Evet sana yazdım. Son 1 saattir bebeği uyutmaya çalısıyordum ve en sonunda başarmıştım. Ama sen ne yaptın? O amk müziğini son ses açıp yetmezmiş gibi egzozu bağırta bağırta yoldan geçtin ve çocuğu uyandırdın piç.
Götüne girsin o egzoz. Gecenin bi yarısı sinir sahibi yaptın beni.
Türkiye'ye iki yıl aradan sonra tekrar geldim. Tekrar geldim diyorum çünkü ülkeden gideli baya oldu. Geçen yılı da saymıyorum çünkü geçen yıl sana gelmiştim. Ama ülkem hala benim ülkem yanlış anlama. Onu da çok seviyorum. "O" dediğimi açılımı da bir O harfinin şekli gibi bir kümedir aslında, ne sadece taşı toprağıdır ne de insanlarının tamamıdır. Benim ülkem benim kendime.
Öykü yazayım diye açtım bilgisayarı, sonra gençliğime saplandım, kaldım buralarda biraz. Bir şeyler yazarken sigaram kül olurdu ilk fırttan sonra sen iyi bilirsin. Arada gelip o son fırtı sen içerdin. Bu ara ilk evimiz hakkında bir öykü yazıyorum. Sana anlattığımda, "ama gerçek adlarımızı kullanmıyorsun din mi" diye korkmuştun. Gözlerinde görmüştüm onu, hatırlıyor musun? Hatırlıyor musun? Beni hatırlıyor musun?
Biraz o filmlerde gördüğüm yetişkinliği yaşıyorum gibi. Kaldığım evde sabahları kalktığımda aklıma ilk gelen şey sabahları çiçeklere su vermek. Ev sahibi, "günde bir kere sulasanız yeterli" dedi fakat çok mutsuz bence çiçekler bu durumdan. Dişlerimi fırçalar gibi çiçeklere günde iki defa su verdim çiçeklere. Canım isterse bazılarına gün arasında da su döktüm. Çok su döktümse de saksıların altına havlu koydum. Noluyor biliyor musun? Kimse bana "bunu bu kadar yapma" demiyor. istediğim kadar suluyorum her şeyi, beni büyüten suyuysa hala arıyorum.
Sokağımızın adını "Cumhuriyet Sokak" koydum, her şehirde cumhuriyetin hem mahallesi hem soğaı olur. Seniyse "sen" yaptım. isim aramadım. Zor geldi belki de isim koymak sana.
Yazarlar hep yazılarının sonuna saati koydular ben başına koymak istedim. Hep de. böyleydim galiba, hiçbir şeyin sonunu bilmiyorum ki. Başını ve başında ne hixsettiğimi biliyorum öyle de gidiyorum. Öykümüz de böyle, başında ev taşıyoruz beraber ama sonunda ne oldu bilmiyorum. Eşya taşırken benim çok terlememi yazdım, eski evinden gelen üçlü koltuğu taşımadan oturup iki bira içmemizi yazdım, arkadaşlarımızı çağırdığımızdaki tedirginiliği yazdım. Belki bu yüzfen bir gecenin başını, bir aşkın ilk zamnalarını ya da bir çocukluğu anlatmak daha kolay.
"Bu sabah değişik bir şey olacakmış gibi uyanıp, her günkü gibi yatağın tam karşısında duran genişçe penceremden dışarı baktım. Sokağın dünden ya da herhangi bir günden bir farkı yoktu. Dar bir yolda hemen bitişiğimiz sayılabilecek yedi katlı bina ile bizim binanın arasından kafamı kaldırdığımda gökyüzünü görmem dünkü kadar imkansızdı. Üç ay önce seyyar satıcı çocuktan aldığım karanfillerin haline acıdım, bir heves camın kenarına koymuştum ölmesinler diye ama az güneş ve benim ölmesinler kaygısıyla suya boğmamdan iyice yorulmuşlardı. Hatırlarsın bir ötekisini de kütüphaneden unutmuştum zaten. Kahverengine dönmüş yaprakları tek tek ayıkladım. "Bugün su vermek yok" dedim kendi kendime, üç defa. Kafamı kaldırıp karşı binanın duvarına asılmış, "Cumhuriyet Sokak" tabelasına baktım. Dünden farkı yoktu.
Nerden aklıma geldi bilmiyorum. Buraya taşınırken kan ter içinde iki kişi buzdolabını içeri sokmaya çalışmıştık."
insanlar neden bunu unutuyor bilmiyorum ama bir şekilde hayatına dokunduğumuz herkesin bilmediğiniz yaraları var. işte tam bunla ilgili konuşacağım. Sen geldin, hayatıma geldin, bendeki yaraları kanatıp tek açıklama yapmadan gittin. Benim yıllarca onarmaya çalıştığım yarayı. Kabuk bağladığını sandığım yarayı.. yeniden hatırlattın.
aslında olanlar için sana kızmıyorum,
seni bu kadar sevmiş olmam, senden kopamıyor olmam, her an seni düşünüyor olmam benim suçumdu ama ne çabuk unuttun, o güzel gözlerinle beni bu sele sürükleyenin sen olduğunu?
ben yine bildiğin gibiyim, yalnızlık duygusu içinde asosyal, bazen uzun uzun bakakalıyorum, hafızam da eskisi kadar iyi değil, konuşurken konuyu unuttuğum çok oluyor ama ne olursa olsun bir tek seni unutmuyorum, sen taht kurmuşsun kalbime hep bir köşeden bana bakıyorsun. sürekli düşünüyorum, bunların hiçbiri yaşanmayabilirdi ama yaşandı bir kere işte önüne geçemiyoruz.
tek isteğim ne olursa olsun hep seni seveceğimi bilmen.
kendine iyi bak, Allah'a emanet ol.
Neredeyse iki yıl olmuş sana yazıp, hem okuduğunu hem de okumadığını umarak filtresizce konuşalı. Bir şey diyeyim mi? iyi ki korkularıma esir olmamı istemedin, iyi ki zorla da olsa konuşturdun beni o gece. 9 ayın tek saniyesi için bile pişman olmadım ve hâlâ o istanbul'dakine bunun için minnettarım. iyi ki kırdı kalbimi de sana sığındım. *
(bkz: ben bu yazıyı sana yazdım/#18432116)
2013te yazmışım. o kadar unutmuşum ki o kadar silinmiş ki herşey. yani diyorum boşuna üzmüşüm kendimi. onsuz da oluyormuş. hatta daha güzel oluyormuş.
Keşke yazı yazmak yerine arayabilseydim, konusabilseydim. Mümkünatı yok.... Olduğun yerde iletişim kurulamıyor.
Tek söyleyebileceğim aslında , çok özlediğim... Çok çok özledim. O şen sesini, günaydın deyişini, seninle konuşabiliyor olmayı...
Doğar doğmaz senin kucağına verdiklerinde senin memene atlamış olmam ilk bağı seninle kurmuş olmam yıllar boyu ve hala seni ne kadar çok sevdiğimi açıklayan tek hadise sanırım. Senin sene 80de o karmaşada bile o zamanın Erzurum'undan kalkıp benim doğum günüm için izmir'e gelişin. O mevsimde, o tarihlerde... O dönemlerden en net hatırladığım şeyler, somestrelerde onca yolu benim için gelmiş olman, okulda bana sürpriz yapman.. nasıl bir mutluluktu o kocaman gülüşünü görmek... Ve bir gün sahilde yürürken sanırım beş altı yaşlarındayken, "ben sana anne diyeyim mi" deyisim. Sebebini sorduğunda annemin şişman oluşunu söylemem. Demek o zamandan beri sevmiyorum sismanlari ben. Sana çok benziyor olmamdan kaynaklı milletin sana " yanında sürekli taşıma senin çocuğun sanacaklar kısmetin kapanacak" demeleri, ilk önlüğümü senin dikmiş olman ki o zaman okula bile baslamiyordum sadece bir heves bir kapris. Ama nasıl bir sene boyunca her gün o önlüğü giyip, elime de üzerinde pembe panter olan kırmızı küçük çantayı alıp apartmanin önünde servis bekleyip, milletin okuldan döndüğü saatte eve çıkmıştım. Hoş sonrasında okumak için o kadar hevesli olmadım oraya hiç girmeyelim.
Evlendin, sonra o saçma sapan kızın doğdu. Kız olacağını öğrendiğimde ne çok dua ettim doğmasın diye. Ne senin ne anneannemin sevgisini paylaşmak istemiyordum. Maalesef doğdu. Yıllar sonra senden " bu bize hiç benzemiyor kime çekti böyle" cümlesini duymak benim için paha biçilmezdi ama ne olursa olsun ben senin yeğenin, o senin kızındı. Olsun sen de benim o'na on sene fark atarak +10 senelik teyzemdin. Sonra bir anneler gününden bir gün önce seninle Messenger kamerasından gülüşüp, konuşup, geleceğim halde sana sürpriz olsin diye gelemeyeceğini söyleyerek el sallayıp kapattık kamerayı. Sana sürpriz yapacaktım anneler gününde kapında beliriverecektim. Olmadı . Sen o el sallamadan sonra çektin gittin.
Sen yıllar önce,benim geleceğimi hiliyor ve bekliyordun ancak ben senin gideceğini bilemedim, o el sallamamin o beni çok sevdiğini söylemenin son olduğunu bilemedim. Yanında olamadım.
Bugun sen gideli 15 sene oluyor. Sensiz, koskoca bir onebes sene.... Özledim. Çok özledim. Seni çok seviyorum.
Hayatıma girmeni istiyordum ama bir o kadar da uzak duruyordum senden. En sonunda baktım ki iyiki de olmamış dedim. Her işte bir hayır varmış. Yolun açık olsun.
iyi bir insan mıyım bilmiyorum ya da zeki miyim ? Kendimden hep şüphe duydum en emin halimde bile ve emin oldum her şüpheye düştüğümde bile kendimden . Bildiğim şey sen geleceksin diye bütün hazırlıklar. Kim olduğumu , mutluluğu bilmediğim şu zamana kadar yaşadığım yaşların telafisi olacaksın. En azından yüzünü bakınca bunu hissedeceğim .
Seni rüyalarımda bile görmekten nefret ediyorum. iyiki mesafeyi açtım da bunalımdan kurtuldum. Yoksa senin bulunduğun şehire bile tahammül edemiyordum. Şimdi telefon numaramı değiştireceğim ararsın başka bir numaradan falan riske atamam bunu. Hadi eyvallah.