felsefenin başlangıç ilkeleri ile dinden çıkan tip

entry9 galeri0
    9.
  1. gazali düşününce ne olduğunu gördü ve felsefeyi yasaklayan tarafta olmayı seçti tabii ki, dini kullanmak varken kim siker gerçek arayışını .
    0 ...
  2. 8.
  3. felsefe sadece, pozivitis maddeci sekuler materyalist ve dinsiz düşüncenin malı değildir. bir defa bunu netleştirelim. felsefe sadece Yunan'a da ait değildir. eski Çin hind Mısır Babil ve diğer kadim kültürlerin kendilerine ait düşünce sistemleri vardır. felsefe hikmet demektir. yani insan sadece akılla Bilgi olmadan fikre ulaşamaz. bilgi ise sadece maddi kavramlara ait mevzu değildir. metafizik yani mana ve maneviyat yani din olmadan tefekkür olmaz. çünkü insan sadece akıldan ibaret değildir. ruhu var kalbi var duyguları var. o halde bu kaynakların da bir sahibi var ve insanı teşkil eden tüm bu unsurlar birlikte birbirini tamamlayıp insanı oluşturabilir. halbuki günümüz Batı felsefesi maneviyatı inkar üzere kuruludur. bunu dile getirenler de özellikle dinsiz camia tarafından susturulmuştur. üstelik bugünkü modern ilim insanın ve varlığın yani kainatın bir varoluşla başladığını itiraf eder. ilme sahip matematik fizik kimya tip biyoloji astronomi bilginlerinden insaflı olan kısmı batılı da olsa rabbin kurdetini gördüklerinde bunu itiraf ederler. yani ilahiyat ilmini inkar edemezler. o halde söz ve konu şuraya geliyor: yani yaradılıştan dinden ve Allah'tan bahsetmek bilimsel değil. yaa öyle mi, bak bakalım bilimsel mi değil mi gör öğren ve anla o zaman. evet..

    https://youtube.com/short...nWjpU?si=PbZdwEYrSO3uQrVZ

    --spoiler--
    Hikmete Dönüşün Zamanı

    Hasıl-ı kelâm, Modern düşüncenin dinle giriştiği entelektüel mücadele, insan ruhunun derin katmanlarında onulmaz yaralar açmış; fakat onu asla kökten söküp atamamıştır. Çünkü insan, ne kadar akılla donansa da, kalbinin en ücra köşesinde bir mabede muhtaçtır. Tarih boyunca saraysız, hatta okulsuz şehirler görülmüştür; ama mabetsiz bir şehir asla var olmamıştır. Bu gerçek, dinin insanlık için bir inanç sisteminden ziyade, varoluşsal bir ihtiyaç, ontolojik bir yöneliş olduğunu açıkça gösterir.

    Felsefe, işte bu yönelişi anlamaya çalıştığı ölçüde anlamlıdır. Ne zaman ki felsefe hakikati inkâr eder, dini bir hurafe gibi görür, hikmeti salt rasyonel düşünceye indirger, işte o zaman kendi varlık zeminini kaybeder. Çünkü hikmetsiz akıl, köksüz bir ağaca benzer; göğe uzansa da toprağa tutunamaz.

    Bugün, teknolojinin insan aklını ve muhayyilesini esir aldığı bir çağda yaşıyoruz. Bilim, felsefenin bir çıktısı; teknoloji ise bilimin doğurduğu bir ara yüzdür. Lakin bu zincirin en son halkası, insanı kendi öz benliğinden uzaklaştırmıştır. Eğer yeniden dine, hikmete ve ruhun sesine döneceksek, işe ilk kaynaklara dönmekle başlamalıyız. Felsefe tarihini yeniden kaleme almalı, bu defa satır aralarına değil, satırların özüne bakmalıyız.

    Bu noktada Alman filozof Martin Heidegger’in eskatolojisi dikkat çekicidir. Onun düşüncesinde, Stoacılar ve Herakleitos’un ekpýrosis —yani kozmik yangın— öğretisiyle örtüşen bir bakış vardır. Teknoloji, onda yalnızca bir araç değil, varoluşu kuşatan ve insanı dönüştüren bir kaderdir. Bu kaderin son halkasında, her şeyi tüketen ama aynı zamanda yeniden başlatan bir yangın vardır. Heidegger’in Schwarze Hefte (Kara Defterler) adlı eserlerinde bu felaket fikri, adeta modernliğin içindeki kıyamet çığlığıdır.

    Kadim irfan ehli bu çığlığı çok önceden sezmişti. “Kāle değil, kāiline bak; işte bu, ibret ehlinin yoludur” der eskiler. Bu yüzden kitaplarını sadece fikirlerle değil, hikmetle; sadece bilgiyle değil, güzel sözle donatmışlardır. Hint’ten Yunan’a, Perslerden Mısır’a, Sümer’den Habeşistan’a, Hermes’ten Lokman Hekim’e kadar bütün hakikat yolcuları, sözleriyle insanlığa yön göstermiştir.

    Meşhur iranlı mutasavvıf ve şair Mahmud Şebüsterî’nin dediği gibi: “Felsefenin iki gözü de şaşıdır, hakikati tek başına göremez.” Bu cümle, hikmetle yoğrulmamış felsefenin sınırlılığını veciz biçimde ortaya koyar.

    Unutmamalıyız ki, felsefenin altın çağlarında—Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, ibn Sina, Descartes, Spinoza, Leibniz gibi isimler—düşünceyle iman, akılla metafizik iç içeydi. Ateizm ise bu büyük zincirin kopmaya yüz tuttuğu yerde, yani hikmetin sönmeye başladığı anda ortaya çıkmıştır. Aydınlanma Çağı diye anılan 18. yüzyıl, aslında kutsalı gölgeleyen bir karanlığın adıdır. Pozitivizm bu çağın en keskin meyvesi olmuş; ruhu, kültürü ve inancı bir kenara itmiştir.

    Fakat her inkâr kendi karşılığını da doğurur. Pozitivizme karşı ruhu savunan bir düşünce olarak Henri Bergson’un sezgiye dayalı felsefesi doğmuştur. O, bilginin sadece akılla değil, ruhla ve sezgiyle de elde edilebileceğini göstermiştir. Bu, modern insan için bir umut kapısıdır.

    Bugün yapılması gereken bellidir: Düşünceyi tekrar kalbe döndürmek, felsefeyi hikmetle buluşturmak ve dini, aklın değil ruhun penceresinden yeniden anlamaktır. Zira insanın arayışı bitmemiştir. Mabetsiz bir şehir hâlâ yoktur. Ve hiçbir akıl, hakikatin yerini tek başına dolduramamıştır.

    “Felsefe Okuyan Ateist Olur mu?”

    Sonuç olarak, bütün bu anlatılanlar ışığında şimdi bir kez daha düşünelim: “Felsefe okuyan ateist olur mu?” Bu soru, modern dünyanın yaygın bir önyargısını içinde taşır. Oysa unutmamak gerekir ki, ateist düşünce, felsefe tarihinin ana damarlarından biri değil; marjinal bir çizgidir. Felsefenin büyük yürüyüşüne yön veren isimlerin ezici çoğunluğu, hakikati yalnızca akılda değil, aynı zamanda aşkınlıkta, sezgide, hikmette ve hatta bazen vahiyde aramışlardır.

    Ne yazık ki bugün, Türkiye başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde hakiki anlamda felsefe eğitimi verilmemektedir. Felsefe tarihi, bütünlüklü bir düşünce geleneği olarak değil; pozitivist, seküler bir gözlükle, modern Batı merkezli bir anlatıyla ve çoğu zaman yüzeysel özetlerle aktarılmaktadır. Bu durum, nasıl ki tıbbı eksik bilen “yarım doktorlar” ve dini yüzeysel kavrayan “yarım hocalar” ortaya çıkarmışsa, aynı şekilde “yarım felsefe tarihçileri”nin de ortaya çıkmasına yol açmıştır. Yani düşüncenin derinliği, formüllere, isim listelerine ve kronolojilere indirgenmiştir.

    Özellikle Türkiye ve genel olarak Batı dışındaki ülkelerde, felsefe eğitiminin yapısal bir sorunu daha vardır: Eğitim sistemleri, özgün düşünce geleneğini göz ardı ederek büyük oranda Fransız müfredatının doğrudan tercümesine ve taklidine dayanmaktadır. Bu yaklaşım, düşünceyi aktarmaktan ziyade yabancılaştırmakta; öğrenciyi felsefeyle tanıştırmak yerine, ondan uzaklaştırmaktadır.

    Oysa felsefe eğitimi, her medeniyetin kendi hakikat arayışıyla buluşmalı; Müslüman dünyanın bilgi geleneği, kültürel kodları ve tarihsel düşünce derinliği göz önünde bulundurularak yeniden yapılandırılmalıdır. Çünkü hikmet, her medeniyetin kendi toprağında boy verir. Bir tohum, ancak kendi ikliminde kök salabilir.

    Bu sebeple, felsefenin içini boşaltan pozitivist ve seküler anlatıya karşı, onu hakikatle, hikmetle, irfanla ve ruhla yeniden buluşturmak gerekir. Ancak o zaman, felsefe yeniden insanı inşa eden, sadece düşünmeyi değil, anlamayı da öğreten bir ilim haline gelir…

    https://www.tezkire.net/g...lsefe-okudum-ateist-oldum

    --spoiler--
    0 ...
  4. 7.
  5. gayet olasıdır çünkü önce şüphe duymaya, sonra sorgulamaya başlamıştır. felsefe dinden çıkarmaz kişinin itikadı yek değilse felsefe ancak bir araç olabilir ki zaten bu durumda kişi söylencede inançlıdır.

    p.s. neyse ki dernek kaydı gibi girdin çıktın takip eden yok.
    0 ...
  6. 6.
  7. kapalı kutusundan cıkıp dusunmeye baslayınca fazla heyecanlanan tiptir.
    0 ...
  8. 5.
  9. Bizim lisedeki arkadaşlar tanımı görünce artık ben buyum diyordu.
    1 ...
  10. 4.
  11. felsefe okuyan herkesin, ateist olacagina inanan insanin ruh ikizidir.
    0 ...
  12. 3.
  13. daha yemeğe başlamadan kokusuyla doyan kişidir.
    0 ...
  14. 2.
  15. felfesenin bitiş ilkeleri ile yeni bir forma girecek tiptir ayrıca.
    0 ...
  16. 1.
  17. hepinizin tanıdığı, pkklıların tanrı bildiği hapisteki piçtir. demek zaten müslüman değilmiş önceden kurnaz.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük