uzun, çıplak, mermer masaların üzerine, kendilerine yaşayan bir el dokunmadıkça kıyamete kadar ne sağa, ne sola dönmeye niyetli olmayan kaskatı ölüler yatıyor.
bu odanın belki ışığa ihtiyacı yok...
fakat orada da tek başına 40 mumluk bir ampul yanıyor.
bütün evi üzerine giyiyor bir türlü ısınamadan evden çıkıyordu yolcu yolunda gerekti.
uyuyan kedisine son kez bakıp işin yolunu tuttu.kafasındaki tek şey akşam olsa da eve gitsem uyusamdı.
işten geldikten sonra yemek yemiş ve TV izliyordum. Derken Ding dong diye zil çaldı. Kalktım ve gidip kapıyı açtım.
40'lı yaşlar da Bir hanımefendi:
+ afedersiniz apartmana yeni taşındım da, mikseriniz varsa ödünç alabilir miyim? Benimki taşırken kaybolmuş da...
- hoşgeldiniz, tabi hemen vereyim, bir dk.
Ardından mutfağa gittim. Ama bir türlü mikseri bulamadım. Mahçup bir şekilde kapıya döndüm ve:
- yaa her zamanki yerinde olan Mikseri bulamadım hanımefendi. Nasıl olur anlamadım.
Bu sözden sonra kadın:
+ ahh erkekler işte.
Deyip evin içine adım atmaz mı?
Ben: Hanımefendi, ne yapıyorsunuz? bir saniye...
Diye arkasından bağırırken kadın mutfağa doğru yürüyordu...
deniz, deniz, tuzlu deniz, acı deniz! ne yaptın küçüğümü?
kayanın üzerinde bir dalga patladı ve ikiye bölündü. sanki iki kol... kollar, kadını ayaklarından kavramak ister gibi uzanıp hiçbir şey yapamadan çözülüverdi, süzüldü, geriye çekildi.
uzakta, kayadan birer kibrit çöpü gibi görünen iki insan, uzaktan kayada bir kibrit çöpü görünen kadına bakarak konuşuyorlar:
- s.... z....değil mi şu?
- başka kim olabilir?
- ne arıyor kayanın üstünde?
- denizden kızını istiyor!
- istemekle verir mi deniz, aldığını?
- sen de onun haline gelirsen istersin!
kadın, kayanın üstünde, saltanat arabasıyla geçen sultana hitap edercesine haykırmakta devam ediyor:
,
yıllar evvel aldığım kocamı boğduktan sonra kızımı da bu kayanın üstünden çekip götürüverdin!
işte seninle, karşı karşıya yapayalnız kaldık! ne yapacaksan yap!
sanki bu sözlerin cevabıymış gibi rüzgarın, atlarına indirdiği kamçı sesleri gelmeye başladı. kara bulutlar uçuşmakta ve sular kaynamakta...
küçük bir hareketle polyesterin yanmasına mani oldu.
onca derdin arasında ceketi mühimsemedi ve ağır adımlarla ıssız sahilde meçhule doğru yürümeye başladı
bir kaç adım attıktan sonra, onun her hareketini uzaktan izleyen ve her defasında adımlarıyla ona doğru yaklaşan adam arkasından seslendi:
bu haleti ruhiye ile sözlüğe girdi. aldığı yan nick ile. ikincil nicki "yaoramakoyaburama" idi. gelir gelmez nick altına bir yazar "inşallah kızdır" yazı verdi.
nadiren uğradığım semtte dört köşe ufacık bir dükkân... yerde tuz ruhu ile temizlenmiş sarı, dört köşe taşlar... ufak, yuvarlak, kırmızıya boyanmış masalar... etrafında arkalıklı hasır iskemleler... sağda bir tezgâh...
saçsız ve yüzü kırışık, takribi 65 yıllık bir adam...
-buyrun.
boş masalardan birine geçtim. bir kahve ısmarlayarak etrafıma göz gezdirdim:
içerde beş kişi var...
ikisi tezgâhın yanı başındaki peykede bağdaş kurmuş oturuyor. biri şişman, öteki kupkuru... üstü başı dağınık, mekansız kimse gibiler.
üçüncü, uzak bir köşede, yüzüne çarşaf gibi gerdiği gazetesine dalmış.
öbür ikisi de ta orta yerde, tavana asılı petrol lambasının altında kafa kafaya vermiş derin konuşma içersinde.
içeride sessizliği boğan bir sessizlik!
cebimden kâğıtlarımı, kalemimi çıkardım. masanın üstüne yaydım. kalemi hemen yazıya başlayacakmışım gibi kâğıdın üst başına götürerek düşünmeye koyuldum.
...
sabit fikirler....canavar sürüsü halinde üzerime çullanan sabit fikirler...
biri bırakır, biri ısırır. bir türlü ruhumun etlerini bu sabit fikir canavarlarının sivri dişlerinden kurtaramam.
çalıştığım dairenin yazı masasında kendimi işe vermeye çalışmamın da faydası yok... yazdığım her cümlenin nokta yerinde, sıraladığım her rakam dizisinin toplam çizgisi altında aynı sabit fikir...
bilge'nin, beynimi tırmalayan ve çivi gibi aklıma saplanan ithamı:
''eserlere ara yerlerden girerek kargaşalıkta sahteliklere çadır kuranlara mukabil, apaçık şekilde bildirelim ki biz, fikri, fikir haysiyetini, bu ıstırabı yaşayan kafayı tanıyanız; pişmesine pişmiş, ama gafletle pişmiş yemeği, bu vasfıyla lezzetinden bileniz!..''