friedrich wilhelm nietzsche

entry1484 galeri95
    1375.
  1. Bugün de satirik amaçlı amaçlı ismi kullanıldı çok şükür.
    3 ...
  2. 1376.
  3. Hayatı asosyallikle, düzene uyum sağlayamamakla geçen, Hitler'in üstün ırk teolojisini benimsediği filozof ve yazar.

    Pek çok hastalık geçirmiş kendisi, çok sıkıcı ve fazla ciddi bir insan olduğundan arkadaşları tarafından hep dışlanmış ve terk edilmiş. Hep yalnız bırakılmış.

    Eserleri de o öldükten çok sonraları değere binmiştir.
    2 ...
  4. 1377.
  5. “savaşçı insan, savaşacak bir şey bulamayınca kendisine saldırır “ gibi doğru bir önermede bulunan filozof, filolog, kültür eleştirmeni, şair ve bestecidir.
    0 ...
  6. 1378.
  7. Bıyıkları aynı tarzan Rıfkı filmindeki,
    pala bıyık Rocky'e benzeyen alman filozof.
    0 ...
  8. 1379.
  9. Bir filazof.
    + siz arzuyu seviyorsunuz arzu edilen şeyi değil.
    0 ...
  10. 1380.
  11. BiLGiYE CAN VEREBiLMEK: BiR EĞiTiMCi OLARAK NiETZSCHE

    Bu yazımda filozof Friedrich Nietzsche'nin Eski Yunan Mitolojisi ile ilgili bazı çözümlemeleri ile başlayacağım. Ama yolculuğun sonunda geçmişte takılmayacak, modern zamanlara uzanacağız. Bu yüzden bu yazı deneysel bir çalışma olarak da görülebilir. Bakalım başarıya ulaşabilecek mi? Tarihin tozlu sayfalarında kalmış, bugün bize anlamsız (!) ve masalsı gelebilecek kavramlar yazımızın sonunda bir anlama kavuşabilecek mi? Deneyip birlikte görelim.

    Friedrich Nietzsche filoloji profesörlüğü yapan ve Antik Yunan üzerine tarihsel çalışmalar yürüten bir filozoftu. O, Antik Yunan Trajedyalarını Apollon ve Bacchus (Dionysos) diyalektiğini gözeterek inceler. Apollon güneş tanrısı, Bacchus ise şarap tanrısı idi. Akla karşı, duygular; itidale karşı kendinden geçme. Antik yunan kültürü bu ikisini de benimsemiş ve sentezleyerek denge konumuna ulaşmıştı. Oysa ona göre Batı, onun yaşadığı çağda haddinden fazla Apollonculaşmıştı. Nietzsche, modernizmin Bacchus'u dışladığını savunur. Ve böylece Apolloncu rasyonalizmin egemenlik kurduğunu belirtir. Duygucu, doğal ve doğaçlama yaşam bastırılmış, saf akılcı bir dünya kurulmuştur Batı'da. Entelektüel, donuk, kitabi bilgi toplumu örgütler hale gelmişti. Bu insan artık yenilmeli ve aşılmalıydı. Bu durumda übermensch, yani ''üst insan'' bu mevcut Apolloncu, akılcı, çağcıl insanı aşabilmek için nasıl bir tutum almalıdır peki? Genelde üst insan, çok elit ve entelektüel bir birey olarak algılanır. Ama eğer böyle ise üst insanın yapması gereken bu çağcıl akılcı dünyayı daha da rasyonelleştirip geliştirmek olmalı gibi gözüküyor. Böylece soru cevaplanmıştır diyebiliriz. Ama temkinli olmakta fayda var; Nietzsche, gerçekten üst insanı çok entelektüel, kültürlü, bilgi küpü bir zihinle donanarak toplumu ve insan'ı aşmış bir birey olarak mı tasavvur etmektedir acaba? Genel kanı yanlıştır, Nietzsche üst insanı bu şekilde kurgulamaz.

    Aşırı rasyonalleşme ve entelektüalizmin getirdiği elit birey algısı ''üst insanı'' doğru karşılamaz. Çünkü bu Apolloncu yüceliş; bedene karşı aklı, değişime karşı durağan olan kavramları, bireye karşı tüm insanlıkla aynılaşmayı öne çıkaracaktır. Akılsal kavramların akademik dayatmalarla benimsetilmesi bireylerin aklını eşitlemeye yönelir çünkü. Hatırlayalım; Nietzsche'ye göre Sokrates kavramların kendinde mutlak tanımları olduğunu savunarak, değişime-oluşa karşı set çekmiş, Kant ise bunu zirveye taşımıştır ve Nietzsche bu akılcı geleneğe oldukça hasmane bir tutum sergiler. Ona göre kavramların içerikleri tarihsel olarak gelişime ve değişime tabiidir. Kendinde bir iyi, adalet vs yoktur. Bu görüşler yanlış görülebilir. Biz amacımıza odaklanalım. Doğru soru şudur; Nietzsche'nin bu tavrı bize ne kazandırır? Bu tavır, bizim de kendi çağımızda; iyilik-adalet-ahlak ve özgürlük tanımı üretme hakkımızı bize teslim eder. Mevcut tanımları kabul edip devam etmek zorunda değiliz. Özne, kurucu bir işlev kazanarak bireyselliğini en doyurucu şekilde sergileyebilir. Demek ki üst insan, değer koyucu olarak hareket etmelidir, akademik akla teslim olmamalıdır Nietzsche'ye göre. Dikkat edersek felsefileşmiş bir tarih çözümlemesi bize bireysel bir özgürlük verme fikriyle birlikte, binlerce yıllık miti canlı ve akışkan hayatın içine katmakla sonuçlanmış gözükmektedir. Bu noktayı akılda tutalım, yazının sonunda tekrar anacağız.

    Bu durumda üst insan; aklı yani Apollon'un ışığını söndürüp onun sıcaklığından uzaklaşarak duygusal/sezgici bir varoluşla mı doldurmalıdır ruhunu? O zaman da saf bir hedonist, acıyla yüzleşmekten korkan bir bönlüğe düşüleceğini söyleyecektir bize Nietzsche. Bu durumu da kabullenmeyecektir. Dionysosçu esrime ve sarhoşluk, bir ayyaşın sefilliğine götürmemelidir insanı. Bu durumda özne, bedeni çok hor kullanmaya başlar, onun gücünü azaltır, onu yüceltemez. Savrulur, değer üretemez, özgünleşemez, birey olarak ayrıksı durdukça aslında birey olamamaya, kendi yaşamının kontrolünü eline alamadan sürüklenmeye başlar.

    O halde üst insan bedeni, yaşamı, oluşu savunan ve Apollon ile Bacchus arasında denge kuran bir tür olacaktır. O zaman üst insan, doğasına uygun davranabilen, entelektüel gelişime koşulsuz açık, teorik konularda aklı işletip güçlü çıkarımlar ve zihinsel bağlantılar kurabilen ama yeri geldiğinde kendi iradesiyle kendi zararına olabilecek kararlar bile alabilen, yine yeri geldiğinde tutarlılık duvarını da yıkıp duruma göre o an en soylu edim neyse; mutluluksa mutlu olmayı, kendine acı çektirmek ise bunu yapabilen, varoluşsal bir doğaçlama içinde doğallığıyla o duruma özgü doğru kararları alabilen, mutlak katı kurallarla ve sabit tanımlarla yaşamayan bir insan demektir. Örneğin; Dionysosçu bedeni ve bedenin arzularını onaylamak, onu sürüye karşı savunmak fakat benliğini bedenin arzularının kölesi haline getirmeyecek bir apolloncu kontrolü de korumak gerekir Nietzsche için.

    Peki bireysel açıdan değil toplumsal açıdan bakarsak Apollon-Dionysos kültlerinin birbiriyle mücadelesi bize neler söyleyebilir? Nietzsche, Dionysosçu güdülere ''siyasi içgüdünün azalmasının'', ''devlet ve anayurt duygusuna'' yönelik kayıtsızlığın, hatta düşmanlığın eşlik ettiğini belirtir. (Bakınız; Müziğin Ruhunda Tragedyanın Doğuşu, 21. bölüm) Bu esriklik kontrol edilmezse, Hint Budizmine varan bir dünyevi meselelere karşı hissizlik baş göstermeye başlar. Devlet ve anayurt Apolloncudur. Devlet ve anayurt, hiyerarşi getirir-sınırlar çizer ve gündelik hayatı bize hatırlatarak ruhu düşüşe uğratıp bunalıma iter. Fakat Dionysosçu sanat (şenlik-kendinden geçme-metafizik bir esrime içeren ayinlerdi bunlar) bu adi dünyanın karşısına daha üstün bir dünya koyar. Ruh, kendini bu dünyada sürgün gibi hissetmeye başlar. Tüm sınırların kalktığı, tüm karşıtlıkların üzerine çıktığı bir göksel anayurda ulaşmayı arzular. Tanrısız bir tanrısallıktır bu. Tanrısızlığın yarattığı 'çölleşmeye' karşı sanatla ve müzikle ulaşılan tanrısal bir bütünlük hali. Saf bir Dioynsosçu müzik değildir bu, birçok zekice söz vardır içinde, yani Apolloncu/akılcı unsurlar ve ifadeler. Dionysos'a karşı denge. Nietzsche bu dengenin Wagner müziğinde, Tristan'da bulmuştu. Tanrısız da olsa tanrısaldı bu denge gözeten tutum; ''neredeyse parçalara ayrılmış bireyi yanılsamanın iyileştirici balmumuyla birleştirmişti'' (Bakınız; Julian Young, Nietzsche). Dikkat edelim, ne kadar Dionysosçu olsak da akıp giden bir akılsal hayatı yaşamaya da mecburuz. Devletin ve aile/akraba/iş yaşamı koşullarının gereklerini de yerine getirmeye vakit harcamak zorundayız. Bu yüzden bu gündelik vasatın varlığını hem kabul eden, ama ruhu çok derinlerde ve bu yaşamı çok daha yukarılardan -onun deyimiyle buz kaplı dağlardan veya göklerden- izleyen bir içsel/sezgisel/varoluşsal/sanatsal bir yaşama sahip denge durumunu bize önermektedir Nietzsche. Dikkat edersek aslında oldukça gerçekçi bir tutumdur bu. Görüldüğü gibi yine mitin içinden süzülen bilgiler, bir can suyu bulmuş toprak gibi bir anda önümüzü yeşerten bir tazeliğe, esenliğe kavuşmaktadır böylece.

    Nietzsche tüm bu olan bitenin detaylarından sıyrılıp kuşatıcı bakarsak ne görmemizi isterdi? Nietzsche için tarihin ve filolojinin amacı ve önemi, klasik veya geçmiş metinler aracılığıyla kendimizle yüzleşmektir. Çünkü mitlere ve tarihe baktıkça kendi bunalımlarımıza yönelik sonuçlar çıkarırsak yaptığımız faaliyet bir anlamı vardır. O halde; bu metinlerin kendileri için kendi başına anlamı yoktur. Apollon veya Dionysos salt bir şeyin tanrısı olmak bakımından anlamsız bir ezberden ibarettir. Zihni bunlarla doldurmak yarın ne yiyeceğimizi düşünmekten daha az değerli olurdu Nietzsche için. Bir başka savunu ise; Tarih ve filoloji incelemelerinin olabildiğince felsefi düşünceye malzeme olmalısı gerektiğidir. Bilimsel olan sanata ve felsefeye kanalize edilir böylece. Tarihe ve filolojiye dair sadece yaşanmışlıklar ve bilgi demetlerinden ibaret bir çalışma yavan ve tatsızdır ona göre. Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu adlı eserinde filolojinin felsefi bir dünya görüşüne bağlanması gerektiğini açıkça yazmaktadır. Bunu yapma amacınının, ''detayların, ayrıntıların atılıp geriye sadece bütüncül sonuçları'' bırakmak olduğunu ifade etmiştir. 1869'da üniversite açılış konuşmasında bu fikirlerini açıklıkla söylemiş, klasik bir bilgi aktarımcısı olan profesörlerin şimşeklerini çekmiş olsa da söylevi genel olarak olumlu karşılanmıştı. Profesör Nietzsche, derslerinde eski tarih ve filoloji verilerini (bugün bile güncelleştirilmesi en zor görülen disiplinlerdir bunlar), o kuru kitabi bilgiyi bir şekilde (ama haklı ama haksız, konumuz bu değil) günün sorunlarına, yaşayan insanın bireysel ve toplumsal meselelerine çekmeyi başarıyordu. O halde bu başarı bu iki bilimde sergilenebiliyorsa şunu soralım; neden tüm dersler öğrenci için değerli ve yaşamları için anlamlı kılınacak şekilde işlenemesin ki?

    Friedrich Nietzsche'nin bilgiyi sunuş biçimini örneklerle irdeledik. Son olarak Nietzsche'nin bu sunuş tarzını desteklediği eğitim stratejisine de bakalım; Ecce Homo'nun taslaklarında pedogojik ve akılsal sınıf yönetimi kurallarını hiçe sayan, içgüdüsel ve pek çaba harcamadan disiplin kuran öğretmenlerden olduğunu iddia eder. (Dikkat edin apolloncu akla karşı dionysosçu bir üslup benimseyerek, geçmişe dair bilgisini hayatına ve davranışlarına uyarlamış oluyor böylece.) Şöyle yazmaktadır; '' Temelde pedagojik ilkelere ne ihtiyaç duyan ne de bunlara sahip olan gönülsüz öğretmenlerden biriydim. (...) 7 yılda tek bir ceza bile vermeme gerek kalmaması, daha sonra yeminlerle anlatıldığına göre en tembel öğrencilerin bile benim derslerimde çok çalışması bunun delili olsa gerek. (...) Bir öğrenci önceki dersin konusunu yeterince iyi anlatamıyorsa daima alenen kendimi suçlardım-örneğin anlattıklarım çok üstünkörüyse ya da belirsizse herkesin benden daha fazşa açıklama ve yorum isteme hakkı olduğunu söylerdim. Bir öğretmenin her zeka düzeyinin anlayacağı dilden konuşma zorunluluğu vardır... Bu küçük stratejinin her türlü azarlamadan daha etkili olduğu söylenirdi bana. -Gramer okulundaki öğrencilerle ve üniversite öğrencileriyle ilgilenirken gerçekten hiç zorluk yaşamadım.''

    25 yaşında profesör olan Nietzsche hakkında, öğrencilerinin söyledikleri onun kendine dair bu sözlerinin abartılı olmadığını, hakkaniyetli tespitler içerdiğini doğrulamaktadır. Öğrencileri kendisini, her konuyu sürekli yaşamın içine çeken, anlattığı bilgilerin altında zengin anlamlar yakalayan, öğrencilerine kendisinin yoldaşları gibi davranan gerçek bir ''eğitimci'' olarak görmektedir. Bunun örneklerini, öğrencilerin onun hakkındaki görüşlerini Julian Young'un kapsamlı biyografisinde okuyabiliyoruz. Belki günümüz akademik hayatının sıkıcı, öğrencilerin kendilerine öğretilenlerden tatmin olmaz/anlam veremez hallerinin sebepleri sistemsel-siyasal-toplumsal sorunlar yanında biraz da -hatta dürüst olalım, epey miktarda- buralarda aranmalıdır. Şöyle de söyleyebilirim; bu iki mitolojik tanrının sadece kuru bilgi olarak size anlatıldığı bir makale veya ders anlatımı düşünün. Ve bu yazıyla kıyaslayın. Eğer, yazdıklarım Apollon ve Dionysos kültlerini öğrenmeyi anlamlı kılan bir fark oluşturmuşsa ve bu mitleri okumak bir keyif verebilmişse, bir bilgiyi şu an halihazırda akan hayatla ilişkilendirmenin eğitim için önemini hep beraber Nietzsche sayesinde kavramışız demektir...
    1 ...
  12. 1381.
  13. Alman filolog, filozof, kültür eleştirmeni, şair ve besteci. Din, ahlâk, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır. Nietzsche'nin kilit fikirlerini Apollon-Dionysos ikiliği, perspektivizm, Güç istenci, "Tanrının ölümü", Üstinsan ve bengi dönüş oluşturur. Felsefesinin merkezini oluşturan şey, kişinin coşkun enerjisini sömüren her türlü öğretinin, toplumsal olarak ne kadar geçerli olursa olsun sorgulanarak "hayatın evetlenmesi"dir. Hakikatin değeri ve nesnelliği üzerine yürüttüğü kökten sorgulaması, geniş çaplı yorumların odağını oluşturur ve etkisi özellikle kıta felsefesi geleneğinde varoluşçuluk, postmodernizm ve postyapısalcılık da dâhil olmak üzere devam etmektedir.
    0 ...
  14. 1382.
  15. "Siz, bedeni küçümseyenler, aptallığınızın ve küçümsemenizin içerisinde bile kendi benliğinize hizmet ediyorsunuz. Size diyorum ki, kendi benliğiniz ölecek ve hayata yüz çevirecek."

    Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabından.
    0 ...
  16. 1383.
  17. “Ey insan dikkat et!
    Ne diyor derin gece yarısı?
    Uyudum,uyudum
    Derin bir rüyadan uyandım.
    Dünya derin...
    Ve gündüzün düşündüğünden de derin!
    Acısı derin!
    Neşesi, yürek acısından da derin
    Acı şöyle konuşur: Geçici ol!
    Ama neşenin her türlüsü sonsuzluğu ister!
    Uçsuz bucaksız sonsuzluğu ister!”
    1 ...
  18. 1384.
  19. Ölümünün üzerinden bugün tam 120 yıl geçmiş olan güzel acılar çekmiş insan.
    3 ...
  20. 1385.
  21. bugün 120. ölüm yıldönümü olan filozof.

    siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil.
    yaşamak acı çekmektir. hayatta kalmak ise bu acıda bir anlam bulmaktır.
    1 ...
  22. 1386.
  23. Almancası çok üstün çok güzel cümleler kuran kelimelerle dans eden büyük filozof. Mantık olgusunu basitten karmaşığa doğru kurarken bazı mantıksal yapıtaşlarını tam yerine bilerek ve isteyerek oturtmaz. Bazen bazı görüşleriyle çelişsem bile,yazı stiline hayran olduğum için okumaktan zevk alırım.
    0 ...
  24. 1387.
  25. Kant'ın felsefesinin temel taşlarından biri olan ve Schopenhauer tarafından da önemli ölçüde kabul edilmiş bulunan numen-fenumen (görünen dünya + görünmeyen dünya) ayrımına karşı çıkarak elimizde sadece ve sadece bu dünyanın bulunduğunu, bu dünyada da kendisi tanrı falan göremediği için tanrının da öldüğünü iddia ederek gerek alman gerek tüm dünya düşününde bir devrime imza atmış, neşter vurmuş olan posbıyıklı amcamız.

    Kendisinin dünya görüşüne gelirsek, birkaç bin yıl öncesine kadar doğa hep güçlü olanın zayıf olanı, güzel olanın çirkin olanı, sağlıklı olanın hasta olanı yok ettiği; ve böylece medeniyetin bir topyekün ilerleyiş içinde olduğu bir yerdi. Derken önce Sokrates sonra isa ortaya çıktı, dediler ki güçlü olan zayıf olanı ezmemek zorundadır, şayet böyle bir şey yaparsa da utanmalıdır, zira ahlaksızdır. işte Nietzsche, güçlü olanı güçlü oldu diye ahlaksız ilan eden bu ahlak sistemini köle ahlakı olarak adlandırmaktadır, ki bu kavram bildiğiniz gibi Nietzsche'nin felsefesinin temel taşlarındandır.

    Köle ahlakının bugüne kadar gelebilmiş olmasının temel sebebi, Nietzsche'ye göre, çoğunluğun yani yıkıkların işine yarıyor olmasıdır.

    işte bu yıkıklar alelade insanlardır, alelade insanlık da yıkıklık olduğundan ötürü aşılması gereken bir şeydir. Mümkün olan her anlamda kendinizi geliştirecek faaliyetlerde bulunursanız, alelade insanı aşar ve üstinsan, yani Nietzsche'nin deyimiyle Übermensch olursunuz.

    Eski Yunanları görkemli günlerinden uzaklaştıran Sokrates'in; Romalıları çöküşe götüren ise isa'nın dayattığı köle ahlakıdır. Henüz 4 yaşındayken kaybettiği babası da bir Lutherci papaz olan Nietzsche'ye göre Hristiyanlık, köle ahlakının en önemli dayatıcısı ve pekiştiricisidir.

    Babasını erken kaybetmiş olması nedeniyle, Nietzsche'nin ömrü boyunca kendine bir baba figürü aradığını söyleyebiliriz. işte bu boşluğu en iyi dolduran kişi klasik muzik tarihine damgasını vurmuş olan Richard Wagner'di.

    Wagner ve Nietzsche zaman içinde gerçekten de can ciğer kuzu sarması oldular. Wagner isviçre'de sürgünde iken (yamulmuyorsam borçları nedeniyle hapse atılmamak için Viyana'dan kaçmak zorunda kalmış), Nietzsche, Wagner'in evinden ("tribschen") adeta çıkmaz olmuş, Wagner de Nietzsche hakkında "beni eşim Cosima'dan sonra en iyi anlayan adam" demiştir.

    Gelgelelim zaman içinde bu ikili birbirinden iyiden iyiye soğumuştur, öyle ki 69 yaşındaki Wagner 1883'te öldüğünde Nietzsche onun hakkında "tanıdığım en eksiksiz insandı ama eğer biraz daha yaşasaydı yaşanmasından korktuğum olaylar olacaktı" minvalinde sözler söylemiştir.

    bu ikilinin arasına beyaz önlüklü bir karakedinin girdiği 1956'da bulunan mektuplar sayesinde gerçekleşmiştir. Durum aslında şudur: 1877 yılında Nietzsche bir doktora görünür, bu doktor sıkı bir Wagner hayranıdır. Doktor, Wagner'in kendisine Nietzsche'nin sağlık durumunu sorması üzerine ne var ne yok dökülür.

    Nietzsche 3. Dereceden frengi olmuştur ve doktor fahişelerden bulaşan bu hastalığın kendisine nasıl geçtiğini sorduğunda Nietzsche, tıbbi tavsiyeler üzerine fahişelere takıldığını ifade etmiştir. Fahişelere takilmanın kronik mastürbasyona çözüm olarak önerildiği açıktır. Ayrıca Nietzsche gözlerinden muzdariptir ve dönemin yaygın inancı uyarınca çok mastürbasyon körlüğe sebep olmaktadır.

    Bu iki faktörün bir araya gelmesi Nietzsche açısından büyük talihsizliktir, hipokrat yeminini siktiğimin doktoru da tarihin gördüğü en büyük filozoflardan birinin işbu zaafını Wagner'e aynen iletmiştir. Üstüne Wagner de sağda solda mahalle karısı gibi bunun dedikodusunu yapınca Nietzsche gülünç duruma düşer, özellikle de Wagner'in Prens 2. Ludwig'in parasıyla bol keseden düzenlediği Bayreuth festivalinde hepten rezil olur ve festivali bitmeden terk etmek durumunda kalır. Babası yerine koyduğu adamın bu hareketi (ihaneti?) onu derinden yaralar.

    Daha sonra Nietzsche, Wagner'in yamulmuyorsam ölmeden 1 yıl önce saldığı eseri Parsifal'i köle ahlakını olumlamakla itham ettiği için ikili birbirinden iyiden iyiye uzaklaşmışsa da, Nietzsche'nin yukarıdaki meseleden ötürü gönül koymuş olması sebebiyle uzaklaşmış olmaları çoğunluğa göre daha yüksek ihtimaldir.

    Bunun yanı sıra belirtmek gerekir ki Wagner oldukça dominant bir karakterdir, fazlasıyla kontrolcüdür ve bu zaman içinde Nietzsche için boğucu hale gelmiştir, Julian Young'ın yazdığı tuğla gibi Nietzsche biyografisinde ifade ettiği üzere Nietzsche, tozu djmana katmadan, sessizce Wagner'den uzaklaşmaya çalışır. Öyleyse diyebiliriz ki uzaklaşmalarında bir başka etken de Wagner'in boğucu karakteridir.

    Peter Watson abimiz, almanı alman yapan şeyleri bütünlük içinde anlattığı tuğla gibi eseri German Genius'ta Nietzsche'nin felsefesini genel olarak gayet güzel özetlemiş diyebiliriz. Sadece şu noktada kendisine ufak bir eleştirim olabilir, Übermensch kavramını özetlerken Watson amcamız "life is life" diyor, bu yanlış yorumlanmaya açık bir ifadedir, Nietzsche oo madem dünyaya geldik hadi kokoyin çekip orji yapalım diyecek türden bir adam değildir.

    Tam tersine, en üst amaç olarak gören hedonizmin kabul edilmesi durumunun doğal olarak nihilizmi sonuçlayacağını Nietzsche kendisi de öngörmektedir, ve insanın nihilizmden korunmak için kendini adayabileceği bir üst amaç arayışı, Nietzsche'nin üstinsan kavramını yaratmasına yol açar; yani kişinin hayat amacının kendini aşmak olması, her gün daha da ilerlemek olması gerektiğini söyler. Nietzsche işte felsefesinde tam olarak bunu hayatın amacı haline getirir.

    Bir de şahsen işte bu aynı ifade biçiminden sanki Nietzsche köle ahlakını reddetmiyormuş da köle ahlakını kabul edip ona zıt davranılmasını istiyormuş gibi bir anlam çıktığını düşünüyorum. Bakın bu ikisi çok ayrı şeyler. Nietzsche'nin üstinsanı kendi hedefi doğrultusunda yükselmek için çabalar, öyle Barda filminde olduğu gibi nasılsa gücüm yetiyor haydi ahlaksızlık yapayım diye hareket etmez. Muhtemelen Watson abimiz de bu ayrımın farkındadır, dediğim gibi ben sadece anlamsal bulanıklıktan dolayı burayı vurgulamak istedim.

    işte böyle.

    Posbıyıklım yazdıklarıyla hiç şüphesiz insanlığa eşsiz katkılarda bulunmuştur. Kendisi hakkında bunca karalamış biri olarak, Naçizane, kendisine uymadığım ilk nokta tanrı meselesidir. Bir zamanlar içlerinden biri olduğum bilim31 tayfanın evren rastgele yaratılmış yauvv tezi açıkçası bana pek hitap etmiyor. Evet, bence de bütün bunlar kendiliğinden veya tesadüfen ortaya çıkmış olamaz.

    Posbıyıklıma şerh düşme ihtiyacı hissettiğim bir başka nokta ise, üstinsan olmayı hayatın amacı haline getirme meselesidir. Kanaatimce bu durum nihilizme engel olacak güçte değildir, çünkü üstinsan olmak için çalışmak demek hedefler doğrultusunda yoğun ve bitmek bilmez çabalar göstermek anlamına gelir. Yav tamam üstinsan olalım da, onu niye olalım diyecek olsalar, sanki canım posbıyıklım lafı geveleyecek gibidir.

    Benim bu hususta şahsi çıkış noktam, çocuklarım, ailem ve milletimdir. 250, 500, 1000 yıl sonra onların güzel yaşaması için çalışmak bence en mantıklısıdır.

    Sözgelimi Bugün biz Türkler olarak yurtdışına çıktığımızda, çok daha güzel bir yaşamın mümkün olduğunu ama aptalca engeller yüzünden cennetten dışlanmış olduğumuzu fark ediyor ve acı çekiyoruz. öyleyse yapmamız gereken, Ebedi Şef sayın Mustafa Kemal Atatürk'ün aşağıda söylediği gibidir (Kemalism intensifies):

    "Herhangi bir şahsın, yaşadıkça memnun ve mes'ut olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmaktır. Makûl bir adam, ancak bu suretle hareket edebilir. Hayatta tam zevk ve saadet, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, saadeti için çalışmakta bulunabilir."

    işte bu noktadan öte posbıyıklıma getirecek eleştirim yok. Hayata dair öğrettikleri için, Schopenhauer nihilizmine karşı bir ışık, bir araç gösterdiği için ona ne kadar teşekkür etsem az.

    Sanmıyorum ama, eğer burayı okuyorsan, seviliyosun tatlışko. Bil istedim.
    1 ...
  26. 1388.
  27. Kant’tan da hiç haz etmezdi biliyorsunuz. Hatta kendi deyişiyle; Königsbergli Çinli.
    3 ...
  28. 1389.
  29. Turgut özal'dan da hiç haz etmezdi biliyorsunuz. Hatta kendi deyişiyle; çankaya'nın şişmanı.
    2 ...
  30. 1390.
  31. 1391.
  32. 1409.
  33. üst insanı diğer insanlara tepeden bakan, görmüş geçirmiş, kesin ve net ahlaki yargılara varmış bir şahıstır. ne yazık ki filozofun hayatı acı ve depresyon sancıları içinde geçmiş ancak edebiyata dev eserler bırakmıştır. en bilinen ve sert üsluplu eseri böyle buyurdu zerdüşt - also spracht zarahustra' dır.
    2 ...
  34. 1410.
  35. Alman filozof ve yazar. Din, ahlak, modern kültür, felsefe ve bilim üzerine metafor, ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmıştır.

    "Ebedi dönüş", "Amor fati", "Güç istenci" ve "Üst-insan" kavramlarını felsefe dünyasına kazandırmıştır. Çoğu edebiyat çevresince, Avrupa’nın en büyük yazarı olarak kabul edilmektedir. Yazdığı eserler zamana meydan okumuş ve 21. yüzyıl dahil tüm zamanların en fazla alıntı yapılan filozofu Friedrich Wilhelm Nietzsche olmuştur. “Thus Spoke Zarathustra” (Böyle Buyurdu Zerdüşt), “Ecce Homo”, “Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik” (Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu), “The Twilight of the Idol”s (Putların Alacakaranlığı) önemli eserlerindendir.

    Friedrich Nietzsche, 15 Ekim 1844’te Almanya’nın küçük kasabalarından biri olan Röcken’de dünyaya geldi. Prusya Kralı 4. Friedrich Wilhelm’le aynı gün doğdukları için oğluna Friedrich Wilhelm adını veren babası Karl Ludwig Nietzsche, Röcken Protestan Kilisesi'nde papazdı. Annesi Franziska Ehler Nietzsche’nin de ailesinde papaz olması dolayısıyla Friedrich’in çocukluğunda din faktörü büyük rol oynadı.
    Babasının sağlık durumunun kötü olması, Nietzsche’yi o yıllarda en çok üzen durumdu. O dönemde Karl Ludwig'in geçirdiği şiddetli migren ağrılarına kesin bir tanı konulamamıştı. Ancak, sonraları, rahatsızlığına hızlı biçimde ilerleyen bir beyin tümörünün neden olduğu saptandı.

    1849 yılında, henüz 5 yaşındayken kör olarak hayatı sona eren babasının kaybı, onu derinden etkiledi. 1850’de annesi, kız kardeşi, anneannesi ve 2 teyzesiyle birlikte Naumburg’a yerleşti. 5 kadınla beraber yaşamak, onun kadınlar hakkındaki düşünceleri ile ilgili belirleyici unsurlar içermese de kişiliğinin oluşum sürecinde oldukça etkili oldu. Keskin düşünceler, önyargılar, zorlayıcı kurallar ve ağır dini eğitim ekseninde geçen çocukluğu onu kendi içine kapanık biri yaptı.

    ilköğrenimini bu kentte Bürgerschule’de tamamladı. Oldukça çalışkan ve başarılıydı. Küçük yaşta, dinin yeterli çözümler getiremediği sorunlara yöneldi. Var oluş nedenleri hakkında kendi kendisine sorular soruyordu. Katı geleneklere sahip kadınlardan oluşan ailesinin tutumu nedeniyle, Nietzsche'nin duygularının derinliklerinde bu uzun ve bunalımlı yılların izleri kaldı. Bu türden soruları, Charles Baudelaire, Edgar Allan Poe ya da Luigi Pirandello gibi ünlü yazarlar da çocukluklarında sormuşlardı ve sonrasında kendilerinin, ailelerine karşı yabancılaştıklarını fark etmişlerdi. Nietzsche, o yıllarda müzikle de yakından ilgilenmeye başladı ve Robert Schumann'ın etkisinde romantik kompozisyon çalışmaları yaptı.

    On üç yaşında, yani 1857’de ilk otobiyografisini yazan Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin, kafasını kötülük olgusu kurcalıyordu. “Hiç bir adalete sığmayan, dünyadaki sayısız çatışma ve derin acı iyi bir Tanrıya nasıl mal edilebilirdi? Çocuğun küçük yaşta kaygı ile tanık olduğu, özellikle bedensel acı ve işkencelerin kaynağı neydi?” Bu kuşkular Nietzsche'nin bilincinde gelişecek, dört yıl sonra, 1861 yılında yazdığı ilk şiirin esin kaynağı olacaktı.

    1858’de, burs kazanarak, Naumburg yakınlarındaki, Almanya'nın önde gelen Protestan yatılı okulu Schulpforta'ya yazıldı. Üstün başarı gösterdiği okulda, eski Yunan ve Roma klasik eserleri üzerine temel bir eğitim aldı. Arkadaşlarının “Küçük Protestan papazı” diye çağırdıkları Nietzsche, 1864’teki mezuniyetinin ardından aile geleneklerini devam ettirip papaz olmak için ilahiyat ve filoloji okumak üzere Bonn Üniversitesi’ne gitti. Ancak bir yandan da inancını sorgulamaya devam ediyordu. Nietzsche’nin keskin zekâsı, içinde yaşadığı dünyanın çelişkilerini görmezlikten gelmesine engeldi. Bu dönemde kadınlar tarafından çevrelenmiş geçmişi ve atacağı adımlar ve yapacakları yine ailesi tarafından planlanmış geleceği ile ilgili düşünmeye başladı. Huzursuzdu, bilinçsiz bir isyan dürtüsü kişiliğine etki etmeye ve onu değiştirmeye başladı. Bonn’a geldikten kısa bir süre sonra o münzevi okul delikanlısı neşeli ve taşkın ruhlu bir üniversite öğrencisinin en iyi örneklerinden birine dönüştü. Herkesin giremediği özel öğrenci birliklerine girdi, arkadaşlarıyla içki içmeye başladı ve öğrenciler arasında yapılan eskrim düellolarına katıldı. Kaçınılmaz olarak bir düelloda yara aldı. Burnunun üstündeki küçük dikiş izi o günlerden kalmadır.

    Nietzsche aynı dönemde şu sonuca vardı: "Tanrı öldü". Bu yüzden tatil için eve döndüğünde dini ayinlere katılmayı reddederek, bundan böyle asla bir kiliseye gitmeyeceğini açıkladı. Aynı sebepten ilâhiyat eğitimine de son verdi. Öğretmeni, Friedrich Wilhelm Ritschl'in çalışmalarından çok etkileniyordu ve klasik filoloji üzerinde yoğunlaşmaya karar verdi. Bir sonraki yıl üniversitesini de değiştirerek Ritschl'in peşinden Leipzig'e gitti. Bu kentte hayatını değiştirecek olan iki önemli olay yaşadı.

    Bunlardan biri, gittiği bir genelevde, daha sonraları zihinsel bulanıklığına neden olacak frengi mikrobunu kapmasıydı. Göründüğü doktor kendisinden gerçeği gizledi. (O dönemlerde bu adettendi, çünkü bu hastalık henüz tedavi edilebilir değildi.) Bu olaydan sonra, Nietzsche’nin kadınlarla olan cinsel ilişkilerine bir son verdiği sanılmaktadır.

    ikinci olay ise, bir sahaf dükkânında oldu. Zira Nietzsche’nin düşünce dünyası, Arthur Schopenhauer'in ünlü yapıtı “istem ve Tasarım olarak Dünya”yı bulmasıyla tamamen değişecekti. Schopenhauer’un kıssadan hisse çıkaran üslûbu ve bulaşıcı karamsarlığı onu çok derinden etkiledi. O yıllarda ünlü filozofun felsefesini derinlemesine inceleyen Nietzsche, yakın çevresine artık "Schopenhauer'cu" olduğunu açıklayacaktı.

    Nietzsche’nin inanabileceği hiçbir şeyi kalmamıştı artık. Schopenhauer’un karamsarlığına ihtiyaç duyuyordu. Kendi doğasına tamamen uymasa da, onun dürüstlüğünü ve gücünü keşfetmişti. Ona göre, artık, pozitif düşünceler, karamsarlığı ancak güçlü olduklarında yenebilirlerdi. ileriye doğru giden yol Schopenhauer’den geçiyordu. Ancak Nietzsche’nin düşüncelerinde en belirleyici olan şey, Schopenhauer’un istemin temel rolü ile ilgili tasarımıydı.

    Filolojiye duyduğu ilgi, okuldaki filolog öğretmenlerinin, hayatın aciliyetle cevap bekleyen sorunlarına karşı sergiledikleri kayıtsızlıktan dolayı oldukça azaldı. Henüz bir üniversite öğrencisiyken ne yaptığını sorgulamaya ve filolojiyi “Bir budala veya salak tarafından döllendirilen felsefe tanrıçasının bir hilkat garibesi” şeklinde tanımlamaya başladı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kararsızlık ve çaresizlik içerisinde bunalarak, kimya öğrenimi almak, kankan dansını öğrenmek ya da sarı yavşan otu zehrini denemek için bir yıllığına Paris’e yerleşmek gibi fikirler arasında gidip geliyordu.

    Tam bu sırada, gizlilik içerisinde (Çünkü Wagner hakkında, yetkililer tarafından daha sonra iptal edilse de, yirmi yıl önce devrimci tahrikleri yüzünden sürgün kararı çıkarılmıştı.) Leipzig’te bulunan besteci Vilhelm Richard Wagner ile tanışma şansını elde etti. 8 Kasım 1868’de gerçekleşen bu büyük karşılaşma sonrasında Nietzsche, onun müziğine hayranlık derecesinde ilgi duydu. Her ikisinin de dehasını kabul ettikleri Ludwig van Beethoven'a ve görüşlerini çok beğendikleri Schopenhauer’a duydukları hayranlık, onları birbirlerine yakınlaştırdı. Yaşam onları yan yana getirmişti.

    Wagner, Nietzsche’nin babasıyla aynı yaştaydı ve kaynaklara göre ona şaşılacak derecede benziyor olmalıydı. Nietzsche, bilinçsizce de olsa çaresizlikle bir baba figürü arıyordu. Wagner, aynı zamanda, tasarımları kendi tasarımlarına bu denli uyan, karşılaştığı ilk kişiydi. O yüzden Wagner’in, Nietzsche üzerindeki etkisi o dönem büyük oldu.

    Bir yandan eğitimine de devam eden Nietzsche, Friedrich Wilhelm Ritschl’in yönetimindeki Rheinisches Museum dergisinde, yazıları yayınlanan tek diplomasız yazardı. Klasik diller öğrencisi olarak öyle başarılıydı ki, daha mezun olmadan Basel'de kendisine filoloji profesörlüğü önerilmişti. Sınav ve tez koşulu aranmaksızın sadece yazdığı yazılar ve Ritschl’in referansıyla üniversiteye kabul edilen Nietzsche, henüz yirmi dört yaşındaydı ve doktorası bile yoktu. Filolojiye karşı geliştirdiği olumsuz düşüncelerine rağmen bu öneri kendisi için geri çevrilebilecek cinsten değildi.

    Nisan 1869’da Nietzsche, Basel’deki görevine başladı ve filoloji dersleri yanında felsefe dersleri de verdi. Yapmak istediği şey, her iki disiplinin kesişen yönlerini incelemek ve bundan hareketle, uygarlığın zayıf noktalarını irdeleyebileceği bir araç geliştirmekti. Nietzsche, kısa bir süre içerisinde üniversitede oldukça saygın bir konum edindi. Rönesans’ı tarihsel bir dönem olarak niteleyen ilk kişi olan büyük kültür tarihçisi Jacob Burchardt ile tanıştı. Burchardt, Basel’deki profesörler arasında onunla aynı tinsel seviyeye sahip olan tek kişiydi ve Nietzsche’nin hayatı boyunca saygı duyduğu insanlardan biri oldu.

    1869 noeli için, Wagner, Nietzsche’yi, Liszts’in kız kardeşi CosimaVon Bülow ile birlikte yaşadığı yer olan Tibschen’e davet etti. Nietzsche geleceğin müziği olarak gördüğü Wagner bestelerine ve bilgin havasıyla onu çok etkileyen Wagner’in kendisine kayıtsız kalamıyordu. Noel için gittiği Wagner’lerde, ilk kitabı Die Geburt der Tragödie aus dem Geiste der Musik" i (Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu) yazmaya başladı. ilkin Yunan dramını işleyecek, kitabın sonu da “Nibelungların Sonu” ile birleşecekti.

    Sessizlik içinde, sadece kitabına odaklanabilmek için Alplere giden Nietzsche, Almanya ve Fransa arasında savaş başlamasıyla çalışmalarını sona erdirdi. Vatanseverlik duyguları ağır basan Friedrich Wilhelm Nietzsche, üniversiteden izin de alarak, sağlığı uygun olmadığı halde gönüllü sıhhiye eri olmak üzere 1870’te cepheye gitti. Çünkü Prusya için bu, Napolyon’un kazandığı zaferlerin intikamını almak, Fransa’yı mağlup etmek ve Almanya’nın Avrupa’daki egemenliğini sağlamlaştırmak için bulunmaz bir fırsattı. Nietzsche kitabını tamamlama duygusunun bile önüne geçen vatanseverliğiyle ilgili sonraları şunları söyleyecekti: “Karşımızda devlet var. Başlangıcı insana utanç verici. Çünkü devlet insanların çoğu için kurumak bilmeyen bir acı kuyusu, ikide bir buhranlara salarak onları tüketen bir alev. Ne var ki, çağırmaya görsün, ruhlarımız kendilerini unutuyor; kanlı çağrısına yığınlar koşa koşa gidiyor, kahraman oluyorlar.”

    Cepheye giderken, Frankfurt’ta, oldukça gösterişli biçimde resmi geçit yapan bir süvari birliği görmüştü. Bütün felsefesini yaratacak hayalin ve görüntünün o an doğduğunu söylemiş ve bunu şu sözlerle ifade etmişti: “En güçlü ve en yüksek yaşama isteminin sefil bir var oluş mücadelesinde değil, savaş isteminde, güç isteminde, yenmek isteminde olduğunu duydum ilk defa.” Bu düşünce, onun “Güç istemi” kuramının tohumu olacaktı ve oluşumundaki militarist kaynağı hiçbir zaman inkar etmeyecekti.

    Komutanları Bismarc ve Moltke, Fransızları hezimete uğratırken, Nietzsche’nin etrafı savaşın acımasız gerçekleriyle sarılıydı. Kolları ve bacakları kurşun yaralarıyla bezeli ve etleri çürümeye başlayan askerler arasında kalan Nietzsche, onlara elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışmıştı. Yaralı askerlerle yaptığı bir tren yolculuğu sonrasında hastalanan Nietzsche’ye dizanteri ve difteri teşhisleri konuldu. Savaş alanında geçirdiği 2 aydan sonra sağlığının bozulması nedeniyle Basel’e geri döndü. Sağlığıyla ilgili olan tüm sorunlara rağmen, okuldaki görevine kısa bir süre sonra yeniden başlayan Nietzsche, bir yandan da savaş öncesi başladığı “Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu” isimli ilk kitabını tamamlamaya çalışıyordu. Kitap 1872’de yayınlandı. Yunan kültürünün parlak ve alabildiğine özgün analizini yaptığı bu eserinde, Apolloncu ve Diyonisoscu güçleri inceledi. Ona göre Yunan tragedyası bu iki unsurun kaynaşmasından ortaya çıkmış ve sonunda Sokrates’in sığ rasyonalizmi tarafından yok edilmişti.

    1872 ve 1876 yılları arasındaysa Nietzsche , “David Strauss: the Confessor and the Writer”, “On the Use and Abuse of History for Life”, “Schopenhauer as Educator” ve “Richard Wagner in Bayreuth” isimli çalışmalarından oluşan toplam 4 denemesini yayınladı.

    1878’de ilk bölümünü Voltaire’e adadığı kitabı, "Menschliches, Allzumenschliches"i (insanca, Pek insanca) çıkardı. Kitapta metafizikten ahlaka, dinden sekse kadar Nietzsche’nin farklı konulardaki düşünceleri aforizmalar şeklinde ifade edilmişti ve bu kitapta felsefesi çok açık olarak Wagner ve Schopenhauer’dan ayrılıyordu. Deussen ve Rohde’le olan arkadaşlığında da soğuk rüzgarlar esmesine neden olan bu değişimden sonra, Nietzsche evlenmek üzere eş bulmaya çalıştı, ancak başarılı olamadı.

    1879’da uzun yıllardır sürmekte olan sağlık problemleri iyice arttı. Zira çocukluğundan bu yana miyop olan filozofun bu sorunu geçici körlüğe neden oluyordu. Migren ve şiddetli mide ağrılarıyla birlikte sağlığı iyice bozulduğu için üniversitedeki görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Çünkü 1868’deki binicilik kazası ve 1870’teki hastalıkları üst üste gelince, üniversiteden aldığı izinlerin süresi uzamaya ve zaman içinde düzenli bir çalışma için imkansız duruma gelmeye başlamıştı.

    istifasından sonra sağlığı için uygun iklim arayışına girdi ve sık sık seyahat etti. Farklı şehirlerde yaşayıp bağımsız yazar olarak çalışmaya başladı. Yazları isviçre’deki St. Moritz yakınındaki Sils Maria, italya’daki Cenova, Rapolla, Turin ve Fransa’daki Nice şehirlerinde geçirmeye başladı. Özellikle bu dönemde kız kardeşiyle olan ilişkisi bir küs bir barışık şekilde devam etti. Basel’de bir pansiyonda yaşıyordu ve arkadaşlarından yardım alıyordu. Aynı zamanda Nietzsche’nin üniversitede sekreterliğini de yapmış olan eski öğrencisi Peter Gast ve Overbeck hayatının sonuna kadar ona sadık kalan arkadaşları olacaktı. Malwida von Meysenbug ise ona anne gibi davranmaya devam ediyordu.

    Daha sonra Nietzsche, müzik eleştirmeni Carl Fuchs ile bağlantı kurdu. Hayatının en yaratıcı döneminin başında olan filozof, 1878’de yayınladığı “Menschliches, Allzumenschliches”dan sonra 1888’e kadar her yıl bir kitap yayınladı. 1880’deki “Mixed Opinions and Maxims”’den sonra 1881’de “The Wanderer and His Shadow”’u çıkaran Nietzsche’nin bu iki kitabı da, Menschliches, Allzumenschliches’in ikinci versiyonu olarak görüldü.

    “Daybreak: Reflections on Moral Prejudices” (1881), “The Gay Science” (1882) kitapları yayınlandıktan sonra, Paul Ree ve Malwida von Meysenbug’un sayesinde Lou Salome ile tanıştı. Thuringia’da birlikte bir yaz geçiren ikiliye Nietzsche’nin kız kardeşi Elizabeth de eşlik etti. Salome, Nietzsche’yi bir partnerden çok öğretmen gibi görüyordu. Ancak filozof Salome’e aşık oldu ve ortak arkadaşları Ree’ye rağmen, onun peşinden koşmaya devam etti. Salome, Nietzsche’nin evlenme teklifini reddettikten sonra ilişkileri sona erdi. Kardeşi Elizabeth’in annesiyle birlikte sürekli olarak Salome hakkında tartışmaları, tekrarlayan hastalık nöbetleri ve onu canından bezdiren intihar düşüncesi ile oldukça bunalan Nietzsche, “Thus Spoke Zarathustra”’nun da (Zerdüşt Böyle Buyurdu) ilk bölümünü 10 günde yazacağı Rapolla’ya kaçtı.

    Felsefik bağları Schopenhauer’dan tamamen koptuktan ve Wagner’la sosyal ilişkileri bittikten sonra bu durum Thus Spoke Zarathustra’ya da yansıdı. Kitabın farklı ve yeni bir stili vardı, bu stil okuyucusunda kitaba karşı bir yabancılaşma hissi oluşturmuştu. Tepkilerin niteliği sadece kibarlık olsun diye kitabın kabul edildiği yönündeydi ve Nietzsche bunu fark etti. Bu durumdan sık sık şikayet eden filozof, kitapları çok az satılmaya başladığı için yayıncısıyla sorunlar yaşadı ve 1885’te, Zarathustra’nın dördüncü bölümü için sadece 40 kopya bastırabildi. Kitap, aralarında Nietzsche’nin yakın arkadaşlarının bulunduğu sınırlı bir kitleye dağıtıldı.

    1886’da kendi çabasıyla “Beyond Good And Evil”ı (iyinin ve Kötünün Ötesinde) yayınladı. 1886-1887 yılları arasında, ilk çalışmaları “The Birth of Tragedy”, “Human, All Too Human”, “Daybreak” ve “The Gay Science’ın ikinci baskılarının yayınlanması, Nietzsche’nin, çalışmalarının zaman içinde beklediği karşılığı bulacağı yönündeki inançlarını arttırdı. Bu yıllarda Meta von Salis, Carl Spitteler ve Gottfried Keller’la tanıştı.

    1886’da kardeşi Elizabeth, anti-semitik görüşleriyle tanınan Bernhard Förster’la evlenip Nueva Germania’yı bulmak için Paraguay’a yerleşti. Nueva Germania bir Alman kolonisiydi ve Yahudilere karşı savaşıyordu. Nietzsche, Elizabeth’in bu planına kahkaha atarak karşılık verecekti. iki kardeşin arası hiçbir zaman tam olarak iyi olmamıştı ve bu tarihten sonra Elizabeth, Nietzsche’nin sağlık durumu iyice kötüleşene kadar onunla görüşmedi.

    Nietzsche’nin acı veren hastalık nöbetleri giderek artmaya başladı. Bu yüzden filozof kitapları üzerinde eskisi kadar uzun süre çalışamıyordu. Çok kısa bir süre içinde yazdığı “On the Genealogy of Morals”i 1887’de yayınladı. O dönemde tesadüfen Dostoyevski’nin kitaplarını buldu ve yazarı çok kısa sürede benimsedi.

    1888’de Nietzsche, beş kitap daha yayınladı. Bu beş kitap, yıllardır tuttuğu notlarından oluşan ve uzun süredir yazmayı planladığı büyük eseri “The Will To Power” (Güç istemi) için baz oluşturdu. Filozofun çalışmaları hakkında, kitaplarının kendi kişisel düşüncelerini ve kaderini yansıttığıyla ilgili kanılar o dönem daha da güçlendi. Nietzsche, polemik konusu olan “The Case of Wagner” başta olmak üzere, yazdıklarıyla ilgili söylenenlere gereğinden fazla değer verip, onları abarttı.

    “The Twilight of the Idols” ve "The Antichrist" kitaplarını tamamladığında 44 yaşında olan Nietzsche, otobiyografisi olan Ecce Homo’yu kaleme almaya karar verdi. Ardından, “Nietzsche Contra Wagner” geldi. Aynı yıl kendisi gibi yazar olan August Strindberg’la mektuplaşmaya başladı. Planladığı şey, kitaplarının haklarını yayımcısından geri almak ve eserlerini farklı dillere çevirmek için girişimlerde bulunmaktı.

    3 Ocak 1889’da Nietzsche, zihinsel bir çöküş yaşadı. 2 polis memuru tarafından kontrol altına alınan olayda, anlatılanlara göre Turin’de bir caddede yürüyen Nietzsche, bir atın kırbaçlandığına tanık oldu ve atı korumak için kollarıyla boynuna sarıldıktan sonra fenalaşarak yere yığıldı. Bu olayla ilgili kesin bir bilgi mevcut değildi, ancak anlatılanlar olayın bu yönde geliştiğine dairdi.

    Dostoyevski'nin “Crime and Punishment” (Suç ve Ceza) kitabında, eserin kahramanı Raskolnikov’un da gözleri önünde bir at kırbaçlanıyordu. Bu durum Nietzsche’nin biyografi yazarlarının gözlerinden kaçmadı. Zira Nietzsche, Dostoyevski’i çok seviyor ve onun için şöyle diyordu: “Öğrenebileceğim bir şeyler olan tek psikopat- analist.”

    Olayı takip eden birkaç gün içinde Cosima Wagner ve ortağı Jacob Burckhard başta olmak üzere birkaç arkadaşına gönderdiği mektuplarda sözünü ettikleri, onun zihinsel sağlığını tamamen kaybetmekte olduğunu gösteriyordu. Burckhard, Nietzsche’den mektup aldığını Overbeck’e bildirdi. Mektubu gören Overbeck, durumun ciddiyetini anladı ve Nietzsche’yi Basel’de bir psikiyatri kliniğine yerleştirmek üzere Turin’den almaya gitti. Nietzsche’nin durumu oldukça kötü görünüyordu ve delirmek üzereydi. Annesinin, onu tedavi etmesini istediği doktor Otto Binswanger’in kliniğine yatırılan Nietzsche, sonuç alınamayınca Kasım 1889’dan, Şubat 1890’a kadar Julius Langbehn’in kontrolünde tedavi gördü. Langbehn, diğer doktorlardan farklı metotlar kullanarak Nietzsche’nin durumunun nispeten düzelmesini sağladı. Ancak hastası hakkında gizli kalması gerekenleri çevresiyle paylaştığı için, annesi Nietzsche’yi mart ayında klinikten çıkardı ve mayıs ayında onu kendisinin yaşadığı Naumburg’taki evine götürdü.

    Bu süreç içinde arkadaşları Overbeck ve Gast, Nietzsche’nin yayınlanmamış eserleri ile ilgili olarak ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı. Ocak 1889’da “ The Twilight of the Idols”’ü özel baskısıyla yayınlamaya karar verdiler, ancak kitabın yayıncısı C. G. Naumann onlardan habersiz kitabın 100 kopyasını yayınlamıştı. Bu yüzden Overbeck ve Gast, Nietzsche’nin de onayıyla The Antichrist ve Ecce Homo’nun radikal içerikli baskısını saklamaya karar verdiler.

    1893’te, kardeşi Elizabeth kocası intihar ettiği için Paraguay’dan geri döndü. Nietzsche’nin eserlerini okumaya ve bu konuda çalışmaya başlayan Elizabeth, kitapların basılmasıyla ilgili kontrolü de eline aldı. Ardından onun yayınlanmamış yazılarına Yahudi düşmanlığı yapan ve Alman ırkını öven eklemeler yaptı. Bu yazıları Nietzsche’nin uzun soluklu projesi olan “Güç istemi” kitabında toplayıp yayınladı. Ancak daha sonraları, Nietzsche ve eserleri konusunda uzmanlaşmış olan Walter Kaufmann, Elisabeth Förster’in yaptığı bu yanlı eklentileri fark ederek, kitabı gerçek haliyle hazırlayacak ve yayınlatacaktı. Yine de bu durum Naziler tarafından kullanılacak, Nietzsche ‘nin “Üst insan” kavramı Alman milliyetçiliğine mal edilecekti. Ancak bunun tamamen yanlış olduğu ve Elisabeth Förster’in bir planı olduğu zaman içinde ortaya çıktı.

    Annesi Franziska’nın 1897’deki ölümünden sonra, Nietzsche, Weimar’da kardeşi Elizabeth’in bakımı ve kontrolü altında yaşamaya başladı. Arkadaşı, Rudolf Steiner, sık sık, çevresiyle çok az iletişim kuran Nietzsche’nin ziyaretine gidiyordu.

    Nietzsche hakkında, frengi dolayısıyla zihinsel problemler yaşadığına dair yapılan yorumlar dışında, beyin kanseri olduğu ve bunu kalıtsal olarak babasından aldığı şeklinde görüşler de bulunmaktaydı. Ancak yaşadığı zihinsel ve ruhsal bozukluğun asla felsefesiyle ilişkilendirilmemesi gerektiği yönündeki inanca rağmen aralarında Georges Bataille ve René Girard’in de olduğu azınlık bir grup, Nietzsche’nin zihinsel sağlığının felsefesi yüzünden bozulmuş olduğunu düşünmekteydi.

    25 Ağustos 1900’de, Friedrich Wilhelm Nietzsche, geçirdiği zatürree sonrasında hayata gözlerini yumdu. Elizabeth’in isteğiyle babasının yatmakta olduğu Röcken mezarlığına defnedildi. Arkadaşı Gast, cenazesinde yaptığı konuşmada Nietzsche’nin kutsal olarak anılmayı istemediğini, Ecce Homo’da belirtmiş olmasına rağmen şunları söyleyecekti : “Ey kutsal, tüm gelecek nesillerin adı ol!”

    Nietzsche 19. yüzyılın sonlarında yaşamış olsa da, eserleri düşünce dünyasında çığır açmış, felsefenin kendisinden sonraki seyrini derinden etkilemiştir. D.H. Lawrence, Herman Hesse, Rainer Maria Rilke, Michel Foucault, Albert Camus, Carl Jung, Alfred Adler ve Sigmund Freud gibi yazın, psikoloji, felsefe dünyasının büyük isimleri onun eserlerinin ışığında yol almışlardır.

    Friedrich Wilhelm Nietzsche'den Aforizmalar

    “Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir.”
    “Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: Önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?”
    “Ümit en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.”
    “Uçurumları sevenin kanatları olmalı.”
    “Nedeni olan nasıla katlanır.”
    “Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.”
    “Kadının nasıl bir nimet olduğunu tüm derinliğiyle hissetmek gereklidir.”
    “Müziksiz hayat bir hatadır.”
    Küçücük bağışlarla büyük mutluluklar kazanmak büyüklüğün bir ayrıcalığıdır.
    insan ağaca benzer ne kadar yükseğe ve aydınlığa çıkmak isterse,o kadar kök salar yere, aşağılara,karanlığa, derinlere kötülüğe.
    inançlar hakikat düşmanları olarak, yalanlardan daha tehlikelidir.
    Hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğü zaman bir düşünürü daha sert eleştiririz. Oysa bizi pohpohladığında onu daha sert eleştirmek uygun olacaktır.
    Sahip olunması zorunlu tek şey var: Ya yaradılıştan ince bir ruhtur bu, ya da bilim ve sanatlar tarafından inceltilmiş bir ruh…
    Tüm idealistler, hizmet ettikleri davaların her şeyden önce dünyanın tüm öteki davalarından üstün olduğunu düşünürler. Kendi davalarının biraz olsun başarılı olması için, bu davanın tüm öteki insan girişimlerine gerekli olan aynı pis kokulu gübreye açıkça ihtiyacı olduğuna inanmak da istemezler.
    Bir kez yürünmüş bir yola düşenlerin sayısı çoktur, hedefe ulaşan az ..
    insan, diğer insanlardan hiçbir şey istememeye, onlara hep vermeye alıştığı zaman, elinde olmadan soylu davranır.
    Acıların bölüşülmesi değil, sevinçlerin bölüşülmesidir dostluğu yaratan …
    Bir şeyden hoşlanmaktan söz edilir, aslında doğrusu, bu şey aracılığıyla kendinden hoşlanmaktır.
    Kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür.
    Hakikatin temsilcisinin en az olduğu zaman, onu dile getirmenin tehlikeli olduğu zaman değil, can sıkıcı olduğu zamandır.
    Doğa bize aldırmadığından, doğanın ortasında kendimizi öyle rahat hissederiz ki …
    Uygarlaşmış dünya ilişkilerinde herkes, hiç değilse bir konuda kendini başkalarından üstün hisseder. Genel iyiyüreklilik buna dayanır. Çünkü, durum elverirse herkes yardım edebilir, o halde bir utanç duymaksızın bir yardımı da kabul edebilir.
    Yapacak çok şeyi olan insan inançlarını ve genel düşüncelerini hemen hemen hiç değiştirmeksizin korur.
    insan dilediği kadar bilgisiyle şişinip dursun, dilediği kadar nesnel görünsün, boşuna ! Sonunda her zaman ancak kendi yaşam öyküsünü elde edecektir.
    insanların tarih boyunca farkına vardıkları aşılmaz zorunluluk, bu zorunluluğun ne aşılmaz ne de zorunlu olduğudur.
    Bugün artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor; çok fazla panzehir var.
    Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz.
    Sevilmiş olma isteği kendini beğenmişliklerin en büyüğüdür.
    insanları şiddetle kendi üzerine çeken, bir oyunu her zaman kendi lehine çevirmiştir.
    Çok düşünen ve uygulamalı düşünen, kendi maceralarını kolayca unutur, ama başından geçenlerin çağrıştırdığı düşünceleri hiç unutmaz.
    Biri kendi düşüncesine bağlı kalır; çünkü ona kendi kendine ulaşmış olduğunu sanır. Öteki ise, onu zahmetle öğrendiği ve onu anlamış olmakla övündüğü için bağlıdır düşüncesine. Sonuç olarak, her ikisi de kendini beğenmişlik …
    içine doldurulacak çok şey olduğu zaman, günün yüzlerce cebi vardır.
    Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmakta yararı vardır.
    Açıklanmamış karanlık bir konu apaçık bir konudan daha önemli sanılır.
    Sadece karşıtları cansıkıcı olmayı sürdürdükleri için, arada bir, bir davaya bağlı kalırız.
    Bir insan kendini hep çok büyük işlere adadığında, onun başka bir yeteneğinin olmadığı pek görülmez.
    Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. işte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.
    Gür ırmaklar kendileriyle birlikte bir çok çakıl ve çalı çırpıyı da sürükler; güçlü ruhlar da bir çok aptal ve mankafayı.
    Bir insanın gerçekten ele almış olduğu düşünce özgürlüğü ile, onun tutkuları ve hatta arzuları da gizli gizli kendi üstünlüklerini göstereceklerini sanırlar.
    Bir insan yoğun ve kılı kırk yararak düşündüğü zaman, sadece yüzü değil gövdesi de çekinceli bir havaya bürünür.
    Ruh arayanda, hiç ruh yoktur.
    insan yığınlarının davranış biçimlerini önceden kestirmek için, onların güç bir durumdan kendilerini kurtarmak için hiçbir zaman çok önemli bir çaba göstermediklerini kabul etmek gerekir.
    insan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır.
    Eylem ve vicdan genellikle uyuşmazlar. Eylem, ağaçtan ham meyveleri toplamak isterken, vicdan onları gereğinden çok olgunlaşmaya bırakır, ta ki yere dökülüp ezilinceye kadar.
    Aşk ve nefret kör değillerdir; ama kendileriyle birlikte taşıdıkları ateş yüzünden kör olmuşlardır.
    insan hatasını bir başkasına itiraf ettiğinde unutur onu; ama çoğu kez öteki kişi bunu unutmaz.
    Alev, başka şeyleri aydınlattığı kadar aydınlatmaz kendini. Bilge de böyledir.
    Bir konu hakkında hazırlıksız sorguya çekildiğimizde, aklımıza gelen ilk düşünce çoğu zaman bizim kendi düşüncemiz değildir; ama bizim sınıfımıza, konumumuza ve soyumuza ait olan sıradan bir düşüncedir sadece. Öz düşünceler pek ender olarak su yüzüne çıkarlar.
    Bizzat kendimizde olan bir değeri övdüğü, okşadığı zaman mucizeyi de, usdışını da kabul ederiz.
    Yarı-bilim tam bilimden daha üstündür. O, sorunları olduklarından daha kolay görür ve bununla görüşünü daha anlaşılır, daha inandırıcı kılar.
    Çok düşünen partici olmaya uygun değildir; o, parti arasında düşüncesini çok çabuk sızdırır.
    Kötü belleğin iyi tarafı, aynı şeylerden bir çok kez, ilk kez gibi yararlanmaktır.
    Bir kurbanın yoldaşı o kurbandan daha çok acı çeker.
    0 ...
  36. 1411.
  37. Bu koca bıyıklı ve koca yürekli abimiz iki şeyden nefret etmektedir ; hristiyanlık ve alkol. ikisinin de insanları hayatlarının güzel olduğu konusunda telkin ettiğini savunur.
    3 ...
  38. 1412.
  39. Düşüncelere tapmaz düşünceler ona tapar.
    3 ...
  40. 1413.
  41. 1414.
  42. "acı sadece tavukları ve şairleri gıdaklatır. kadına sorun, keyif verdiği için doğum yapmaz."

    demiş pos bıyıklı filozof.
    0 ...
  43. 1415.
  44. Yüksek sesle konuşanlar, ince konuları düşünemezler. Sürekli bağırıp çağıranlar, sessiz insanları anlayamazlar.

    - Nietzsche
    2 ...
  45. 1416.
  46. Aforizmaları beyin yakan alman filozof.

    Yaşamak için bir nedeni olan her türlü nasıl'a dayanabilir.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük