son mu yoksa başlangıç mı olduğu bilinmeyen bir yöne doğru ayrılış.. her daim kendimizden uzak tuttuğumuz, ama her an yüzleşebileceğimiz acı gerçek. "benim için acaba nasıl olacak" sorusuna her daim konu olan eziyet.
bugün var olanın, yarın olmaması..
ve hatta şimdi var olanın bir saniye sonra olmaması.
nefes alamamak. kalbin atmaması. gülümseyememek, ağlayamamak.. konuşamamak, duyamamak.. ve hatta görememek. hareket edememek. geriye kalan sadece ruhu çekilip alınmış bir ceset...
belki çok yakın ve belki çok uzak olan, ama mutlaka olacak olan son...
iş gereği sürekli seyahat halindeyim. bir şehrin tüm köy, kasaba ve ilçelerini dolaşıyorum. buralarda hayat o kadar kolay değil. köyde oturuyorsanız, ve şehre gidecekseniz, sabah erken kalkmak zorundasınız. dolmuş sabah gidip, akşam geliyor çünkü. yol üzeri bir yer değilse, sabah gidip akşam dönmek için tek seçeneğiniz var yani..
bir sabah, bu köylerden birinden geçerken bir nine gördüm yol kenarında, çökmüş. durdum. "nereye nine" dedim, "gördes'e gidivecem" dedi. "gel" dedim, "götüreyim ben seni".
oldukça yaşlı, ama bir o kadar da şirin bir nine. kulakları duymuyor fazla. ama dua ediyor sürekli. "hastaneye gidiyom, onun da faydası yok gari, bi hap verivediler, dokunuyo bana" dedi. "kimsen yok mu senin" dedim. bir kızı varmış ve torunu. anlattı sürekli torunundan, kızından, köyden..
"ömrünün gıymetini bil yavrum" dedi. "neden öyle söyledin nine" dedim ; "giden geri gelmiyo yavrım, nasıl geçiverdi anlayamazsın, bi bakmışın benim gibi ölümü bekliyo buluverirsin kendini,bu sıcaklarda gışı nası çıkarıvecem bilmiyom" dedi.
sustum.
yaşlanmış bir beden vardı yanımda. yaşamak için sıcaklardan korkan, kışın gelmesini bekleyen, uyuduğunda uyanamamaktan korkan.
neyimiz var ki ondan fazla? aynı beden, aynı yaşam organları, hemen hemen aynı duygular.. tek fark, o artık sona yaklaştığının çok net olarak farkında.
ya ben. biz?
hayat çok garip gerçekten. dünyaya gelmek ya da istediğimiz zaman gitmek bizim elimizde olan şeyler değil. sabaha kadar yaşayıp yaşayamacağımızı dahi bilmiyoruz. bırak, bu entryi girerken kalp krizi geçirip "kaydet" butonuna dahi basıp basamayacağımızı bilmiyoruz.
ölüm.
ummadığımız zamanda, ummadığımız insanları bizlerden ayıran...
bir gün, ummadığımız zamanda, ummadığımız yerde bizi de sevdiklerimizden ayıracak olan..
ve çok güçlü bir gerçek. tüm insanların, tüm dünyanın bir araya gelip karşı koyması bile yetersiz olan..
ölmek;
ölmek nedir? farklıdır ölmek.. birgün herşeyi değiştirecektir ölmek. sevdiklerinizden ayıracaktır sizi. sevildiklerinizden de...
e ne yapmalı o zaman? birgün ölmeyecek miyiz? öleceğiz. ee o zaman iyi birşeyler bırakmalıyız burda. iyi birşeyler bırakalım ki insanlar bizden iyi bahsetsin. canberk te vardı, geçmişti bu dünyadan, iz bırakmıştı desinler.. değil mi ama?
seviyorduk onu desinler. iyi ki vardı desinler. zaten başka ne için yaşıyoruz ki?
çok yakın bir arkadaşıma babasının ölüm haberi verildiğinde kanım çekilmişti sanki. insanın hayatta yaşayabileceği en zor anlardan biri olduğunu anlamıştım. ölüm zordu, her ne şekilde gelirse gelsin.
özellikle 20 yaşını devirdikten sonra ölüm hayatımızın daha bi içinde yer alıyordu farkında olmadan. ölüm her zaman vardı ama acısı daha önce bu kadar etkili olmuyordu. çocuklukta karşılaştığımız ölümler sadece o insanın bir daha hiç olmayacağını söylüyordu bize. şimdi daha farklı geliyor her şey. bir tanıdığını, bir dostunu kaybettiğinde... evet o insan hiçbir zaman olmayacak bir daha, ama yaşanmışlıklar olacak geride, paylaşılan bir hayatın ya da geleceğe dair umutların kaybolup gidişinin acısını yaşayacaksın çok zaman.
bazıları için bitiş, bazıları içinse yeni bir başlangıç. ama şurası gerçek ki şu kısacık hayatımızda ölüm bir sondur. tık diye gidersin ve o anda herşey biter. ayın birinde kira mı yatacakmış, okul harcı mı varmış bunların hiçbiri yok öbür tarafta. ve hiçkimsenin bilmediği varılacak bir duraktır ölüm. gidersin ve biter. geri dönüşü yoktur. zaten geri dönüşü olmadığı için bu kadar meşgul eder insanın kafasını. kuran da ise tadılacak bir şeydir ölüm. tadılması gereken. hepimizin tadacağı. bir yokluk değildir ölüm. yeni bir başlangıçtır kurana göre. peki ya değilse? ya sonsuz bir yok oluşsa. işte insana azap veren şey burada başlıyor. ya sonsuz bir uykuysa ölüm. 'allahım lütfen beni aydınlat' diyesim geliyor. lütfen daha fazla şey bilmek istiyorum. bunu ancak ölünce göreceğiz. veya yok olup gideceğiz.
komşudan alınan tabağın geri verilmesi durumu. bunun için ağlayan görmedim henüz. ki büyük ihtimalle bir daha o tabağı görmeyeceksiniz. o zaman buna da ağlamak gerekir mi? tartışılabilir.
her nefsin tadacağı söylenir. ''tatmaktan'' kasıt, aslında insanın bekasına da bir gönderme. zira her nefis ölecektir denmiyor. her nefsin ölümü tatması ve ondan sonra başka bir hikayeyle devam etmesi söz konusu burada. o halde; aslolan ölümü tatmadan önce yaşanılan hayat oluyor. zira, ölümü tattıktan sonra başlayacak hikayenin ahvali de yaşamla ilintili. yani, müstakbel mefta yaşamdaki vaziyetini, öldükten sonra da sürdürecek. kimileri cennet ve cehennem olarak anlatırken, bazıları buna karma diyor. önemli olan, nefsin layık olduğu karşılığı bulacak olması.
kimileri bu yolda ölmeden önce ölmeyi tercih ederken, kimileri yaşamaktan başka birşey düşünmediler. ve bazıları bu uğurda öldürmekten de çekinmedi. oysa, biraz sabretselerdi, mukadder olan, faili olduklarının başlarına zaten gelecekti. hem o zaman, kim bilir belki, yataklarında ölemez vaziyete de bürünmeyeceklerdi. ariel şaron gibi yaşamayı ya da mahatma gandhi gibi ölmeyi tercih edenlerin dünyası burası. bunun yanında bir de ötekisi var. ve birilerine ölmekten ziyade beklemek azap veriyor. sabretmek lazım, ne de olsa sayılı gün. çabuk geçiyor.
her nefis eninde sonunda onu tadacaktır. ama dünyadaki kavgalara ve insanların hırslarına baktığımızda, sanki kimseye ölmeyecekmiş gibi. şarkıda olduğu kimler geldi kimler geçti ve bir ilave ile kimler gelip-geçecek. ama hepsinin sonu da aynı olacak.
telefon calar uzun uzun gecenin en kor vakti ya da sabahın en erkeni, o anda anlarsın kotu bir haber "hayırdır insallah" diyerek acarsın telefonu, hayat yapmıstır sana en buyuk, en acı suprizini ona yakısmayacagını bildigin kıymetlini almıstır senden, ee ne demisler adı olum "daha cok gencti" demez "hayalleri, sevdikleri, sevenleri vardı" demez, "daha erken yapacak cok seyi vardı" desen dinlemez kucaklar aniden yani kucaklamıstır umarım..
ondan once son nefesi gelir ve geldigi gibi gider tutamamazsın ne kadar cabalasanda yuzunde bir daha hissedemeyecegin ılık ve sonsuz bir huzur geride kalan ise siyah, buyuk ve hic alısılmayan bir acı bilmem belki gidene vuslattır ama kalana hasret oldugu kesin.
"sevdigimi aldın benden korkmuyorum artık senden,
kollarımı actım bekliyorum kucakla beni de,
sakın dusunme bir dakika bile cunku ben dusunmuyorum hatta hic uzulmuyorum senin kadar.."
"nasil oldugu anlasilmazmis, uykuya dalar gibiymis." sadece olup geri donenler bunu biraz tarif etmeye calisiyolar. eger olmek olmasaydi yaslarin, hayatin, insanlarin, olaylarin, amaclarin hicbir degeri olmazdi. nasil olsa hep burdayim diye yan gelip yatilirdi. doktorlar olmazdi, asiri alkol almak, cok sigara icmek sorun olmazdi. bosa gecirilen yillarin, hapiste yatilan yillarin, sevdiklerini goremedigin yillarin degeri anlasilmazdi. olum tehlikesi tasiyan hicbir extreme sport olmazdi. olum korkusu olmazdi. hayata buyuk bir anlam yukleyen bir sey olum.
dünyada ilk saniye
ölüm senin yavuklun
zamanı gelecek işte o düğünün
kaçan varmı ki?
uçupta kaçan yokki
fezaya gidipte yada
her nefis ölümü tadacak ama
her insan ölecek mi sence?
avcı tavşanı niye arar bildin mi peki?
avlamak için mi?
yoksa göremediğinden mi?
peki dilsiz susarmı bir gün
yada duymaz bir daha sağır olurmu?
görmez birgün kör olurmu peki?
ölen bir daha ölürmü?
gel yavuklunu bekletme
bitsin bu hasret
vuslata sırtını dönme
hemen öldürde nefsini
bir daha ölmeyi bilme.
bedenin; tanrının paletinden seçtiği sarı, mor ya da bir başka soğuk renge bulandığı an. hem maskenin düştüğü hem havlu attığın an. rollerinden sıyrıldığın, gerçek yüzünün ortaya çıktığı an. sadece bir ''an''. hepsi bu.