aziz nesinin bir şiirinde çok güzel anlattığı meleklerdir..
şiiri de yazayım:
bütün anneler, annelerin en güzeli
sen, en güzellerin güzeli
onüçünde evlendin
onbeşinde beni doğurdun
yirmialtı yaşındaydın
yaşamadan öldün
sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum
bir resmin bile yok bende
fotoğraf çektirmek günahtı
ne sinema seyrettin, ne tiyatro
elektrik, havagazı, su, soba
ve karyola bile yoktu evinde
denize giremedin
okuma yazma bilmedin
güzel gözlerin
kara peçenin arkasından baktı dünyaya.
yirmialtı yaşındayken
yaşamadan öldün
anneler artık yaşamadan ölmeyecek
böyle gelmiş
ama böyle gitmeyecek
bir yerde uyuyakaldığımızda diğer insanlar gibi dürterek uyandırmak yerine üstümüzü örten, gecenin bir yarısı karnımız acıktığında o karnı doyurmadan kendi gözüne uykuyu sokmayan, yüzümüze bir gram hüzün çökse kendi içine 1 tonluk taş oturan, odanın soğuk olmamasına rağmen hep üşüdüğümüzü düşünen, hiç bir tıbbi bilgisi bulunmasa bile en ufak hastalığımıza hangi ilacın iyi geleceğini beş dakika içinde bulan, suçlu bile olsak bizi dünyaya karşı savunacak olan tek insan.
şimdi anneye genellikle bir kutsallık manası verilir, dünyanın en değerli varlığıdır falan. ama ben bunu kabul etmiyorum. annemi sevmiyor değilim seviyorum ama böyle kutsallıklar, değerli varlık falan yerine biz bir arkadaş, kanka gibiyizdir. ben anneme çoğu kişinin yapamayacağı şakalar yaparım. eğer saçmalıyorsa yüzüne doğrudan söylerim. sonuçta bir insan o da. abartmaya gerek yok. herkesin annesi var. okulda küfür ettiğin hocan da bir anne mesela. ben mesela hiçbir hocaya küfür etmem ama bu anneye kutsallık manası veren insanların daha çok küfür ettiğini tahmin ediyorum. çünkü bu anneye kutsallık manası verme bencilliktir. anneyi kendi mutluluğu için yaşayan bir insandan çok senin için yaşayan bir insan olarak görmektir.
o yüzden anneler sevilmelidir ama abartılmamalıdır.
en güzel, en kutsal, en mübarek insanlardandır..
peygamber efendimiz'in cenneti ayaklarının altında sayacak kadar ötelerden bir kutsiyetle vazifelendirildiğini daha bi iyi anlarız.
canın yandığında canı en çok yanan, sevindiğinde senden fazla sevinen, kısacası yaşadığın her duyguyu senden kat kat daha yoğun yaşayan, aynısını sana da yaşatabilen yegane, kutsal, öpe öpe doyulamayan candan bir parça.***
çok ama çok özlediğimdir. en çok özlediğimdir hatta.
birgün yine bir şeyler karalıyordum. annem geldi. "hikaye mi yazıyorsun?" dedi. hiç bu kadar narin duymamıştım onun sesini. daha doğrusu kimsenin sesini bu kadar narin duymamıştım daha önce. keşke hikaye yazıyor olsaydım. ne kadar beceriksiz olursam olayım, şimdi yazdıklarım kadar kötü olamazdı herhalde.
bakıyorum bazen hayatıma. kendi yarattıklarımın dışında hiçbir sorun yok aslında. aynaya bakıyorum; yine kendi yarattıklarım var; göz altlarım mor, avurtlarım çökük, şakaklarım çıkık, saçlarım dağılmış. böyle yaratılmadığımı biliyorum. bunu bana bir başkasının yaptığını bilseydim belki daha rahat olurdu içim. kestirmek zor benim için.
sigara paketime bakıyorum, bitmiş. odama bakıyorum, dağınık; tek düzgün şey plaklarım. aynı şarkıyı dinliyorum hala; takıntılarımdan kurtulmayı öğrenmeliyim. bu yine birkaç yılımı alacaksa da bitirmeliyim bu işi. kolumdakine bakıyorum, çok bulanık görüyorum onu bazen, ama bunun iki numara astigmatımla bir ilgisi olmadığının bilincindeyim.
izlediğim film geliyor aklıma. teması "önemsemezsen olur ve fark ettiğinde aslında hiçbir şey olmadığını anlarsın". tamamen gözünde büyütmenle alakalı sanırım. farkındayım, başa çıkamıyorum. gitmek istiyorum ama kalmaktan daha zor. yeni bir hayat, tek başına yapmak zorunda kaldıklarım, kalacaklarım; garantisi olmayan şeyler, elimdekini bir kenara bırakma konusundaki aptal cesaretim ve inadım; aklıma geldikçe beynim kemiriliyor sanki.
aslında böyle mutsuz biri değilim. sadece anlam veremediklerim hakkında yazıyorum o kadar. nasıl göründüğünün de farkındayım aslında ama çok da önemli değil. sonuçta özümü biliyorum. özünü bilmediğim başka şeyler var. bilsem bütün düğümleri çözebilirim büyük ihtimalle. hiçbir şüphem, hiçbir takıntım kalmaz; ama yapamıyorum.
genelde üzüldüğümde, sinirlendiğimde veya anlamadığımda yazıyorum evet. sanırım şimdiki, anlamadığım anlardan. sevgiyi anlamıyorum aslında. ne kadar çok sevsem de, aslında sevmek konusunda en ufak bir fikrim bile yok. çoğu zaman sevildiğimi sandım. sadığım, emek vermeyi çaba sarf etmeyi biliyorum, gocunmuyorum, iyi bir insanım, fedakarım falan filan. kendimi bu kadar "sevilecek insan" olarak görmemin tek nedeni sanıyorum elimde başka bir şey olmaması veya benim o kadar da değerli bulmamam işin özünde. saydıklarımdan dolayı kendimi "beni neden sevmesinler ki" diye düşündüm çoğu zaman, ama anladım ki bunlar sevilmek için yeterli değil. hatta sevdiğim, sevdiğimi sandığım erkeklere dönüp baktım, bu saydıklarımın hepsinin olduğu tek bir tanesine bile rastlayamadım. garip olan neydi hala kestiremiyorum. o yüzden arada bir düşünmemeye çalışıyorum. kuşku duyulmayacak tek sevgi belki de bu yüzden anneminki. çok net, çok kesin, mutlak. o yüzden onunkini anlamam gerekmiyor, çünkü karmaşanın içinde aslında en sağlam olan o, en ayakta.
insanlara güvenmeyi kestiğim günü hatırlıyorum birden. bazı şeyler çok çabuk ve çok gereksizce sarsıldı içimde. çok uzun süre unutmaya çalıştığım adam geliyor aklıma. o zamanlar çocuktu tabii, ama şimdi eminim baya baya adam olmuştur. güvenimin ilk sarsıntısından sonra hiç kimseye güvenemememin nedeni sanırım güvenimi sarsan kişinin aynı zamanda ilk güvendiğim kişi olmasıydı. bundan yola çıkıp inanmayı, aptallığı, kalple beyin arasındaki bağlantıyı sorguluyorum bazen aklıma geldikçe. sonra çekmecede onun mektupları olduğunu hatırlıyorum falan. elime ilk aldığımda daha açmadan ağladığım ve şuan hiçbir anlam ifade etmeyen ama aslında içinde çocuk saflığımı barındıran. çocuk dediysek on dokuz yaşında. kazık kadar, aklı eriyor ermesine ama işine gelmiyor. sonra düşünüyorum, ben de şuan çoğu kişi için öyleyim. geçmişte yeri yerinden oynatan ama şuan baktığında herhangi bir anlam ifade etmeyen. şüphesiz ki daha çok kereler bunu tekrarlayacağım. bilemeyiz.
ama en azından, güzel hatıralar istiyorum kendime. aynaya baktığım anlarkinden çok daha farklı olsun istiyorum gördüklerim. ne bileyim; omzuma çarptı diye kavgaya tutuşup aşık olduğum çocuk gibi olsun. şuan konuşmadığım arkadaşımla bahar şenliğinde dilimize dolanan şarkı gibi olsun. annemin gelip bana "hikaye mi yazıyorsun?" dediği an gibi olsun.
ah be annem, keşke hikaye yazıyor olsaydım. beceremiyorum ki...
en çok güvenilen, en çok sevilen. sevgisine en çok inanılan. asla terk etmeyen asla terk edilemeyen. burnunda tüten yan odada olsa bile kokusuna ihtiyaç duyulan. gözyaşlarını silebilecek tek insan. kadınlığı ile analığı ile sevgisi ve şefkati ile dünyalara konulamayan yürek.
-Benimle Metallica konserine gelen, ben saha içinde tepişirken tribünlerden acıyan gözlerle bana bakan,
-Iron Maiden: Flight 666'e south park tişörtüyle, yine benimle birlikte gelen, yaşlı Iron Maiden'cılardan çakmak isteyen, muhabbet kuran, benimle sinema salonunu inceleyerek kimin daha yakışıklı olduğunu tartışan,
-Deep Purple biletimi almaya söz vermiş olan, yine konserde de bize kendi güvenli yerinden eşlik edecek olan,
-Hafta içi her sabah, ben babamdayken, "günaydın yorgun savaşçı" "günaydın pankreasım" "günaydın başlangıç çorbam" şeklinde mesajlarıyla günümü güzelleştiren,
-Hastanenin güvenlik görevlisiyle kavga edince, onun yerine geçip insanların refakatçi kartlarını denetleyerek güvenlik görevlisini fıtık eden,
-Hiç bir zaman film izlerken uyumayan, ancak ve ancak gözlerini dinlendiren(!),
-Hayatımı finanse eden
-Kitaplarını alıp alıp geri vermememden şikayet eden, ama yine de kitap vermeye devam eden,
-Komik komik deyimlerle beni öldüren,
-Hiç beklemediğim bir anda, insanlara beni gülmekten öldüren küfürler edendir. Birtanedir.
bana her sabah patates kızarmaya üşenmeyen, gecenin bir yarısı taze portakal suyu içiren, tatlı uykusundan uyanıp sabaha karşı daha çok yarar diye ballı süt içirmeye çalışan, okula giderken pekmez dolu kaşık elinde zihin açar diye dolanıp duran, her gün elinde süeter peşimde dolanan, üzüntümü sevincimi ben söylemeden hisseden, keşke kanatlarım olsaydı da seni altında gezdirebilseydim diye düşünen ama o kanatları kilometrelerce uzakta olsam da hissettiğim ve artık dünya dışından bir varlık; melek olduğuna inanmaya başladığım yemeyen yediren, giymeyen giydiren, gülmese de güldüren, ne kadar anlatsam da eksik tanımladığımı düşündüğüm varlık...
Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi sal anneciğim!
Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!
Gözlerinde aksi bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!...
necip fazıl kısakürek
Bir ayı bir kaplan ya da daha vahşi denen hayvanların bile kendi yavrularına olan merhamet ve şefkati tek kelime ile özetlenebilir Anne sevgisi....
Yavrularını böylesine karşılıksız, çıkarsız, ölümüne seven annelerin eli yılın sadece bir günü öpülmemeli. varlıgında degeri bilinmeyen yoklugunda onsuz yaşamın çok zor oldugu birşey. bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için vücudunun vitaminlere ihtiyacı vardır. bunlardan en önemlisi anne sevgisi olmadan insan saglıklı büyümez hep eksiktir. hayatımızdaki en önemli varlıktır anne... acı çeken onlar. annnelerin işi ne kadar zor anne olduğunda daha iyi anlıyor insan.... annelere saygının çok fazlasını hak ediyor.
Sırrın, sihrin, tılsımın, sanatın keşfettiği en güzel isim "anne"...
Yaşımın bu seninkine erişmiş döneminde, o sana muhtaç zamanımdaki hasretlik çırpınışlarıyla çırpınan o küçücük çocukluk yüreğimdeki ifadeyle annem... Senin öpülesi ellerini yüzüme yastık ederek, göz yaşlarımı saklayıp, ağlamaya, ağlayıp, durulmaya muhtacım..... tüm emeklerine, sonsuz teşekkürler ediyorum, ellerinden öpüyorum minnet duygularımla güzel annem....
Yanımızdayken.. Sanki yokmuşçasına onu özleyerek ve ona hep saygılı sevgili olmamız gereken meleğimiz.. Ayağı öpülesi yeryüzünde eşi benzeri olmayan güzel kokuya sahip en büyük varlığımız. Allah olmayanlara yardım etsin.