abi selam. doğumunun bilmem kaçıncı yılı yurtta çeşitli etkinlikler ve büyük bir çoşkuyla kutlana. sadede gelelim abi, sakın geç kalma. bu güçlü kadın imajı beni irrite ediyor abi. irrite iç andoluda piknikte kıça batan diken demek abi kapa parantez. ya güç derken kas gücü değil tabi ki diye eklerlerse hiç şaşırmam. belki oralı da olmam. hatta kafam eserse çeker giderim abi bu diyardan. kadın melekse ona bir kanat biçmek lazım. ve şu günlerde uykusuzluktan biçkin düştüm abi. biçkisel hayata girmek üzereyim velhasılı. bir kral gönderseler ona yalnız soyluların görebileceği biçimsel bir tarz uygulayabilirim hani. konuya dönersek kadının böbrek yetmezliği aşırı tuz tüketiminden kaynaklı. sen bunu gözyaşına bağla. çözeltinin tuz oranını ancak sulu bir erkek düşürebilir gibi gelse de sana, cilsel bir bütünlüğün içindeki yüzde bilmem kaç su oranı inan yeter buna. ha sen diyeceksin ki hıyarın yüzde doksan sekizi su, bu da olur mu?
olmaz abi. bize sabit bir nokta lazım.
"seçkinlik ve sıradanlık üzerine" kitabı tavsiyedilebilinir.say yayınlarından.
gerçekçi ve zeki bir adamdır.söylediklerine önem verilmelidir.nitekim gelecek nesiller için yazıyorum demiştir.
insan ilişkileri hakkındaki bu güzide benzetmenin sahibidir;
çok soğuk bir kış günü üşüyen kirpiler birbirlerine iyice sokulurlar, soğuktan ve donmaktan korunmak için, ama bir süre sonra birinin dikenleri diğerine batmaya başlar. birbirlerinden iyice uzaklaşırlar, bu seferde soğuğun etkisi hissedilir. her seferinde aynı olay tekrarlanır, üşüyünce birbirlerine yapışan kirpiler, dikenler batınca birbirlerinden fazlasıyla uzaklaşırlar, ta ki hem soğuktan etkilenmeyecekleri hem de birbirlerine katlanabilecekleri orta bir mesafe bulana kadar. insanlar da kendi monotonluklarından, tek başınalığın boşluğundan kurtulmak için birbirlerine yaklaşırlar, ama çirkin alışkanlıkları ve dayanılmaz hataları onları birbirlerinden uzaklaştırır. orta mesafe ise nezaket ve iyi ahlaktır.
insan sadece yalnız olabildiği sürece, bütünüyle kendisi olur: Demek ki, yalnızlığı sevmeyen özgürlüğü de sevmez; çünkü insan ancak yalnız olduğunda özgürdür. Zorlama, her toplumun ayrılmaz arkadaşıdır ve her toplum, insanın kendi bireyselliği ne denli önemliyse o denli ağır gelen fedakarlıklar ister.
nietzsche ilk başta bu adamın karamsarlığına ilgi duyar ama daha sonra varoluşta bir gaye/amaç farkedip nispeten daha umut verici şeyler yazar. (umut işkenceyi uzatır biliyorum ama daha uygun bir kelime bulamadım.)
zerdüşt'ü okurken rastlamıştım böyle bir bilgiye ve pek inanmamıştım. çünkü zerdüşt hayatımda okuduğum en karamsar kitaptı. ama daha sonra zerdüştten daha önce yazılmış olan "iyinin ve kötünün ötesinde"yi okuduğumda bu bilginin doğruluğuna hak verdim.
nietzsche'den daha karamsarı yoktur diye düşünüyorsanız schopenhauer size sağlam bir yanıt olur.
alman filozoftur. filozofların genelde alman olmasının sebepleri araştırılmalıdır. en büyük faşistin çıktığı bir gen çizgisinden en büyük filozoflarında çıkması ilginçtir. schopenhauer'in en önemli özelliği ise 'kötümser filozof' olmasıdır. haksızda değildir aslında. onu kötümserliğinden dolayı eleştirirken kafamızı kaldırıp etrafımıza bakmamız gerekir!
aşkın metafiziği adlı kitabında kadınlara karşı oldukça küçük düşürücü bir tavır takınmıştır. bazı bölümlerde kadınları yerden yere vurmuştur.
schopenhaure ın yaşamı boyunca kadınlar tarafından tercih edilmemiş olması onu kadınlardan soğuttuğu bir gerçektir ve bence bu eserinde o günlerden kalma bir intikamdır. çocukluğuna inmek gerekir. (merhum olmamış olsaydı)
ona olan hayranlığım kaybolmadan önce, sözlerini ezbere bildiğim onun yazdığı ya da onun hakkında bulabildiğim her şeyi okumaya çalıştığım filozof.yazdığı en büyük eseri 'istenç ve tasarım olarak dünya' ona beklediği şöhreti vermemiş bunun üstüne:"bir kitabın yayımlanması ile onun tanınması arasında geçen yılların sayısı yazarının çağının ne kadar ilerisinde olduğunun ölçüsünü verir. eserimin karşı karşıya kaldığı aldırmazlık ve ihmal ya benim çağım için değersiz biri olduğumu ya da çağımın benim için değerisiz olduğunu gösteriyor. hayat hızla geçip gidiyor ve sizin kavrayışınız yavaş: bu yüzden şöhretimi görecek kadar yaşamayacağım: ödülün kayıptır"demiştir.ancak yaşamının sonlarına doğru, yazdığı parerga ile paralipomena kitabı ile şöhretin tadını kısa da olsa çıkarmıştır.
"aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker...nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre oynar. bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi". schopenhauer
schopenhauer, potansiyel olarak aktif anlamlar taşıyan iki entellektüel beceriyi yani aklı ve anlayışı birbirinden ayırmıştır. anlayış, bakmayı kavramsal ve terimsel olarak düşünebilme sonrasında içinde barındırdığını temsil etme yetisidir. akıl ise buna karşılık, baktığıyla kendini doğrudan doğruya belirsiz; bir insanın ne kadar hızlı veya güçlü olabileceğini bilebilmek, bir gürültünün nedeninin ne olabileceğini veya bir mızrağın hedefine varması için hangi açıyla ya da hangi güçle fırlatılması gerektiğini tahmin ve hesap etmek şeklinde muhakemelerin içinde bulur.
-dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır.
-tüm istekler ihtiyaçtan, dolayısıyla yoksunluktan, dolayısıyla ıstıraptan doğar.
-yıkmak düzeltmekten, yalan söylemek ispatlamaktan daha kolaydır.
-herkes kendinde eksik olanı sever.
-her mesele kabul edilene kadar üç aşamadan geçer: ilkinde gülünç duruma düşürülür. ikincisinde ona karşı mücadele edilir. üçüncüsünde tabii sayılır.
adı, "ingiliz adı olduğu" için paragöz babası (tüccar bir sülaledirler efenim) tarafından daha doğmadan konmuş (çünkü o dönem ingiltere korkunç bir yükseliş içerisindedir, o dönem 18.yy'dir); sonra anne karnında ingiltere'ye gitmiş; annesinin, "cilveli" tavırları nedeniyle krizden krize, renkten renge savrulan babası tarafından daha bikaç ay olmadan danzki'ye doğru tekrardan yollara düşürülmesi sonucu doğumu danzki'de gerçekleşmiş; değişik bir babaya (ve dahi anneye) sahip değişik insan.
"yetenek, başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran nişancı gibidir; dahi ise başkalarının göremediği bir hedefi vuran nişancı..." şeklinde akıllara zarar bir cümle döktürmüştür tarihe.
"Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar. Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?"
sayfalarca okuyasım, saatlerce derste bu adamın felsefesini dinleyesim var şimdilerde.
"dinler ateşböcekleri gibidir: parlayabilmek için karanlığa gereksinim duyarlar. tüm dinlerin koşulu yaygın olan belirli bir derecede cehalettir. ki sadece bu havada yaşayabilirler ancak."
Schopenhauer'un etkilendiği düşünür, yazar, şair ya da en güzeli hayat sanatı ustası Goethe'dir. Nietzsche de bir gün yerden bulduğu bir kitapla Schopenhauer'u tanımıştır, sonradan fikirleri değişse de, çok etkilenmiştir. Yani etkileme zinciri Goethe-Schopenhauer-Nietzsche şeklindedir.
Goethe ile zaman paylaşmışlığı da vardır, onun karanlık, karamsar hallerini gören Goethe şu cümleyi, şairane mısraları döktürmüştür:
'Willst du dich des Lebens freuen,
So musst der Welt du Werth verleichen.'
'Keyif almak istiyorsan hayattan,
Değer vermelisin dünyaya.'
(Goethe'den Schopenhauer'e)
(lütfen uzun diye devamını okumamazlık etmeyin, belki de bu satırlardan sonra tüm hayata bakışınız değişecek ve yeniden doğacaksınız... iddia ediyorum...biraz sabır...)
Schopenhauer Goethe'yi örnek almış, ona çok değer vermiştir. çünkü akıla, güzelliğe, estetiğe, sanata değer veren bir zekası, zevki; yeri geldiğinde ilham alan, bir ruhu vardır. Varolmanın Acısı'nı okuyan insan yüzeysel bakışda karamsar bulabilir ama derine indikçe tüm söylenenlerin doğru olduğunun idrakına varıp, gerçeği kabul eder ve bundan başlar gerçekten duyumsayarak, farkında olarak ve tad alarak yaşamaya. Üstadın dediği gibi: '...Böyle bir insan, yaşamı boyunca, başına nasıl talihsizlikler gelmiş olursa olsun, kendi payına düşenle ilgilenmekten çok, bir bütün olarak insanlığın payına ne düştüğüne bakacak ve acı çeken biri gibi değil bilen biri gibi davranacaktır.'
insanın var olma acısını irdelemiş, aşkın metafiziğini çözmüştür Schopenhauer.(Wille zum Leben) Yaşam iradesini tanımlar; insanın doğasında var olan bir hayatta kalma ve üreme güdüsüdür.'der ve ekler; ' Aşk, yaşam iradesinin ideal eşi(soyun sağlıklı devamı için gerekli eşi) keşfedip, bu bilgiyi bilincimize iletmesinden başka bir şey değildir.' Kalp acısı çeken veya neden şu adama-kadına aşık oldum diyen insanı belirsizliğin çıkmazından kurtarmış, ailenin, toplumun dayatmasına karşı göğüs gerebilecek zemini oluşturmasını sağlamıştır. Ne binlerce yıldır genlerine kodlanan doğanın buyruğuna, ne doğduğundan beri kafasına işlenen toplumun buyruğuna boyun eğmek zorunda değildir insan. Kendi istediği yani, gerçek bir ilişkiyi, karşılıklı ruhları besleyici bir ilişkiyi seçme, dayatma dışı bir eşle mutlu olma hakkına sahiptir artık. Tabi içgüdülerimizi aldatamayız ama farkında olursak tuzağına düşmez ruhumuzun mutlu olacağı eşi içgüdülerimize cazip gösterebiliriz. Başlangıçda zor olsa da zamanla başarılır. Schopenhauer'un şu sözü akıldan çıkmamalıdır: 'Gelecek kuşak, şimdiki kuşak pahasına yaratılır.'
Sanata çok önem verir.'Sanat da felsefe de, farklı yöntemler kullanmasına karşın aynı amaca hizmet eder: ikisi de acıyı bilgiye dönüştürür.' der. ve ekler 'En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin doğrudan bize seslenen yapıtlardır.' 'Sanatın özü şudur: Sanatta ele alınan bir tek durum üzerine söylenenler aslında binlerce durum için geçerlidir.' Sanata o kadar önem verir ki sanattan zevk alan, adeta sanatla nefes alan insanları özel, ayrı bir kategoriye koyar ve asıl bu insanların zekalarından, estetiğe, güzelliğe verdikleri değerden ötürü bu dünyada yaşamaya daha doğrusu hakkını vererek yaşamaya hakkı olduğunu savunur. Tabi bu insanları da sıradan çoğunluğun anlayamayacağını da belirtir. Bu saptaması çoğu sanat aşığı bünyede 'işte sonun da beni anlayan benim sanatsız nefes alamama durumumu anlayan biri' diyerek sevindirik olmasına neden olur *
Büyük insandır, yeri gelir sanatı icra eder, flüt çalar *, sanata, zekaya, güzelliğe değer verir. Ama yaşlılık döneminde tüm felsefesine rağmen kayık gezintisi yaptığı kendisinden bir hayli küçük güzel bir hanımkızımıza gönlünün kaymasına mani olamamıştır, çıtır dilber bunu anlayınca, bundan hoşlanmak ne kelime korkmuş ebediyen üstadın hayatından çıkmıştır. Artık bu duruma ister andropoz( yani o yaşta kaçıncı andropozsa...), ölmeden önce son çılgınlık... ya da işte güzelliğe tam anlamıyla değer verme durumu...diyebilirsiniz...istisnalar her zamanki gibi kaideyi bozmaz, diyerek saygı ve sevgilerimizi iletiyoruz üstada. Kendini, doğasını, çevresini anlama derdinde olan bireyin hayatında çığır açmıştır, büyüktür, yeri özeldir.
Sözlerimize son verirken üstadımızın yine güzel bir deyişiyle bitirelim ve mümkünse bunu kulağımıza küpe yapalım...
'En büyük zevkimiz takdir edilmektir; ama her nedense, bizi takdir edenler takdirlerini, ifade etmek konusunda pek de istekli davranmazlar. Demek ki en mutlu insan, hangi yolla olursa olsun, kendini içtenlikle takdir etmeyi başarabilen insandır.'
Schopenhauer
Üstadın sözüne uyarak, hepinizi, tüm güzel insanları ve kendimi içtenlikle takdir ediyorum ve mutluluktan uçuyorum...