hayatın en büyük gizemidir. aynı anda hem böylesine korkulup hemde aynı derecede merak edilen başka bir şey yok bu hayatta. ölüm illa ki hepimize sırası ile gelecek. nasıl gelecek nerede gelecek ve sonrasında ne olacak meçhul. ölünce ne ile karşılaşacak insan ? inanan içinde muallak ( cennet mi cehennem mi ) inanmayan içinde ( ölünce yok olunup gidiliyor mu yoksa ruh gerçekten var ve ölümsüz mü ) muallak..
Dogdugumuzdan beri ona gidiyoruz.yalniz Amerika da bir şirkete 150 bin dolar verirseniz ,sizi öldükten sonra bazı işlemleri yapıp dondurarak bir tüp içinde saklıyor.
Mezarlıklar yalnızca mühim günlerde doludur - Ölülerin bu unutuluşu canımı yakmıştır daima- Bu yüzden her daim sessiz ve huzurludur, yansıtıldığının aksine ürkünçlüğünden eser yoktur.
Ne zaman babaannemin mezarını ziyarete gitsem bu eski kapıyı insanın ölüm karşısındaki vaziyetine benzetirim. Varlığı ölümü içeride tutuyormuşçasına, öylesine geçirdikleri bir iple rezilliğinden habersiz, dimdik durduğunu sanıyor zavallı..
Babaannemi hiç tanımadım, ben bebekken ölmüş. Beni kimsenin öpmesine izin vermezmiş tenim zarar görecek diye, kendisi de öpmezmiş korkup. Sadece o gün, ölümünden önce, beni alıp uzun uzun öpüp koklamış. Şaşırmış herkes tabii, beni öptükten birkaç dakika sonra da ölmüş. anlattıklarından beri içimi acıtır bu hikaye. Ben o zaman anladım ölümün bir boşluk olduğunu, eksik bir öpüş belki.. Hiç tanımadığım babaannemin boşluğu eve gelip oturdu, öpüşlerinin yokluğu yanağıma kondu; Tanımadığım bu güzel kadının özlemi kapladı içimi.
Gençliğine dair tek bir fotoğrafı var evde. Mavi gözleri göçtüğü diyarları düşlercesine yabancı bakıyor; sarı saçlarıyla alabildiğine güzel..
Kaybettiğim onca insanı değil de babaannemi düşleyip özlüyorum; yaşasaydı nasıl olurdu, kimdi, nasıl öperdi-koklardı diye yanıtsız binlerce sorunun, koca bir ömürlük boşluğun timsali babaannem; Kaybetmenin, aslında hiç sahip olamamış olmak anlamına geldiğini onunla öğrendim ben.
Ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz, eski püskü bir kapıya güveniyor, varlığıyla güç buluyoruz. Bir ipin kuvvetine sığınacak kadar aciziz, bir kapının ötesine geçemeyecek kadar korkak.
Daha önce çok korktuğum birşeydi. Öyle böyle değil takıntı derecesinde. Bilinmezlik hayal gücünü zorluyordu.
Şu sıralar farkediyorum ki pek de farketmez Üzerine düşünmüyorum. Kalıyoruz da ne yapıyoruz çok mu güzel herşey? Şimdi Gitsek ne olur? Zaten gitmeyecek miyiz? Yarın öbür gün ne düşünürüm bilmiyorum. Yaşamın da ölümün de heveslisi degilim Allah Ölümün hayırlısını versin deyip konu kapandı bende simdilik.
Gece gece şu başlık neden hortladı onu bilemedim ama neyse.
En büyük korkum. Asansörden korkan asansöre binmez, yüksekten korkan yükseğe çıkmaz da ölümden korkan ne yapsın? Çeşitli güzellemeler de yapılabilir ölümle ilgili ancak o kadar basit değil o iş haberleri yok. Iki kuru lafa söndüremez kimse bu korkuyu. En iyisi bile kısa vadede işe yarar. Sonra yine nükseder. Çözmek lazım.
insanlık varolduğundan beri tek bir kişi sekmeden gerçekleşen,kimileri için gerçekleşmesi kesin olduğu için hayatı anlamlı,kimileri içinse anlamsız kılan durumdur.
Bir yerde okumuştum; “ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum” yazıyordu. Ölüm hadisesine aynı mantıkla bakıyorum ve bu yüzden ölüm beni korkutmuyor.
Benim inancıma göre ardından her zaman yenilenme getiren evrensel bir özelliktir. Yani ruhlarımız tam olarak ölmez, sadece bir evreyi bitirirler ve yeni bir yaşam formunda yeni misyonlarına başlarlar. Tabi bu bir önceki yaşamlarında misyonlarını tamamlayan ruhlara aittir.