir nevi yetim kaldı, babasını kaybetti. lakin geriye kalan sağlam bir mirasın olduğu da gerçek. bergman'ın filmografisine bakıldığında ne demek istediğim anlaşılacaktır. biz seyircilerine muazzam filmler bırakıp gitti. defalarca izlenecek onlarca film.
iddia ediyorum, bir bergman filmi sonrası hayata dair büyük sırlar elde edebilirsiniz. zaten onun filmlerinin son sahnesine gelmek demek; uzun, etkileyici ve bir o kadar da edebi haller içeren romanın son sayfasını okuyor olmak gibi bir şeydir. eserlerinin verdiği haz tıpkı buna benzerdir.
bergman her eseri sonrası izleyenlerini okumaya, araştırmaya teşvik eder. eserlerinin dayandığı o felsefi noktalarla beraber friedrich nietzsche'yi keşfedersiniz. devamında , jean-paul sartre ve sören kierkegaard'ı. hatta albert camus'u...
yani bergman demek, koca bir keşif demektir. bir nevi derya denizdir o. her daim koca bir dünya sunar size. sorar, sorgulatır.
dünya sinemasının görmüş olduğu en orijinal adamlardan da biridir. kendine has bir sinema dili vardır. kariyeri boyunca hep ilkleri sunmuş ve birçok konunun öncüsü olmuştur. misal, yapıtlarındaki özgün dilinden etkilenenler arasında andrei tarkovsky ve woody allen da vardır. hatta david lynch. hepsi de iyi yönetmenlerdir ve hepsi de bergman'ın gölgesi altında sunmuşlardır her ne sunduysalar...
onun filmlerinin değişmeyen öğeleri vardır. mesela vazgeçemediği oyuncu seçimleri. henüz genç yaşlarında sinemasına dahil ettiği bu isimlerin zamanla yine bergman fimlerinde yaşlandığını gözlemlersiniz. bunun dışında vazgeçemediği en önemli unsurların başında kadrajında sık sık yer verdiği yalnızlığı, bir yere ait olamama duygusunu çağrıştıran nesne kullanımlarıdır. insan ruhuna denk düşen bu denli zor hadiselerin tasvirini muazzam icra eder bergman. özellikle eserlerinde şu sıkça başvurduğu yakın plan saat çekimleri. uzun süre sabit bir şekilde gösterir size. bu genellikle ya zamanın geçtiğine gönderme yapıyordur ya da zamanın hiç geçmiyor oluşuna...
şimdi ise kadraj bende, benim elimde...
yani hayali bir kadrajdan bakıyorum ve tıpkı bergman gibi ben de yine bir saate odaklanıyorum. yine sabit ve alabildiğine yakın çekim var.
tıpkı onun tercih ettiği gibi...
yine tik tak sesleri var alabildiğine.
ve bu defa zamanın geçtiğini söylüyor bize.
zira koca bir yıl geçmiş...
onsuz ve alabildiğine eksik bir yıl.
onun için geçen yıl tam da bugün öldü diyorlar. lakin ben inanmıyorum. zira yine, yeniden filmlerini izliyor ve şöyle diyorum; bu adam kesinlikle yaşıyor, evet.

velhasılı kelam; ona olan saygımı bir kez daha ifade ediyor, üstadımı özlemle anıyorum.
seven birini bulursam cebimde evlenme teklifim hazır.
filmlerini izlerken var oluşa dair tefekkürde bulunmanın, pratik hayatta eylemde bulunmayı kaçırmakla at başı gittiğini hissettim. yani düşünümde bulunurken, hayatı deşerken, yaşamanın kendisini ister istemez unutmak. bilmiyorum.
yedinci mühür filmi kesinlikle izlenmesi gereken filmlerdendir kanımca.
"Dil hep ağrıyan dişi yoklar. insan acıyı hep aklında tutar."
kendisine sormuşlar; Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak? "Utanç" demiş.Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.

görsel
"Sinema mesleğim olmasaydı, büyük bir ihtimalle akıl hastanesinde yaşıyor olurdum" diyen ve bugün 100. yaşına girmiş üstad.
ölememeliydin be baba. 89 yaşındaymış diyenler utansın, ölmemeliydin. ölüm hakkında söyleyeceklerin vardı daha. tecrübe etmeden önce biraz daha laflasaydık. smultronstallet'im yedinci mühür'üm, persona'm, güz sonatı'm. yalnızlıklarım, yanılmışlıklarım. her bir karesi ile bizi biraz daha kör kuyulara attığın filmlerini tekrar tekrar izleyelim. ölümden korkuyor muydun da bu kadar üstüne gittin. aldın onu eline, oynadın durdun senelerce. korkma, eğer senin tasvir ettiğin gibiyse ölüm biz pervane misali ateşe koşuyoruz arkandan. biz de yalnızız, biz de iletişimsizlik deryasında çırpınıyoruz. biz de sen gibiyiz, sen de biz gibiydin. naif duyarlılığınla hep korkularımızı işaret ettin. ne kadar da bilindik ama o kadar da güçtü gördüklerimiz. yaban çileklerimiz ezildi şimdi. sinema yaşayan en büyük yönetmenini kaybetti evet ama ben de yaşayan en büyük yönetmenimi kaybettim.
Yaban çilekleri adlı eseri, bana ölümü bir daha hatırlatmış yönetmen.

Andrey Tarkovski ile arasındaki fark, Bergman'ın biraz daha karamsar olmasıdır.

Ayrıca Sinema bir edebiyat ise, Tarkovskiyle beraber Bergman bu edebiyatın şiiridir sözlük sakinleri. not edin.
bundan üç-dört sene önce bir arkadaşım dedi ki:"sean peen ölmüş". hadi ya dedim yazık olmuş. üzüldüm. çünkü sean peen' i severdim. "sonra şaka lam" dedi."ölür mü sean penn hiç".
sonra aradan üç yıl geçti ya da dört, ben haberlerde duydum diyordu ki:" ünlü yönetmen ingmar bergman öldü". arkadaşımı aradım."hocu ingmar bergman öldü" dediler. "he ya doğru" dedi. "şaka mı?" dedim."değil" dedi.
"hadi lan dedim ingmar bergman ölür mü hiç". "öldü "dedi. çok üzüldüm. çünkü ingmar bergman' persona' yı çekmişti, yaban çilekleri' ni, magician' ı... ve daha bir sürü film çekmişti. hala aktif olarak film çekerken hemen her yıl sinema okullarında ders olarak işlenebilecek bir film çekmişti. her yıl.
hep ölümle ilgili bir şeyler vardı filmlerinde aslında. anlamalıydık bir gün ölebileceğini ama insan saf işte bir türlü inanamıyor gerçek olabileceğine.
ben sanıyorum ki ben elli yaşıma da gelsem ingmar bergman adasında yaşamaya devam edecek. ben ingmar belki film çeker diye hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. belki bir film daha çeker, tek bir film. hayatla bağım koptu benim. herhangi sinemasal bir isteğim kalmadı artık. daha önce kubrick öldüğünde de böyle olmuştu. hocu bi film çeksede izlesek dediğimiz kimse kalmadı. kubrick öldü, bergman öldü, alfred zaten ölmüştü. yakında jarmusch da ölür zaten. **
yıllar önce, yedinci mühürün açıldığı gün insanlığın hakikatle tanışacağını vurgulamıştı.vakit geldi ve onun için yedinci mühür de açıldı.yalnızlık, iletişimsizlik ve sevgisizliğin ozanı sinema tarihini çok zenginleştirmişti.nur içinde yatsın...
14 temmuz 1918'de doğmuş isveç'li yönetmendir. insanın yalnızlığı, güçsüzlüğü ve acı çekişini karamsarlıkla anlatmaya çalışır. ilk filmi ise 1949'da çektiği zindan'dir.