şahsına muhabbet bünyede durduğu gibi durmuyor maalesef. pimi çekilmiş bomba mübarek.
hadi bizim mürteciliğimiz, sarıklılığımız bazı kalemi ve ağzı bozuk eşhasa göre müsellem (hoş, buna neyi delil gösterecekler veya gösteriyorlar, çok merak ediyorum) ve doğruluğu dahi tartışılmaz bir dogma. peki bu eşhasa demeli? hadi biz bir densizlik ettik, sayın sezer'in buyurdukları üzere laik ve dolayısı ile adam olamadık, laikliği de sayın sezer ve muhipleri gibi anlamamak gerektiğini, anglo sakson tarzı sekülerliğin ideal olduğunu filan söyledik, ona göre davrandık. ya bunlara ne oluyor?
takiyye malum, artniyetini saklamak için insanın olduğundan ve inandığından farklı davranması, söz ve davranışlarda bulunması.
biz kendimizi hangi ilkeye bağladığımızı beyan ettik mi ki bunlar bizi takiyyecilikle itham ediyor? yok mu başka film makinede, yok mu başka klişeleri, pelesenkleri? demokratik ülkelerin şekillendirdiği laiklik anlayışına sahip olduğumdan kamu sahasında dini tezahürün hiçbir mahzuru olmadığını biliriz çok şükür. buna inandığım için öyle davranıyorum. bunlar hani laikti? niye kendi açıkladıkları laiklik anlayışlarına ters hareket ediyorlar?
izah edin, anlatın, nafile. yazabilecekleri 3-5 kelime etrafında dönüp dolanacaktır muhtemelen. ben size pek sevdikleri anahtar kelimeleri vereyim isteyen sayın sezer'in avenesinin robot resmini çizsin:
takiyye, irtica, laiklik, şeriat, karşı devrim, hain, işbirlikçi, satılmış, yobaz.
kötülemek için artık kelimelerin kifâyetsiz kaldığı, en sonunda hakkında mafya, fitne, fesat, düzen bozucu vb. gibi hakÂretlere mÂruz kalan uzatmalı cumhurbaşkanı.
işin ilginci düzen bozucu denirken bunun dayandırıldığı noktanin ne olduğudur.
misÂl a.k. parti hükümetinin yolladığı, bugün ülke topraklarından çıkan petrolden devletin alacağı payı daha da düşüren ve bazı kesimlerce "vatana ihânet" yasası olarak adlandırılan bir petrol yasasını sezer'in veto etmesi bir düzen bozma işi midir ?
1924 yılında değiştirilemez olarak anayasaya sokulmuş bir maddenin gereğini yerine getirmeye çalışmak bir çeşit mafya işi midir ?
o kadar aptalca söylemlere mAruz kalıyor ki en iyisi hiçbir şey yazmamak bâzen, uzaktan izlemek...kimin ne mal olduğunu anlamak.
ha bir de demokrasi diye zırlayanların kaçırdığı bir nokta, cumhurbaşkanı seçerken bunu ülkeden halktan saklayan, yeni bir aday istemeyen, bir nevî set çeken ve son günlerde abdullah gül olsun diyerek bir nevi oldu bittiye getirelen bir cumhurbaşkanlığı seçimi ne kadar demokratiktir ?
üstelik bu iş için tek yetkili erdoğan dendiği bir ortamda.
siz hangi demokraside gördünüz 7 yıl ülkenin en tepesinde kalacak kişinin, bir kişinin dudakları arasından çıkacak kelimelere göre belirlendiğini ?
ama erdoğan bu konuda dürüsttür, çünkü kendisi "ben x'im" deyip y işi yapmıyor. bizzat kendisidir "demokrasi amaç değil araçtır" diyen...
ve hâlen bunca gerçek bâzıları için önemli olmayan hengÂmeler...
olsun, aptallık parayla değil...insan istese o kadar rezilleşebilir ki...
göreve geldiği ilk günden beri başkaları gibi kendi cebinin,amerika'da okuyacak çocuklarının geleceğinin önemini değil,tüm milletin refahını huzurunu düşünmüş,böylece başımıza gelen en iyi şey olarak kendisini nitelendirmemize sebep olmuştur..
türkiyeyi ^^kayanın üzerinde oturan türbanlı kadın^^ fotoğrafından o fotoğrafa dahil olmamaya çalışarak çıkarmaya çalışmıştır..aydındır kendisi..iyi bir hukukçudur..
devletin laik bir hukuk devleti olarak kalması için gerekendir..keşke bir cumhurbaşkanı bir kere daha bir kere daha olabilse dedirtir..
ha belki halkla çok alakası yokmuş gibi görünür yardım ederken kameralara ^^^beni seç^^ bakışı yollamadığından,çok sağda solda görmeyiz kendisini bir amerika gezisi olsun,bir birilerinin elini eteğini yalama pozları olsun..ama gölgesi bile güvende hissetmeye yeter.. bunu bazılarının ^^bu ülkenin refahını bizden çok kimse isteyemez^^ diyen özde değil sözde politikalarını reddetmekten helak olduğunu görerek anlayabiliriz.anlamamak için direniyorsak,60 darbesinin nedenine bakalım,anayasa ihlali.
demem o ki ; belki önüne yollanan tasarıları yollamakla bu kadar meşgul olmasa,yine bazıları gibi etrafa sahte gülücükler de yollayabilirdi.ama kendisi o bazıları gibi milletin yüzüne gülerken,cebini soymayı tercih etmediği için şu an sevilmiyor.malum bu ülkenin kimleri baş tacı ettiği..*
memleket manzarasına bakınca,bir yıldız üstünden bir tülay tuğcu'm var,bir de o..
başbakana hırsız, soyguncu, sömürgen diyenlerin yargı kanalıyla aklandığı ve halkın gözü önündeki kişiler acımasızca eleştirilebilir gerekçesiyle beraat edenlerin olduğu ülkemde kendisine çoban dendiği için adaaaaleeeet diye bağıran ikiyüzlü yazarlarımızın varlığını bize gösteren adamdır. ulan başbakana her istediğini söyleyeceksin, her türlü hakareti edeceksin ama cumhurbaşkanına laf edilmeyecek, hayır kardeşim, ikiyüzlülük yapıyorsun, ve oyunun kuralını sen bozdun. yargı da verdiğin pası gole çevirdi, şimdi aslında kendi kalene attığın gol için ağlıyorsun, oysa dün gülüyordun. ne değişti?
şu ana kadar kendisine hakaret etmedim, makamına hürmeten ve etmeyeceğim de, çobanlık konusuna gelince, çobanları severim ben, çobanları bu işe karıştırmayın, kanıma dokunuyor.
cumhurbaskanını halkın semesini onaylamayan cumhurbaskanı.
halka cumhurbaskanlıgı konusunda güvenmeyen diye lanse edilen cumhurbaskanını şöyle savunuyorum *
türkiye vatandası olan bütün bireyler siyasetten anlamaz. kimi zaman kocaman yaşını başını almış bireyler sagdan soldan etkilenip ya da vaadlerine kanarak oy kullanabilir. secim propagandası denen sey bu noktada cok etkilidir. devletin son 30 senedir gidişatına bakınca da hem solcusu hem sagcısı olarak kimse memnun değildir. burdan nasıl bir sonuc cıkıyor.
-halk her zaman dogru karar veremiyor-ki hepimiz dahiliz bu gruba.
1 eylül 1929 yılında Arapça ve Farsça derslerinin kaldırılmıştır. halk buna itiraz etmiş büyük tepkiler göstermiştir. ama esas olan o sürecte din suistimalinin laikliği tehdit edecek boyutlara cıkmasından dolay gercekleşmiş olmasıdır.
peki o dönem de bu yapılmasaydı nolurdu? devlet henüz oluşum sürecinin tamamlamadan çökertilebilir daha iyimser olursak kanlı isyanlar cıkabilirdi.
sonuc olarak örnekte de görüldügü üzere halk her zaman dogru kararı veremez. hele de cumhurbaskanı secimi gibi önemli bir konu mevzu bahis ise özel veye tüzel kişilerin kolayca etkisi altında bıraktıgı toplumun, cumhurbaskanını secmemesi yine kendi yararınadır zannımca.
burada kendisine hakaret edebilecek kapasiteyi kendisinde görme yanlışına düşen tekke başı ve müritlerini teker teker kendim ihbar edeceğim atatürk cumhuriyetinin koruyucusu ve cumhurbaşkanıdır. akp ampülünün ılımlı şeriata yönelik bütün ışıklarının, böyle biri tarafından engellenmesi bizim için büyük şanstır. yoksa, devletin bütün önemli kadroları bunların ( #1746976 ) kafasından olacaktı. bütün anti laik, devleti satma düşüncesindeki kanunları ve kararları geri dönmüştür, burada sinirlenen kişilerin bağırışı bundandır. hepinize iki çift lafım vardır: (bkz: afiyet olsun) ve (bkz: size bu ülkeyi yedirtmezler).
cumhuriyet tarihinde görevini hakkıyla yerine getiren 3 cumhurbaşkanının içine girer sanırım. başımızda kalmasını ve 5+5 olarak görevine devam etmesini istiyorum..
daha milletvekillerinin halk tarafından seçilemediği ülkede (seçtiğinize inanıyor musunuz yoksa?), makamının halk tarafından seçilmesi istenen anayasa koruyucusu. rte'nin mercimek ayıklar gibi vekil adaylarını ayıkladığı bir sistem de, kendisine laf atılan devlet büyüğü.
"asmayalim da besleyelim mi", "anayasayi bir kez delmekle birsey olmaz", "onlar benim kucuk turgut'la ugrassinlar" "verdimse verdim ne olmus", "dun dundur bugun bugundur" diyen, hukukun ustunlugune isine gelince inanan 7., 8. ve 9. cumhurbaskanlarindan sonra topluma ilac gibi gelmis ama hak ve hukuku kendilerine lazim olunca hatirlayan bazilarini cok rahatsiz etmis turkiye cumhuriyeti'nin onuncu cumhurbaskanidir.
keşke her cumhurbaşkanı onun kadar anayasamıza bağlı olsa diyerek düşünmeye sebep vermiş, kişiliğinden ve kendinden ödün vermektense ayakta sımsıkı durmayı kendine yol edinerek anayasayı kendisine kılavuz etmiş ulvi kişi. *
muhipleri arasında terbiye noksanı ile malül bazı insanların bulunmadığından artık zerre şüphe etmediğim insan. kendisi muhakkak ki efendidir. bakmayınız öyle ecnebi devlet erkanı önünde hiddete gelip çocuk azarlar gibi bakan azarladığına. devlet işi bu şakaya gelmez. hem dürüst de adam. ampulden tasarruf ediyor, alışverişlerini kendi görüyor, kırmızı ışıkta duruyor, bayramdan bayrama nur cemalini gösterecek kadar da mütevazı. daha ne isteriz?
hayır o değil de mezkur muhiplerin hayvanlar alemi ile ilgili bu takıntısı nereden kaynaklanıyor onu merak etmekteyim ben asıl. ahmet bey'e sorsak kendisi asla bunu tasvip etmeyecektir herhalde. ne bileyim, imtiyazsız kaynaşmış kitleye sahip bir cumhuriyet fikri ile idealize edilen "ulusal bilince sahip yurttaş"ların meramlarını ifade şekli bu olmalı değildi herhalde. muahatap aldıkları insanlarla medeni bir şekilde iletişim kuramayan bu insanların dertleri ne olabilir ki? terbiyeleri noksan bir şekilde "kamusal alan"a salınmaları sayın sezere göre tehlike arz etmiyor mu acaba?
sayın sezer'in en yakın tarihte muhipleri arasındaki bu bahtsız kitleye ayrıca -mesela bir celal şengör hoca'dan- bir edep erkan dersi aldırması gerektiği kanaatindeyim. usul önemli, içeriğe sonra bakarız. onda da ciddi problemler var. laikliğin menşeini ankara zanneden zevata "fransa bu laikliğin nesi olur peki?" diye sormak gerekiyor. sanırım mahut zevata göre laiklik, on yılda on beş milyon gencin yaratıldığı yıllarda icad edilmiş, en az türkmen yoğurdu ve ergenekon destanı kadar bizden sayılan bir kavram. laicus-clericus karşıtlığından bu yana batı tarihi içindeki seyri konusunda bir münzarayı ise kim ne kadar kaldırabilir emin değilim doğrusu. laisizim-laisite tartışmalarına girmiyorum bile. fakat her şey bir yana bir noksanımı da itiraf etmeliyim. bu "kamusal alan" ile neyin kastedildiğini bir türlü bulamadım. zira türkçe yazılmış hukuki hiçbir metinde "kamusal alan" tabiri geçmiyor. hukuki bir terim midir "kamusal alan"? hayır, dil problemine işaret edip, "kamusal alan" değil, "ona kamu alanı diyelim" de değil derdim. düpedüz hukuki olmayan uydurma bir "terim"le yıllardır herkesin hukukunu keyfi bir biçimde olumsuz yönde etkileyen sonuçlar alınmasıdır can sıkan. hadi beni geçin, "50 senelik hukukçuyum. türk mevzuatında kamusal alan diye bir şey görmedim. böyle bir kavram varsa gösteren olursa sevinirim." diyen bilkent üniversitesi öğretim üyesi anayasa hukukçusu prof. dr. ergun özbudun da benzer sancıları çekiyor. nedir allah aşkıan bu kamusal alan? hukuki olmayan, hiçbir hukuki metinde tek satır olsun yer işgal edememiş, tarife gelmez, sadece haşmetmeaplarının buyurduğu, dili de problemli uydurma kavram ile hukuki sonuçlar almanın adı en hafif tabiri ile keyfilik ve hukuksuzluk değil de nedir? ben bilmiyorum. bilen varsa da öğrenmeye hazırım. bir de bu keyfiliğe iştirak edenler demokrasi ve laiklik dersi vermiyorlar mı, verem ederler insanı...
kimi çok sever kimi hakkını helal etmez..fakat gerçek olan bir şey var ki o da türkiye'nin son yıllarda yaşadığı gerilimlerin sorumlularından birisi olmasıdır.
toplumda bir tahammülsüzlük, huzursuzluk varsa devletin bütün kurumlarının ortak hatasıdır. bir tarafa bok atmak için diğer tarafı yüceltmeye gerek yok. bugünlerin diğer mimarları için;
görev süresi dolmasına rağmen hala koltuğundan kalkamayan, bunun yanında chp ve diğer muhalefet partilerine muhalefet etmenin ne demek olduğunu öğretmiş olan, tez zamanda siyaset sahnesinde yani er meydanında görmek istediğimiz, yasaların arkasına sığınmadan cumhurun karşısına çıkarak cumhura başkanlık edilip edilemeyeceğini bize öğretmesini istediğimiz-ki şu anda buna cesareti olmadığınından mütevellit bu konuyla ilgili yasayı veto etmiştir- chp baş noteri.
cumhurbaşakanlığı seçiminin yaklaştığı şu günlerde içimden birşeyler yazmak geldi.
anayasa mahkemesi başkanı iken anayasa mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde yaptığı konuşmada türkiye'de düşünce ve ifadelerinden dolayı insanların cezalandırılmasını ülke için ayıp saymış ve düşünce özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını istemişti. bir hukuk adamının düşünce özgürlüğünü savunmasından doğal bişey olmamasına rağmen bu cesur sözlerin sahibi cumhurbaşkanı adayı gösterilince sevinmemek elde değildi. kimler tarafından aday gösterildiğine bakılmaksızın, çoğu kişi gibi fazlasıyla sevindim ve seçilmesini diledim. sayın cumhurbaşkanı anayasa mahkemesi başkanı olarak türkiye'nin boğucu koşullarına göre iyi sayılacak bir hukukçu imajı vermişti. türkiyenin sorunlarının salt dürüst, çağdaş bir hukukçunun gözüyle çözülmeyeceğini biliyordum ama yinede umutlanıyordum. geçmişte bu duyguları beslediğim insan son yıllarda sırdan insanlardan farkı kalmadı yüreğimde. belki silikleştiği tümüyle askerin ve baykalın dümen suyuna girdiği, bir AB karşıtına dönüştüğü, böylece ilk başlarda ki olumlu hukukçu yanını da tümden yitirdiği için... açıkçası benim için süpriz olmadı kaygılarımda haklı çıktım onu hizaya getirecekleri en baştan hissetmiştim ama yinede umutluydum. Tam da öyle oldu. sezer son olarak, AKP ve CHP'nin yangından mal kaçırır gibi, tbmm'den bağımsız adaylara ilişkin dtp'yi parlemento dışında tutma amaçlı anayasa değişikliği hükmünü de alel acele onayladı.
nerden nereye! bu aynı zamanda bir insanın kendini tüketmesininde resmidir.
sevenleri arasında tutarlı insanları mumla arayacağımız kişi. edepliler konusunda bir nispet veremiyorum, kusura bakmayın. ağız bozukluğunu ve terbiyesizliği hak eden de var demek ki onlara göre. seciyeleri ile o hal üzre terketmek evladır.
efendime söyleyeyim, cümle kurmak önemli bir iştir. harcıalem, herkesin becerebileceği bir iş değildir. hele de usturuplu, mantıklı konuşup yazmak iyi bir terbiye ve sağlam sinirler ister. kurulan her cümle kuranın kabullerini de yansıtır. mesela "bir siyasi simge olan türban" derseniz cümle içindeki bu yan cümlecik sizin kabulünüzü yansıtır. her işitenin ve muhatabınızın derhal yelkenleri indirip teslim olmasını bekleyebilirsiniz. o derece muhteşem bir cümle kurdum zannedersiniz. "hitabet dahisi winston churchill gelse bunu yapamazdı" dersiniz, gaza gelirsiniz filan. fakat biri de çıkar der ki,
"arkadaşım, türban değil o, başörtüsü, siyasi simge değil, dini vecibe. kaldı ki siyasi simge bile olsa demokratik bir toplumda, ülkede kamu hizmetlisi, görevlisi olmayıp, kamu hizmeti alan her insan siyasi simge kullanabilir. hem sonra sayın cumhurbaşkanı mevcut hükumetin iktidar olmasından evvel verdiği resepsiyonlarda eşi başörtülü milletvekillerini eşleriyle beraber çankaya köşküne davet ediyordu. milletvekilleri de sayın sezer'in ev sahipliğinde çankaya resespsiyonlarına başörtülü eşleriyle beraber iştirak ettiler zaten. fakat her ne hikmetse hükumet iktidara gelince sayın sezer kendisiyle çelişme pahasına, tutarlı davranmayarak başörtülü eş avına çıktı. kendi icadı olan ve asla hukuki olmayan "kamusal alan" uydurmasına sığınarak ve haklarını ihlal ederek cumhurun başının evi olan çankaya köşkünü onlara ve/yani cumhura kapattı.".
ne yapacağınızı şaşırır, hukuki bir terim olmayan "kamusal alan"ı izah etmekte zorlandığınız gibi zorlanırsınız.
cumhurbaşkanı noter değildir, peki de cumhurbaşkanı yasamanın önündeki takoz mudur? türkiye büyük millet meclisi 550 kişi toplaşsa ve bir yasa çıkarsa cumhurbaşkanı bunu sürekli kendisiyle de ters düşerek "ben beğenmedim arkadaş. aslında seni de babanı da sevmezdim zaten" türü gerekçelerle iade etse (cumhurbaşkanı veto edemez, en fazla o da bir (1) kez olmak üzere iade eder) ne denebilir zat-ı alilerine? "noter değil" mi diyeceğiz yoksa millet iradesine rağmen bir yasasavar mı? meclisin gönderdiği yasaları, yasa değişikiliklerini, anayasa değişikliklerini iade rekoru sayın sezer'de. sayın sezer'in siyasi görüşü bulunabilir. bundan daha doğal bir şey olamaz. fakat meclisin gönderdiği bir yasa değişikliğini, anaysa değişikliğini siyasi gerekçelerle iade edemez. iade gerekçeleri arasında "bu benim görüşüme uymuyor, ben öyle düşünmüyorum, karşıyım, yarar görmüyorum" cinsinden ifadeler bulunamaz. zira kendisi sorumluluğunun hesabını vermeyen bir makamı işgal etmektedir. iktidar ve parlamento ise sorumluluğunu ve icraatlerinin hesabını verir. bu sebepten cumhurbaşkanı hukuk temelli gerekçeler sunmalıdır. aksi durum onun "tarafsızlık" ve "yansızlık" iddiası ile de ters düşer. sosyalist olabilirsiniz, liberal ekonomi politikalarından hoşlanmayabilirsiniz, fakat iktidar liberal ekonomi politikaları uygulamaya kalktığında, özelleştirmeler yaptığında buna mani olamazsınız. mani olmak istiyorsanız siyaset arenasına buyurur, halkın kantarında tartıya çıkarsınız.
sezer'in muhiplerinin ki onlara kısaca sm de diyebiliriz zannediyorum, açıklamakta zorluk çektikleri en önemli nokta ise "kamusal alan" nevzuhur icadının hukukiliği meselesi. neymiş? hukuki terimleri ve yasaları ihtiyaçlar ortaya çıkarırmış. laf ola beri gele. siz mesela birine soruyorsunuz:
"arkadaşım bu elma mı armut mu?" aldığınız cevap da şöyle bir şey oluyor:
"elma ve armut ağaçta yetişir.". ne güzel. aydınlandınız değil mi?
elbette elma da armut da ağaçta yetişir ve elbette ki hukuki terimler ve yasalar bir ihtiyacın karşılığı olarak vücut bulurlar. fakat bu maalesef "kamusal alan" tabirinin hukuki olduğunun delili olamıyor işte. ihtiyaç ise bir şekilde türk yasalarında bir şekilde yer almalı değil miydi?
hukukun en temel kaidelerinden biri kanunla tanımlanmamış eylemin suç olamayacağı ve suç olamamış bir eylemden ötürü de ceza verilemeyeceği, hak mahrumiyetine sebep olunamayacağıdır.
"kamusal alanı ihlal etmek" gibi ya da "kamusal alana başörtüsü ile girmek" gibi bir tanımlama var mı ceza kanununda veya herhangi bir yasa maddesinde? suç olarak tanımlanmış mı bu? karşılığında da bu eyleme kalkışanların ne şekilde cezalandırılacağı, hangi haklardan ne şekilde mahrum bırakılacağı söylenmiş mi?
hayır. e, o zaman nedir bunca tantana? var mı keyfilikten, hukuksuzluktan ve hatta zulümden başka tarifi?
"ihtiyaca binaen" kapkaç, internet suçları, telefon sapıklığı gibi suçlar tanımlanarak ceza yasalarında yerlerini alırken "kamusal alan" hangi ihtiyaca binaen ne şekilde yer almış acaba? ceza hukukunu geçtim bu iki kelimenin türk yasalarında yanyana geldiği vaki değil. bir çifte standardı tatbik adına uydurulmuş, nevzuhur, türkçesi bile bozuk bir tabirden öteye bir anlam taşımamaktadır "kamusal alan".
öte yandan sm'e göre bizim laiklik anlayışımız da kendimize özgüymüş. menşei fransızca veya fransız ihtilali değilmiş. biliyorum, cumhuriyetin bidayetinde cümle kamu hukukunu fransa'dan alan bir devlet olmamıza rağmen, fransızca bir kelimeyi (laique) alıp sonra da "bizimkinin kaynağı franszıca ve fransız ihtilali değil" demek gülünç biraz ama, vaziyet bu. ister gül ister ağla. aynı değilmiş, zira kilise kurumunun yerli muadilini de cami zanneden zevata göre bizde cami kilisenin yüklendiği etkin kontrol işini yüklenmiyormuş, ilaahir... tabii, mabet olması itibarı ile camiyi hemen kilisenin yerli muadili ve mukabili gören şahıslar bilmiyor ki bizde cami hiçbir zaman tarihteki kilisenin yasama faaliyetlerine katıldığı gibi bir fonksiyon üstlenmedi, camiler bizde sadece müminlerin cem olduğu, sadece namaz kılmak için değil çeşitli vesileler maksadıyla da toplandığı yerler olarak kaldı. dini iktidar bizde, olmayan bir cami mecazıyla değil hilafet kurumuyla karşılandı. hadi diyelim bunu bilmiyorsunuz kilise kurumunun yerli muadilinin çok çok hilafete, olmadı şeyhülislamlık kurumuna teşbih edilebileceği de mi gelmedi aklınıza? kilise kelimesinin mabet ismi haricinde dini iktidarı temsil ettiğini bilmiyorsanız böylesi gülünç hatalar kaçınılmaz tabii.
kim ne derse desin 2001 yılındaki ekonomik krizdeki başrolüyle oscarı hakeden, türkiye'de yaşayan zenginleri iki kat zengin, fakirleri de iki kat fakir hale getiren olayın baş sorumlusu..
sözlükteki bir takım yazarların kendini ayarmatör sanmalarını sağlayan türkiye cumhuriyeti kanunlarına ve laik bir devletin gereklerine bağlı kalarak veto eden, zevk için orada oturmayan, bu ülkeyi şeriatçilerin eline bırakmamak için elinden geleni yapan ve çok da güzel yapan türkiye cumhuriyeticumhurbaşkanı.
bu arada çok biliyorsanız s.ktirin gidin siz yapın, veto etmezsiniz direk geçirirsiniz şeriat kanunlarınızı...
cumhurbaşkanı olarak milletine hizmet etmekle yükümlü olduğu süre zarfında Türk halkını tarihte görülmemiş biçimde fakirleştiren banka boşaltma ve yeniden yapılandırma operasyonları aleyhinde tek kelime etmemiş, hiçbir şekilde harekte geçmemiş kişi. bazılarının zannettiği gibi milletin karnının laiklikle doyacağını düşünen bir statükocu değildir kendisi. ne yaptıysa bilerek yapmıştır. farkındadır. memurdur.
çıkan kriz ile faydalı bir yazı. birebir sözlük'ten değerli bir yazarın konu ilgili yazısı.
hiçbir şart altında hukukçu kimliğinden taviz vermediği, anayasal hukuk düzeninden zerre kadar şaşmadığı o günlerde pek bilinmeyen cumhurbaşkanımız sn sezer'e o günkü hükümetin ilk başlarda şöyle bir bakış açısı vardı: "kendisini biz seçtirdik, nasılsa minnet borcunu her dediğimizi harfiyen yerine getirerek öder, ne de olsa bürokrasi ahbap çavuş ilişkisiyle yürümüyor mu?" çok geçmeden, memurlar kararnamesi olarak bilinen, kamuda mevcut personelin bahaneyle bir kulp takılarak işten atılması ve onlardan boşalan kadrolara kendi adamlarını yerleştirmeyi hedefleyen, kanun hükümündeki kararnamenin onaylanması konusunda, sn cumhurbaşkanı; hukukun üstünlüğü ilkesinden taviz vermeyen kişiliğiyle büyük bir hukuk dersi verdi ve kararnameyi iki kere veto etti. türkiye'de alışılagelmiş bir durum değildi bu, nerdeyse ilk kez bir cumhurbaşkanı; "verdimse, ben verdim." veya "benim memurum işini bilir" demiyor, hukuk diye direniyordu. herkes şaşkındı ve birileri de baltayı taşa vurduklarını yeni yeni anlamaya başlamışlardı ki, 2001 anayasa kitapçığının fırlatılma değil, alın da okuyun, ne yazıyor önerisine, daha önce yasa ve hukuktan habersiz kişilerin vermiş olduğu anlamsız tepkiyle, etkisi hala devam eden ekonomik kriz patlak verdi. kriz zaten vardı ve bir şekilde maskeleniyordu. böyle aleni ortaya çıkması çok iyi oldu. çünkü, babadan kalma politikacılar, köhnemiş politik anlayışlarıyla siyaset tarihi müzesinin yolunu tuttular.umarım, orda mesut ve bahtiyarlardır şimdi. onların gidişiyle yeni ve geri dönüşü mümkün olmayan bir süreç başladı ve herşey hızla iyiye doğru gidiyor. karanlıktan ve yoksulluktan nemalananlar dışında kimsenin pek bir şikayeti de yok bu hızlı büyüme gelişmeden . cumhurbaşkanımızın alın okuyun dediği anyasa bu günleri sağladı bir ölçüde. takvimler, 2001'in şubat ayını gösteriyordu, günlerden çarşamba..