Yormak istemiyorum artık kimseyi, yorgunum zira.
Kelimeleri yan yana getiresim yok kendimi anlatmak için.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için...
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var.
Yetmiyor bildiklerim...
çeviri yapmaz, baştan yeni bir eser yaratır. yaptığı shakespeare'ın hamlet çevirisinden bir bölüm:
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.
kim yukarıdaki şiire çevire diyebilir ki, buram buram türkçe kokuyor. bunu yazan shakespeare değildir, can yücel'dir. gerçekten çok büyük bir şair, çok büyük bir kalem.
en uzak mesafe iki kafa
arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan.
var mı şu sözlerden daha ötesi? bazen öyle biri çıkar ki karşınıza buldum dersiniz. hep aradığınız kişidir o. aynısınızdır onunla olması gerekenden daha fazla. çok yakınsınızdır. nefes kadar, bir el kadar... ama işte önemli olan''ama'' sözcüğünü cümlenin neresine koyduğunuzdur. Tüm yakınlıklara rağmen anlayamazsınız ya hani bazen. neden dersiniz, nasıl dersiniz. hep bişeler dersiniz o da der ama anlayamazsınız birbirinizi. yakınlar o kadar uzak gelir ki birden onu içinizden atmak istersiniz ama olmaz, atamazsınız. bir gün yavaş yavaş gittiğini hissedersiniz içinizden. onun yerinde kocaman bir boşluk olur hiçbir zaman dolmayacak olan. her biten şeyden sonra onu kontrol edin içinizde. hala orada mı diye? mümkünse hep orada kalsın hüzünle gülümseyişe sahip olan.
ülkemizin ilk milli eğitim bakanı hasan ali yücel'in oğlu olan büyük üstad. herşey sende gizli adında bir şiiri vardır ki sormayınız gitsin, efendim.
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat!
işte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
"Yormak istemiyorum artık kimseyi,yorgunum zira!
Kelimeleri yanyana getiresim yok,kendimi anlatmak için.
Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için.
Hiç söylenmemiş sözler duymaya ve yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var.
Yetmiyor bildiklerim..."
mutfak işinden de anlarım.
donattım sofrayı.
bayağı uğraştım.
hepsinin, ayrı ayrı ne
yemekten, ne içmekten
hoşlandığını iyi bilirim.
bayağı da para gitti.
birinin yediğini öbürü yemez.
ötekinin içtiğini beriki içmez.
dört kişilik sofra kurdum.
mumları da yaktım.
bak hepsi, erick satie severdi.
hatırladım.
müziği de ayarladım.
geldiler.
20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
yatıştırayım dedim.
"sen karışma moruk" dediler. büyük hır çıktı.
komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
evin de içine ettiler.
bende kabahat.
ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.
baba adamdır. mezarı muglanın datça ilcesinde bizim evin 1 km dogusunda bulunmaktadır. gectiğimiz senelerde datçalı yobazlar tarafından mezarı çekiçle parcalanmıs olup kendisine cok büyük ayıp edilmiştir. bu kadar değerli insnaların böylesine aciz insanlara emanet edilmis olması apayrı bir sorun teskil etmektedir. kendisine saygım sonsuzdur .
ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa...
demiş ki suya:
gel sevdalım ol,
hayatıma anlam veren mucizem ol...
su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
al demiş;
yüreğim sana armağan...
sarılmış ateşle su birbirlerine
sıkıca, kopmamacasına...
zamanla su, buhar olmaya,
ateş, kül olmaya başlamış.
ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...
baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su...
ateş kızmış, ateş yakmıs ormanları...
aramış suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
bir gün gelmiş, suya varmış yolu
bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.
ve o an anlamış;
aşkın bazen gitmek olduğunu,
ama gitmenin yitirmek olmadığını....
ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.
işte o zamandan beridir ki:
ateş sudan, su ateşten kaçar olmuş...
ateşin yüreğini sadece su,
suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...
Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme...
Dudaklarım öpüşmekten mosmor...
Bir putum sanki ilahilerle
denize fırlatılmış
Ve bir deniz yağıyor üstüme
Bakma sen sevgili Teodorakis
Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
Avluların o en çakırkeyiflisine
Mısır daneleri gibi serpilmişler ama
Mısır danesi değil ki bu adalar
Ne de biz güverciniz...
Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
Birbirimize
Ve kendimize
Bilakis