bugün

1925'te yayınlanan franz kafka romanı.
hiçbir neden gösterilmeden dava edilmek amacıyla tutuklanan banka memuru Josef K.'yı konu alır.
kafka nın aşmış romanı.. josef k adlı kardesimiz bir sabah uyanır ve polis gorevlileri tarafından kendisine dava açıldıgını oğrenir ve olaylar gelişir.. orjinal adı der prozess dir.. ayrıca orson welles tarafından sinemaya uyarlanmışlığı vardır ki josef k rolunu anthony perkins canlandırır.. filmin basında orson welles filmin basında storyboardlar eşliğinde bir oyku anlatır.. oykunun sonunda ise soyle bir cumle kurar...

--spoiler--
bu oyku dava adlı romandan alınmıştır.. bu oykunun mantıgının,duslerin mantıgıyla aynı oldugu soylenir.. yada kabusların..
--spoiler--
orson welles 1962'de bu romanı sinemaya uyarlamıştır.joseph k. rolünü de anthony perkins'e vermiştir.
biçimsel olarak en düzgün şekilde hazırlanışı da bir savunma olarak gösterilerek kafka'nın başyapıtı olarak kabul edilir.
franz kafka'nın dönüşümünden sonra okuduğum ikinci kitabı.
kitap o kadar kasvetli ve sürüncemede kalan bir yapıya sahiptir ki romanın ana karakteri josef k'ya yardım etme hissi uyandırır insanda.ama bu his sayfalar ilerledikçe daha da azalır ve josef k kaderine terk edilir,artık sembolik anlatımlarla ilişki kurarak insan kendisini düşünmeye başlar.
aslında yaşam ilerledikçe herkesin biraz daha josef k'nın durumuna düşme riski artar.sistemi,insanlar arasındaki ilişkileri,kendini sorgulamaya başlarsın ama aynı zamanda o sorguladığın şeylerle yaşamaya öyle alışırsın ki,akıl bir oraya bir buraya döner durur.hiçbir şey yerli yerine oturmaz,sanki herşey sürüncemede kalır.bir şeyle mücadele edersin ama onun ne olduğu başka ilişkiler,insanlar olaya müdahil oldukça,zaman geçtikçe öyle karmaşık hale gelir ki,sen de bir yerden sonra ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.artık hiçbir şey eskisi gibi değildir.iyi kötü o kadar karışmıştır ki,sıradan gelir herşey.başlangıçta isyan hali,zorunlu bir boyun eğmeye,daha sonraları ise artık tam anlamıyla kabullenilmiş bir sıradanlığa dönüşür.
kim bilir belki de son bir kurtuluştur.
ntv yayınları tarafından çizgi roman formatında yayımlanmış kafka başyapıtlarından.
okuyanının zihninde çok net bir fotoğraf oluşturmayan, onun yerine okurun bir fotoğrafın negatifine bakar gibi esere bakmasına ve bir çok farklı anlam çıkarmasına neden olan franz kafka şaheseridir. okur, herhangi bir romanı bitirdiğinde siyah-beyaz, sepya, natural bir fotoğraf oluşur zihninde ya da başı sonu belli bir film izlemiş gibi olur. Dava'yı okuyanın zihninde bir film oluşacaksa, un chien andalou gibi olabilir. sürrealist yaklaşımlar, farklı metaforlar ile kitap her yoruma ve anlama açık bir derya gibidir.

bazısı, modern toplumda bireyin bürokrasi karşısındaki çaresizliği ve iktidar-birey çatışmasını işlediğini, bazısı aynı modern toplumdaki bireyin yalnızlığını, bazısıysa bastırılmış cinselliği bulur bu romanda.
kafka nın hayatını en çok etkileyen kişi kuşkusuz babası olmuştur. bu yüzden romanda baba otoritesinden dem vuranı da bulabilirsiniz. son olarak tanrının insana yüklediği -bireyin rızsı olmaksızın- görev ve sorumluluklardan bahsedilmiştir diyenler ki, bu yorum diğer görüşleri yok saymaksızın ve gözardı etmeksizin aslolan yorumdur diye düşünüyorum.hatta, bence roman baştan sona bu "varoluşsal sıkıntı"yı işlemektedir.

----spoiller----

josef k. bir sabah uyanır ve bir dava ile karşı karşıya olduğunu öğrenir. tutuksuz yargılanmakta ve gittiği her yerde gözetim altındadır, normal yaşantısını ise sürdürebilecektir. herkes bu davadan haberdardır ve josef k. bu davanın aslında asla bitmeyeceğini ve mahkeme ile uğraşanların bile sadece küçük rütbeli memurlara ulaşabileceğini öğrenir. asıl yüksek rütbeli -sistemi yaratan ve yönlendiren(ler)e- ise kimsenin ulaşamadığı gibi kendisinin de asla ulaşamayacağını anlar.

yargıçlar kendi resimlerini üstlerinin izniyle yaptırırlar ve her yargıç resminin kendisinden öncekiler gibi olmasını ister.

üç tür aklanma vardır: gerçek aklanma, sözde aklanma ve sürüncemede bırakma. gerçek aklanma en makbulü ancak sadece 1 kişi aklanmış ve onun hikayesi bir efsane. yani kuşkusuz olanaksız bir şey. k bu noktada : "bu, yargı konusundaki görüşümü doğruluyor. bu açıdan hiçbir şansım kalmadı. tek bir cellat, mahkemenin yerini tamamen doldurabilir." der.
diğer ikisi arasındaki farksa sözde aklanmanın büyük ama kısa süreli bir çaba, sürüncemede bırakmanın ise küçük ama devamlı bir çaba gerektirmesidir.

----spoiller----

insan dünyaya gelir belli bir süre kalır ve gider. bu böylece anlamsız bir varoluş olmamalıdır. bir nedeni bir anlamı olmalıdır. bu anlam arayışı bir noktada insanı tanrıya ulaştırır. o zaman bazı sorular cevap bulur, tanrının olduğunun ve bireyin kul olduğunun kabulüyle bir noktada anlamsızlık ortadan kalkar. (ya da albert camus gibi tanrıyı reddederek varoluşun anlamsızlığı ile absürd kavramını ortaya atar, başı göğe eğer ).

belki yeni bulunan yolda başka anlamsızlıklar çıkar fakat o zaman görev ve sorumluluklarla yüklenmiş kul olarak birey bu durumdan ne yaparsa yapsın kaçılamayacağını ve her daim her hareketinin yargılanacağını, ancak mahkeme gününe kadar eylemlerde özgür olduğunu bilir. ama her şeye rağmen insan olmanın getirdiği bir "ama niye" sorusu ile cebelleşmekten kendisini alamaz. öte yandan sartre ın dediği gibi "varolmak, susamadan içmek gibi bir şeydir" bir anlam da çıkabilir kitaptan.

kafka, eserlerini yayımlatmak için yazmamıştı. bu yüzden belki kendi sorularını kendi çıkmazlarını kimseye beğendirme, birilerince anlaşılma derdi olmaksızın kaleme almıştı, bir tür günlük gibi. eserlerindeki doğallık, samimiyet, karanlık, çıkmazlar ve bu kişisellik ve bu yüzdendir. Tamamen bir insan portresi çıkar karşımıza. iyi ki de böyle olmuştur.
küçük bir çocuğun uçurtmayı gördüğü andaki heyecanla almıştım kitabı . okumak isteyenler sürükleyici bir çizgi roman beklemesin . fakat çağına göre yazılması gereken ve el üstünde tutulan bir roman olması da aşikardır . ntv yayınları bir dostoyevski çizgi romanıyla devam ederse istediği kitleye ulaşabilir .
ntv yayınlarının "sıkıysa şimdi okumayın" mottosuyla çizgi romanlaştırdığı dünya klasiklerini okumak istemiştim, geçen hafta istiklal'e inince fırsat bu fırsat bi' yerden başlayayım dedim ve kafka'nın dava'sını aldım...

kendisi de bir memur olan kafka'nın çizdiği dünya, gerçek dünyasına eşdeğer. öyle ki, biraz fantastiğe de kaçarak yer yer abartılarla resmetmiş danışıklı dövüşün oynandığı dünyayı...

bay k, kendi halinde bir memurken bir sabah odası basılır... çalıştığı yerden tanıdığı iki adam, suçlu bulunduğuna dair bir şeyler söylerler, ancak net değildir hiçbir şey... bay k'nın kafası karışır... ve suçlaması olmayan davanın duruşmasına çağrılır...

dünya gözüne bir başka geliyordur artık. öyle ya, kendi halinde bir vatandaşken nereden çıkmıştır bu "dava"? mahkeme de bildiği mahkemelerden değildir üstelik, duruşmaya çıkınca anlar. ve itirazlarına başlar... avukat tutmayacağını bildirir ancak savunmasını yapabilmek için neyle suçlandığını da bilmesi gerekmektedir?

amcası ise, tam tersini düşünür... bu tarz "dava"ların adamı bir avukat arkadaşını tutar... ancak bay k'nın gördüğü gerçekler, avukatın müvekkillerini uşak gibi kullanması ve çözmüş olduğu bir tek "dava"nın olmaması, tekrar başa döndürür suçu söylenmeyen suçlumuzu...

ancak bu, bay k'nın boş durduğu anlamına gelmemektedir... sorgu yargıcını kandırabilmek için çevresindeki bir takım hizmetçi kızları veya başka kızları ayartmaktadır... suçu olmayan bir davayı çözebilmek için aşk suçları işler... sonrasında yolu bir kiliseye düşen bay k, adalet ve esaret, kanun ve uygulanması yönünde hayat dersi niteliği taşıyan şeyler dinler sırf kendisi için tahsis edilmiş papazdan...

son ise tam bir süpriz. açıkcası kafka, sonu sırf kitabın üzerinde düşünebilelim diye çok vurucu yapmış... karmaşık bir kitap, zira günlük hayatta pek sorgulamadığımız ve zaman zaman soyut kabul ettiğimiz kavramlar üzerinde dönüp duruyor... ve cidden sağlam salvolar atıyor, sağlam kroşeler... nakavt edemese bile, bay k'nın nezdinde kafka, puanla bu oyunu kazanıyor...

not:

iki usta: montellier – mairowitz

'dava'nın çizgi romana uyarlama süreciyle ilgili iki önemli ustadan bahsetmek gerekiyor. ilki fransız sanatçı chantal montellier, diğeri ise bir kafka uzmanı david zane mairowitz.

chantal montellier fransa'nın önde gelen "bande dessinée" sanatçılarından. bir ressam ve öğretmenken karikatürist ve çizer olmak için "güzel sanatlar" kariyerini bırakan chantal montellier’nin eserleri le monde, l'humanité, france nouvelle ve l'unité de dahil olmak üzere birçok gazetede yer buldu. chantal montellier fransa’da yaşıyor ve çalışıyor.

yazar david zane mairowitz ise aynı zamanda oyun yazarı, radyo yönetmeni ve çevirmen. 40 yıldır profesyonel olarak bağımsız yazarlık yapan mairowitz'in, 'introducing kafka' (roger crumb ile birlikte), 'introducing camus' ve 'wilhelm reich for beginners' da dahil olmak üzere birçok kitabı bulunuyor. tiyatro oyunları arasında kafka’nın 'dava'sının eleştirmenlerden övgü almış bir uyarlaması da var. yazıları harper's, vogue, plays and players, village voice, the progressive ve sunday times’da yayımlandı. son 25 yıl boyunca 20’den fazla ülkede ve bbc için radyo oyunları ve belgeseller yaptı ve çok sayıda uluslararası radyo ödülü aldı. david zane mariowitz fransa’da yaşıyor ve çalışıyor.

(çizer bilgileri ntvmsnbc'den alınmıştır)
ntv yayınları tarafından çizgi roman olarak hazırlanmış ve uygun bir paraya satışa çıkarılmış.
okuması zor olan bir kitabı 100 sayfa kadar bir çizgi roman haline dönüştürmek çok akıllıca ve güzel olmuş.
papaz il katedralde olan dialoglarıyla insanı kitap bitince şoke eden kitaptır. dünyanın en iyi yazarının en iyi kitabıdır. aşağıdaki spoiler lar kitabın en önemli kesitlerinden bir kısmıdır. özellikle 1 ve 3 teki spoilerlar ile yarım yarım yaran kitaptır, ölmeden önce mutlak okunasıdır.

--spoiler--
1- senden neden bir şey isteyeyim. mahkeme senden hiçbir şey istemez. geldiğin taktirde seni kabul eder ve gittiğin zaman da bırakır.

2- her şeyi doğru saymak diye bir zorunluluk yok, sadece her şeyi gerekli sayma zorunluluğu vardır.

3- kimdi bu? bir dost mu? bir iyi insan mı? ilgilenen biri mi? yardım etmeyen biri mi? tek bir kişi miydi? hepsi miydiler? hala yardım var mıydı? unutulan itirazlar var mıydı? vardı hiç kuşkusuz. mantık her ne kadar sarsılmaz ise de, yaşamak isteyen bir insana karşı koyamazdı. hiçbir zaman görmediği yargıç nerdeydi? asla ulaşamadığı yüksek mahkeme nerdeydi?

4- hep dünyaya 20 elle atılmak istedim ve üstelik amacımda onaylanabilir gibi değildi. bu yanlıştı; şimdi bir yıllık davanın bile bana bir şey öğretemediğini mi göstermeliyim?

--spoiler--
'bu lanet dünyada, ben de böyle kıstırılmış hissediyorum' dedirten muhteşem bir kafka eseri. oğuz atay'ın tutunamayanlar romanının esin kaynağı*. edebiyat severler max brod'a şükranlarını sunar.
franz kafka 'nın kitabıdır...
Ergenekon davası nı farklı şekilde anlamak isteyenler için okunulası bir kitaptır...
Ahmet hakan bir ara önermiştir.

okuduktan sonra kitap hakkındaki yorumlarımı yazacağım..
kafka'nın davası... kanaatimce sisteme bir başkaldırı olan bu kitapta insanların varolan sistem içersinde bir nevi tutukluluk halinde olduklarını, bu tutukluluk halinden kaçmanın ya da kurtulmanın mümkün olmadğını, ancak zamanla bu duruma alışılabileceğini anlatmaktadır. bu tutukluluk hali öyle bir haldir ki zamanla insanın her yanına kaplar, önceleri sadece bir düşünce olan bu şey, zamanla adeta bir zahire dönüşerek insanı kıpırdıyamaz hale getirir ve her birey bu zahirin (sistemin) kölesi haline gelir.

işte kafka, bireyin özgür yaşama hakkını elinden alan ve onu köleleştiren bu sistemin içersinde bireyin sonuçsuz, çaresiz çırpınışını anlatmaktadır.

edit: imla
sıradan bir kurguya sahip olduğunu düşünerek okumaya başladığınız, vay amına koyim ne oluyor lan diye devam ettiğiniz, kafanıza balyoz gibi inen bir sürü kallavi cümleden sonra hassiktir dediğiniz bir eserdir. kafka'nın özel biri olduğu benim keşfim değil ancak kafka'yı okuduktan sonra hissetiklerimin hepsi benim.
Franz Kafka eseridir. Aslında ortada gerçek bir dava da yoktur. Kafka' nın burada anlatmak istediği Bay K. zaten yaşam ya da dünya tarafından tutuklanmış; fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmasıdır.
dünyanın en kısa en uzun romanı.
Franz Kafka'nın kitabıdır. Kitap hakkında yazı ve altı çizili cümleler için bakınız: http://www.egetarih.net/y...josef-k-franz-kafka-dava/
okunmaya başlandığında, pekçok yazar ve sanatçıyı cezbeden; "ilk bakışta anlaşılamama sevdası" sarar okuyucu bedenini. ne ki, olayı topyekün, kavranmaya başlandığında, hikaye tad vermeye başlar.

kafkanın temel nüanslarından olan, "sabah uyandığında, kendini farklı bir halde bulma trajedisi" yine başrolde. bu kez de, "dönüşüm" de olduğu gibi böceğe dönüşmeye benzer halde; baş karakter sabah kendisini tutuklanmış olarak, zanlı konumunda bulur. bu andan itibaren, bir koşuşturmaca başlar. zaten, romanın "bayağı" noktası sayılabilecek, bir türlü davayı bildirmeme kıllığı, burdan itibaren start alır. karakter sorgulandıkça, yanlış demeçler vermeye, sorgulayıcıların eline kozlar vermeye başlayacaktır.

ne yargıçlar davaya dair done verir, ne çevredeki insanlar.. bir gerçek varsa, o da karakterimizin fena bir davada yargılanacağıdır. kadınların karşısına çıkışı, (cinsellik sınması) kuzeni ve amcasının baskıları (aile darlığı) ee bir de, iş yoğunluğu davanın incelenmesini zorlaştırıcı etmenlerdir, karakterimiz için.

aslında, tüm bu sürüncemede kalan süre zarfı, emilie durkheim'in değindiği; "güzel bir niyetle başlasa da, tembel ve hantal hale bürünmüştür" dediği, bürokrasi kavramını inceden yerer. bu tıkanıklık, karakterin kendisini ifade edebilme yetisini de, her geçen gün tüketir.

roman bireyin yaşadığı çevrede, aslen yapayalnız olduğunu, davanın kurallarını araştırmak isteyişinin bile engellenmesinin buna işaret gösterilmesini, nihayetinde ise, işlemediği suçu kabullenip cezayı beklemeye almasını konu alması hasebiyle, manidardır.
kafka'nın eşsiz eseridir. ilk olarak beynime zulüm edercesine lise yıllarında okumuştum. okumamla birlikte "ne demiş lan bu?" tepkisini vermem de gecikmedi. ama sonraları tekrar okuyunca kafka'nın gözümdeki puanı bir hayli yukarılara fırladı.
orjinal ismi der prozess olan bir kafka yapıtı. ama ansiklopediler için tek satırlık objektif bir bilgi gibi bahsetmesi kolay olan bu kitap özünde çok daha fazlası.
yüzeysel bakarsak neden tutuklandığını bilmeyen bir adamın sinir bozucu öyküsü diyebiliriz.
fakat alegorik bir eser olarak baktığımızda 'K' denen ana karakter neyi simgelemektedir? dava aslında insan hayatına 1-0 yenik başlamanın öyküsü olabilir mi? belki de doğduğumuz günün aslında ölüme doğru geri sayım olması ve hepimizin bu ortak kader karşısında elinden hiçbir şey gelmemesidir anlatılan. hepimiz aslında idama mahkum suçlular değil miyiz? tek farkımız neden suçlandığımızı ve mahkum olduğumuzu, ne zaman cezamızın infaz edileceğini bilmememiz. ve aslında tüm zamanımızı bu soruları yanıtlamak için harcarken idam günümüzün gelip çatması.
franz kafka nın en güzel kitaplarından birisidir.

çoğu kişiyi sinirlendirir. okuduğum kitaplar içerisinde beni en çok bu kitap sinirlendirmiştir.
Dönüşüm' den sonra okuduğum ikinci kafka romanıdır. Kafka' nın kasvetli romanlarından birisidir , bu romanını sevdiği kadından ayrıldıktan sonra kaleme almış ve beş ayda tamamlamıştır. Ayrıca romanın filmi de mevcuttur, Orson Welles tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.

-Spoiler-

Kitabı tamamen anladığım söylenemez zaten net bir konu da yok, davanın konusu da belli deil sonunda Joseph K. Nın kimler tarafından öldürüldüğü de belli deil. Fakat anlatılan ve yaşanan olaylar günümüzle bire bir uyuşmaktadır, günümüz Türkiye'sinde Ergenekon, balyoz adlı sözde davalarda da aynı durumlar sözkonusudur. gerçekten de günümüz korku çağını o dönemde çok iyi kaleme almıştır. Ayrıca son sayfalardaki katedralde rahiple yapılan bir öykü üzerine konuşma kafka zekasını yansıtıyor. Gerçekten Mükemmel bir bölümdü, hiçbirşey için deilse bile o bölüm için kesinlikle okunmasını öneriyorum.

-spoiler-

Tekrar tekrar okunabilecek mükemmel bir kitap.
franz kafka'nın çok derin içerikli bir romanıdır. benim de şimdiye kadar okuduğum en karışık şey. roman üst düzey bir banka memuru olan joseph k'in uyandığında odasında iki memurun kendisine suçlu olduğunu söylemeleriyle başlıyor. kafka'nın anlattığı şey farklı anlamlara çekilebilir sanırım ama benim anladığım mana çok oturaklı göründü. metaforları bu kadar abartıp konudan da kopmamak büyük yetenek valla.

belirli bir yaşta yaşadığı bir olay , insanı hayatın anlamını bulmaya (dolaylı da olsa mutluluğu bulmaya) iter. daha sonra işinize mani olmaz ama asla kafası eskisi kadar rahat etmez. herkeste , her şeyde onu arar, her olayı ona yorar. peki o bahsettiğim şey nedir? dava. dava nedir? dava ; hayatın anlamını sorgulama çabası , mutluluğu arama uğraşıdır. suçunun ne olduğunu bilmemek de hayatın anlamını , yaşam amacını bilmemek.

dava , sonuçta bir "suç davası" imiş. öyleyse söylenmeyen suç da "düşünmek" olsa gerek. "ilk dilekçe" -bizim açımızdan hayatı yorumlamaya dair ilk fikir- çok önemli ama çoğu zaman hiç okunmaz bile. (bkz: değişkenlik)

hayat yolunda 3 ihtimal var:
1. gerçek anlamda aklanma: hayatın anlamını çözen çok az kişi var imiş. Söylentiler , efsane gibi bir şey. Büyük ihtimalle tarihteki bazı önemli karakterlere ithafen söylenmiş.
2. şartlı(görünüşte) aklanma: ilk zamanlar bir şeylere çok kafa yorup , kendince bir kalıpta hayatı yorumlayıp , ömür boyu her hareketi o kalıba uydurmaya çalışmak. Zaten kafka’nın da dediği gibi uymayan ilk harekette -ya bir kaç saat ya da seneler sonra- kafasındakiler yıkılıp baştan bir savunma(fikir) oluşturmak zorunda kalırlar.
3. sürüncemede bırakma: hayat boyu bir arayış içinde olan. sürüncemede bırakanlar , ömrünün sonuna kadar kafasında soruyla yaşar giderler.

Joseph k. , çeşitli alanlarda kişilerle konuşarak davasında ilerleme kaydetmek için uğraşıp durur. amca , dayakçı , avukat , hizmetçi , mübaşir , fabrikatör , ressam ve son olarak en önemlisi rahip. yani sanatdan dine kadar hayatın her alanında bir anlam arıyor. jim jarmusch'un limits of controlündeki sahnelerin daha alengirlisi gibi. ama onlar da işin içinde olmalarına rağmen aslından bihaber kişiler. genelde de kadınlardan bu konuda yardım teklifleri almıştır. hiçbirinde avuntu bulamayınca depresyon ve the end.

ilk mahkemede "ben başkaları için burdayım , kendim için değil" diyerek olaylara dışarıdan bakan insan sonunda ne hale geliyor. davasıyla yakından ilgilenenlerin bitkinliği ve hayattan kopukluğu... ahanda kafkaesk dedikleri şey... fena bir şey.

tüccar block'un zamanla avukatın köpeği olması , bariz hayatın anlamını vereceğini söyleyen kişinin bu dünyada kölesi olma meselesi...üstelik çözümün ondan gelmeyeceğini anlayıp gizlice başkalarından da yardım istemesine rağmen.

yargıçların portreleri: (bize) belli yargılarda bulunanların da aslında özel bir tarafları olmayan , bir şeyden habersiz , ufak tefek ama kendilerini olduğundan büyük göstermeye çalışan kişiler olmaları. gelgelelim toplum içinde hep yüksek yerlerde olmaları (çatı katları , kürsü) onların söylediklerini biraz önemli kılıyor tabi. sorgu yargıçlarının yani yargılarının çıplak kadın kitapları vs olması. herkesin kendince bir doğru bulduğu , mantık yürüttüğü ortam durulamayacak kadar bunaltıcıdır. yargılananların genelde önemli insanlar olması da öenmli tabi. alt seviye insanlar hengameden kafayı kaldırıp hayatı pek sorgulama fırsatı bulamıyorlar demek istiyor reis. haksız da değil. yeterince işin içinde olanların ağız şeklinden(yani konuşmalarından) suçlu bulunacağını (yani çıkmaza girip hayattan kopacağını) anlıyorlar.

herkesin uzlaşmacı olmasını tavsiye etmesine rağmen hizmetçi kızın dediği gibi K'nın sorunu kararlılığı ve inatçılığıydı. kesin sonuçlar istiyordu. gelgelelim bu da takıntı haline gelip onu bitirdi.

Gelelim kıssadan hisseciğimize. yasa kapısı ve bekçi anektoduna göre herkesin hayat yolu(kader-ömür) ve hayatın anlamını bulma çabası farklıdır. çünkü yasanın kapısı hep açık , gözümüzün önünde ve tek bir kişi için yapılmıştır. adam yaşlandıkça gördüğünü/anladığını sanar ama zamanı gelmiştir bile. bekçi ise hayatın ta kendisi olmalı. hem onu destekliyor , yardım ve hizmet ediyor hem de engelliyor. bekçi , adamdan fazla kapıda bekliyor onunla birlikte. kapıya gelene kadarki zaman da bu konularda düşünmeye başlayana kadarki geçen yıllardır. adam gidince kapı da kapanıyor.

kitabın betimlemeler de bir acayip. misal k'in o anki halet-i ruhiyesini anlatışına bakar mısınız :

--spoiler--
kendini ancak yabancı bir ülkede alt düzeyde kişilerle konuşan , kendisine ait ne varsa kendinde tutan , başkalarının yararlarından umursamazlıkla söz eden , böylece onları kendi gözünde yükselten ama istediği anda da bırakıp düşmelerini izleyebilecek bir insanın hissedebileceği kadar özgür hissetmekteydi.
--spoiler--

velhasıl-ı kelam bağzı şeylerin davası olmaz. * ama çok da şey katar size , eğer bitirebilirseniz. işte bunlar hep kafka...

dipnot: orson welles bu romanı 1962'de filme çekmiştir. kendisi kodaman avukat rolünü alırken , başrolü de sapıklıklarıyla tanıdığımız anthony perkins'e vermiş . çok da iyi yapmış.
(ismail hacıoğlu + jim parsons = anthony perkins )
orson welles , kitaba -hele ki böyle bir kitaba- bu kadar sadık kalarak filme çok iyi aktarmış. screenplay zor zanaat dostlar dostlar , adam yapmış. brock'un 5 avukatı daha olduğunu itiraf ettiği sahne çok güzeldi. son sahnede biraz marjinallik yapıp olaya dinamit katmış ama ossun. kesin izleyin. işini ciddiye alan adamlar bir ayrı. şu sahnelerdeki kalitelere baksanıza:
görsel
görsel
görsel
görsel

***

--spoiler--
mahkeme senden hiçbir şey istemez. geldiğin takdirde seni kabul eder ve gittiğin zaman da bırakır.

-mahkemeyi deli olduğuna inandırmak mı istiyorsun
+bence mahkeme beni deli olduğuma inandırmak istiyor!
--spoiler--
insanda yarattığı en büyük duygu "çaresizlik" olan, alegorik anlatımının sırrına pek eremediğim bir kafka romanı. başyapıtı kabul edilir, lakin bir dönüşüm değildir.