bu kasaba abdülhamid han tarafından kurulmuş ve bugün hala o'nun ismi ile anılıyor...
---------------------------------------------------- ara not: yazının buraya kadarki kısmını okuyan aktroller lütfen çıksınlar artık, bundan sonrası onları ilgilendirmiyor...
--------------------------------------------------
evet...nerde kalmıştık?
hamidiye kasabası evet...
hamidiye kasabası 1897 osmanlı-yunanistan savaşı sonrası girit'ten gelen türkler tarafından kurulmuş.
söz konusu savaşı osmanlı kazanmasına rağmen, girit yunanistan'dan gelen albay vasos komutasındaki yunanlar tarafından işgal edildi.
savaş sonrası barış antlaşması yapılıp girit osmanlı toprağı olarak kalsa da, girit'e hristiyan bir vali atandı ve özerklik verildi.
işte yunanistan'dan girit'e bu sırada binlerce göç oldu, yunanistan'dan gelen yunanlar, girit'te istediği köyleri işgal ediyorlar, burada yaşayan müslüman türkleri kovuyorlar, adanın hristiyan valisi de buna göz yumuyordu.
girit'te yaşananlar karşısında subaylarımız, denizcilerimiz kendilerini yiyor, girit'e gidip türk toprağını savunmak için sultan'a yalvarıyorlar, ama abdülhamid kendi toprağı olan girit'e müdahale etmek yerine, donanmamızı haliç'e zincirlleyerek bu soruna çözüm(!) buluyordu.
istanbul, izmir, bursa gibi kentlerdeki gazeteler birkaç defa girit'te olan biteni yazmaya, halka duyurmaya çalıştıysa da, burada da abdülhamid'in sansür politikası devreye girmiş, basında "girit" kelimesinin kullanılması yasaklanmıştı.
bu öyle bir yasaktı ki, "girit"in yazılışına benzeyen "geride" kelimesi de, akıllara girit'i getirir bahanesiyle yasaklanmıştı.
işte bu dönemde, adada yunan işgali sürüyor, türkler kendi topraklarından sürülüyor, hanya, kandiye gibi şehirlere birikiyordu. abdülhamid han, bu soruna dahiyane(!) bir çözüm buldu.
kendi toprağı olan girit'te, yerlerinden yurtlarından edilen müslüman ahali, girit'ten tahliye edilecek ve bu sorun böylece çözülecekti.
girit'te köylerinden, toprağından edilen giritlilerin bir kısmı gemilerle libya'ya yerleştirildi, bir kısmı da suriye, lübnan ve mısır'a götürüldü.
işte abdülhamid tarafından girit'ten tahliye edilen bu giritlilerden bir kısmı da suriye'deki bu bölgeye yerleştirildi, burada kurulan kasabaya "hamidiye" ismi verildi, abdülhamid han, hamidiye'yi çok sevmişti, buraya bir cami yaptırarak ismini yaşattı.
ama girit'te olanlardan, abdülhamid'in korkak bir siyasetle kendi toprağından kendi vatandaşlarını kaçırmasından kimsenin bahsetmesi yasaktı tabi...
bugün suriye'deki hamidiye kasabası hala yerinde duruyor.
burada yaklaşık 5-6 bin civarında girit göçmenlerinin torunu yaşıyor.
yani haritaya baktığınızda, suriye'nin akdeniz kıyısında "hamidiye" şehrini gördüğünüzde sevinmeyin...
burası bir islam halifesinin, bir osmanlı padişahının korkaklığının eseridir...
1854 yılına dair avrupa'nın siyasi durumunu, ülkelerin nüfus durumları, ordu büyüklüklerini içeren, avrupa'nın en yüksek nüfuslu 100 şehrinin bilgilerini içeren listelerdir.
istanbul, 786 bin nüfusu ile avrupa'nın en büyük 3. şehri.
ilk 100 içinde türkiye'nin(osmanlı devleti) 4 şehri daha var.
42.sıra edirne--->100.000
61. sıra selanik--->75.000
75. sıra bükreş---->61.000
90. sıra sofya---->50.000
not: bu tarihlerde izmir'in nüfusu 150 bin civarındadır, bursa'nın nüfusu ise 100 bindir.
lakin listeye avrupa'daki şehirler alınmıştır.
türkiye (osmanlı)'nın nüfusu 15.500.000 (1844)
yüzölçümü ise 189 bin mil kare = 490.725 kilometrekare. (bu yüzölçümü osmanlı'nın avrupa'da kalan topraklarıdır ve 1844 verisidir.)
osmanlı ordusu 200 bin kişilik bir büyüklüğe sahip.
donanma gemi sayımız ise sadece 74.
bu 74 gemimizde 4000 topa sahibiz.
bu arada dış borcumuz ise 36 milyon dolar.
1)venedik cumhuriyeti.
2)ceneviz cumhuriyeti.
3)ragusa cumhuriyeti.
4)garp ocakları (osmanlı)
5)amalfi cumhuriyeti
6)ancona cumhuriyeti
7)pisa cumhuriyeti
8)st jean şovalyeleri-malta
9)gaeta.
10)sardunya krallığı
11)napoli krallığı
12)hansa birliği
13)vikingler.
bu fuenta magna kasesi'nin üzerinde sümer çivi yazıları vardı.
üzerinde sümer yazısı bulunan bir nesnenin titicaca gölü kenarında ne işi vardı???
yine puma punku'yu incelerken, puma punku'nun hemen yanıbaşındaki tiwanaku'da tapınak merkezinde meydanda yer alan yüzler meydanı bir o kadar ilginçti.
burada amerika kıtsasıyla alakası olmayan ırklara ait yüzler bir duvarda yer alıyordu... https://galeri.uludagsozluk.com/r/2048045/+
bu antik çağlarda amerika'da yaşayanların, dünyanın geri kalanı ile etkileşim içerisinde olması anlamına geliyordu...
amerika kıtası colomb tarafından keşfedildi klişesi uzun süredir tartışma konusudur ve bu konuda tarihin yeniden yazılması gerekmektedir.
kolomb'dan önce amerika kıtasına gidenler, buradaki halklarla etkileşim içinde olanların varlığı belgelerle sabittir.
örneğin amerika'nın kuzeydoğu kıyıları colomb'dan çok daha önce vikingler tarafından keşfedilmiş ve burada viking yerleşkeleri kurulmuştur. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2048046/+
yine karayiblere colomb'dan çok daha önce gitmiş denizcilerin varlığı tartışılmaktadır.
öte yandan amerika'nın batı kıyılarınnın da colomb'dan çok daha önce çin'li denizciler tarafından bilindiği amiral zheng he'nin amerika kıtasına 15. yüzyıl'ın hemen başında vardığı konusunda pek çok kaynak vardır. (amiral zheng he, çin'li komutan zhang he ile karıştırılmamalıdır, aralarında 1200 sene var) https://galeri.uludagsozluk.com/r/2048047/+
bu petrogliflerin fenike alfabesi ile uyumlu olduğu ve kolombdan iki bin yıl önce kartaca'lı bir grup denizcinin amerika'nın doğu kıyılarına varmış olabileceği tezi ortaya atıldı.
paraiba'da bulunan bu kaya yazıtları fırtına nedeniyle mısır'dan afrika'nın etrafında yelken açan bir filodan ayrılan bir fenike gemisinden; aynı zamanda firavun necho ı veya necho ıı'den de bahseder...
yapılan araştırmalar gösteriyor ki, brezilya'nın kuzeydoğusu fenikelilerin bu topraklardaki varlığını doğrulayan izlerle doludur.
profesör schwennhagen, fenikelilerin brezilya'yı en azından 800 yıl boyunca bir üs olarak kullandığına ve maddi delillerin yanı sıra yerliler arasında önemli bir dilsel etki bıraktığını söylemektedir.
profesör schwennhagen'in çalışmaları, camocim (ceara eyaleti), parnaiba (piaui eyaleti) ve mearim (maranhao eyaleti) bölgelerinde antik fenikeliler tarafından yapılmış taş ve kireç duvarların varlığından bahseder.
ayrıca fransız bir araştırmacı olan apollinaire frot'un bu konudaki çalışmaları da profesör schwennhagen'in tezlerini destekler.
pedra da gavea'daki yazıtlar ilk olarak 16. yy'da hristiyan misyonerler tarafından keşfedildi ve kral pedro'ya sunuldu. bu yazıtların fenike kökenli oldukları ise 300 yıl sonra keşfedildi. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2048053/+
yukarıda da bahsettiğimiz üzre brezilya, fenikelilerle bağlantılı pek çok yazıt ve bulgu barındırmaktadır.
longa ve parnaiba nehirlerinin birleşmesinden biraz uzakta, piaui eyaletinde, fenike gemilerinin bağlanması için bir liman ve yine fenike gemilerinin tamir ve imalatı için tersaneler bulunan bir göl bulunmaktadır.
maranhao eyaletinde, mearim nehrini kuzeye, pindare ve grajau nehirlerinin birleştiği yere ulaşırken, maracu olarak bilinen pensiva gölünün sınırlarında yapılan kazılarda kalın tırnaklar ve bronz dübel içeren taşlaşmış ağaçtan yapılmış fenike tersane araçları bulunmuştur.
bugün carajas olarak bilinen brezilya yerlilerine ait isimlerinde, fenike kökenli bugünkü arapça dilinde bulunabilen kelimelerin etimolojisine rastlanılır.
guaranis, tupis, guajajaras, chambicas, anajás, carijos, vb.gibi diğer brezilyalı yerli kabileleri, sözcük dağarcığında kökeni fenike olan binlerce arap kelimesine sahiptir.
keza fenikelilerin ölü gömme ritüeline neredeyse tüm brezilyalı yerli kabilelerde rastlanılabilir.
her şeyden önce şu bilinmelidir ki, fenikeliler topraklarla ilgilenmiyordu. yani istilacı-sömürgeci değillerdi. onlar ticaret yapan insanlardı ve sadece ticaretleri ile ilgileniyorlardı.
fenikeliler bu özellikleri sayesinde mısır, asur, pers hegemonyaları altında yaşamalarına rağmen varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
lakin bu tarihlerden sonra gerçekleşen yunan ve roma istilalaları yüzünden fenikelilerin bu çok uzaklardaki kolonileri ile irtibatları kesildi.
bu tarihlerden sonra fenike uygarlığı yok oldu.
dolayısıyla fenikeliler bir daha amerika'ya gidemediler, amerika'da kalan fenikeliler de yerli halkın arasında eriyip gitti...
günümüzde sur olarak bilinen fenike şehir devleti tyre'de bulunan fenike yazıtları, moloch boğazı'nın ötesindeki bir bölgeye (bugünkü cebelitarık) bir fenike gezgini seferine, "denizin karaya nüfuz ettiği" yerinden bol miktarda yiyeceğin ve odunların olduğu bir yerden bahsederler.
şüphesiz ki bu bulgular güney amerika'daki fenike varlığını ve fenike gemilerinin dayanıklılığını, brezilya'daki fenike tersanelerinin varlığını doğrular nitelikteydi.
--- alıntı ---
fenikeliler afrika'da kurulduğunda ve cebelitarık imparatorluklarının sınırı olduğunda, jbail (byblos) ve karısı harmonia (harmony) büyük bir filo hazırladı ve “ebedi adalar” ı (kanarya adaları) aramak için muazzam denize yöneldiler ama sonsuza dek kayboldular.
ruhlarının iki yılan içerdiği söylenirdi, bu da yaşamlarının tanrı baal'ın isteğiyle yenilenmiş olduğu anlamına geliyordu.
daha sonra okyanusu geçtikleri ve bugün güney amerika'nın bulunduğu bölgeyi keşfettikleri doğrulandı.
bu, christopher columbus'tan 3000 yıl önce oldu.
ilk keşfettikleri yeni toprakları, "tanrı kıtası" anlamına gelen "barr ılu" adını verdiler.
ulus kurulduğunda ve yönetimi organize edildiğinde, orayı yönetmek için seçilen kraliçe, "savaşçıların kraliçesi" anlamına gelen "amazonların kraliçesi" olarak bilinen mirinieh mirubieh'di. bu kraliçe, kritik bir durumdaki jbail'i (byblos) kurtarmak için lübnan'a gönderildi.
"amazonların kraliçesi", daha önce atlantik okyanusu olan mirubi okyanusu olarak bilinen okyanus "büyük okyanus" olarak adlandırılıyordu.
tyre'nin büyük gezgini olan cadmus, şehrini - cadamiat - brezilya'da konuşulan cuchite dilini incelemek için bilimsel bir göreve bıraktı.
sidon, jbail ve tyre'den ayrılan her filoda brezilya'ya giden 200 veya 300 tekne vardı. en küçük olanı, mürettebat üyelerini destek malzemeleri ve ekipmanlarıyla getirmek için kullanıldı. genellikle dinlenmek ve malzeme almak için tunus'ta ve kanarya adaları'nda durdular.
brezilya'daki fenike uygarlığı anıtları arasında, bugün bu ülkenin takdire şayan büyüklüğünde tamamen kaybolan "airo" adlı bir şehir vardır.
eski sakinleri, tıpkı irlandalılar gibi fenike soyuna ait olmaktan gurur duyuyordu. kral hiram'ın zamanında altın almaya gelen tyrelilerin torunları olduklarını söylerlerdi. bu değerli metali, tyre'ye ve kudüs kralı salomon'a, bu mineralin çok bol olduğu ofir topraklarından aldılar. amazon nehri sınırlarında bulunur.
--- alıntı ---
sahi amazon demişken, amazon nehri'ne verilen adın kökeni nedir?
ispanyol conquistador'lar amazon nehri boyunca ilerleyip atlantik kıyısına ulaştıklarında kendilerine saldıran yerliler arasında kadın savaşçılar görmüşlerdi, bu yüzden bu nehre amazon adını vermişlerdir.
(bkz: amazonlar/#43238474)
bu ortadoğu kökenli bir isimdi ve amazon deltasında, surinam ve guyana'da bile aramice, süryanice ve hatta sanskritçe çivi yazılarının varlığı bu nehir boyunca yerleşen fenikelilerin bu nehre bu ismi verdiğini ve yerel halkla barış içinde yaşayıp ticaret yaptığını bize gösterir.
brezilya kıyılarının, avrupalılar tarafından keşfinden çok önceleri yakın doğudan birçok denizci tarafından zaten bilindiği söylemleri vardır.
bu topraklara aşina olan ilk avrupalı denizci, bu gerçekle ilgili belgeleri vatikan arşivlerinde bulunan romalı severus pompeus'tur.
severus pompeus'un bu toprakların varlığından suriyeli kölesi sayesinde haberdar olduğu yazmaktadır.
tıpkı severus pompeus gibi, cristof colomb'da bu toprakların varlığından haberdardı.
colomb'un elinde bu uzak topraklarla ilgili bir güzergah, bir harita ve belgeler vardı. colomb'un bu belgeleri tesadüfen bir kazı sırasında toprağın altında bulduğundan bahsedilir.
colomb iyi bir denizci olduğundan dolayı bulduğu bu papirüslerin bilinmeyen topraklara ait haritalar olduğunu anlamış ve eline geçen bu bulgular ile yeni topraklar aramak adına kendisine destek verecek kral ve devletler aramıştır.
colomb'un bulduğu bu belgelerin yüzyıllar önce trablus'lu bir denizci tarafından yapılmış haritalar olduğu düşünülmektedir.
daha sonra colomb, bu olağanüstü bulgular hakkında çok önemli bir haritacıdan bir fikir aldı. bölgeyi herkül sütunları'nın (cebelitarık boğazı) ötesinde bulunan büyük bir bölge olarak ilan etti.
ayrıca bu bölgeden ele geçecek servetin çok büyük olduğunu ve bu yerde o kadar değerli hazinelerin bulunduğunu ve bu bölgelere hakim olacak kişinin dünyanın efendisi olacağını söyledi...
yani colomb'un amerika'yı keşfi, amerika'ya, daha doğrusu kendi zannınca hindistan'a yaptığı bu yolculuk da, kendisinden 2000 yıl evvel fenikelilerin yaptığı keşifler ve elde ettikleri bulgular sayesinde olmuştur.
frig yolu, frigya uygarlığına ait yeraltı şehirlerini, antik kentleri, kale ve anıtsal alanları ve dini merkezleri ve bunların üzerinde yer aldığı 4 adet vadiyi kapsıyor.
bugün kütahya'da, eskişehir'de ve afyon'da çeşitli yerlerde frig vadisi tabelaları görebilirsiniz. yani 1 tek frig vadisi yok, birkaç tane frig vadisi var ve bu frig vadilerinden geçen güzergaha da frig yolu deniliyor...
frig yolu, antik frigya uygarlığının başkenti gordion'dan (polatlı) başlıyor.
rota daha sonra güney yönüne dönüp sivrihisar'a bağlı ballıhisar köyündeki pessinus antik kentine varılıyor. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1975926/+
pessinus antik kenti kral midas tarafından friglerin ve anadolu'nun baş tanrıcası kibele'ye adanmış kutsal bir kent. yani frig uygarlığının dini merkezi burası.
pessinus'tan sonra güney yönüne ilerleyerek emirdağ ilçesine ve oradan batıya giderek frig uygarlığına ait önemli kalıntılar bulunduran yazılıkaya bölgesine varıyoruz.
frig yolu/frig vadısi dediğimiz alan eskişehir, afyon ve kütahya illerinin bir bölümünü kapsıyor.
Aşağıdaki haritada sarı ile işaretli alan; https://galeri.uludagsozluk.com/r/1975939/+
burada trekking ile gezebileceğiniz gibi, bisikletli ya da atlı turlara da katılabilirsiniz. dilerseniz yukarıda bahsettiğim yerlere arabayla da ulaşabilirsiniz.
evliya çelebi yolu, 1671 yılında evliya çelebi’nin istanbul’dan başlayıp, hicaz’da sona eren gezisinde geçtiği güzergahların bir bölümünü kapsar.
Bu yolun hicaz’a kadar uzatılarak, uluslararası bir nitelik kazandırılmasına çalışılmaktadır.
dünyanın en mükemmel yürüyüş/gezi parkuru likya yolu'nun fikir anası ve yaratıcısı olan kate clow'un ülkemize bir başka armağanı olan 2004 yılında faaliyete giren 500 km uzunluğundaki türkiye'nın en uzun 2. gezi parkurudur. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1972341/+
aziz paul yolu antalya ve antik pisidia (ısparta-burdur-göller yöresi)'daki roma kentlerini ve bu civardaki doğal güzellikleri içine alan bir rota.
rota perge antik kentinden başlıyor.
lakin, perge'den başlayan bu yola 2. bir alternatif güzergah eklenmiş, perge'den aspendos'a geçiliyor ve aziz paul yoluna aspendos'tan başlanıyor.
burada köprüçay güzergahı takip edilerek, köprülü kanyon ve tazı kanyonundan geçilerek selge antik kenti'ne ulaşılıyor.
ha bu arada, ben tabi ki bu yolun tamamını yürümedim. yol güzergahında bulunan antik kentlerin ve milli parkların tamamına gittim ama arabayla, tazı kanyonu ve köprüçay'da biraz yürüdüm ama. st paul yolunda yürümemiş olmuyorum yani.
yürümeseniz de bu harika yerleri siz de gezin, tavsiye ederim...
yukarıdaki haritalarda işaretli olan yerler halihazırda antik kalıntıların bulunduğu yerleşkelerdir.
bunların dışında üzerine şehir inşa edilmiş ve ortadan kaybolmuş pek çok antik kent de mevcut, onlar ile ilgili bir buluntuya rastlayamadığım için listeye alıp işaretlemedim.
ek; illere göre antik kent-antik yerleşke listesi;
şimdi libya'daki türkleri, garp ocakları türklerini tarihsel süreçte inceleyelim.
libya'daki türklerin varlığı 1517'de mısır'ın fethi sonrası libya'nın doğu kısmını oluşturan sirenayka bölgesi'nin osmanlı tarafından fethedilmesiyle başladı.
sirenayka: (bingazi, derne, tobruk)
bakınız o tarihlerde de osmanlı, durduk yere libya'ya gitmedi.
libya'daki müslümanlar, libya'yı sömürgeleştiren ve yağmalayan ispanyollara karşı istanbul'a bir heyet göndererek osmanlı'yı libya'ya davet ettiler.
turgut reis'in trablus'u fethi ile birlikte türkler libya'ya yerleşmeye başladılar.
turgut reis ile birlikte libya'ya 12 bin yeniçeri ve levend geldi.
işte libya, cezayir ve tunus'ta bugün hala varlığını sürdüren ve kouloughlis-kuloğlu-koloğlu denilen kişiler bu osmanlı askerlerinin soyundan gelmektedir.
osmanlı garp ocakları'nı vatan yapabilmek için osmanlı levendleri'ni ve akdeniz'de korsanlık yapan akıncıları yerel halktan kadınlarla evliliğe teşvik etmiş, işte osmanlı askerlerinin yerel halk ile kaynaşmaları sonucunda da bu "koloğlu" dediğimiz türk soylu bir halk ortaya çıkmıştır.
garp ocakları'nda yöneticilik yapan dayılar işte bu koloğullarındandır.
koloğulları ile kölemenler karıştırılmamalıdır.
zira libya'da kölemenler de vardır ve libya türkleri içinde kölemenler de sayılmaktadır.
kölemenler osmanlı'nın mısır'ı fethi sonrası burada kalan ve uzun süre osmanlı'ya direnen memlüklerdir.
bunlar kıpçak türkü ve çerkes kökenlidir, osmanlı mısır'a hakim olunca bu kölemenlerin bir kısmı da trablusgarp'a gönderilmiştir.
kölemenler'in torunları bugün ekseriyetle misrata'da yaşamakta ve kendilerini hala kölemen ve çerkes olarak tanımlamaktadırlar. misrata bugün nüfusunun yüzde 80'i türk/kölemen/koloğlu kökenli bir şehirdir.
----------------------------------- not: misrata şehrinin isminin kökeni de bu mısır'dan gelen kölemenlerden gelmektedir.
çerkes dilinde "misir atah" yani ataları mısır'dan gelenler anlamındadır.
-----------------------------------
bu karamanlılar döneminde libya'ya anadolu'dan yoğun bir türkmen göçü yaşandı.
libya'ya göç eden türkmenlerin bir kısmı, girit'in fethinden sonra da girit'e yerleştirdiler ve girit'teki türk nüfusunun çoğunluğunu oluşturdular.
girit'in hakimiyetimizden çıkmasından sonra girit'teki yaklaşık 100 bin karamanlı yeniden libya'ya dönmüştür. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1959660/+
------------------------------------
not: abd'yi vergiye bağlayan 1796'daki trablus antlaşması işte bu karamanlı türklerin eseridir.
libya'daki karamanlı dönemi osmanlı'dan bağımsız ayrı bir dönem olarak ele alınır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1959662/+
-------------------------------------
libya türkleri olarak inceleyebileceğimiz diğer bir topluluk da fizan sürgünleridir.
osmanlı döneminde libya'nın güneyindeki fizan bölgesi bir sürgün yeriydi ve pek çok kişi buraya sürgüne gönderilmiş ve kalan hayatını burada tamamlamak zorunda kalmıştı. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1959663/+
libya türkleri'nin bir kısmı da işte bu fizan sürgünlerinin bugünkü bakiyeleridir.
bu fizan sürgünlerini bir kitapta toplamak ne iyi olurdu, zira fizan'a sürülüp sahra çölünü geçip gine körfezi'ne ulaşan türkler var, ne hikayeler, ne hikayeler...
osmanlı yönetimi süresince işte libya'daki bu türk varlığından dolayı, libya diğer uzak topraklar gibi değil, adeta bir türk toprağıymış gibi ilgi gördü.
aşiretler artık osmanlı'dan ayrılmak istiyorlardı. tabi bu ayaklanmada başta italya olmak üzre emperyalist devletlerin kışkırtmaları da etkiliydi.
işte 1908 yılında bu ayaklanmaya karşı önlem alması ve libya'daki türkleri örgütlemek üzre teşkilat-ı mahsusa tarafından libya'ya mustafa kemal gönderildi.
mustafa kemal libya'ya geldiğinde henüz 27 yaşında bir yüzbaşıydı.
burada mustafa kemal bey ilk temaslarını koloğlu ve kölemen türkleri ile yaptı, akabinde sunusi aşireti ile görüşerek bu aşiretin ve aşiretin bağlı olduğu tarikatın osmanlı'nın yanında olmasını sağladı ve libya'da birkaç ay içinde elde ettiği bu güç ile ayaklanan diğer aşiretlerin karşısına çıkarak bu krizi sona erdirdi.
kurtuluş savaşı döneminde sunusilerin lideri ahmet sunusi'nin atatürk'ün yanında olduğunu ve sivas'ta islam kongresi toplayarak tüm dünyadan müslümanlara kurtuluş savaşımızın haklılığını ve yanında olmaları gerektiğini anlatması unutulmayacak ve önemli bir yardımdır. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1959664/+
sonraki yıllarda 1949 yılında libya'nın birleşmiş milletler nezdindeki bağımsızlık müzakerelerinde işte bu sunusi ailesi ve koloğulları yani libya türkleri ön planda olmuşlardır.
1951'de libya bağımsızlığını kazandığında libya'nın ilk kralı sunusi ailesinden idris es senusi'dir.
(bkz: birinci idris)
idris es senusi libya kralı olmasıyla ülkeyi yönetecek başbakanı da türkiye'den seçmiş, bir libya türk'ü olan ve türkiye cumhuriyeti'nin emekli bir valisi olan sadullah koloğlu'nun başbakan olması için türkiye'den izin istemiş ve ülkenin ilk başbakanı da sadullah koloğlu olmuştur.
bu durum aslında libya ile türkiye'nin yeniden entegre olması için atılmış bir adımdır, fakat ne yazık ki bu ütopya gerçekleşememiştir.
buna rağmen libya ve türkiye 1969 yılındaki darbeye kadar tek millet, iki devlet şeklinde ilişkiye sahip olmuş, 1969 yılındaki kaddafi darbesi sonrası iki ülke bir daha o eski yakınlığı yakalayamamıştır.
bakın kaderin bir cilvesi olsa gerek.
1969 yılında kaddafi darbe yaptığı sırada kral idris tedavi amacıyla türkiye'de bulunmaktaydı...
bugün türkiye'nin libya'ya asker göndermesi gündemde.
halihazırda libya'da zaten türk askerleri var.
(bkz: ikinci trablusgarp savaşı/#42553141)
türkiye libya'nın meşru hükümetinin davetiyle libya'ya gidecek.
üstelik libya'nın meşru hükümeti bu daveti sadece türkiye'ye yapmadı, abd ve cezayir'den de askeri yardım talep ettiler.
(bkz: libya nın türkiye den askeri yardım istemesi)
libya ile bizim tarihi bağımız var, bu bağ sadece coğrafi değil, kan bağı.
bugün 1 milyonun üzerinde türk kökenli insanı korumak pek tabi ki türkiye'nin görevidir.
libya'nın kaderinde başkalarının söz sahibi olmasını istiyorsanız, libya türklerini reddediyorsanız orası sizin bileceğiniz şey.
(bkz: 2 ocak 2020 libya tezkeresinin tbmm de kabulü)
aklı olan her türk, aklı olan her insan bu sınırlara, böyle bir coğrafyaya sahip olmak ister.
düşünsene, osmanlı'nın en geniş sınırları bu sınırlar olsaydı, ortadoğu bataklığına hiç saplanmamış olsaydı, arapla, acemle, kürtle işi olmasaydı, onları sırtında taşımak, onların ihanetlerine uğramak zorunda olmasaydı neler olurdu?
şüphesiz ki dünya tarihi çok farklı olurdu.
bu sınırlarda kalan osmanlı dünyadan geri kalmayabilirdi. bilim ve teknoloji gelişebilirdi. osmanlı avrupai bir devlet olabilirdi.
turan soylu macarlarla ittifak kurulup tüm avrupa'ya hakim olunabilir, türk medeniyeti dünyanın 1 numaralı medeniyeti yapılabilirdi.
neyse...
Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman.
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!
(ziya paşa).
oysa sri lanka ve hindistan'ın güneyi arasında "palk boğazı" adı verilen bir boğaz vardır ve bu boğaz kullanılsa gemilerin yolu kısalır, ama gemiler bu boğazı kullanamamakta ve sri lanka'nın güneyini dolaşmaktadır.
kötülüğün timsali ravana, rama tarafından yenilir ve ravana da intikam olarak rama'nın karısı sita'yı sri lanka'ya kaçırır.
bunun üzerine rama karısını kurtarmak için maymun ordusu ile birlikte sri lanka'ya geçmek için hareket eder fakat karşılarına deniz çıkmıştır, işte bu denizi geçebilmek için bu köprüyü inşa ederler...
ayrıca 1480 yılına kadar bu köprü boğazı geçmeye müsade eder haldeymiş.
yani hindistan'ın güneyinden sri lanka'ya yürüyerek geçmeye müsade ediyormuş, lakin şiddetli bir fırtına ile köprü bağlantıları kopmuş ve yolun bir kısmı su altında kalmış, dağılmış ve bugünkü haline gelmiştir.
19. yüzyılda rama setu'dan büyük gemilerin geçmesini sağlamak için ingilizler bir proje başlattılar. fakat bu projeyi hayata geçiremediler.
zira hindu inanışına göre burası kutsal bir bölgeydi ve hindular bu projeye şiddetli tepkiler gösterdi.
kanal projesi son olarak 2004 yılında gündeme geldi.
hatta hindistan hükümeti "Rama tarafından inşa edilen bir köprünün tarihi olarak hiçbir kanıtının bulunmadığına" dair açıklamalar yaptı, fakat hindular bu projeye ve açıklamaya büyük tepki gösterdi.
zira "rama tarafından yapılan bir köprü yok" demek, "rama yok" demek anlamına geliyordu, bunu bize uyarlarsak hükümetin "allah yok, kuran yok" diye açıklama yaptığını düşünün, neler olurdu acaba?
akdeniz'in 5. büyük adası.
bugünkü nüfusu 700 bin civarında. lakin bugün "giritli" diye bir kavram var ki dünyadaki giritlileri sayacak olursak çok daha kalabalığız...
sadece türkiye'de girit nüfusu kadar giritli var.
bunun dışında lübnan, suriye, kıbrıs ve libya'daki giritlilerin sayısı da yaklaşık 300 bin civarındadır.
atalarımız bu topraklardan zorla koparıldı.
dedem mübadele esnasında 2 küçük kardeşini kaybetmiş, birisi gemide, diğeri karantina'da(izmir) vefat etmiş.
1999 senesinde "ahhh kritimu, ahh kritumu" diyerek vefat etti dedem.
girit'ten gelen pek çok mübadilin de aynı şekilde vefat ettiğini duydum.
biz her ne kadar mübadelenin 3. kuşak insanları olsak da, işte atalarımızın çektiği bu acılar yüzünden girit bizim kızıl elmamızdır...
bugün girit'teki yunanistan vatandaşlarının çoğu kendilerini "yunan" olarak tanımlamıyor.
girit'te ciddi anlamda bir ayrılık hareketi var.
zaten bugünkü girit nüfusunu yunanistan yıllar boyunca asimilasyona tabi tuttu.
öyle ki mübadele esnasında türkiye'ye göç ettirilen müslüman giritliler(giritli türkler)'den boşalan yerlere anadolu'dan gelen rumlar yerleştirildi.
lakin anadolu'dan gelen rum nüfusu, girit'ten türkiye'ye göç eden giritlilerden çok daha azdı.
buna karşılık girit'in yerli halkı, mübadil rumlardan kat be kat fazlaydı, ayrıca girit'e mahsus bir dil olan kritiko'yu konuşurlardı.
kritiko, yunanca'nın bir lehçesi olarak gösterilse de, o dönem kritiko konuşan bir giritli ile, yunanca/rumca(elenika) konuşan bir rum'un anlaşması neredeyse imkansızdı.
işte yunanistan 1898'den beri girit'te bu kritiko dilini yok etmek için titiz bir asimilasyon politikası sürdürmektedir. bügün geldiğimiz noktada bu asimilasyon politikasında da bir hayli başarılı olmuştur.
"1897 osmanlı yunanistan savaşı" ingiltere himayesinde, osmanlı ve yunanistan arasında imzalanan istanbul antlaşması ile girit özerk bir hale gelmişti.
girit adasına hristiyan vali atanmasıyla beraber yunanistan'dan girit'e göçler başladı.
adada hristiyan nüfus, müslüman nüfustan fazlaydı.
adanın 2/3'ü hristiyandı.
lakin hristiyan giritlilerin büyük çoğunluğu kendini yunan/rum değil, "giritli" olarak tanımlıyordu.
keza girit'teki müslümanlar da kendilerini aynı şekilde giritli olarak tanımlamaktaydı.
yani hristiyan giritliler ve müslüman giritliler arasında sadece din farklılığı vardı, herhangi bir düşmanlık, anlaşmazlık bulunmamaktaydı.
bu da yunanistan'ın girit politikasına aykırı bir durumdu, bu yüzden yunanistan anakarasından girit'e sistemli göçler başladı.
girit'in demografik yapısı değiştirildi.
girit özerk bir bölge olmasına ve hala osmanlıya bağlı olmasına rağmen, yunanistan'dan gelen ve vali olarak atanan prens otto tarafından kandiye'deki girit valilik binasına yunanistan bayrağı çekildi.
osmanlı ise buna tepkisini ancak protesto ederek gösterebildi.
hatta "girit ile ilgili haberlere yayın yasağı" getirerek girit'in bağıra bağıra elimizden çıkmasına göz yumuldu.
ve bu süreç binlerce türkün canı ile ve akdeniz'in kalbi girit'in 1913'te elimizden çıkması ile sonuçlandı.
1923 yılında başlayan mübadele ile birlikte girit adasındaki giritliler yalnız kalmışlar ve yunanistan'dan gelenler ve anadolu'dan gelenler karşısında azınlık durumuna düşmüşlerdi.
girit dili'nin yok edilmesi operasyonuna bu süreç sonrası hız verildi.
giritliler bu durumdan memnun değildi tabi.
işte bu yüzden 1941 yılında 2. dünya savaşında almanların girit'i almak için yaptıkları mercury operasyonu giritliler için yunanistan'dan kurtulma umudu olmuştu.
almanlar da derslerini iyi çalışmışlar, iyi istihbarat yapmışlardı.
giritlilerin yunanistan rahatsızlığından faydalandılar.
hatta giritliler bu umutla "Girit halk kurtuluş ordusu" adlı bir örgüt kurdu, örgüt hem alman işgaline direndi, hem de yunanistan'dan ayrılma umutlarını diri tuttu.
fakat 2. dünya savaşının bitmesi ile yeniden yunanistan hakimiyetine giren girit'te yunanistan'ın asimilasyon politikası kaldığı yerden devam etti.
lakin girit insanının en temel özelliği "inatçı" olmasıdır.
yunanistan 100 yılı aşkın bir süredir ne yaptıysa da giritlileri "yunan" yapamamış, giritliler, kendilerini "yunan" olarak tanımlamamış, hep giritli kalmışlardır.
yunanistan'ın girit'i sürekli asimilasyon çabasının kökeni ise binlerce yıllık bir geçmişe dayanıyor.
yazının başında da belirttiğimiz üzre girit medeniyetin beşiği.
yunanların asıl meselesi işte bu.
girit'i kendi kültürlerinin ve tarihlerinin bir parçası olarak göstermek istiyorlar ve bu yüzden girit'e sürekli bir asimilasyon uyguluyorlar.
girit ise eline geçen her fırsatta yunanistan'dan farklı hareket ediyor.
örneğin, pers istilasında yunan şehir devletlerinin perslere karşı kurdukları delos birliğine girit dahil olmamıştı.
bunda da kendilerince haklı sebepleri vardı.
mitolojideki truva savaşlarında da giritliler tarafsız olmayı seçmişlerdi, lakin girit o dönem akaların istilası altındaydı, truva savaşları boyunca agamemnon girit'i sürekli sömürdü, giritliler bunu unutmamış olacaklar ki, pers istilasında delos birliğine katılmayıp tarafsız kaldılar...
zaten girit'in yunanistan'dan her şeyi farklı.
kültürü, tarihi, müziği, yemekleri...
rakısı bile yunan rakısından farklı.
kısacası girit kültürü'nün, kara yunanistanı ile hemen hemen hiç alakası yok.
bugün giritliler sosyal medya platformlarında örgütlenmekte, giritliliklerini ön plana çıkarıp bir ayrılıkçı hareket olarak her geçen gün büyümektedirler.
ayrıca girit ayrılıkçı hareketini eyleme de döküyorlar.
2010 yılında kandiye'deki girit valilik binasına girit bayrağı çekildi ve kapısına bildiri asıldı.
girit fevkalade turizm gelirine sahip bir ada.
bunun yanında tarım anlamında da hem kendi kendine yetebiliyor, hem de hatırı sayılır bir ihracat yapıyor.
hatta girit yunanistan'ın en zengin bölgesi.
bu sebeple giritliler gelirlerini yunanistan anakarası ile paylaşmak istemiyor.
bu ayrılıkçı hareket de zaten bu ekonomik sebeplerle 2009 yunanistan krizinde daha fazla ön plana çıktı.
peki bizim herhangi bir politikamız var mı bununla ilgili?
tabi ki yok.
fakat 2017 yılında Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım bir açıklama yaparak, Lozan anlaşmasıyla Girit Adası'nın sadece dörtte birinin Yunanistan'a ait olduğu tezini ortaya atmıştır.
--alıntı--
Yalım, "Girit Adasının hukuki statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuka göre Girit Adası’nın dörtte üçü ve adanın etrafındaki ada, adacık ve kayalıklar, Osmanlı Devleti’nin küllî halefi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir" dedi. https://odatv.com/girit-t...i-basladi-0712171200.html
--alıntı--
dikkate değer bir konu. ama bunu gündemden düşürmemek, gündemde tutmak gerekir ki bu hususta en önemli görev türkiye'nin pek çok yerinde bulunan giritliler dernekleri ve lozan mübadilleri derneklerine düşmektedir.
"Hasanaki, 1923’te Hanya’dan vapura, kesime giden kasaplık hayvan gibi bindiğinde, onu ağlayarak uğurlayan sevdiği ve sevildiği kadın Marigo’dan başkası değildir...