Sabıkalı adlı şarkısını severek dinlediğim kişi. Dikkatinizi çekerim dinlediğim diyorum zira klibini seyretmeye tahammül edemiyorum. Attırık dansıyla yapay hareketleri ile böyle bir şarkının önünü kesen bir klip nasıl çekildi anlamıyorum kimsede uyarmıyor mu bunu. Belki yeni imaj makerı olan kocası sonrasında bu attırık dans figürlerine bir son verir.
yalnızlığına alışmışken, tam da yalnızlığını sevmişken, kendini kendine sevgili etmişken, birden dışarıdan çıkageliyor biri.
büyü müdür, gerçek midir, uzaklarda bir şeye hissettiğin özlemin dinmesi için midir nedir, bilemiyorsun, çözemiyorsun.
zaten çok da soru sormuyorsun ve bir bakmışsın ona "sevgili" diyorsun, hatta "sevgilim"...
az şey mi "sevgilim"?
sıradan bir şey mi?
belki günümüzün tez canlı çocukları için bir süs, bir dekor, bir durum değerlendirmesi, arkadaşlara hava kıvamına çekilmiş olabilir ama benim buralarda "sevgilim" demek hiç de az buz bir durum değil.
alıyorsun içine, koyuyorsun kafanı onun göğsüne, uyuyorsun kolunu bacağını dolayıp her yerine...
bütün önceliklerin kayıyor bir kenara. 'aşk kayması' da diyebiliriz hazretlerine.
bir bakmışsın o 'sevgili' işini, arkadaşlarını, dostlarını, zevklerini, rutinlerini, uykularını sollayıvermiş işte.
üstelik izin kâğıdı almadan, bir müsaade bile istemeden hayatından.
ama olsun, sen bu durumu seviyorsun değil mi?
tek kişilik düzenden çift kişilik düzene geçiyorsun. bir diş fırçası daha koyuyorsun banyona, bir bornoz daha. onun eşofmanı, onun tişörtü, onun telefon şarjı katılıyor evine. diyelim senin asla almadığın o vişne suyu konuyor buzdolabına, o içiyor ya... onun defteri-onun kalemi, onun arkadaşları, onun sevdiği restoranlar, onun izlediği filmlerle dolup taşıyor dört bir yanın.
tamam! düzenin bozuluyor, yayın akışın değişiyor ama çıt çıkarmıyorsun.
neden?
amaaan yazdık ya az önce; nedenini sormuyorsun! şimdi mutlusun ya, değer mi değmez mi klişelerine takılmıyorsun. sana uymayan çok şeyi var onun. alışkanlıklarınızın çarpışmasını görmezden gelmeyi tercih ediyorsun. başkalarının hayret dolu bakışlarını görmezden geliyorsun. sevgili onların kapısına gelse nasıl da coşarlardı biliyorsun. eh! urfa'da oxford olsaydı onlar da giderlerdi biliyorsun.
sen hiçbir şey sormuyorsun sadece yaşamak istiyorsun. bozulmasın istiyorsun.
bak inanmazsın ama yüksek beklentilerin de yok senin. "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" şarkısını bütün kızlara söyletip, kına yaktırma derdin de yok.
kendini aşıp, mecburiyetleri aşıp sevmek ve sevilmek istiyorsun.
evet! sen sevilmek de istiyorsun, bunu biliyorsun. "ama o zaman adı aşk olmaz ki" itirazlarını boş ver, herkes gibi sen de sevgine karşılık bekliyorsun. en azından kendini kandırmıyorsun. varsın adı aşk olmasın...
alıyorsun içine, koyuyorsun kafanı onun göğsüne, uyuyorsun kolunu bacağını dolayıp her yerine.
bir gece, iki gece, üç gece, beş gece...
her gece daha da bağlanıyorsun... bedeninle, teninle, kalbinle... her sabah daha çok seviyorsun, sanki her sabah daha fazla birleşiyorsun sevgilinle.
sonra bir bakıyorsun, o alıştığın yalnızlık kocaman sinsi bir korkuya dönüşmüş. ya bir daha gelirse... ya hep gelecekse... yokluğa yeniden nasıl alışabilirsin ki?
"sevgilim" demek az şey mi? sevgili olmak az şey mi?
kendine yalan söylüyor olsan da, o doğru kişi olmasa da, o 'sevgililik' yapmasa da, "dur, yapma" diyen arkadaşların haklı çıksa da, ayrılık zamanı geldiğinde elinde çok haklı nedenlerin olsa da biliyorsun ki az şey değil.
"sevgilim" demişsin bir kere, gerisi hikâye...
onların lafına gelsen de, hata etmiş olsan da yara sendedir artık. kendin için iyi etsen de yara ta içindedir artık.
hayat, kalbine bir yarayı daha gururla sunar.
bir sevgili gider sonra yenisi gelir de o yaralar kapanmaz işte.
oracıkta, kalbinin tam üstünde durup selam çakarlar sana yerli yersiz.
ve sen mırıldanmaya devam edersin "oysa sevgili bir tek sevgili nasıl değiştirir dünyanın gerçeğini" diyen o şarkıyı yerli yersiz.
ayşe özyılmazel - sabah gazetesi 31 ocak 2010
not: pek sevmem kendisini. malum sebeplerden dolayı. ama ne güzel anlatmış yahu.
"bozulmasın istiyorsun.
bak inanmazsın ama yüksek beklentilerin de yok senin. "yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" şarkısını bütün kızlara söyletip, kına yaktırma derdin de yok.
kendini aşıp, mecburiyetleri aşıp sevmek ve sevilmek istiyorsun."
hislerime tercüman olduğu için teşekkür ediyorum kendisine.
popüler kültürün sex ve saçmalık üzerine kurulu dünyasında * sex objesi olarak gösterilen bu sayede ilgi alaka çektiğini düşündüğüm kadın. üzerinde olan yazarlık sıfatına gelirsek, sözlüklerde troll'lere bile yazar denildiği bir dünyada kendisi ve üstündeki yazar sıfatı bana garip gelmiyor şahsen.
eksileyecekler için not: en ufak bir hakaret yoktur kişisel bir düşüncedir sakin olmak lazım . *
bugünkü yazısını aynen aşağıya kopyalıyorum.
bir göz atın bakalım ve düşünün.
sabah gibi bir gazete, günaydın gibi bir ek, kendisine ayrılmış bir köşe.
işte bu da yazısı:
--spoiler--
Sonunda oldu!
Uzun zamandır bekliyordum, uzun zamandır onu arıyordum.
O geldi beni buldu.
Onun adı; Mini!
Çünkü şimdi çok minik. iki buçuk aylık.
Minicik patileri var, kahverengi kulakları var, böyle boncuk boncuk gözleri var.
Trend tabirle; sevimliliğin dibi!
Güneşten bir kartopu sanki.
Koşarken poposu yuvarlanıyor sanki...
Pazar günü geldi bize Mini.
Bizim oldu.
Ben ona mavi tasma aldım nazardan korusun diye. Bir de yatak aldım, uyusun da büyüsün diye...
Uyuyor Mini.
Yatağında uyuyor, koltukta uyuyor, şimdi ben yazı yazarken de kucağımda uyuyor.
Peki ya ben?
Ben uyuyamıyorum. Bütün gece uyumadım, aklım kalıyor Mini'de. Tam dalıyorum rüyamda görüyorum onu, hop uyanıyorum.
Sonra yine dalıyorum, sonra ağlıyor, yine uyanıyorum.
Ama halimden hiç şikayetçi değilim.
Heyecanlıyım, mutluyum. Siz de bilin istedim. Artık Mini'miz var. Ne mutlu bize.
--spoiler--
--spoiler--
Sonunda oldu!
Uzun zamandır bekliyordum, uzun zamandır onu arıyordum.
O geldi beni buldu.
Onun adı; Mini!
Çünkü şimdi çok minik. iki buçuk aylık.
Minicik patileri var, kahverengi kulakları var, böyle boncuk boncuk gözleri var.
Trend tabirle; sevimliliğin dibi!
Güneşten bir kartopu sanki.
Koşarken poposu yuvarlanıyor sanki...
Pazar günü geldi bize Mini.
Bizim oldu.
Ben ona mavi tasma aldım nazardan korusun diye. Bir de yatak aldım, uyusun da büyüsün diye...
Uyuyor Mini.
Yatağında uyuyor, koltukta uyuyor, şimdi ben yazı yazarken de kucağımda uyuyor.
Peki ya ben?
Ben uyuyamıyorum. Bütün gece uyumadım, aklım kalıyor Mini'de. Tam dalıyorum rüyamda görüyorum onu, hop uyanıyorum.
Sonra yine dalıyorum, sonra ağlıyor, yine uyanıyorum.
Ama halimden hiç şikayetçi değilim.
Heyecanlıyım, mutluyum. Siz de bilin istedim. Artık Mini'miz var. Ne mutlu bize.
--spoiler--
babasına kendi yaşında kadınlarla beraber oluyor diye kızarken, kendisinin babası yaşındaki bir adamla evlenip kendi kendine çelişki yaşayan gereksiz insan.
Sürpriz bir kararla evlenen ve hiç de sürpriz olmayan bir kararla boşanmaya karar veren... O kadar.
Ali Taran'ın merhum eşinin ahı tuttu eminim ki... Böyle bir acının üzerine kurulan evlilikten ne hayır gelebilirdi ki...
Bundan sonraki yaşamını da merakla bekliyorum.
keşke evlilikleri bitmeseydi kararlarını tekrar gözden gecirmelerini çok yerinde olurdu
bu ikili zira yalnız kalmaz şimdi .
edit ; yeni gelen evlimi olur hastamı bilinmez böylelerinin birlikte olmasında fayda var .
ali taran'ın merhum eşinin ölümünden 1 hafta sonra 'acaba yanlış bir hayat mı seçtim' diye bir yazı yazan
ve o günlerden boşanma kararı alana kadar ali taran'ın *bunalımdan çıkması için psikolog psikolog gezen,
ama yaptıklarının bir işe yaramadığını gören,
ve boşanma kararı alan
ancak nasıl bir psikoloji ise daha dün 'evlilik iyi bir şeydir çünkü...' diye bir yazı yazan köşe yazarı...
her havadan para kazanan, bedavadan yaşayan erkek ve kadın gibi evliliği oyun sanan ve bir ölümün üstüne evlilik kurabilen eziklerin dramıdır yaşadığı boşanma olayı. bunlar hep böyle çilelidir. acı çekerler acı çeken adam yokmuş gibi dünyada.
"Zina eden erkek ancak, zina eden veya Allah'a ortak koşan bir kadınla evlenir. Zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya Allah'a ortak koşan bir erkek evlenir. Bu mü'minlere haram kılınmıştır." nur suresi 3. ayet.