yemek ve barınmaktan sonra gelen insanın en büyük ihtiyaçlarından. gerekli bir oluşum. aidiyet duygusunun yarattığı huzurlu bir iklim. her dine saygımız sonsuz yeter ki sevgiden beslensin.
Tek tanrılı dinler de cennet-cehennem kavramı ile kader arasında bir paradoks vardır. Eğer her şey doğuştan alnımıza yazılan kaderimiz ise niye cennete veya cehenneme gönderiliyoruz? Yani Hitler'in alın yazısı doğuştan belli idiyse, Hitler neden cehenneme gönderilecektir?
dünya'da olup biten sapkınlıklara şöyle bir göz attığımızda, siyasetten bile daha fazla sapkınlık kurbanı olan şeydir. eğer din diye bir şey olmasaydı dünya üzerindeki sapkınlıkların, kötüye kullanmaların %50 azalacağı apaçık ortadadır.
eğer zamanında fikri menfaatleri için ortaya atanlar olmasaydı salt ahlak öğretileriyle daha sorunsuz, daha barış içinde ve daha mutlu yaşardık. allaha kendi istediğimiz şekilde belli kalıplara sokmadan ibadet etmenin hazzını yaşardık. mecbur hissettiğimiz için değil sevdiğimiz için tapardık ona.
insanlari biraraya getirmesi, baris yaymasi yerine, tarih boyunca savaslarin, kiyimlarin, her turlu felaketin nedeni olmus, halen olmakta ve ne yazikki insanlik yokolana kadar olacak kurallar butunu.
keske hic olmasaymis.
bir insanı öldürmek istiyorsanız bunu din için yapabilirsiniz... ya da din için bir insanı öldürebilirsiniz, iki durumda da seçim sizindir... ve tabi öldürmemeniz gerektiğinin altını çizen de bizzat dinin kendisidir.
diğer bir durum ise; ilahi adalete inanacak kadar salak oluşunuzdur... ya da salaklığınız adaletin ilahiliğinden kaynaklanmaktadır... her iki durumda da sizden daha akıllı birilerinin sizi ütmek için kulandığı şey dinin ta kendisi; sizin için geçerli olan tanımı ise ilahınızın adaletidir.
tarihsel olarak toplumlari bir arada tutabilmek icin ortaya cikarilmis olan buna ragmen hepimizin kutsiyetine adimiz gibi emin oldugu sosyolojik bir kavram.
bu kavramı iki anlamda değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum:
1. toplumun büyük kısmı tarafından anlaşılan (ya da anlaşılamayan) şekli.
2. toplumsal şartlanmalardan arındırılmış hali, yani çok küçük bir kesim tarafından anlaşılan biçimi.
1.'de insanın yarattığı tanrı ve sorgulanmadan uyulan veya uyulamadığında cezası olan kurallar vardır... işte bu anlamdaki 'din afyondur'. bir emir komuta zinciri düşünülür ki bunun temelindeki hata tanrı kavramına dayalılığıdır. 'yukarda' (veya lafta 'her yerde' olan) bir tanrı... işte 'şu an dünyadaki pek çok olumsuz şeye sebebiyet veren anlayış' da budur.. (bkz: zeitgeist the movie) - (bkz: zeitgeist addendum)
2. ise gerçekten az kişi tarafından gerçek anlamda sahip olunan bir anlayıştır ki, ne temelinde ne de herhangi bir yerinde tanrı kavramı yoktur. zecharia sitchin'in yazdığı gibi 'uzaydan gelen bir ırk dünya'ya insan ırkını 'ekti'yse bile bu onların tanrı olduğu anlamına gelmez. zira onları da bir üst boyuttan bazı varlıklar meydana getirmiş olabilir'.
'din', 'evrensel sistem'in ta kendisidir. "iyi ahlaklı olmak evrensel sistemi anlamayı sağlamaz, evrensel sistemi -beynin kapasitesi kadarıyla- kavramak insanı iyi ahlaklı yapar."
toplumun din kavramını anlayışı kalın bir sis tabakasıdır. umarım evrensel sistemi 'din' adı altında olsun veya olmasın kavrayabilenler çoğalır da bu sis tabakası ortadan kaybolur.
olmasaydı ve oldu böyle oldulardan çok neyi amaçladığı ve nasıl bunu başardığına dikkat çekilmeli. insanlara bir şeyi vaadettiğin ve bunu gerçekleştirdiğin zaman bunun karşılığını alırsın, bir güler yüz mertliğinin karşılığıdır.
işte böyle bir şey bedihi bir şekilde ahiret inancı için söylenemez. çünkü vaadedilen şeyin yapıldığına dair belge yok. kimse dinlerin yalan veya doğru olduğuna dair noter tasdikli bir belge getirmedi. bundandır ki inananlar ya yadırgandı ya da bu inancı taşımak istemeyenler de şüphelerini içerde tutup diğerleri gibi görünmeye itildi. bu her kitap gönderilen kavim için ortak payda.
incilin değişmesine rağmen gobbels'in dediği şu, "hristiyanlık etkili, çünkü iki bin yıldır aynı şeyi tekrarlıyor.". yani sürekli aynı şeyi duyan insanlar zamanla başka bir doğrunun olduğuna bile inanmak istemiyor. bir nevi truman show oyunu.
olayın asıl inancı sınayan tarafı da aslında dünyanın tamamının kurgu olma ihtimali. yani insan mı evrenin içinde evren mi insanın sorgusu ve olaylara sebepler dahilinde bakma gerekliliği. din size insanüstü bir güç sağlayacağını, kimsenin yanınızda olmadığı zaman huzur vereceğini vs vadeder. ancak bundan medet ummaya başladığınız an karşınıza çıkan her güçlükte mütevekkilane inanca dayanağınız artar. işte bu sebeplerin tümü inancınızı daha da arttırır. bel bağlamadığızda da tam tersi geçerli.
burjuvazinin dini olan vicdan tekleyeceğinden olmazsa olmaz bir mefhumdur. benim bahsettiğim olmazsa olmaz eskimeyen yeni: islam'dır. din denince aklıma o gelir. islam üzerinden diğer dinlerin savunuculuğunu yapıyor olmak akıllara gelmesin deyu işaret etmek istedim.
salt ahlak tek başına asla yeterli olamayacaktır insan için. nedeni, görece kelimesinde gizli. benim inandığım ahlaki değerlerle seninkiler çakıştığında ortaya çıkacak sıfat kesinlikle hakaretamiz olacaktır. genelgeçer ahlak kurallarını geçelim, şöyle komple dünyanın birleştiği bir ahlak anlayışından bahsedelim öyleyse, adı da dünya anayasası olsun. eh bu durumda herkes için genel ahlak kuralları meydana gelmiş olacağından çakışma/çatışma son bulacaktır ve bunun da adı din olur yine.
ne oldu şaşırdın? lakin aynen öyle.
hep söylerim islam dininin ilke ve şiarları kötü niyetlinin zararından diğerini korumak üzerine bina edilmiştir. kötü niyetli amacına ulaştığında da zararı telafi etme metodlarını devreye sokan harika bir düzenin sahibidir islam.
3 kişi bir araya gelip öznel yargıları nedeniyle doğru kararları veremez, ama sözkonusu mesele din olduğunda "olmasa da olur" denilebilir. [hayır hayır, lütfen...bu saçmalığa cevap vemek istemiyor-d-um.(oysa)
"Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır." (mehmet akif ersoy)-tanır mısın?-
tanrı ve evrenin yaratıcısı diye bir şey varolmadığı (bkz: ateizm) için, ilahi niteliğe sahip olmayıp insanların kendilerini tatmin etme amacıyla uydurdukları sonradan da egemen sınıfların elinde uyusturucu olarak kullanılmış dogmalar toplaması.
toplum düzenini sağlamak, insanların birbirileri ile olan ilişkilerini zedelemeden kaynaştırmak ve yalnız kalmışlığın, çaresizliğin yarattığı manevi boşluğu doldurmak için ortaya çıkartılmış, insanlık tarihinin başlarından günümüze kadar uzanmış ve kişilerin yaşam alanlarına göre çeşitlilikler göstermekte olan olgudur.
*4- karşıt ilkelere tapmak: kıyaslamalar insanları maddi anlamlardan manevi anlamlara geçirdiler. iyilik getiren tanrılara bilgi, temizlik,
erdem melekleri; kötülük getiren tanrılara da cahillik; günah, kabahat zebanileri denilmeye baslandı. tanrıların özleri birbirlerine uymadıgından tapınma ikiye bölündü. iyi tanrılara yapılan sevgi ve sevinç tapınmasıydı, kötü tanrılara yapılan korku ve ıstırap tapınmasıydı.
düşüncem: sosyal etkileşimin genişleşmesi sebebiyle insan davranışları artık iyilik - kötülük ekseninde değerlendirilmeye başlandı. bu sebeple sosyal bir etken olan tanrı düşüncesininde bu anlamda iyilik - kötülük ekseninde isimlendirilmesi de pek akla mantığa uygundur. özellikle bbu konuda avesta hatırı sayıla bilecek bir yer işgal etmektedir.
5- mistik büyük yargıca tapmak : yolculuktan dönen fenike gemicileri, okyanusun öbür ucundaki ölümsüz bahar ülkelerini, kuzey bölgelerinin ölümsüz gecelerini anlata anlata bitiremiyorlardı. iste cennet ve cehennem düsünceleri bu hikayelerden dogdu.
yüzyıllardan beri öldükten sonra ne olacagını kendi kendine soran insan, bu yerlerde yasayabilmek düsüncesinden hoslanıyordu. böylelikle sevgili ölülerini barındıracak bir yer de bulmus oluyordu. sonsuz bahar ülkesi çekiyor, sonsuz karanlık ülkesi korkutuyordu. su halde iyiler birinciye, kötüler ikinciye gitmeliydiler. bundan da tanrı tüzesinin (adaletinin) insanların tüzelerindeki yanlısları düzelttigi düsüncesi
dogdu.
eleştirim: öncelikle cennet ve cehennem gibi daha derinlemesine işlenmesi gereken bir olguyu bu kadar basite indirerek hikaye biçiminde bizlere sunmaları bilimsellikten çok daha uzaktır. yalnız okyanusun öbür ucunda bulunanların cennet ve cehennem olgusunu nasıl keşf ettiğini merak etmekteyim.
bence yeterli bir düşünce değil.
öncelikle cennet ve cehennem gibi bir olayın eski insanlık tarafından keşfedilmesi için ölümden sonra ki hayat denilen metafizik olaya inanclarının tam olması gerekir.
6- evrene tapmak: insanlar giderek üstünde yasadıkları yeryüzünü tanımaya basladılar. dünyanın çapı ölçüldü. bu çap, bir
kocaman pergel gibi göklere açılarak göklerin akıllar durdurucu, sonsuz yörüngeleri hesaplandı. dünyanın evren içindeki küçüklügü meydana çıktı. tanrı düsüncesi önce dünyadan, sonra günesten koparak bütün evrene yayıldı. evren tanrı, nedenle sonucu, etkenle edilgeni, güdücü ilkeyle güdülen seyi kendinde toplayan çok daha büyük, çok daha yaygın bir varlık olmalıydı.
düşüncen: yani insanoğlu kosmosu keşetti. ve hala bugun bile evrenin sonsuz mu veya sonlu olduğu üzerinde tartışıyor. bingbang teorisine göre bu evrenin bir sınırı var ve bu evren büyümektedir. fakat aynı zamanda evrenin tabiri caizse duvara dayanmamız veya ulaşmamız onun sonsuz olduğunu göstermez. onun geirisi nedir? binlerce kilometrelik gazlardan oluşan duvar. ya o binlerce kilometre sorudan sonra ne var? sınırsız. herşey sınırsız.
7- evrenin ruhuna tapmak: sonraları etkenle edilgeni, nedenle sonucu, güdücüyle güdüleni tek varlıkta birlestirmeyi dogru bulmayarak
bunları birbirlerinden ayırdılar. her türlü kıyaslamaları ancak kendi varlıklarına bakarak yapabildikleri için, evrenin güdücü ilkesine cin, akıl, ruh adını verdiler. tanrı da, evrenin kocaman gövdesini hareket ettiren, bütün varlıklara dagılmıs yasama ruhu oldu. her varlık, büyük varlıgın bir parçasını tasımaktaydı. bu parça, ates ya da tözdü
eleştirim: öncelikle evrenin ruhuna tapmak gibi basit ve çok derin anlam ifade etmeyen bir isim kullanmalı ancak bilincli empoze anlamı taşır.
dünyanın büyüklüğü karşısında şaşkına dönen insanoğlu aynı zamanda metafiziğin farkındaydı. ruh kelimesi artık ona hiç yabancı değil. ve bu anlamda insanoğlu bütün bu evrenin yaradıcısının görünmez birşey olduğu konusunda hemfikir olmuş olmalı. fakat bu meta aleminde ki yaradana bir çok farklı isim verildi.
8- büyük işçiye tapmak: matematik ve fizik gelisiyordu ama, insanların büyük çogunlugu bilgisizdi. bu yüzdendir ki bilginin getirdigi
bilimsel deyisler, çogunlugun elinde bayagılasıveriyordu. böylelikle evrenin herhangi bir makineden baska bir sey olmadıgı ileri sürüldü. bir makine de kendi kendine yapılamayacagına göre, herhalde bunun bir isçisi olmalıydı.
eleştirim: katıksız materyalist bir empoze yorumu. hangi devirde insantopluluğu makineleşmiş dünyaya ve büyük işçiye tapmaya başladı. yakın zamanalarda böyle bir düşünce sahibi topluluk varsa o zaman niçin maradona kilsesine tapmak gibi bir başlık açmadınız. zira maradona tarafdarıda az değil.
* kimine göre yaradanla insan arasında ki bir bağ, kimine göre toplumların afyonudur.
bu yazıda sizlere nerdeyse bir şehir efsanesine dönüşen sovyetlerde inanc düşüncesi eğitiminin esasında nasıl olduğunu veya nasıl anlatıldığı açıklayacağım.
1- fizik güçlere tapmak : etrafındakile kendisinden güçlü, kendisine üstündüler. tanrı düsüncesinin temeli budur. kimileri acı, kimileri tatlı etkiler uyandırmaktadırlar. acıyla etkileyenlerden korkuyor, onlardan uzaklasmak istiyordu. tatlıyla etkileyenlere umut baglıyor, onlara yaklasmak istiyordu. şu halde onlarda ( patlayan volkanlar, çakan şimşekler, güclü hayvanlar) da kendisininki gibi bir irade, bir zeka olmalıydı. işte tanrılık irade, tanrılık zeka düsüncesi böyle basladı.
kendisine kötülük etmek isteyen bir soydasının önünde nasıl alçalıyor, ona nasıl yalvarıyorsa, ötekilerinin önünde de alçalabilir, onlara da yalvarabilirdi. iste ilk yere kapanıs, ilk dua. yoluna engel olan daga yer degistirmesi için yalvarırken onu düsüncesinde varlıklastırdıgının, ilk düsünce varlıklarını yaratmaya basladıgının farkında bile degildi. kendisinden güçlü, kendisine üstün olan bu düsünce varlıkları pek
çoktular, su halde evren, sayısız tanrılarla doluydu (politeisme). bunların kimisi iyilik ediyordu, kimisi kötülük. iyilikle kötülük, iyilikçi ruhlarla
kötülükçü tanrılar böylece dogdular. iste ilk insanların dini böyle basladı
eleştirim: öncelikle bu tek başına doğru değildir. öncelikle bu varsayım doğru olması için evrim teorisinin ispatı gerekiyor. veya bunun yanlış olması için kutsal kitaplarda denildiği gibi adam ve havva cenneten hakikaten de kovulmuş olması gerekir. ki bu halde adem ve havva tanrını görmüş insan olarak patlayan vulkanlara tapacak halleri yoktu.
fakat işin gerceği belirsizlik yani agnostizm olduğu için şimdilik sovyetlerdeki materyalist öğretinin diğer başlıklarını incelemeye bilmek için evrim teorisinin doğru ola bileceği düşünelim.
2- yıldızlara tapmak: yeryüzünde ve insan düsüncesinde baslayan bütün bu ilkeler (üstünlük, korku ve umut, üstün irade ve üstün
zeka, güçlünün önünde egilis, yalvarıs, düsünce varlıkları, bu varlıkların çoklugu, iyilikçi ya da kötülükçü varlıklar) insanların tarım gereksemeleri için göge yöneldiler. tarım, toplulukla yasamaya baslayan insanlar için bir zorunluktu. tarımı basarmak içinse gögün gözetlenmesi gerekiyordu. topragın gökle ilgisi belirmeye baslamıstı. bir yıldız kümesinin görünmesi, en yüksek yerine varması ve batmasıyla bir bitkinin gövermesi, büyümesi ve kuruması arasındaki ilgi, olanca açıklıgıyla insanların gözüne çarpıyordu. su halde yeryüzünü yıldızlar, bu gök varlıkları, önetiyorlardı. on bes bin yıl önce mısır'da yasayanlar yıldızlara tapmaya basladılar. bunlar, nil nehrinin yukarı kıyılarında yasayan zenci ırktan ilkel topluluklardı.
- eleştirim: öncelikle gereklilik bu gibi keşifleri getirir fakat tapmak gibi garip bir duygunun insanın içinde varolması sebebiyle tarımın yıldızlardan etkilene bileceği üzerinde düşünmek yerine insanoğlu yıldızların tarımı etkileceyini düşünerek tapınma duygusunuda bu işe katmışlar.
pekala iyi biliniyor ki eski mısırda envari çeşit tanrı bulunmaktaydı. peki bu kadar çok tanrının olması kutsal kitaplarda anlatılan adam ve havva olayına ters değil mi? yani tanrını görüp gelmiş insanlar nasıl olurda bunu mısırlara anlatmadılar. diye düşünmemek elde değil.
fakat şöyle bir gerçek var. ya hafıza denilen şey kafalarından silindiyse. veya binbir türlü mesele. yani yaracının kudretinden ve hikmetinden sual edilmeyeceği gibi bunların da olmaması imkansız değildir. herhalde. ya arada ki bağ koptu. yada bu bir sınav. yada bu bir afyon. ama o zaman neden inanma dürtüsü var? anlayacağınız yine bir belirsizlik.
3- putlara tapmak: insan bu yıldızlara birer ad takma geregini duyunca, bunlara yeryüzü adlarını yakıstırmaya basladı. tebli habes, ırmagın tasması sırasında görünen yıldızlara tasma yıldızları, sapan sürme sırasında görünen yıldızlara öküz ya da boga yıldızları, aslanların susuzluktan çölleri bırakıp ırmak boylarına geldigi sırada görünen yıldızlara aslan yıldızları, kuzuların ya da oglakların dogdugu zaman görünen yıldızlara kuzu ya da oglak yıldızları adını veriyordu. bu benzetmeler sayısızdı. artık kuzu, kıs mevsiminin kötülük eden ecinnisinden
gökleri temizliyor, boga yeryüzüne bereket tohumları saçıyordu. insan dili böylelikle mecazlara alısıyor, gittikçe zenginlesiyordu. artık
insan, gögün bogasından (boga adını verdigi yıldızlardan) bekledigi gücü, yeryüzündeki bogadan da bekler olmustu. yerden göge çıkan mecazlar böylelikle. gene yeryüzüne indiler. birtakım yanlıs kıyaslamalar basladı. öküz, balık ve daha bir sürü sey kutsallastı
düşüncem: öncelikle göktürkler kesinlikle bu üçüncü etapı görmediler. hep yıldızlara yani göktanrıya inandılar.
yalnız ben eski mısırı ve en önemlisi iki nehir arası olan mesopotomyayı özellikle seviyorum. çünkü hep arayış içindeydiler. dünyanın merkezi. pekala bu arayış neticeleri pek akıl dolu olmasada yine de insanlığın bu dramasında önemli yerleri var.
şimdi niçin ilkel insan gibi volkandan korkarcasına göklere inanmışken bir daha putlara inanmaya başladılar. bana göre sebebi şudur.
öncelikle artık insanın insana kul olma devri başlamıştır. sömrülme devri. yoksa volkan patlamasından korkmayan insan tanrıyı göklerde bulmuşken neden bir daha asla korkmayacağı putlara indirsin. çünkü artık dinin insan etkisinde yani dinin afyon özelliğini keşfetmişti. ve artık köle sistemi başlamıştır. hatta bana göre putlara tapınmakla insanların köleleştirilmesi nerdeyse aynı ana denk geliyor.
bu konuda daha önce apocalypto başlığında düşüncelerimi izah etmişdim.
artık gökden tanrıyı putlara indiren insan artık köleliği keşfettiği için putlara takmak din düşüncesini totem haline çevirdi. daha önceki etaplar kesinlikle bir keşif veya sığınma olarak karşımıza çıksalarda bu farklı bir durum.
Din olmasaydı nasıl, dünya üzerinde milyonlarca insan bir doların altında yaşamaya devam edebilirdi?!
Din olmasaydı, evini sel basan ve herşeyi yitip giden bir adam nasıl, ''önemli değil buda allahtandır'' derdi?!
Din olmasaydı nasıl, iftar çadırlarına mahkum olmuş insanlar haklarını aramak yerine, şükredebilirdi?!
Din olmasaydı nasıl, gerici geleneklerin kader olarak dayatıldığı kızlar isyan etmek yerine, boyun eğebilirdi?!
Din olmasydı, kötülükten uzak durması için illa korkutulmaya ihtiyaç duyan bir insan modeli nasıl meşrulaşabilirdi?!
Din olmasaydı, bir başka insanın öldürülmesi nasıl meşrulaşabilirdi?!
Din olmasaydı, insanların korku ve özlemleri nasıl bu kadar ustaca sömürülebilirdi?!
Din olmasaydı nasıl, insanlar iyi veye kötü hakkında vicdanlarına bakmak yerine bindörtyüz yıllık kitaplara bakarlardı?!
Din olmasaydı vicdanlar nasıl ipotek altına alınırdı?!
Din olmasaydı nasıl, maddi temelleri bulunan ve değiştirilebilir olan pekçok olumsuzluk, göklere havale edilip dokunulmaz kılınabilirdi?! [alıntı]